hesabın var mı? giriş yap

  • evlerdeki toz birçok sebepten ötürü oluşmakta ve ''evdeki tozun %70'ini ölü deri oluşturuyor'' gibi son zamanlarda çıkan haberler gerçeği pek yansıtmamaktadır.
    evdeki tozun en büyük kaynağı dışarısıdır. ayakkabımızdan, pencereden, havalandırmadan vs. gelmektedir.

    evimizde toz oluşmasının kaynağı evden eve değişse de genellikle kir, cilt hücreleri veya kumaş lifleridir, ancak kuruyup dökülebilecek herhangi bir şey olabilir. kitaplar, halılar, kilimler, döşemeli mobilyalar, şömineler ve evcil hayvanların tümü toz yüküne katkıda bulunur. kir, polen, duman, egzoz, kum ve diğer birçok şey dışarıdan toz getirebilir. toz her şeyden oluşan karmaşık bir yığındır ve listesi kesinlikle yapılamaz.

    evdeki tozların içeriği iklime, evin yaşına, evdeki insan sayısına bağlı olarak farklılık gösterebiliyor olsa da evlerdeki tozun %60'a yakınının dışarıdan geldiği araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. bu 15 küsür yıllık bir araştırma olsa bile yeni araştırmalarda aksini gösteren bir sonuç çıkmamıştır.

    önemli olan şey evde toz olması değil de tozun nelerden oluştuğudur.

    polen, toprak ve partikül madde:
    yukarıda belirttiğim gibi, ev tozlarının %60'ı dışarıdan gelmektedir. iyi bilinen bir alerjen olan polen, ayakkabılarınıza, kıyafetlerinize ve hatta saçınıza girebilir. evinizde dolaşırken dışarıdan getirdiğiniz bu maddeleri evin içine yavaşça yayıyoruz. bu aynı zamanda toprak, sigaradan kaynaklanan partikül maddeler ve aklınıza gelebilecek diğer dış ortam kirleticileri için de geçerlidir.

    toz akarları:
    toz akarları, doğal olarak oluşan ve nemli ortamlarda gelişen mikroskobik zararlılardır. eviniz anormal derecede sıcak veya nemli olmasa bile, yatak takımlarınızda, halılarınızda ve perdelerinizde toz akarları saklanıyor olabilir. toz, evcil hayvan kepeği ve ölü deri gibi şeylerden oluştuğundan - toz akarlarının en sevdiği atıştırmalıklardan bazıları - ne kadar çok toza sahip olursanız, o kadar çok toz akarınız olur.

    evcil hayvan tüyü:
    evcil hayvan kepeği - hayvanların döktüğü küçük deri lekeleri - tozda bulunan başka bir yaygın alerjendir . kendi evcil hayvanınız olmasa bile, evinize gelen insanların kıyafetlerinde evcil hayvan tüyü olabilir. evcil hayvan kepeği havaya karışıp yerleştiğinde toz ve akarları toplayarak sorunu daha da kötüleştirir.

    ölü cilt:
    tozun çoğunlukla ölü deri parçacıkları olduğu yaygın bir yanılgıdır. tozun ölü deri içerdiği doğru olsa da, genellikle insanların düşündüğü kadar büyük bir yüzde değildir. bunun yerine, evinizde yüzen ölü deri, toz akarları ve diğer iç mekan hava kirleticileri için bir mıknatıs görevi görür.

    gıda artıkları:
    oturma odasındaki televizyonun önünde yemek yediyseniz, birkaç kırıntıyı dökmenin ne kadar kolay olduğunu bilirsiniz. o yemek artıklarını hemen süpürürseniz pek bir probleminiz olmaz. bununla birlikte, çoğu zaman, küçük gıda parçacıkları düşer ve unutulur, bu da onları tozun doğal bir bileşeni haline getirir.

    bunların yanında tozda eser miktarda arsenik ve ddt gibi zararlı maddeler, böcek pislikleri gibi şeyler de bulunabilmektedir. evinizde olmasa bile apartmandaki diğer dairelerden ya da dışarıdan taşınabilir.

    toz içerdiği maddeler sebebiyle en büyük alerjenlerden bir tanesidir ve buradan çıkarılması gereken en büyük sonuç düzenli ve güzel bir temizliği alışkanlık edinmektir.

    kaynak : molekule.science

  • diyalog tekrarı: tahminen üç saniyede bitmesi gereken karşılıklı bir diyalogun sürekli tekrarlarla uzatılması yöntemiyle gerçekleşir. sadece üç kelime ile anlatılabilecek olay örgüsü işkenceye dönüşür.

    -mert'i en son kemal'in evinden çıkarken görmüşler
    -kemal'in evinden mi?
    -evet kemal'in evinden
    -evden çıkmış ve gitmiş öyle mi?
    -mert kemal'in evinden çıkmış arabasına binip gitmiş
    -mert'in kemal'in evinden çıktığına emin misin?
    -mert'in evden çıktığını duydum, görmedim
    -kemal'in evinden mert'in çıktığını görmüşler demek...çok enteresan
    -evet ben de ilk duyduğumda şaşırdım. mert'in kemal'in evinden çıkarken görülmesi insanı şaşırtıyor

    (allah belanızı versin)

  • çekya ile çok da önemli bir ilişkimiz olmadığını düşününce şu çıkarımı yapıyorum; adamı resmen devletin imkanlarıyla tatile göndermişler.

  • bedensel engellinin ve zihinsel ozurlunun toplumdaki yerini kanitlayan utanc abidesi. ( yillarca uzak kalmis oldugum felcli ablami ankara ya gittigimde ici acilsin, ozel bir gun olsun diye atakule nin restoranina eski anilari yad etmek, yeniden kavusmanin sevincinde sevgiyi sicakligi paylasmak uzere goturdugumde, asansore binip yukari cikana kadar her sey cok guzeldi lakin asansorun bittigi yerde restoran bolumune gidebilmek icin bir suru merdivenin tirmanilmasi gerektigini gorunce caresizlik icinde geri donusumuz yuregimize coreklenen bir acinin esliginde son bulmustu.) onca murekkebi yalayip o koca kuleyi dikme planlarini cizen zihniyetin engelliler adina gostermis oldugu aciziyet ve koca bir ayipin ankara nin gobeginde butun gorkemi ile arz i endam ettiren heyulasidir.

  • adı uğur olan arkadaşımın arkadaşı biriyle tanıştık. uğur eski kuyumcu ve müteahhit ama alkolden pavyondan 2 apartman ve kuyumcu dükkanını yemiş. şimdi sürünüyor. kafa adamdı allah var.
    birgün uğur beni aradı. ala kafam bozuk geleyim mi sende kalsam olur mu dedi. olur gel abi dedim.
    elinde 2 tane battal boy pazar torbasıyla geldi. yemek falan getirdi zannettim sevindim. meğer içeriz diye 10ar tane bira getirmiş. ben zaten bira sevmem. neyse 1 saat falan oturduk ben 1 tane içtim. o 4 tane devirdi. telefon geldi. 1 saate gelirim dedi gitti.
    1 saat sonra yine battal boy bi torbayla geldi. bu sefer de 10 tane bira almış. dolabı açtı. "e amk sen ne içtin duruyor malzeme ben bitirdin zannettim de aldım!" dedi. dolapta 25 tane bira var. o ara dershaneden arkadaşlar aradı. biz geliyoruz diye. uğur dershaneden arkadaşın arkadaşı. gelin dedim uğur da var.
    meğer uğur o bir saatte bunların yanına gitmiş. gelin alanın keyfi yok adam bi bira içemedi demiş.
    neyse bizim ekip geldi.2 tane 100lük rakı, 20 tane bira. 5 6 çeşit meze de yanlarında.
    caner dedi gurban olduğum tadın yokmuş ondan geldik. (caner neşet ertaş hastası. aynı memleketten olduğu için konuşmasını taklit ederdi)
    sonra derdimin olmadığını anlatmaya çalıştım. ama yok adamlar anlamıyor.
    1 saat oturduk öyle. neyse kapı çaldı. caner açtı kapıyı.
    saz ekibi getirmiş. bir de çiğ köfteci.
    biri çiğ köfte yapar. 2 kişi aşık atışması yapıyor. ben dumur haldeyim. kafam da gitti biraz. sonra bana sen de söyle hadi dedi. adam gitti bilmediğim bir türküye girdi sazla. baktım baktım. izmir'in kavaklarını söylemeye başladım. nedense söylerken efkar sardı beni. 5 aydır eve gitmiyordum. bitirdim ben. sazcı birisi dedi. hoca memleletini özlediysen biz gönderelim seni. öğrencisin sonuçta. sbi yok falan diyorum ama sallayan yok. bizim caner, muhasebeci abi ve adını unuttuğum sazcı kayboldu bi ara ortadan. bu arada ertesi gün dersane tatil, okulda da dersim yok.
    geri geldi canerler. hadi kalkın gidiyoruz. dediler. ben noldu demeye kalmadan bindik arabaya 4 kişi. (totalde 9 kişiydik 5 kişi gelmedi)
    dedim nereye gidiyoruz. ses yok. en son polatlıya geldik. caner dedi. gardaşım izmir'e gidiyoruz. anayla babanın elini öpüp geri gelcez" abi şaka mı yapıyorsunuz diyorum. yok adamlar ciddi. bu arada saat gece 3 falan. abi ne gerek var deli misiniz diyorum. sallayan yok.
    neyse yolda arabayı dönüşümlü kullandılar.saat 9 gibi izmir'e geldik. eve çıktık. caner, x abi ve kantinci. (isim spesifik olay isim vermeyeyim) kapıyı çaldık babam açtı. adam salak oldu. tansiyon hastası zaten. annemi çağırdı. çığlıklar kıyamet gibi. annem hemen kahvaltı hazırlamaya başladı. hepsini çok severdi annemler. caner "gurban olduğum anam yorma kendini. ala sizi özlemiş ondan geldik. zaten yol uzun. bir iki saat oturup gideriz." dedi.
    neyse oturduk kahvaltı yaptık. annem babam ağlıyor. caner de hisli adam onun da gözleri doldu. ben de ağlamaklıyım. hala rüyada mıyım diyorum.
    neyse öğlen 1 gibi çıktık yola. evden 2 koli erzak koydular. gidiyoruz.
    muhasebeci dedi ki. ya hazır buraya kadar geldik bi de istanbul'a mı gitsek? ben yok artık dedim istanbul ne alaka? ama tek anormal benmişim ortamda.
    gittik amk. ordan istanbul'a gittik. çiğ köfte alıp ankaraya döndük. sabah saat 7de vardık. 8de derse gireceğiz. patronu aradı muhasebeci. beyler üçümüz de izinliyiz. dedi. kantinci boynu bükük halde dersaneye gitti.
    meğer olayı caner, muhasebeci ve patron organize etmiş. beni mutlu etmek istemişler.

  • güzel bir örneğini hofstadter amcam hatırlattı*, ben de burada kayıtlara geçeyim.

    önerme: "ağır cisimler, hafif olanlardan daha hızlı düşer."

    yöntem: (bkz: reductio ad absurdum)

    düşünce deneyi: a cismi ağır, b cismi hafif olsun. a ile b'yi bir iple birbirine bağlarsam, a'dan da b'den de daha ağır bir cisim elde etmiş olurum. önermeye göre, (a+b) isimli bu yeni bileşik cismin a ve b'den daha ağır olduğu için ikisinden de daha hızlı düşmesi gerekir.

    ama bir yandan da, b cismi a'ya göre daha yavaş düştüğü için a'yı yavaşlatması kaçınılmazdır. (a+b) bileşik nesnesi, hız bakımından bileşenlerinin ağırlıklı ortalamasından farklı bir özellik gösteremez, yani b'den yavaş veya a'dan hızlı olamaz. o halde bu denge, ancak b'den hızlı a'dan yavaş bir noktada yakalanabilir. ama önermemiz bunun tam tersi olacağını, bileşik nesnenin bileşenlerinin ikisinden de hızlı olacağını söylüyordu. burada çelişkili bir durum var; o halde önerme yanlış.

    kılımızı kıpırdatmadan deney yaptık. gözünü sevdiğimin mantığı.

    marcel hatırlattı sağolsun: bu deneyin sahibi galileo galilei. önerme de aristo'dan geliyor. aristo fiziğinin yıkılıp da ayağı daha yere basan bir mekanik bilimine kapı açmasından dolayı bu düşünce deneyinin bilim tarihinde önemi büyük.
    http://en.wikipedia.org/…g_tower_of_pisa_experiment

  • ekonomi dersinin belki de en zevkli kısımlarından biridir. ilk duyduğum zaman, inanılmaz mantıklı bulup kendisine hayran olmuştum.

    tanım olarak; iki tarafın çıkarlı olabileceği ihtimaline dair neden işbirliğinin zor olduğunun anlaşılmasını sağlayan iki yakalanmış suçlu arasında geçen bir oyundur.

    gelelim oyuna; elimizde polis tarafından yakalanmış iki tane suçlumuz var. bunları mr. green ve mr. blue olarak adlandıralım. bu suçlularımızın iki tane suçu var, birincisi minor crime yani ufak bir suç olarak adlandıracağımız ruhsatsız silah bulundurma, ikincisi ise major crime dediğimiz yani asıl suç olan beraber işledikleri kuyumcu soyma eylemi.. polisin minor crime'ı kanıtlaması çok kolay, bu suçun cezası hapiste bir yıl geçirmek. ama polisin elinde kuyumcu soygununa dair yeterli bir kanıt yok, bu ikisinden şüpheleniyor ve olayı üstlenmelerini istiyor.
    bu yüzden polis, bu iki suçluyu farklı odalarda sorgulamaya karar veriyor. ikisine de şu anlaşma sunuluyor;

    "şu an elimizde seni bir sene hapise tıkacak delilimiz var. eğer kuyumcu soygununu itiraf edersen ve partnerinin de suçunu söylersen; partnerin sessiz kalmayı tercih ederse sen serbest kalacaksın ve partnerin yirmi yıl hapis yatacak. eğer partnerin de suçu kabul ederse bu sefer ikiniz de sekiz yıl hapis yatacaksınız."

    şimdi bu durumda mr. green'in düşüncesi şu yönde olacak;

    "mr. blue'nun ne yapacağını bilmiyorum. eğer sessiz kalırsa benim için en mantıklısı itiraf etmek olacak ve böylece boş yere bir sene hapiste yatmaktansa serbest kalacağım. eğer itiraf ederse benim için en mantıklı olanı yine itiraf etmek olacak çünkü o zaman da yirmi yıl ceza yemektense sekiz yıl ceza yiyeceğim. bu durumda mr. blue ne yaparsa yapsın benim için en karlısı itiraf etmek olacak."

    oyun teorisinde; bu durum dominant strategy olarak adlandırılır. yani oyuncu için diğer oyuncunun vereceği kararlardan bağımsız olarak kendi çıkarı açısından en iyi olanı seçmesi.

    bu durum mr. blue için de geçerli olacak. onun da itiraf etmesi kendi durumu için en çıkarlı olacağından en sonunda hem mr. blue hem de mr. green suçlarını itiraf edecekler. bu durumda ikisi de hapiste sekiz yıl geçirecekler, bu yine de kötü bir durum. eğer ikisi de sessiz kalmayı tercih etselerdi en çıkarlı durumda olup sadece bir yıl hapiste geçireceklerdi. ama ikisi de kendisi için en mantıklı olanı düşünüp kendi çıkarlarını düşündükleri için ikisi için de kötü olan yolu seçtiler.

    kısacası durumlar şu;
    -mr. blue ve mr. green sessiz kalırlar ve ikisi de sadece bir sene hapis yatarlar.
    -mr. blue itiraf eder, mr. green sessiz kalır bu durumda mr. blue serbest kalır, mr. green yirmi yıl hapis yatar.
    -mr. green itiraf eder, mr. blue sessiz kalır bu durumda mr. green serbest kalır, mr. blue yirmi yıl hapis yatar.
    -mr. blue ve mr. green itiraf ederler ve ikisi de sekiz sene hapis yatarlar.

    şimdi de bu ikisinin polise yakalanmadan itirafta bulunmama konusunda anlaştıklarını farz edelim. eğer bu anlaşmaya sadık kalırlarsa bu ikisi için de en çıkarlı durum olur. ama bu iki suçlu da birbirlerinden ayrıldıkları zaman sırf anlaşma yaptıkları için sessiz kalmayı tercih ederler miydi? yalnız soruşturmaya alındıkları zaman bencil düşünce onları ele geçirirdi ve ikisi de anlaşma yapmalarına rağmen itiraf ederlerdi.

    ...

    bir de bu prisoner's dilemma'ya firma gözünden bakalım; eğer iki firma aynı müşteriyi çekiyorsa prisoner's dilemma'ya benzer bir problem yaşarlar. ele alacağımız firmalar marlboro ve camel olsun ve bu sefer reklamlar üzerinden gidelim. (bir de şimdilik meydanda sadece bu iki sigara markası varmış gibi farz edelim)

    eğer bu iki marka da reklam vermezse, markette ikisi de parayı bölüşürler. eğer iki marka da reklam verirse, yine markette parayı bölüşürler ama bu sefer ikisinin de kazancı daha az olur çünkü reklam ücreti ödemek zorunda kalırlar. dört durumu inceleyelim;

    -iki marka da reklam verdi, camel 3 milyar dolar, marlboro da 3 milyar dolar kazandı.
    -camel reklam verdi, marlboro reklam vermedi. camel 5 milyar dolar, marlboro 2 milyar dolar kazandı.
    -marlboro reklam verdi, camel reklam vermedi. marlboro 5 milyar dolar, camel 2 milyar dolar kazandı.
    -iki marka da reklam vermedi. camel 4 milyar dolar, marlboro 4 milyar dolar kazandı.

    bu seferki durumda reklam vermek firmalar için dominant strategy olacak. iki firma da reklam vermeye yönelecek ve aslında reklam vermeden daha karlı çıkacaklarken reklam verdikleri için daha az bir kazanç elde edecekler.

    ama televizyonlarda sigara reklamlarının yasaklanması aslında sigara firmalarının içinden çıkamadıkları prisoner's dilemma'yı çözmüş oldu. bu sayede reklam veremediklerinden ikisi de reklam verip daha az kazanacaklarken ikisi de reklam veremeyip daha çok kazanmış oldu.

    *kaynak: mankiw, n.g., taylor, m.p. (2011). economics (second edition), south-western cengage learning.

    edit: imla.

  • debe editi: evet insanlarla
    konusurken agizlarina bakiyorum hala...

    2003 yazi.
    universite yillari,
    alanyada 5 sap tatil yapmis donecegiz.
    ben 1 gun erken donecegim;
    kol kola, hafif cakir donus biletini almak uzere kamilkoc yazihanesine girdik.
    sonra bizimkiler cikti ben kaldim tek yazihanede.

    eskiden ,konustugum kisilerin suratina pek bakmazdim. ne yalan soyleyeyim hala agizlarina bakiyorum, yuzyuze konusurken insanlarin...

    neyse yazihaneye girdik topluca sonra ben tek kaldim.
    bilet tarihimi netlestirmek icin yazihanenin sol duvarindaki takvime baktim. sag kolumu bankoya dayadim. omzum elemana donuk...
    yan donuk vaziyette bilet saticisiyla konusmaya basladim.

    iste su tarihte su saate istanbul’acam kenari bilet istiyorum.
    eleman tamam dedi.

    ben yine omuzum elemana donuk parayi verdim ustunu avcumun icine tutusturdu.
    bi garipsedim bu hareketini zira insanlara donukmayi daha dogrusu insanlarin bana dokunmasini da pek sevmiyorum.

    neyse dedim.
    eleman bileti kesti.
    bileti de ayni sekilde elimi tutarak icine tutusturdu.
    icimden bi tovbe cektim.
    ben tovbemi cekerken eleman bankonun arkasindan cikti koluma girdi!!!

    ben yardimci olayim size dedi.
    basamaklardan nazikce indik.
    arkadaslarimin yanina dogru ilerliyoruz...
    ben durumu anlamistim, kas goz isaretiyle arkadaslarima izah etmeye calisiyorum.

    beni yillardir taniyan arkadaslar da durumu anlamis olacak ki caktirmadilar...
    eleman beni arkadaslarimin arasina birakti.
    2 arkadas koluma girdi, tesekkur etti.
    eleman yazihaneye girince kahkahalarimizi tutamadik...

    2003 yilinda alanya merkez kamil koc calisani; sen ne kadar naif, iyi niyetli, yardim sever bir insan ki yuzune bakmayan bir düdüğün kör olabilecegini dusundun.
    bir de yardim ettin...

    ben kör degil bir hödüktüm, sayende biraz törpülendim.

    sana tesekkur ederim...

  • cahil ve eğitimsizleri bugüne kadar insanlar anadolunun saf ve asude insanları olarak görürlerdi, ama şimdi işler değişti! cahilleri şımarttığında toplum için büyük bir tehdit yığını haline geldiğini herkes yavaştan anlamaya başladı ,dayıların ortamı terk etmesi çok cool bi hareketti bu arada link
    edit: twitterda denk geldiğim bir bomba video, başlık açmak istemedim ama dayının isyanını görmenizi isterim link