hesabın var mı? giriş yap

  • ilk önce abisi bahattin ışıklardan karşıdan karşıya gecerken bir arabanın çarpması sonu vefat etti. diğer abisi sinan pistte tur atarken motordan düştü vefat etti . babası irfan sofuoğlu kanserden vefat etti. ve en son olarak da yeni doğmuş olan hamza sofuoğlu beyin kanamasından vefat etti. bu yaşta bu kadar acı çok zor be abi allah yardımcısı olsun.

  • ya allahın vasıfsız ergeni nasıl sürekli gündem olabiliyor. takip etmiyoruz, görmek istemiyoruz ama her yerde karşımıza çıkıyor.

  • ya aklımı kaciracağım, bunlar bir orusbu çocukluğu yapıyor ama idrak edemiyorum.

    üç ay önce bir saat aldım. kordonu plastik ve kullanışsız. saati öylece attım çekmeceye, bir yandan da aklımda "kordonu mu değiştirsem acaba" fikri dolanıyor. kimseye demedim, internete de yazmadım.

    bir haftadır önüme kordon reklamı çıkıyor. namussuz evladıyım bir şeyler çeviriyor bunlar.

    ek: @helal kesim domuz nickli yazardan çok mantıklı bir cevap geldi. eğer zihin okuma yoksa doğru cevap budur:

    muhtemelen aldığınız saatin marka modelini biliyor. daha önce o saati alanların bir süre sonra kordon arayışına girdiğini de biliyor ve buna istinaden istatistiksel bir sonuç olarak isabetli bir tahminle size o reklamları çıkarıyor. buna büyük veri ve onun kullanımı denir basit tabirle.

  • adam belki 650 milyon dolar bulup, 50 milyonunu hacıladı ağalar, hemen salak yaftasını yapıştırmayın. kolombiyalı la o, kayserilinin aklına geleni akıl edemez mi sanıyonuz.

  • 2001 senesinin kasım sonu ya da aralık başı, buz gibi bir hava. annem büyükdere caddesinde tam şişli camii’nin olduğu yerde bir mali müşavirlik ofisinde çay-yemek işlerine bakıyor, ben de 12 yaşında bir ortaokul öğrencisiyim.

    1999’da babamın yaptıkları artık canımıza tak deyince annemle birlikte, annemin yıllarca çalışıp didinip pırlanta gibi dizdiği evi tek bir iğne almadan bırakıp, memlekete ölen dedemin evine, dayımların yanına kaçmıştık. boşanma davası, velayet vs. kesinleştikten sonra 2001 yılının yaz aylarında tekrar istanbul’a döndük. sıfırdan başlamıştık yani. çok güçlü bir kadın annem, hayatında tek gün okula gitmemiş ama yıllarca fabrikalarda, ofislerde çalışarak hem evine baktı, hem de beni okutmaya çalıştı.

    döndüğümüzde 1 odası, 1 küçük mutfağı ve büyükçe bir balkonu olan annemin teyzesinin çatı katını tuttuk. bizim hiç eşyamız yok, sadece kıyafetlerimiz ile döndük ama evde bir insanın asgari düzeyde hayatını sürdürebileceği, teyzemin ve çocuklarının eski eşyaları var. bir tek televizyonumuz yoktu. annem ben sıkılmayayım diye bir akrabamızdan ikinci el bir televizyon almış, alırken de dolandırılmıştı, o başka bir enrtynin konusu. bu şekilde kendi ayaklarımız üzerinde durana kadar idare edecektik artık.

    o zamanlar gültepe’de doğalgaz yok, hani olsa da bizim oturduğumuz ev doğalgaz tesisatına uygun mudur orası şüpheli. çok eski bir yapı çünkü. çatı katı olduğu ve yapı çok eski tahta bir çatıya sahip olduğundan, rüzgar estiğinde evde hissedilirdi. kış ayları bizim için ciddi sıkıntıydı. kış yaklaşınca sobayı, o zamanlar her yerde bulunan bir sobacıdan ikinci el almıştık. böyle içi tuğla, hayvan gibi döküm bir soba. sağolsun belediyede çalışan bir akrabamız da annemin adını ‘meşhur’ kömür yardımlarına yazdırmış, kış öncesi 30-40 torba kadar bir kömür gelmişti ama soba tek başına kömürle yanmıyor, tutuşturacak odun lazım.

    şimdilerde yerinde devasa şişli marriott otelin olduğu yerde o yıllarda pazar yeri vardı. yanı başı o zaman da şimdi de minibüs durakları. haftada birkaç akşam okul sonrasında annemle iş çıkışında buluşur, o pazar yerinde pazarcılardan depozitosu olmayan meyve-sebze kasalarını isterdik. olan da verirdi allah razı olsun. kasaları hemen kaldırımda toplar, oracıkta insanların ayaklarının altında kırıp, yanımızdaki çamaşır ipi ile bir deste haline getirirdik. bunu yağmur altında sırılsıklam olarak yapmak zorunda olduğumuz da olurdu. sonra hemen oradan elimizde tahta destesi ile gültepe minibüsüne biner eve gelirdik. iş çıkış saatlerinde gültepe minibüsleri tıklım tıklım. kimi zaman minibüsteki yolcular, kimi zaman minibüs şöförleri bu durumdan hiç hoşnut olmaz, kendi kendine söyleneni de olurdu. anneme bakardım, bir şey demezdi, ne desin ? soba odunsuz yanmıyor ve hava soğuk.

    o yıllarda çocuk yaşımda bu yaptığımız bana çok normal gelirdi. insanların ayaklarının altında kasa kırmaktan, o tahta destesi ile tıklım tıklım minibüse binmekten, sonra onu sırtımızda eve taşımaktan hiç gocunmazdım.. çocukluk işte, kısa süre içerisinde başkalarının eşyalarıyla, devletten gelen kömürle, pazardanan taşınan odunla yaşamaya alışmıştım, normalim olmuştu hemen. ama annem için hiç öyle değildi. yüzünde sürekli o hüznü, nasıl olmayacak bir şeyi olur yaptığımızın zorluğunu görürdüm.

    enrtyi nasıl bağlayacağımı bilemedim dostlar.. ne zaman kombiyi açsam o günler geliyor aklıma. az önce uyandım ve üşümüştüm, gittim kombiyi ateşledim, yine aklıma geldi. odasına girdim annemin üstü açık, aklımda bunlar, üstünü örttüm, oturdum yazdım..

  • kısaca, 11.ve 12. yüzyıllarda, batı avrupa’da etkili olan mimari üsluba verilen isim. bir nevi karolenj ile gotik arası geçiş dönemi. bundan dolayı temelinin karolenj ve otto hanedanlığı döneminde atıldığı söylenebilir. "romanesk" terimi ilk olarak 19.yy’da kullanılmış. kelime olarak “roma’dan kaynaklanan” anlamına geliyor. bunun nedeni bu tarzın bazı yönlerinin antik roma mimarisine benzemesidir biraz da.

    nedir, ne değildir demeden önce o dönem neler olmuş bakmak lazım biraz da. ilk olarak şehirlerin geliştiği, nüfus ve ticaretin arttığı bir dönem. yavaş yavaş manastır kökenli reform hareketleri başlıyor. insanlar santiago de compostela gibi manastır kiliselerine hac için gelmeye başlıyorlar. aynı zamanda 11. yy'ddan itibaren kudüs ve çevresini ele geçirmek için papa önderliğinde yapılan 9 haçlı seferi mevcut. reconquista* hareketi de yine bu dönemlerde oluyor.

    ismini aldığı antik roma mimarisine 3 özelliğiyle benzerliğini görüyoruz:
    -bazilikal plan
    -tonoz örtü
    -yuvarlak kemer

    sonuçta, bu 3 özellikten yeni tip bir mimari yaratılmıştır. ortaya çıkan güçlü, ağır, akılcı, dinin gereklerine karşılık veren bir mimaridir. bu tip benzerliklere rağmen romanesk antik roma mimarisinden bazı noktalarda ayrılıyor:
    -roma bazilikası uzun ve alçak bir yapıyken; romanesk kiliseler daha yüksek inşa edilmiş ve gotik kadar olmasa da göğe yükselen kuleleri mevcuttur.
    -roma dönemi yapılarında sütun tek bir gövdeyken ve kemerler sade bir görünüme sahipken; romanesk yapılardaki sütunlar ve kemerler daha hareketli, daha kalındır.
    -romanesk tarzı kiliselerin duvarları daha kalın yapılmıştır. bunun nedeni ahşap yerine taş tonoz kullanması.*

    bu dönem kilise mimarisinde uzunlamasına plan tercih edilmiş ve latin haçı planı geliştirilmiştir. daha önceki kiliseler gibi yangında yok olmasını ve tahribatı önlemek için kiliselerin üzeri ahşap yerine taş tonozla örtülmüş. tonozun ağırlığını karşılamak için kalın dış duvarlar yapılmış ve bunlar payandalarla desteklenmiş. kiliselerin içinde sütun yerine daha çok kalın taşıyıcı ayaklar* kullanılmaya başlanmış. bunlar aynı zamanda nef tonozlarını da taşıyor. romanesk dönem sonuna doğru kaburgalı haç tonozlar yapılmaya başlanmış.

    yine bu dönem kiliselerin içinde genellikle 3 katlı bir düzenlemeye rastlanır. altta nef arkadı denilen kısım bulunur ve bir kemer sırasından oluşur. onun üzerinde triforyum bulunur. triforyum, kilisede üst kattaki galerinin ana nefe bakan kısmında yer alan kemer sırası aynı zamanda. üzerinde 3. kat olarak pencere* katı bulunur. kapı, pencere ve nef arkadındaki kemerler yuvarlak biçimli. romanesk’in yüksek evresinde ilk kez sivri kemer kullanılmaya başlanmış. bu, aynı zamanda ileride gotik üslubun ayrılmaz bir parçası olacaktır.

    (bkz: santiago de compostela)
    (bkz: st. sernin kilisesi)
    (bkz: saint pierre kilisesi)
    (bkz: battistero di san giovanni)*
    (bkz: speyer katedrali)

  • öğrenci- hocam bu dersi 5. kez alıyorum lütfen yardımcı olun.saygılar

    iade cevabı

    hoca- 6. kez almanızda bir sakınca yoktur.sevgiler