hesabın var mı? giriş yap

  • içinde yaşadığımız dünyanın dertlerinden kederlerinden endişelerinden uzak diyalog türleri.

    *

    - çay içer misiniz?

    - tazeyse alayım.

    - değil. 4 saat 27 dakika oldu yapılalı, bokum gibi.

    - ouuvv anlıyorum, almayayım o zaman tişkürler.

    *

    - seni başka kimsenin sevemeyeceği kadar çok seviyorum ve bir ilişkiye başlamamız için bu yeterli sanıyorum.

    - madem seviyorsun çıkalım o zaman, tamam.

    *

    - pike vereyim mi oğlum üşüme öyle.

    - yok anne iyi böyle istemem pike.

    - tamam.

    *

    - pike vereyim mi oğlum üşüme öyle.

    - yok anne, puyol ver.

    - puyol gerçekten bir efsane ya, puyol bir giggs iki. bu ikisini çok seviyorum. atalım mı bir pes?

    *

    - bence beni işe almalısınız, işsizlik çok canımı sıkıyor, üzülüyorum. para da lazım.

    - haklısın valla, tamam işe alındın, hayırlı olsun.

    *

    - alo show tv mi? sizin doktorlar diye bir dizi vardı ya eskiden, onu artık her gün yayınlar mısınız? günde 10 saat doktorlar verin, bol bol kutsi verin, dayayın kutsi'yi olur mu?

    - olur.

    *

    sonuncusu araya karışmış olabilir ama yine de can sıkan her diyalogun bizim için ideal olan bir başka dünyada karşılığı olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor, mutlu oluyorum. leibniz, haksızdın dostum diyorum, seviniyorum.

  • (bkz: çaycı)

    tam enerjim, motivasyonum tükendiği, bütün işi gücü bırakıp kaçmaya karar verdiğim anda gelir ve önüme bir bardak taze çay bırakır. bazen keyfi yerindeyse orta kahveyle kıyak geçer. yeniden doğmuş gibi olurum. bunun ötesinde bir beklentim olmaz her şey bitmişken gelen insandan.

  • şahısların şahıslara karşı işlediği suçlara mağdurun rızası olmadan af getirilmesine karşıyım. düpedüz adaletsizlik haksızlıktır.

    biri beni öldürecek ben ölüp gideceğim sonra katilimi affedecekler. inandığınız allah'tan hakettiğinizi bulmanızı diliyorum.

  • dünyada eşi benzeri görülmemiş bir toplumsal deneyin ortasındayız. hakikaten üzerine hukuki tez yazılacak cinsten bir durum bu. ortada bir mevzuat yok (varsa söyleyin avukat olarak ben bulamadım) , yetkililerin "doğrudan" alkol yasağı olduğuna dair bir söylemi yok ; sadece toplumsal olarak böyle bir söylem var ve toplumun neredeyse tamamı bunu kabul ederek bu yasağa uyuyor ya da varlığını kabul ediyor. kitlesel histeri yoluyla kanun uydurup buna uyan dünyanın ilk toplumu olarak tarihe geçtik sanırım.

  • surada yazilanlara bakiyorum da bu basliga yapanlar nasil yapmis, bize bi faydasi olur mu diye gelenlerin haline aciyorum. böyle bir derde düsmüs insana yapmayin, ayrilin, olmuyor biz yapamadik diyorsunuz. ayrilin nasil bir tavsiyedir? aldatilacaksiniz zaten, aldatin nasil bir tavsiyedir?

    sevmeyen adam böyle deli isine kalkisir mi? seviyor ki uzak mesafe iliskisi denen ömür törpüsüne bulasmis. ayni sehirde olunca cok asikken diyor musunuz; "ya biz bununla yapamayiz zaten, cok da asigim ama ayrilalim en iyisi"? ya da zannediyor musunuz ki aldatilmak sadece aldatilanla, yalnizca mesafeyle ilgili? aldatacak adam ayni sehirdeyken de yapiyor, firsatini bulunca da yapiyor. kendi karaktersizligi.

    belki hic uzak mesafe iliskisi yasamamis adam gelmis tavsiye veriyor, ayrilin gitsin diye. oldu cicim. demesi kadar kolaydi cünkü yapmasi. aldatin diyor, cok güzel bir seymis gibi.

    onun bunun dediklerine bakmayin, ölcün tartin kendinizi. yürümüyorsa belki gercekten bitmesi gerekiyordur, mesafeler yüzünden degil belki baska sebeplerden. yürüyorsa da ne mutlu size, mesafelerin bile araniza giremedigi bir insana asik olmussunuz; sabredin, sükredin.
    sabir iliskiye cok sey katar benim gözümde. sadece iliskiye degil, size de cok sey katar.

    bes yil ayri ülkelerden yürüttük biz iliskimizi. olmuyor degil, oluyor. evet zor, yanindan gecip giden ciftlere bakinca icin aciyor, telefon faturasi evden telekoma yol oluyor, bolca zamaniniz internette geciyor. ama sabrediyorsunuz, hepsi gecip gidiyor. sonu baslarken görünmese de o son geliyor, bir gün kavusuyorsunuz. bes yildir evliyiz, bir de her gün varligina sükrettigim bir tombik katildi aramiza. geriye dönüp baktigimda o uzun hasretlikleri degil, birlikte gecirdigimiz kisacik güzel zamanlari hatirliyorum simdi.

    istisnalar kaideyi bozmaz evet, ama sizin de o istisnalardan olamayacaginizi kim söylemis?

    2024 editi: bu yil 15. evlilik yildönümümüzü kutlayacagiz.
    tombigin kendinden 2 yas kücük bir kizkardesi oldu. kendisi de artik tombik degil, boyuma erismis bir delikanli :)

  • problemin kendisi çin devletidir. kendi işletim sistemini yapmak değil, bunu geniş yelpazeye yayabilmek. yapsa bile kim app yazar huawei için? diyelim ki ürün yaptınız ve çin pazarına da girecek bu ürün. derken hooop çinli bir şirket aldı, kopyaladı ve kendisi programın sahibi olduğunu söyledi. mahkemeye mi vereceksiniz? kim sizi takar. çinli şirketler her şeyi usulsüz bir şekilde çalıyor ve hiçbir şey olmuyor.

    hatırlayın apple samsung savaşını. neden çinli şirketlere aynısı olmuyor? adamların kimseyi taktığı yok. lisansların hiçbir anlamı kalmıyor. özgür yazılımcılar için bile durum pek iç açıcı olmaz.

    demokrasi demokrasi demokrasi diye yırtınmıyor insanlar. çin şimdiye kadar elindeki muazzam nüfus gücü yüzünden kimseyi takmıyordu. ama eğer dünyaya açılacaksan takmak zorundasın.

    misal ben uygulama yazabilecek olsam, huawei için yazmam. özgür lisanslı olsa bile adamlar çalıp kendi marketlerine ekler ben de hiçbir şey yapamam.

  • son zamanlarda izlediğim en iyi biyografik film.
    büyük şöhret, elvis the pelvis'in doğumundan ölümüne dünyadaki yolculuğu öyle iyi kurgulanmış ki filmin uzun süresi bile insanı yormuyor.

    coğrafyanın kader olduğunu bi kez daha ifade ettikten sonra, dehanın kimi nerede ne zaman hangi şartlarda ele geçireceği de belli olmuyor. burada deha kim tartışılır, bence iki yönlü bi olgu. albay da deha, elvis de. aradaki fark, birinin müzik, eğlence ve kendi gibi olma üzerine kurguladığı o renkli dünyasına karşın diğerinin şeytani fikirlerinin bir an bile durmak bilmediği ticari ve asla etik olmayan kafası. bu durumda deha kim tekrar tartışılabilir.

    doğduğu yerden sosyoekonomik koşullar nedeniyle ayrılmak zorunda kalıp, siyahilerin mahallesine "iltica" eden elvis ve annesinin birliktelikleri annenin ölümüne dek gösteriliyor. filmde de sıkça ifade edilen, batının country, ve siyahilerin rhythm and blues melodilerinin beyaz bir insan tarafından gospel tarzına da yakın bir şekilde ifade edilebiliyor olması elvis'i bu kadar farklı kılan şey. ve tabiki onu kendisi yapan dansı, elvis the pelvis :)

    bu filmin en iyi makyaj, en iyi kurgu, en iyi erkek oyuncu, en iyi kurgu, en iyi kostüm, en iyi yardımcı erkek oyuncu ve en iyi yönetmen kategorilerinde adaylığı zorlayacağını düşünüyorum. dilerim birkaç tanesinde de, eğer gerçekten diğer rakiplerine göre hak ediyorsa, ödül almasını çok isterim.

    (bkz: austin butler) müthiş müthiş müthiş