ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
nocebo
-
olumsuz şartlanma durumudur.
çikolatalı gpfret karın ağrısı yapıyor diye telkin olursak gerçekten karın ağrısı yapacaktır.
gıda intoleransı hikayelerinin çoğunda bu etki insanları güdülüyor da deniliyor.
hatta su içsem yarıyor sözü bu nocebo etkisi için söylenmiştir diyebiliriz.
acil serviste eski sevgiliyle karşılaşmak
-
daha vahimi yaşanmıştır.
geçen güz 600 yataklı bir askeri hastanede ölümün kıyısında yatmaktaydım. ızdırap içindeki günlerin birinde hemşire kolumdaki serumu değiştirip az sonra doktorun geleceğini söylemişti ve bunu önemsememiştim. bir perişan akşamüstü ailemi, sağlığımı ve hürriyetimi özleyerek hastanedeki odamın penceresinden bahçedeki çam ağaçlarını seyre dalmıştım. birden doktorum yanı başımda beliriverdi. üstelik çok uzun süredir beklediğim bir mucizeyle birlikte..
bulunduğum odaya giren genç bayan teğmen, çocukluk aşkımdı. evet başkası olamazdı, yıllar önce gata'da okuduğunu duymuştum. o'nu gördüğüm an çok güçlü bir sevinç akımı, tarifsiz bir mutluluk olup dolandı damarlarımda. mahallemden ortaokul yıllarında büyük bir üzünçle ayrıldığında ben o üzüncün belki de kat ve kat fazlasını yıllarca ruhuma çarmıhlamıştım. büyüyüp tabip ve komutan olan, seneler boyu gizli merakıma ve ara sıra bıçak gibi saplanan hasretime konu olmuş bir kızdı. fakat kızın subay üniforması giymiş, yaşlanmış, eğitilmiş hali bir an için gözlerinde bir ışık belirse de ciddiyetini takınırak sordu: "asker! rütben ve birliğin?"
"tankçı çavuş x antalya. 5. kolordu komutanlığı ulaş garnizonu keşif taburu 1. bölük. emredin komutanım!"
karşımdaki tabip teğmenin gözleri yıllar önce tanıyıp sevdiğim küçük kızınkiyle kesnlikle aynı elaydı. lakin sanırım gülmeyi epeydir unutmuş bir soğukluktaydı. ismimi, memleketimi söylemişken neyden çekinip de konuşmamış, geçmiş masum ve güzel günlerin hatırına niçin bir şeyler anlatmamıştı, anlayamadım. kesif bir düş kırıklığı duyumsadım. emreden sorgusundan sonra, sayrılı bedenimin yanı sıra bilincim ve duygularım da yıkıktı..
yakınlığı, ilgiyi ve şevkati zaten belki pek fazla ummamıştım. ama yok sayılmak, kendisini hiç tanımamışımcasına umursanmamak neyin yaptırımıydı?
elbette hemingway'in silahlara veda'sındaki gibi bir romantizm ve yaşama direnci asla söz konusu olmasındı, buna razıydım. ama böylesi bir red ve inkar bana çok ağırdı, bunu hakedecek ne yapmıştım?... 10 küsur yıl evvel sarılıp ağlaşarak vedalaştığımız kız, beni tanımamıştı. varlığımı zerre umursamamıştı. üstelik sır olmuş ve yaşlanmamla büyümemiş düşlerime karşın...
zaman geçti. artık fiziken iyileşmiştim. fakat taburcu hattâ terhis olsam da aklım hep o soğuk hastane odasına mıhlıydı. etrafında askerlerin nöbet tuttuğu hastaneyi çevreleyen o dikenli tellere; çocukluğumun sonlarından ilk gençliğime uzanmış ve o güne kadar tümden ölmemiş hayallerim takılı kaldı. kurtaramadım...
vatandaşlarımız endişe etmesin
-
endişe edecek kadar vatandaşı yaşamayan bir yönetemeyici beyanı.
marketlerde poşetin parayla satılması
-
lan biz onları evde çöp poşeti niyetine kullanıyorduk.
boşanan kadının inleme sesi dinletmesi
-
victor hugo’nun bir sözü vardı, aklıma o geldi: ‘kadının, artık çıkarı kalmadığı erkeğe tanrı acısın...’
cemaatin yargılanacağı dava için isim önerileri
-
(bkz: nurgenekon)
çocukken ansiklopedi okumak
-
(bkz: yürek hoplatan başlıklar)
11 yaşındaydım, televizyonu kapatıp ansiklopedileri açtım. bir daha televizyonla ilişkim olmadı. ansiklopedileri de her zaman delice sevdim. bir süre sonra hayatımıza bilgisayarlar girdi ve matbu ansiklopediler "yetersiz" kaldı elbette. ama ben hala google'a sorarken bir tuhaf olurum, uzun süre arayamam bulmaya çalıştığım şeyi, pes ederim kısa sürede. bilgi kirliliğinden bunalırım. bilmek istemediğim şeylere maruz bırakılmaktan rahatsız olurum. mesela bu yeni nesiller bilgi kirliliği deyince boş boş bakarlar. neden? çünkü ansiklopedi karıştırmamışlar! uzun uğraşlarla derlenip, süzüle süzüle kağıda dökülen bilgiyle tanışmamışlar.*
velhasılıkelam, çok güzeldir. çocuk olmak ve torson kadar büyük ansiklopedileri karıştırmak. içlerinde kaybolmak... yürek hoplamasının sebebi de yalnız değilmişim hissidir.
pijamayla bakkala giderken yakışıklı çocuk görmek
-
merak etmeyin, o yakışıklı çocuk "her türlü gideri var" diye düşünüyor.
pilot kalemle dönem ödevi hazırlamış efsane nesil
-
yazım hataları yaparak harcadığı a4'leri toplasa ufak bir hatıra ormanı yaptırabilecek nesildir. ayrıca sayfa sayısı fazla olsun da göz doldursun diye sağdan, soldan, üstten, alttan çok boşluk bırakıp, yazının puntosunu da yüksek tutmuş nesildir. al sana bir hatıra ormanı daha!
yurt dışında yaşanan dumur olaylar
-
kötü bir dönem geçirmiş ve sevilen kişiden ayrılmış bir şekilde ailemi ziyaret etmek üzre uçağa bindim. duygular tavan. tek yapmak istediğim kulaklığımı takıp müzik dinleyerek uyumak. fakat koltuğuma oturur oturmaz başladım ağlamaya. zaten ağlak bir insanım ama insanların içinde genelde ağlamam. tutamadım kendimi, iki gözüm iki çeşme ağlıyorum. yalnız hıçkırık yok, damla damla gözyaşlarım süzülüyor. ama nasıl, dur durak bilmiyor. ben bir tane siliyorum, ardından iki tane daha geliyor. önce yolcular soruyor ne var diye, bir şey yok diyorum. sorular arttıkça hostesler olaya dahil oluyor. ne var diyorlar, bir şey yok diyorum ama damlalar aksini söylüyor. uçağın bir bölümü durmuş beni izliyor artık ve yolcular aralarında konuşmaya başliyor, neden ağladığıma dair teori üretiyorlar. bu arada yer görevlileri de olaya dahil oluyor. iyiyim diyorum, kimse inanmıyor. uçak bir türlü kalkmiyor, herkes ağlamama yoğunlaşmış şekilde bana bakıyor. yanımdaki norveçli kadın yolcu, uçuş boyunca elimi tutabilirsin diyor. iyiyim, teşekkür ederim diyorum. o da inanmıyor. sonradan hollandalı olduğunu öğrendiğim bir adam yanıma gelip bir paket cips uzattıyor. "iyi gelir ye," diyor. durumun saçmalığına gülümseyip cipsi kabul edip uçuşa hazır olduğumuzun sinyalini verince herkes alkışlıyor ve gözler üzerimden çekiliyor.
sorunlarımı cipsle aşmama yardımcı olan hollandalı amcaya "büyüksün" diyorum.
erkek voleybolunun ilgi görmemesi
-
seyirci acisindan bakacak olursak oyunun monoton seyretmesiyle alakalidir. bir nevi otomobil kalkis (drag) yarisi izler gibi, ilk defa izlediginizde off, vayy, gumm dersiniz, sonra bakarsiniz mac boyu farkli cok bir sey olmuyor. 2metre boyunda yerden 1m'ye yakin sicrayan tipler, vurduklari topu gorebilirseniz ne ala, defans mukemmel pozisyon alsa da top o kadar sert geldigi icin yapabilecegi fazla bir sey yok, arada bir blok yapilir ve bloktan seken top da smac kadar sert geri geldigi icin hucumcu takimin dublaj yapma sansi yine cok az, o yuzden mac boyu 20-30 saniyelik bir ralliye denk gelebilirseniz kendinizi sansli sayabilirsiniz. bir de erkek voleybolunda smac servis cok daha fazla kullanildigi icin, kacan servis sayisi ve ace sayisi kadin voleyboluna gore daha fazladir. bazen bir bakarsiniz hic oyun olmadan 5-6 sayi gecmis. o yuzden bazen erkek voleybolunda cok cok iyi takimlarin maclarini seyredeceginize hucum gucu daha az, ve haliyle defanstan daha fazla top cikartilabilen maclari seyretmek daha fazla keyif verebilir.
özdemir asaf
-
yine kendisinden:
dün sabaha karşı kendimle konuştum.
ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
yokuşun başında bir düşman vardı.
onu vurmaya gittim kendimle vuruştum.