hesabın var mı? giriş yap

  • off ortama bak.
    10 adama 30 adam düşüyor. ya da 10 siyahiye 20 suriyeli. 20 suriyeliye
    , 10 afgan...

    iste istenen, özlenen, beklenen yeni türkiye. vatana millete hayırlı olsun.

  • bu konuda araştırmaları bulunan elaine aron'un hazırlamış olduğu ölçeğe göre tahmin yürütebileceğiniz bir kişilik türü. efendim, şimdi bunlardan en az 14 tanesine "aaa bana oluyor bu" diyebiliyorsanız, tebrik ederim yüksek hassasiyetli bir insan olduğunuzun farkına vardınız.

    - güçlü dış uyarılara maruz kaldığımda kolayca kafam yorulur.

    - çevremde olup biten en ufak olayın farkındayımdır.

    - başkalarının ruh halleri beni etkiler.

    - ağrı eşiğim düşüktür. canım kolay yanar.

    - yoğun günlerde dinlenme ihtiyacı hissederim. uyaranlardan uzak kalabileceğim bir yerde yalnız kalmak, loş bir odada ya da yatağımda zaman geçirmek isterim.

    - kafein beni etkiler.

    - parlak ışıklar, güçlü kokular, sert kumaşlar, siren sesleri beni rahatsız eder.

    - zengin ve karmaşık bir iç dünyam vardır.

    - yüksek sesler beni rahatsız eder.

    - sanatsal üretim ve müzik beni duygulandırır.

    - bazen sinir sistemim o kadar bitkin düşer ki, alıp başımı gidesim gelir.

    - titizimdir.

    - kolayca irkilirim.

    - kısa zamanda çok iş yapmam gerektiğinde gerilirim.

    - fiziksel şartlar insanları rahatsız ediyorsa onların konforunu arttırmaya ve rahat etmelerinde çalışırım (ışığı ayarlama ya da oturma şeklini değiştirmek).

    - insanlar bir seferde bana birden fazla iş yüklemeye çalıştığında canım sıkılır.

    - hata yapmamak ve bir şeyleri unutmamak için çok çaba sarfederim.

    - şiddet içeren film ve televizyon programlarından sakınırım.

    - çevremde çok fazla sayıda olay gerçekleştiğinde nahoş bir şekilde sıkılırım.

    - çok fazla acıkmak bende konsantrasyonumu ve ruh halimi bozacak bir tepki yaratır.

    - yaşamımdaki değişiklikler beni sarsar.

    - hoş koku, tat, sesleri ve sanat eserlerini farkeder, zevk alırım.

    - aynı anda çok sayıda olayın birlikte gerçekleşmesinden hoşlanmam.

    - üzücü ve yorucu durumların ortaya çıkmaması için özel çaba gösteririm.

    - yüksek sesler ve kaos durumları gibi yoğun uyarılar canımı sıkar.

    - rekabet içinde olmam ya da bir iş yaparken gözlemlendiğimde asabileşirim ve beceriksizleşirim. yapabileceklerimi yapamam, performansım bozulur.

    - çocukken öğretmenlerim ve ebeveynlerim benim hassas ya da utangaç olduğumu söylerlerdi.

    bu hassasiyetle ilgili olarak eyyorlamak istediğim bazı şeyler var. şimdi efendim, günümüz toplumunun bizlere "ideal bir insanda bulunması gerekenler" olarak dayattığı bir takım kişilik özellikleri var. örneğin dışa dönük olmak, iletişim becerisinin yüksek olması, olumsuzlukları kolayca savuşturmak ve bunlardan etkilenmemek, özellikle bizim toplumumuzda yer yer çirkef olmak gibi çoğaltabileceğimiz özelliklerdir bunlar. şimdi sorun burada başlıyor. çünkü, mevcut sistem içerisinde bu özelliklere sahip olan insanlar yaşamını daha rahat devam ettirebilirken, bu kişilik özelliklerine sahip olmayan insanlar zorlanıyorlar. zorlandıkları için ve olması gereken karaktere sahip olamadıkları için de kendilerini suçluyorlar.

    olumsuzluklardan çok çabuk etkilenenler örneğin, "amma da hassassın, çok büyütüyorsun" gibi tepkilere maruz kalıyorlar. çok duygusalsın, çok hassassın, böyle olmamayı öğrenmen lazım gibi tepkiler, sanki böyle olmak bir suçmuş ya da zayıflıkmış gibi hissettirebiliyor. ancak bu durum, bu duyarlılık kesinlikle utanılması gereken yahut düzeltilmesi gereken bir şey değil. kişinin kendi kimliği ve bunu ifade etmesi de bir zayıflık değil.

    toplumun %15 - %20'lik bir kısmını bu insanlar oluşturuyor. bu özellikleri taşıdıkları için de sürekli kendilerinde yanlış giden bir şeyler olduklarını düşünüp kendilerini suçluyorlar ve kötü hissediyorlar. burada artık yapılması gereken insanın kendini tanıyıp, kendini kabullenip, aynı duygulara sahip olan insanlarla iletişim içinde olarak "bu topluma ait olmama hissini" bir kenara bırakmak gerekiyor. çünkü aslında her şey çok normal ve olması gerektiği gibi.

    not: aynı duyguların insanıysak neden yeşilleşmiyoruz fdsafdsa

  • savas karsitliginin tum dunyada sembolu haline gelmis pablo picassonun tablosunun adi.

    tablonun uluslararasi une kavusmasi ikinci dunya savasi sirasi ve sonrasina rastlar. guernica asil olarak fasizmin igrencligini anlatir.

    picasso fasist diktator franco nun zaferiyle sonuclanan ispanya ic savasi sirasinda ilk gencliginde gittigi fransadadir. ispanya cumhuriyetci hukumeti paris te duzenlenecek bir sanat fuari icin bir yapit ortaya koymasini ister. picasso ispanya nin guernica adli bir kasabasi franco yu destekleyen fasist alman ucaklari tarafindan bombalanincaya kadar ortaya birsey cikartamaz.

    guernica, basklar icin tarihsel acidan cok onemli ve bir kultur kasabasi olmasinin disinda askeri oneme sahip olmayan ve sadece sivillerin yasadigi bir bolge o zamanlar. bask mirasinin onemli bir bolumu bu noktada bulunuyor ve o doneme kadar cepheden oldukca uzak bir cografya.

    1937 nisan sonlarina dogru almannazi savas ucaklari bu askeri onemi sifir olan bolgeyi bombaliyorlar ve ardlarinda cok sayida olu, yarali, tahrip edilmis tarihi eser birakip cekiliyorlar. bombardiman sirasinda kasabadaki herkesin sivil ve silahsiz oldugu daha sonra da teyid ediliyor.

    o sirada fransa da bulunan ve dunyada da buyuk tepkiye neden olan bu bombardimandan manevi anlamda buyuk olcude etkilenen pablo picasso1 mayis 1937 de guernica adli tabloya basliyor. katliami anlatmaya calisirken tuhaf ve herzamanki olculer gozonune alindiginda anlasilmaz cizgiler ve renkler kullaniyor. ispanya cumhuriyetci hukumetinin ilk tepkisi bu ne la tadinda oldukca olumsuz oluyor. tabloyu degistirmeye bile kalkiyorlar. belki de utandiklari icin uluslararasi resim fuarinin tanitim kataloguna bile almiyorlar tabloyu.

    tablo bittikten sonra yine de fuarin ispanya pavyonunda yer aliyor. guernica da yasanan vahsetin anlatildigi tabloya bakanlarda oldukca antipatik bir etki yapiyor picasso nun kullandigi renkler ve anlasilmaz cizgiler. tabii o sirada fasist almanya avrupayi isgale henuz baslamamis ve kitlesel katliamlara henuz girismemis.

    sergide bu tabloyu gorup de irkilenler, sozkonusu katliamlarin ardindan, bu irkilme tepkisinin aslinda tablonun kendisi oldugunu anliyorlar.

    resim 1938 yilina kadar fransayi dolasiyor ardindan da picasso nun izni uzerine newyork sanat muzesinde sergileniyor. 1975 de hala diktator franco tarafindan fazimle yonetilen ispanya tablonun iadesini istiyor. muze tablonun iadesini demokratik bir ispanya sartina baglayarak franco ya tokat atiyor. sonunda 1981 de picasso nun 100. yasgununde franco dan kurtulmus ispanya nin pradomuzesine gonderiliyor guernica.

    guernica hala picasso nun en buyuk basyapiti olarak degerlendiriliyor ve dunya nin en onemli tablolari arasinda yer aliyor

    guernica esas olarak fasizmin igrencligini anlatir. tablonun tamamlanisi sirasinda anlatilan cok da ilginc bir de anektot vardir:

    picasso nun tabloyu bitirmeye calistigi atolyeye resmi merak eden bir nazi komutani girer ve hemen hemen bitmis olan tabloya kucumser bir ifadeyle dukak bukerek bakar,

    "bunu siz mi yaptiniz?" diye sorar.

    picasso ise nazi komutanina donup

    "hayir efendim, siz yaptiniz" diye yanit verir.

  • zehirlere karşı olan bağışıklığı açıklanamamıştır. "bir allahtan korkar" denilebilecek sanırım tek canlıdır, densizdir, cengaver ruhludur, çöllerin kabadayısıdır vesselam.

  • sen doğduğundan beri ben hiç parasız kalmadım. sen bana hep uğurlu geldin.

    şimdi ben bunu bir anlatayım, ilerde açar açaar okurum.

    seneyi tam hatırlamıyorum ama 2001 falan, babamın işsiz olduğu zamanlar, iş aramak için dışarıya çıkmış cebinde 10 lira parası var, ankarada bütün gün dolaşıp iş aramış. dönerken de işportada satılan kitaplar var, harry potter’in ilk kitabını görüyor, çocuğa ne zamandır kitap alamadım diye düşünüp ne olduğunu falan bilmeden 10 lirasının 7’sini işportacıya veriyor. çok mutlu oluyorum. 10 yaşındayım. durumumuzun da farkındayım ama, yine de çok mutlu oluyorum, çok da mahçup.

    ertesi gün beni gazete almaya gönderiyor, milliyet almam gerekiyor ama kalmamış, eve gazete almadan gidersem üzülür, belki de kızar, o bana okuyacak bir şey almış, ben de ona alayım diyip star gazetesi alıyorum. eve geliyorum. babam gazetede bir iş ilanı görüyor. evimize çok yakın, yürüme mesafesinde. bir gideyim, görüşeyim diye çıkıp gidiyor. yarım saat sonra eve geliyor, beni çağırıyor yanına, işe aldılar beni, yarın başlıyorum, sen doğduğundan beri işsiz kalmama rağmen hiç parasız kalmadım. sen bana hep uğurlu geldin diyip sarılıyor. 10 yaşındayım, çok mutluyum, babam da çok mutlu. 29 yaşındayım, çok mutluyum, babam da hala öyle.

    edit : debeye giren ilk entry’m babamla ilgili oldu. çok mutlu oldum, hepinize teşekkürler (bkz: gülücük).

  • atatürk'ün emriyle, türk dil kurumu özellikle öz türkçe adları derleyip bunları kitapçıklar halinde muhtarlıklara ulaşacak biçimde tüm yurda dağıttı.

    sülale adı olanlar ya da kendi seçenler vs uygun olan isteklerini yazdırdı. isteyen de bu listelerde beğendiğini seçip soyadı olarak aldı.

    bu yüzden çoğumuzun adı arapça-farsça iken soyadlarımız çok büyük oranda türkçedir.

    yaşa atatürk!

    not: sözünü ettiğim kaynak kitap bu. öyküsü de tanıtım bülteninde kısaca açıklanmış. buraya da ekleyeyim.

    --- spoiler ---

    eserin kitap olarak ikinci basımı ise 1935 yılında, ulus-devlet inşası sürecinin en önemli merhalelerinden biri olan soyadı kanunu’nun kabul ve yürürlük tarihiyle örtüşen bir dönemde, dâhiliye vekâleti tarafından yapılmıştır.

    kitap vekâlet tarafından sadece basılmakla kalmamış, ayrıca kitaptan alınan isim listeleri dönemin dâhiliye vekili şükrü kaya’nın talimatıyla anadolu ajansı tarafından gazetelere gönderilerek neşredilmiş, nüfus müdürlüklerine dağıtılmış, 1936 yılında ise kısaltılıp türk adları başlığıyla jandarma genel komutanlığı eliyle üçüncü defa basılmış, bu yolla etkisi en uzak kasaba ve köylere kadar uzanmıştır.

    böylece, bugün türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının kullandığı pek çok soyadının kaynağı olarak belge niteliğinde, batılılaşma ve vatandaşların türk kimliğiyle yeniden tanımlanma sürecinin aynı zamanda ideolojik enstrümanlarından biri olan, kültür politikasının son derece değerli bir verimi ortaya çıkmıştır.

    --- spoiler ---

  • çekemez diye bir şey olamayacağı için yanlış yanıtlanmış soru.

    bankalar size istediğinizde paranızı geri vermekle yükümlüdür. burada sorun sizin çektiğiniz paranın ne statüde olduğudur. yani vadesiz hesapta duran parayı zaten çekebilirsiniz. banka açısından tek sorun nakit bulmaktır ve çok sıkışırsa merkez bankası'ndan nakit temin eder. sonuçta kağıt bu. mb'ye rakam ya da kağıt devreder, karşılığında kağıt para alır ve size verir.

    eğer vadeli hesaptaki paranız çekecekseniz de durum aynıdır aslında ama bu durumda banka başkalarına kredi olarak verdiği paranızdan olacağı için sorun daha büyüktür. banka (eğer mümkünse) kendi özkaynakları ile bunu karşılar ki bankaların belli bir miktar özkaynak ve hazırda nakit bulundurma zorunluluğu vardır. bankaların sağlık ölçeklerinden biri kredi/özkaynak oranıdır. yani adam başkasına sattığı paranın belli bir oranını elinde hazır bulundurmalıdır ki istendiğinde geri verebilsin. iç yüzü biraz daha karışık aslında çünkü bu hazır para esasında bir tür kağıt (hazine bonosu vb) olarak da durabiliyor. yani banka onları yine devlete ya da mb'ye verip para alabilir.

    esas sorun tüm bankacılık sistemine emanet paranın tamamına yakınının çekilmesinin istenmesidir ki abd'de büyük buhran öncesinde olan olaylardandır ve çok nadirdir. böyle bir durumda zaten ya savaş ya da çok büyük ulusal afet vb olmuş olmalıdır yani sistemin genelinde sorun vardır. yine de olduğunu varsayarsak bankalar zaten devlet kontrolüne geçer, devlet paranızı gerekirse basar verir ama artık o durumda o parayı tuvalet kağıdı olarak mı kullanırsınız, yakar da ellerinizi mi ısıtırsınız siz bilirsiniz.

    normalde kesirli bankacılık sistemi sonucu verilen krediler her zaman toplanan paradan büyük olduğu için aslında çekilen para tek başına sorun değildir. bankalar açısından esas sorun verdikleri kredilerin geri gelmemesidir. yani onlar para bulamazsa sorun daha büyük. yoksa çok zora düşen bir banka bddk yönetimine geçer ve devlet zaten mevduata verdiği destek gereği paranızın belli bir miktarını size hemen verir. üzerindeki kısım ise insafa kalmıştır. birden çok banka bu duruma düşerse yine devlet para bulur, yaratır verir.

    kesirli sistem bankaya yatırılan 1 birim paranın şu an da 7-8 kat kadar fazlasının krediye dönüştürülmesine izin vermekte. yani siz 100.000 tl yatırdığınızda banka bunu 700.000-800.000 tl'ye kadar krediye dönüştürebilir. siz paranızı isterseniz tek sorun nakit bulmasıdır ve devletten temin eder. ama o 700-800.000 gelmezse işler sarpa sarar, banka (yeterli özkaynağı yoksa) elden gider.

  • bizim gibi eğitim seviyesi düşük toplumlarda fanatizm olmayan sporlar tutmaz. adam fener cimbom kavgası gibi kavga vermeyecek, uğrunda içinde çoluk çocuk olan metrobüsü ateşe vermeyecekse o spora spor demez. ne zaman ki bu spor için öfkeli bir mclaren taraftarı sokakta gördüğü bir ferrariyi ateşe verir, o gün tutar bu spor.