hesabın var mı? giriş yap

  • sebebi çok basittir.

    mahallende, sokağında yola iki tane taş koyup su topu oynayamazsın.

    futbol yaygındır.

    lisede kola kutusunu ezip futbol oynamış bir neslin üyesi olarak söyleyebilirim ki ezilmiş kola kutuları yere vurduğunda sekmez. onunla basketbol oynama şansın yoktur.

    voleybol ve hentbol topu ile de hakeza bulduğumuz anda futbol oynardık.

    ulan bak sana ben nasıl anlatayım? voleybol oynamak için file bulamazdık, eskaza file denk gelirse de kendi icadımız olan (ki oldukça yaygındır) "ayak voleybolu" oyununu oynardık.

    sanırım anlaşılmıştır.

  • cadılık tarihini incelerken kedilerle ilgili ilgi çekici bir durumdan bahsediliyordu. cadı olarak nitelendirilen, aslında zamanının şifacısı olan kadınlar, pisliğin ne kadar zararlı olabileceğini bildiği için evlerini, zemine tuz döküp süpürürlermiş. bu nedenle süpürge, cadılarla özdeşleştirilmiş. ayrıca farelerin ne kadar pis olduklarını ve her türlü hastalığı taşıyabileceklerini düşündükleri, özellikle tahıl ürünlerini korumak için kedi beslerlermiş. bu nedenle kediler de cadılarla özdeşleştirilmiş bir başka unsur halini almış.

    cadı avları başlayınca, cadıların ruhunun kediler vasıtasıyla gizlendiğini düşünen insanlar kedileri de avlamaya başlamışlar. hatta kedi sahibi olan insanlar da "aman, beni de cadı ilan etmesinler" diye kendi kedilerini öldürmüşler. bu yüzden avrupa'da, özellikle fransa'da devasa fare sürüleri ortaya çıkmaya başlamış ve fare popülasyonundaki bu artış vebanın yayılmasında önemli bir faktör haline gelmiş.

    mısırlılar da ürünlerini korumanın yolunu, onların doğal predatörü olan kedilerde bulmuşlar. hatta antik mısırda bir kedi öldürmek ölümle cezalandırılan büyük bir suç imiş. romalılar da mısırlılar sayesinde kedilerle tanışıp kemirgen nüfusunu alt seviyede tutmayı başarmış.

    1665 yılındaki günde 1.000 kadar insanın öldüğü londra veba salgınında kedi ve köpeklerin vebayı yaydığı düşünüldüğü için yaklaşık 40 bin köpek ve 200 bin kedi katledilmiş. bu durum ise vebanın daha da yayılmasına neden olmuş.

    uzun deniz yolculuklarında da, özellikle ticaret ve keşif gemilerinde, hem psikolojik yönleriyle hem de kemirgenleri iplerden ve yiyeceklerden uzak tuttukları için denizcilerin vazgeçilmezi olmuşlar. dünyadaki bütün kıtalara da bu gemi yolculuklarıyla ulaştığı düşünülüyor. pati izi alındıktan sonra sahil güvenlik kartı verilen, amerika sahil güvenlik mensubu kedi herman ve savaş gazisi olduktan kısa süre sonra aldığı yaralardan dolayı hayatını kaybeden, kraliyet donanması mensubu simon.

    ayrıca damıtımevlerinde arpaları korumak için kediler beslenirmiş. bunlardan birisi de iskoçya/pertshire'da bulunan towser isimli bir kedi. lindores abbey distillery bu geleneği vesper ve friar john claw isimli kedileriyle halen devam ettiriyormuş. küçüklükleri.

    son olarak hamam böceklerine karşı inanılmaz etkililer. tabi parazit aşılarını sakın atlamayın. psikolojik etkilerinin de fevkalade olduğunu eklemeden olmaz. özellikle babamın vefatı sonrasında bu yönlerini derinlemesine keşfetmiştim.

    özetle, tarihte kedilerin, insan yaşamına önemli katkıları olmuştur. insanlar ne zaman bu canlıların zararlı olduğunu düşünüp katletme yoluna gittiyse de, bedelini çok ağır bir biçimde ödemiştir. yaklaşık 15 yıldır bu şapşiklere sahip olan bir ailenin ferdi olarak, bizlere faydası olsa da dışarıdaki zor koşullarda mutlu olmadıklarını biliyorum. dişinde apse olduğundan yemek yiyemediği için açlıktan ölebilen, ıslandıktan sonra ankara'nın ayazını yiyen bir hayvan nasıl mutlu olabilir ki? lakin bu durumu çözebilecek, bu dostlarımızın canını yakmadan hak ettikleri değer doğrultusunda onlara yardımcı olabilecek en büyük otorite devlettir. o otorite, aklı selim bir biçimde harekete geçene kadar lütfen bu eşsiz dostlarımıza yardımcı olun.

    kara ölüm ve kedilerin intikamı başlıklı yazı
    1665 londra veba salgını başlıklı yazı
    cadılık, kediler ve veba ile ilgili animasyon anlatım

    ayrıca netflix'de yayınlanan kedilerin aklından neler geçiyor isimli belgeseli de izleyebilirsiniz.

    bu arada kediler "çok aç kalmadıkça" fare yemezler, öldürüp bırakırlar. istisnaları mutlaka vardır. daha önceden başka bir arkadaş başlıkta bunu yazdığı için konuya değinmek istemedim. yani başlıktaki mantığı destekleyen bir yazı değildir bu. ilgili entry : #144197118

    edit: ekleme, düzeltme, kaynak ekleme.

    debe bonusu: bu da benden. en sevdiğim, sevilmekten nefret eden kedim; alamut'un efendisi, şeyhü'l-cebel, haşere suikastçısı hasan sabbah ile tanışın. hepinize teşekkür ederim.

  • yazmayayım diyordum çünkü kendi hakkımda fazlaca bilgi veriyorum yazarken ama enin'in muhteşem entrysini okuyunca yazmak zorunda hissettim kendimi.

    20 gün sonra 36 yaşına girecek bir ablanız olarak kabul edin sözlerimi.

    ben hayatı tersinden yaşadım. 18 yaşıma basana kadar barlara girmeye çalışıp, reşit olduğum gün duruldum. 19 yaşımda beraber yaşamaya başladığım adamla 21 yaşımda evlendim. 22 yaşımda anne oldum, 24 yaşımda ikinci çocuğum oldu. ikinci çocuğumu emzirirken üniversiteye döndüm. okudum, çalıştım, çocuklarımla ilgilendim. 30 yaşıma gelip yurtdışında burs kazandığımda, 1 yıllığına çocukları anneme emanet edip gittim. döndükten bir süre sonra da boşandım.

    en çok bana veriyorlardı bu mesajı: boşandın, hayatın bitti, orta yaşlısın artık, iki çocuğun var diye... ben de bu durumu kanıksamaya başlamıştım artık. ne de olsa artık genç değildim. bundan dolayı normalde özgüvenim yüksek olsa da hayatımdaki kişiyi memnun etmek için saçma sapan şeyler yaptım.

    şubat ayının sonunda birden bir aydınlanma yaşadım. karşımdaki adam kaşımdan gözüme, kılığımdan kıyafetime, saçımdan makyajıma kadar her şeyimi eleştiriyordu. incir çekirdeğini doldurmayacak bir "ben kıvırcık saç sevmiyorum, o saçların hep toplu olacak!" tartışmasından sonra banyoya gittim. aynaya baktım ve "ne yapıyorum ben?" diye sordum kendime... bütün hayatını kendi dilediği gibi yaşamış, hep seven ve sevilen biri olmuştum. aynanın karşısındaki kişi ise ben değildim artık. yalnız kalmaktan korktuğu için sürekli taviz veren bir kadın vardı karşımda ve ben o kadından hiç hoşlanmadım.

    o aynanın karşısında saçlarımı kökünden kazıdım. o "ne yaptın sen??!" diye bağırırken adamın karşısına geçip eline saçlarımı verdim ve dedim ki "ister fön çek topla, ister kıçına sok bunları, hadi hoşçakal!"

    sonrasında pişman olur muyum acaba diye düşünmüştüm ama açıkçası şu güne kadar herhangi bir pişmanlık yaşamadım. 36'ya merdiven dayamış, kocaman çocukları, 1,5 metrelik boyu, subay traşı saçları olan bir kadının bile her gün bir şekilde iltifat alabileceğini gördüm.

    kimseye mecbur değiliz hemşirelerim. hayatımız bitiyor falan değil. özgüveninizi zedelemeye çalışan kara propagandalara aldanmayın. biz kendimizi sevip beğenince başkalarının da beğeneceğini unutmayın. özgüveninizi sağlam tutun, yürüyüşünüz bile değişir.

    30 yaşında kadın genç kızlıktan kadınlığa daha yeni terfi etmiştir. kendini keşfetme sürecinin en başındadır. iyi insanlara karşı iyi ve mütevazi olurken, egosunu zedelemeye çalışan terbiyesizlere karşı da "bastığım toprağı, soluduğum havayı şereflendiriyorum!" mesajını vermelidir.

    ayrıca "30 yaşına gelmiş kadın çok rerörerö!!" diyen adamların hiçbiri bir biscolata erkeği değil, lütfen bunu unutmayın. çoğu benim bakkal hüseyin efendi'ye benziyor...

    - ne yaptın hocam sen ya? yakışıyor mu hiç bu yaşta? bayan dediğin uzun saçlı olur!
    + baymayan olmaya karar verdim.

  • papaz, iki metre ilerisinde duran zangoça hiddetle sorar:
    ''gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabı? ''
    zangoçta derin bir sessizlik... papaz iyice köpürür...!!!
    ''sana soruyorum be adam! duymuyor musun beni?
    'hayır burdan hiçbir şey duyulmuyor efendim''
    "olacak şey mi! iki adım öteden beni duymuyorsun..''
    zangoç bıyık altından güler:
    '' isterseniz yer değiştirelim anlarsınız...''
    yer değiştirirler. bu kez zangoç seslenir:
    ''kilise için toplanan bağışları kim zimmetine geçiriyor?"
    papaz (mırıldanarak):
    ''hakikaten yahu! buradan hiç bir şey duyulmuyor''

  • kayseri'de yol çalismasi yapiliyomus. köylüler esegin birini salip geçtigi yerden yolu geçiriyolarmis. o sirada oradan geçmekte olan amerikali bir mühendis görmüs bunlari.
    merak etmis; gitmis yanlarina.
    -merhaba dayi nabiyonuz böyle? demis.
    köylü -yol yapiyoz diye cevap vermis.
    -"e bu essek ne" diye devam etmis mühendis.
    köylü genel prosedürü söyle bir anlatmis. essegin yolun nerden geçecegine karar verdigini söylemis. bizim amerikali mühendis yerlere yatmis gülmekten, öyle sey mi olur diye. alayci bir tonla:
    - "eee demis, essek bulamiyinca napiyonuz?"
    köylü:
    - "o zaman amerika'dan mühendis getirtiyoz."

  • kıtlık etkisi (scarcity effect), insanların az bulunan bir nesneye fazla değer yüklemesi durumudur. buna bilişsel önyargı demek de mümkündür.
    akılcı karar verme süreçlerimizden çok sezgisel ve duygusal karar verme mekanizmalarımızın baskın çıkmasıyla ilgili bir olgudur.

    kıtlık etkisinin altında yatan başlıca nedenler:
    - bir nesneye faydasına, fiyatına, ihtiyaca göre değil bulunma sıklığına göre değer biçmek
    - çok satan malın iyi olduğuna dair inanç
    - elde etme fırsatını kaçırma korkusu (bkz: fomo)

    pazarlamacıların bu etkiyi elde etmek için aşağıdaki kalıpları kullanır:
    - fırsat kaçıyor (stoklarda az kalmış şekilde gösterme)
    - sınırlı sayıda üretim (starbucks yılbaşına özel toffee nut latte ve gingerbread latte)
    - kısa süreliğine geçerli teklif (online alışveriş sitelerindeki süre geri sayımları)
    - indirim günleri (satıcının yarın bu fiyat geçerli olmaz ifadesi)
    aynı zamanda pazarlamacılar kısa sürede etraflıca düşünmeden hızlı karar almanızı sağlayarak kıtlık etkisini arttırır. bu etkiyi arttıran bir başka neden de başka kişilerle bu kısıtlı kaynaklar için yarışma ve mücadele içinde olduğumuz algısıdır.

    kıtlık etkisinin bir başka yan etkileri de yalnızca çok istediğiniz o nesneye arzu duymanız nedeniyle fazla odaklanmanız sonucunda zihinsel baskı hissetmeniz ve başka fırsatları kaçırmanız olabilir.

    olağan dışı zamanlarda bu etki daha da şiddetli olur ve karaborsa oluşur. insanlar az bulunan bir mala daha fazla para ödemeyi de göze alırlar. örneğin savaş zamanları ya da üretimin az olduğu dönemler (çip krizi nedeniyle araba fiyatlarının artması) bir malın mali değeri kıtlık etkisi nedeniyle artar.

    yasaklanan nesnelerin daha değerli görünmesinin bir nedeni de zor erişilebilir yani az bulunur olmalarıdır.

    ekonomi ile ilgili bir olgu gibi görünse de sosyal psikoloji için de önemli bir araştırma alanıdır. yalnızca nesnelerle ilgili bir durum değildir. az bulunan fiziksel ya da mesleki özelliklere sahip kişiler de kıtlık etkisi nedeniyle olduğundan daha değerli görülebilir. karşı cinsten uygun partner bulamayan kişiler bu nedenle kariyerlerinde ilerlemeyi seçerek aile kurmayı erteleme kararı alabilirler. daha az iş ilanı olan firmanın daha fazla iş ilanı olan firmaya göre daha değerli ve daha fazla maaş verebilecek potansiyelde görüldüğü de gözlemlenmiştir.

    kaynaklar:
    https://en.m.wikipedia.org/…ity_(social_psychology)
    https://www.psychologytoday.com/…e-effects-scarcity

  • manavgat'ta yaşıyorum, sadece ama sadece açık havada o otelin önüde dahil olmak üzere hiçbir şekilde koşamıyorum, spor yapamıyorum neden mi? kimliğimde uyruğum türkiye cumhuriyeti yazıyorda ondan.

    ama onlar herşeyi yapabiliyorlar.

    alayınızın amk.

  • –arka taraftan bedelini ödemeyen kaldı mı?

    –şuradan 2 tam 1 öğrenci bedel uzatırmısınız?

    meral hanım dokunulmazlığı yok bedel ödeyecek!

    mansur yavaş dokunulmazlığı yok o da bedel ödeyecek

    bay kemal sen de bedel ödeyeceksin

    ankara bedelini ağır öder?

    sebzeciler, meyveciler, halciler

    marketçiler, esnaf

    finans kesimi, para piyasası

    muhalif gazete ve tv'ler

    hepsi bedelini ağır ödeyecek

    sen
    sen sen
    sen

    maşaallah bedel ödemeyecek adam kalmadı. ülke değil bedel bank mübarek.

  • en hatalı çıkışını 17 ağustos 1982'de yapmıştır. biz beşiktaşlıları en çok o gün üzmüştür.