hesabın var mı? giriş yap

  • sene sanırım 2004. 19 mayıs çalışmaları için bizim okul nöbetçi. müdür ve başta beden eğitimi hocamız olmak üzere bütün hocalarımız durumu gurur meselesi haline getirmiş. 'bu 19 mayıs'ta farkımızı ortaya koyacağız, bütün ili kendimize hayran bırakacağız' nidalarıyla 1,5 ay önceden dersler askıya alındı her allahın günü stattayız. aksi gibi o sene hava leş gibi. ayılanlar bayılanlar... müdür kararlı ama stadın yanında ambulans bekletiyor yine de vazgeçmiyor. artık millet başının çaresine bakmaya başladı stattan kaçıp kaçıp okula sığınıyor.
    müdür yine şahane cuma konuşmalarından birini yaparken;
    'arkadaşlar sizi gerçekten anlamıyorum. önce okulda tutmaya çalışıyorduk dışarı kaçıyordunuz. şimdi dışarda tutmaya çalışıyoruz okula kaçıyorsunuz. hayır okula niye kaçıyorsunuz lan madem stattan kurtuldun başka yere gitsene okula kaçan öğrenci mi olur ?'

  • her ne kadar sinemayı paranın gücüyle sınırlarını zorlayan biri olsa da vefakar bir emekçi abimizdir. aliens filmini izlerken farkettim. eski ve daha sonra yöneteceği filmlerde oynattığı/oynatacağı birçok yardımcı oyuncuyu gördüm bu filmde.

    lance henriksen mesela, terminator filminde oynamıştı. hatta filmle ilgili ilk düşüncesinde t-800 rolü için düşünmüştü bu abimizi.

    bill paxton terminator ve titanic filmlerinde oynamıştı. şapşal rolünü en iyi oynayan oyuncu olabilir bill paxton.

    michael biehn terminator filminde ikinci adamdı. abyss filminde de oynamıştı. sonra kayboldu gitti.

    vasquez rolündeki maskulen kadın rolünü oynayan ablamız titanic'te oynamıştı. bill paxton filmin en güzel esprisini yaparak "birader seni hiç erkek sandılar mı?" diye soru sormuştu bu kadına.

    sigourney weaver avatar filmlerinde oynadı. istatistik için yazdım bu kadını, normalde bu listeye girmese de olurdu.

    sarı bir iş makinası var filmde. filmin olay örgüsündeki yeri çok önemlidir. onu bile avatar filminde oynatıp vefasını göstermişti. görsel

    diğerleri gibi gişe garantisi olan oyuncuları çoğu filminde başrollere atayarak kitlesini oluşturmamış james cameron. yardımcı rollerdeki oyunculardan kurmuş olduğu bir ekibi var belliki. bir de bilim kurgu aksiyon sinemasını ileri taşımış adam. lakin özünde senaristtir. bu şekilde ilerleyerek senaristlerin gücünü göstermiş tüm dünyaya. sinemayı değiştiren senarist olmuş. 1940'lerden önce senaristlerin adı jeneriklere bile yazılmazdı, gereksiz görünürmüş. protesto yaparak kendilerini saydırmışlar o dönem. (gerçi o jenerikte adı geçenler içinde en düşük maaşı senaryo yazarları alıyor olabilir. sorsanız en önemli ödül dallarından biri en iyi senaryo dalıdır) dikkat ederseniz hollywood'da eylem varsa hep senaristlerin başının altından kalkar. aynı zamanda eylem insanlarıdırlar. yıllar önce yaptıkları bir grevde güzelim lost dizisini tek lokmada yediklerini unutmadık.

    ek:
    bill paxton, lance henriksen ve jenette goldstein üçlüsü james cameron'un o dönemki eşi kathryn bigelow'un 1987 yapımı near dark filminde de eş torpiliyle oynamıştır.

    ayrıca lance henriksen abimiz için liste güncellendi. kendisi james cameron'un ilk filmi piranha 2'de de rol almıştır. helal olsun abime, nasıl da unuttum ama...

    ayrıca beni düzelttiği için beyin yiyen zombi 'ye teessüflerimi iletiyorum.

    ek 2:

    tzameti de beni düzeltti, alacağı olsun. jenette goldstein terminator 2 filminde john connor'un koruyucu annesi rolündeydi :(

    * üçüncü edit'i yaptırana sinema bileti gönderirim. kalmadı kimse bulamaz.

    ek 3:

    vito sabah sabah günümü mahvetti, imla hatası için bile edit yaparken içi parçalanan bana yaptırdı üçüncü editi. bill paxton true lies filminde oynamış.

    gitti sinema bileti. sinema şart değil, kitap da olur kır kalemi vito baba.

  • evde de beslenilebilen, ancak hiperaktif enerjisine insanlarin yetisemediginden cani sikilacak hayvandir. aslinda gercekten oyun oynamayi da cok sever. oldukca akillidir da.

    1 m yuksekliginde bir duvarla cevrili kulubesinden kacis hikayeleri biraz fikir verir sanirsam. yavru haldeyken bulunduktan sonra koyuldugu bolmeden ilk duvarin altindan tunel kazarak kacmis. kacinca da cok uzaklara gitmiyor bolgede geziniyormus. bunun uzerine duvarin temellerini derinlestirmisler. su kabini alip duvara dayayip ustune tirmanarak kacmis. su kabini alip yere betondan kucuk bir havuz yapmislar. bunun uzerine buraya su getiren pvc boruyu kemirip, kopartip duvara dayayip kacmis. bunun uzerine yer altindan metal boru ile su saglamaya baslamislar. bunun uzerine kulubesinin catisina cikip, duvara ziplayip kacmis. kulubesini duvarlarin orta yerine almislar. yakindaki bir agacin sarkan dallarina ziplayarak, tarzancilik yapip kacmis bunun uzerine. agacin dallarini kesmisler. bu sayede artik yuvasinda mutlu sekilde yasiyormus. (son siralarda haberini alamadim tabii)

    kacislarindan birinde yarali halde bulunmus. derisinde aslan dis izleri varmis. tahmin ettiklerine gore cok bol bir derisi olan bu hayvan (gercekten hayvan), aslanin agzinin icinde iken derisinin icinde donup, aslani isirmis, aslani kacirmis. rivayet tabii ama yine de inanip inanmamak konusunda supheye dusuyor insan.

  • tam boykot edeyim diyecekken zaten hiçbir şarkısını dinlemediğimi, hiçbir filmini izlemediğimi farkettiğim sanatçı. kimdi lan bu?

  • mitolojik efsanelere göre truva'nın düşmesinden sonra apollon tapınağı içerisinde ajax tarafından tecavüze uğrayan kassandra'nın dünyaya getirdiği ve daha sonra gezgin olarak anılan sangaris'in içinde bulunduğu kadırganın akdeniz'de batmasını takiben günlerce suyun üstünde kalıp italya'nın güneyinde karaya çıkması sonucunda son nefesiyle kurduğu ve kroton, taras* ve rhegion ile birlikte bölgede ilk kurulmuş antik yunan kolonilerinden birisi olup günümüzde de yakınlarındaki sibari isimli kasabaya ev sahipliği yapmakta olan antik kent.

    mitolojinin sürreal bir görkemle karşımıza çıkardığı mucizelerden zengin ama gerçekçilik bakımından yavan ve hatta uydurma diyebileceğimiz kuruluş efsanesini bir kenara bıraktığımızda ise karşımıza yaklaşık m.ö. sekizinci asrın ikinci yarısı gibi peloponnisos yarımadasının kuzey kesimi olarak da bilinen akhaia kökenli grek yerleşimciler çıkıyor. gerek artistoteles gerek diodoros gerek de büyük gezgin amasyalı strabon, notlarında akhaia tarafından gelen göçmenlerin kenti debisi güçlü crati ve şehre de ismini verecek olan sybaris nehirlerinin ortasında kalan verimli tarım arazilerinde kurduğunu ifade etmektedir.

    m.ö. 720 senesinde kurulduğu tahmin edilen ve roma cumhuriyeti kontrolüne girdiğinde paestum adını alacak olan poseidioneia, pixus ve skidros gibi magna graecia olarak anılan ve günümüzde güney italya olarak bildiğimiz bölgede pek çok koloni de kurmaya muvaffak olan sybaris, ünlü filolog ve demograf mogens herman hansen'in tahminlerine göre yaklaşık 500 hektarlık oldukça geniş bir alanda kurulmuş ve altın çağlarını yaşadığı m.ö. altıncı asırda yaklaşık 250 ilâ 300 bin arasındaki nüfusuyla sadece magna graecia'nın ya da italya'nın değil dönemin dünyasının en büyük metropollerinden birisi halini almıştır.

    kendisine bağlı en az dört kabile ve otuzdan fazla poleis ile bölgeyi adeta tek başına domine eden sybaris, inanılmaz verimli tarım arazilerinde yetişen üzüm, zeytin ve pamuk gibi ürünlerle ve sikyon başta olmak kaydıyla argos, elis ve hatta miletos gibi yunan ana karası ya da iyonya'daki gelişkin kentlerle sürdürmüş olduğu ticarî ilişkiler hasebiyle dönemin akdeniz havzasındaki en zengin kentlerden biri, belki de birincisi konumuna gelmiştir.

    oligarşik bir demokrasi anlayışıyla idare edilen ve sparta'nınkiyle pek benzer özellikler taşımasa da kentin en yaşlı ve zengin erkeklerinden oluşan yirmi iki kişilik bir gerusia'nın iç siyaset, dış siyaset ve hukuk konularında yetkili merci olarak öne çıktığı sybaris, zaman içerisinde magna graecia bölgesinde kurulan pek çok diğer yunan koloni kentiyle ters düşmeye başlamış ve bilhassa daha kuzeyde bulunan siris kentine karşı metopontion* ve kroton* ile kurduğu ittifaka savaş sonrasında ganimet paylaşımı hususunda riayet etmeyerek ihanet edince bölgedeki diğer güçlü şehir devletlerinin* de ortak düşmanı haline gelmesi çok uzun sürmemiştir. bu gelişmenin yaşanmasında kuvvetle muhtemel kentin dillere destan zenginliğinin italya'daki diğer yunan kolonisi olarak gelişip büyüyen kentlerin iştahını kabartması da kayda değer bir rol oynamıştır.

    burada kentin siyasî ve ticarî hikayesine ufak bir ara verip hukuk tarihinde oynadığı büyük role odaklanmak isterim. bereketli topraklarda kurulmuş olan kentin muazzam bir yemek kültürü geliştirdiğini de belirtmek gerekiyor. bu bağlamda m.ö. 550 civarlarında sybaris kentinin gerusia isimli kapalı idarî senatosu olarak ifade edebileceğimiz kurumu tarafından alınan bir karar, tarihe fikri mülkiyet hukuku'na dair ilk emsal karar olarak geçmiştir. bazı hukuk çevrelerince tarihin "ilk patent yasası" olarak da bilinen bu karar "bir aşçının yeni bir yemek yapması durumunda, başka bir aşçı bu yemeği bir sene boyunca yapamaz ve söz konusu yeni tarifin bütün maddi getirisi de tarifi ve yemeği bulan aşçıya ait olacaktır" ifadesini içermektedir ve buna göre hem asçıların daha yaratıcı ve çalışkan olmalarının önünü açmış hem de yeni ve tercih edilen bir yemek pişirebilen aşçıların maddi olarak da takdir görmesini garanti altına almıştır. fikrî mülkiyetin niteliği ve sahipliği anlamında tarihte bilinen ilk yasa olan bu karar, hukuk tarihinin mihenk taşlarından birisidir.

    ne var ki her güzel şeyin bir sonu vardır klişesi sybaris için de devreye girecektir. tam da roma'nın lucius tarquinius superbus'un tiranlığından sıyrılıp cumhuriyete adım attığı tarihlerde telis ya da telos isimli bir tyrannos*, sybaris'in yönetimini gasp etmiş ve şehrin en zengin 500 soylusunu kentin eski müttefiki ve o dönemde en büyük rakibi olan kroton'a sürgün etmiştir. fakat, bu sürgünün bir koşulu vardır. o da sybaris'in bir savaşa girmesi halinde söz konusu 500, kroton tarafından iade edilecektir. m.ö. 509 senesinin sonlarına doğru metopontion, sybaris'e savaş ilân edince telis, kroton'dan sözünü tutmasını istemiştir. lâkin, kroton muhtemelen aralarında pisagor'un da bulunduğu kentin önde gelenleri ve sürgün edilmiş 500 soylunun da cesaretlendirmesiyle anlaşmanın kendi payına düşen kısmını yerine getirmeyerek sybaris'e savaş ilân etmiştir. strabon'un verdiği ve bir hayli abartılı olduğunu tahmin ettiğim rakamlara göre sybaris, 300 bin kişilik dev bir orduyla kroton'a doğru sefere çıkmışken kroton da kentin arkhon'u* milo idaresinde 80 bin kişilik bir orduyla işgalci sybarislileri karşılamıştır. yaşanan savaş ise sürpriz bir şekilde kroton zaferiyle sonuçlanmış ve strabon'un ifadesine göre savaştan dokuz gün sonra sybaris, kroton ordusu tarafından yerle bir edilmiştir. ne kadar doğrudur bilinmez, lâkin savaş ve sonrasındaki yağma esnasında sybaris kentinde en az 200 bin kişinin hayatını kaybettiği iddia edilmektedir.

    skidros başta olmak üzere eski kolonilerine kaçan bir avuç sybaris soylusu, anavatanları olarak gördüğü kentlerini krotonlular'dan kurtarmaya çalışmışlarsa da birkaç nesil daha süren çatışmalardan sonra m.ö. 445 senesi itibariyle kent tam anlamıyla bir hayalet şehre dönüşmüş ve kısa süre sonra da yıkıntılarının üzerinde yeni bir antik yunan kolonisi olan thurii kurulmuştur.

    alternatif tarihçilerin çok sevdiği bir soru olan "samnit savaşları ya da pön savaşları'nı roma kaybetmiş olsaydı ne olurdu?" sorusunun belki de yanıtı içine gizlenmiş halini görmek için bir m.ö. sekizinci asır ile m.ö. altınca asır arası dönemin görkemli kenti sybaris'e bakmak gerekiyor. yunan kolonileşmesi çağının başlangıç döneminin en büyük ve en prestijli kenti olan sybaris, bugün yunan kolonileşmesi denildiğinde akla gelen belki ilk otuz kent arasında bile kendine yer bulamayabiliyor. çünkü tarih kazananların kaleminden ve kazananların dilinden yazılıyor.

  • işten çıkmış, minibüse binmişim ve burnumdan soluyorum. minibüs kalabalık, ayakta ve ön taraftayım. cebimden bir milyon çıkarıp şoföre bir kişi alır mısın deyip para üstü olan 250 binlirayı bekliyorum. bu arada para uzatanlara kıl kıl bakıp, verilen paraları hiç konuşmadan şoförün önüne atıyorum.

    bu sırada soför 10 milyonun üstü deyip elime paraları tutuşturuyor. tüm kıllığımla “on milyonun üstü” diye ünleyerek ve kafamı bile çevirmeden parayı arkaya uzatıyorum. parayı kimse elimden almıyor. biraz daha yüksek bir tonla “on milyonun üstü” diye bağırıyorum, yanıt yok. “hey allam ya” deyip şoföre parayı geri uzatıyorum ve “al abicim, istemiyorlar demek ki para üstünü” diyorum. soför parayı şaşkınca alıyor ve aynadan yolculara göz gezdirip bir kez de o soruyor "on milyonu kim vermişti” diye.

    bu sırada gözümün önüne dört beş görüntü aniden flashback ler halinde çakıyor. işten çıkış, bakkalda 10 milyonu bozmayan amca, bu yüzden dergi alamayış, başka paranın olmadığını hatırlama...
    evet, o 10 milyonu ben vermiştim.. ben...ben...en.nn...

    o kıl sert halimden nasıl yavşak moduna geçtiğimi de anlatmıyor, sözlükçülerin hayal gücüne bırakıyorum. oy oy oy oyy...

  • başlık: mangonun kapısının önünde sigara içerek bekliyorum.

    1. içeride sevgilim var alışveriş yapıyor havası yaratıp gelen geçene hava atıyorum.
    yan keski | 11/04/2010