• "acını yaşa. öfkeni de yaşa. ve seyret. kendini sakın bastırma. öyle suyun üstünde akan yaprağa bakar gibi bak, seyret. uzanıp onu almaya kalkışma. kendini suçlama. başkalarını da suçlama. olacak olandan kaçınamazsın. o yüzden hiç bastırma kendini, baskılama. çünkü insan bastırdığı duygunun esiri olur."

    cahit zarifoğlu
  • iyimser inkâr

    ilk başta araştırmacılar, duygularını bastıran kişileri hissetme yeteneksizliğinin mükemmel örneği olarak –belki de aleksitimiklerin yakın akrabası gibi– görmüşlerse de, bugün bu tür insanların duygularını düzenlemekte oldukça yeterli olduğu görüşü hâkimdir. olumsuz hislere karşı korunmakta o denli başarılıdırlar ki, neredeyse olumsuzluğun farkında bile değildirler. araştırmacılar arasında, olumsuzluk duygusunu bastırma diye tanımlanması âdet olan bu tavrı, aslında olumsuzluktan etkilenmemiş gözükme diye tanımlamak daha uygun düşebilir.

    büyük bir kısmı şu anda case western reserve üniversitesi’nde psikolog olan daniel weinberger tarafından yapılan bu araştırmalar bu tür kişilerin sakin, soğukkanlı gözükmelerine rağmen, bazen farkında olmadıkları fizyolojik rahatsızlıklarla boğuştuklarını göstermektedir. cümle tamamlama testi yapılırken, gönüllülerin fizyolojik uyarılma düzeylerine de bakılıyordu. duygularını bastıranların sakin görünüşü, bedenlerindeki ajitasyonla çelişiyordu. saldırgan oda arkadaşıyla ilgili ve benzeri cümlelerle karşılaştıklarında, bu kişiler kalp çarpıntısı, terleme, yükselen tansiyon gibi, kaygının tüm sinyallerini veriyorlardı. ancak kendilerine sorulduğunda, son derece sakin olduklarını belirtiyorlardı.

    sürekli olarak öfke ya da kaygı gibi duygularını bertaraf etme, ender rastlanan bir olgu değil: weinberger’a göre altı kişiden biri bu hali sergiliyor. teoride, çocuklar etkilenmemiş gözükmeyi birçok şekilde öğrenebilir. bunlardan biri, ailede alkolik bir ebeveyn bulunması gibi sorunlu bir durum varsa, sorunun varlığını inkâr ederek üstesinden gelme stratejisi olabilir. bir başkası, ikisinden biri ya da ikisi de, rahatsız edici duyguları karşısında sonsuz bir neşe ya da soğuk bir tepkisizlik örneği veren ebeveynlere sahip olmaktır. ya da bu sadece kalıtsal bir mizaçtır. henüz kimse bu davranış modelinin insanın hayatında ne şekilde başladığını açıklayamamış olsa da, duygularını bastıranlar yetişkinliğe eriştiğinde, baskı altındayken soğukkanlı ve kendilerine hâkim görünürler.

    tabii burada sorulması gereken, bu kişilerin aslında ne kadar sakin ve soğukkanlı olduklarıdır. gerçekten rahatsız edici duyguların yarattığı fiziksel belirtilerin farkında olmayabilirler mi, yoksa sadece etkilenmemiş gibi mi davranmaktadırlar? bu sorunun cevabı, daha önceleri weinberger’la çalışmış bir psikolog olan, wisconsin üniversitesi’nden richard davidson’ın zekice yapılmışaraştırmasında saklıdır. davidson rahatsız olmama özelliğini gösteren kişilerden, birçoğu oldukça nötr, ancak içlerinde hemen herkeste kaygı uyandırabilecek türden saldırganca ya da cinsel anlam yüklü olanlar da bulunan bir sözcük listesiyle serbest bağlantı kurmalarını ister. bedensel tepkilerinden de anlaşıldığı gibi, böylesi anlam yüklü sözcükler karşısında bu kişiler sıkıntının tüm fizyolojik belirtilerini gösterirler, ancak kendilerinde çağrışım yapan sözcükler neredeyse her zaman, masum bir sözcükle bağlantı kurarak rahatsız edici sözcükleri arındırma çabasını yansıtır. eğer ilk kelime “nefret” ise, karşılığı “sevgi”dir.

    davidson’ın çalışması (sağ elini kullanan kişilerde) olumsuz duyguları işleyen anahtar merkezin beynin sağ, konuşma merkezinin ise sol yarısında olmasının avantajından yararlanmaktadır. sağ yarı rahatsızlık verici kelimeyi algıladığında, bu bilgiyi beynin ikiye bölündüğü yer olan corpus kollosum yani beyin direğinden geçirerek konuşma merkezine iletir ve tepki olarak bir sözcük söylenir. mercekleri incelikli bir biçimde ayarlayan davidson, bir sözcüğü görsel alanın sadece bir yarısında gözükecek şekilde gösterir. görsel sistemin sinir devrelerinin düzeni gereği, sözcük görsel alanın sol yarısında olduğunda, öncelikle sıkıntıya duyarlı beynin sağ yarısı tarafından algılanır. sözcük görsel alanın sağ tarafında bulunduğunda sinyal beynin sol tarafına, sıkıntı verici bir şey olup olmadığı değerlendirilmeden ulaşır.

    sözcükler sağ yarının algılayacağı bir şekilde sunulduğunda, sadece rahatsız edici anlam yüklü olmaları halinde, etkilenmemiş gözüken kişilerin tepki verme süresinde bir gecikme olur. (anlam yüklü olmayan) nötr sözcüklere verdikleri tepkinin süresinde ise gecikme olmaz. gecikme, sadece kelimeler sağ yarının algılayacağı şekilde gösterildiğinde olur, sol yarıya sunulduğunda değil. özetle, bu kişilerin rahatsız olmamaları, sıkıntı verici bilginin aktarımını yavaşlatan ya da buna müdahale eden sinirsel bir mekanizmaya bağlıdır. bu da rahatsız olduklarının farkında değilmiş gibi yapmadıklarını, beyinlerinin onlardan bu bilgiyi esirgemekte olduğunu gösteriyor. daha kesin bir dille söylemek gerekirse, rahatsız edici algıların üstünü örten yumuşak his katmanı, sol prefrontal lobun işleyişinin bir ürünü olabilir. davidson’ı şaşırtan ise, bu kişilerde prefrontal lobların etkinlik düzeylerini ölçtüğünde, sol tarafın –iyi hislerin merkezinin– olumsuzluğun merkezi olan sağ tarafa göre kesin bir üstünlüğü olduğunu görmesiydi.

    davidson bana, bu kişilerin “kendilerini olumlu, neşeli bir ruh hali içinde sergiledikleri”ni söylemişti. “stresin kendilerine sıkıntı verdiğini inkâr ederler ve sakin sakin otururken olumlu duygularla bağlantılı olan sol frontal bölümlerinde etkinlik gösterirler. sıkıntı hissi veren temeldeki bedensel uyarılmaya karşın, bu beyin etkinliği onların kendilerini olumlu hissettikleri iddiasının anahtarı olabilir.” davidson’ın teorisine göre, beyin etkinliği bakımından, sıkıntı veren gerçekleri olumlu bir şekilde yaşamak enerji isteyen bir iştir. fizyolojik uyarılmanın artışı, belki de sinir devrelerinin sürekli olumlu duyguları koruyup olumsuzları bastırma ya da etkisiz kılma çabasının bir sonucu olabilir. kısaca olumsuzluktan rahatsız olmamak, bir çeşit iyimser inkâr, olumlu bir çözülmedir; ve belki de travma sonrası stres bozukluğu gibi daha şiddetli kişilik çözülmesi durumlarında rol oynayan sinirsel mekanizmaların da bir ipucu olabilir. davidson’a göre, durum sadece bir serinkanlılık halinden ibaretse, “kişinin kendi duygularını düzene sokması açısından başarılı bir strateji gibi gözükmektedir,” yine de kişinin özbilinci bakımından bedelinin ne olduğu bilinemez.
  • kalpte kat izi yapandır. bazen bir insan için karar vermek gerekir. onunla yaşanmış, kırış kırış olmuş bir zaman mı, yoksa ütülü kat izi bol bir yaşanmamışlık mı daha iyi.. her ikisinde de ardından gelene çok iş düşer.
  • duygular güçlüyse bastırılması çok zor eylem. açlık değil ki bu bir parça ekmek yiyeyim de geçsin.
  • açlığı bastırmak için abur cubur yemeye benzer:
    duygu ölür, geriye geviş getirmelik bir posa kalır.
    artık kime yar olacak, neye yarayacaksa...
  • "bir anda karşıma dikiliveren o resime çakılıyor gözlerim.. önümden gelip geçtiği 5 saniye belki, ama bir anda beynime kazınıyor.. dikilip kalıyorum, o an zaman duruyor..

    binlerce benzerini seninle paylaştığım o pozda, benim yüzüm yerine "başkası"nınki var.. görüyorum ama beynim, bu düşünceyi içeri almak istemiyor.. * dikilip kalıyorum, o an zaman duruyor..

    dışarıdan birileri "hmm, kim bu?" diyorlar.. bu sese ayılıyorum.. oysa "kim" olduğu umrum değil, umrum olan, "neden" orada olduğu.. çünkü, o da, benim gibi, hiç kimse.. biliyorum.. bunu bilecek kadar aynı pozun içinde yer almışım demek ki..

    senin lafı geçiştirmelerinle, benim tüm bu duyguları bastırmaya çalışmam arasında bir yerde, bir gün, bir "başkası"nın gelip, yıllarca biriktirdiğimiz tüm anıları şöyle elinin kenarıyla bir köşeye itivereceği, gözlerimin içinin güldüğü tüm o zamanlara ait fotoğraf karelerinin baş köşesine yerleşeceği geliyor aklıma, umursamıyorum inan.. umursadığım, bütün bunlar olurken, bir katilin soğukkanlılığında izliyor olacağın kendi hayatında olup bitenleri.. yüzüm bir daha allak bullak oluyor..

    fark ediyorum ki, bunca zaman, hem arkadaşın, hem sevgilin ve hem de hiç bir şeyin oldum ben.. ve bunu "başarabilmenin" karşılığında kendimi sultan koltuklarına oturttum kafamda.. kimse beni yerimden edemezdi, kendime değil, sanaydı güvenim..

    bir anda karşıma dikiliveren o resimle birlikte, o sultan koltuğundan tepetaklak düşüyorum yere.. bir yerim kırılmıyor, kalbimden başka.. gözlerim o poza çakılıyor.. binlercesinde olduğum o karede, yüzüm yok.. başkası var yerime.. ve bu kadar kolay.. bu kadar kolay olması canımı yakıyor..

    bir anda üstüme düşen şimşekle anlıyorum ki, şu an yanında olmamın tek sebebi var, o da şu an yanında başka kimsenin olmaması.. bir anda içim kazınıyor.. kaçmak istiyorum, kalmak istiyorum, sormak istiyorum, susmak istiyorum.. ama gülümsemek istemiyorum.. bir kere daha kamufle etmek, umursamıyormuş gibi, meraklanmıyormuş gibi, takmıyormuş gibi davranmak istemiyorum..

    gülümsüyorum.."
  • önemli olan, kişinin duygularını tam olarak bilmesi (ki bu, en son sınırda, olanaksızdır) değil, onları denetim altında tutabilmesidir- ama bunun için de onları tam olarak bilmesi gerekir: iki yanlı olanaksızlık!*
  • en başta çok işe yarıyor gibi görünecek.. bu kadar kolay olduğuna sen bile inanamayacaksın.. uzaklaşacaksın.. rahatlayacaksın.. başka-larına yöneleceksin belki.. tamamen rafa kaldırmandan bir süre sonra bir "şey" olacak.. gereksiz yere üstüne bir heyecan, gerginlik ya da coşku oturacak.. korktuğunun başına geldiğini anlayıp daha çok korkacaksın.. neticede halı altına süpürdüklerinle yüzleşmedikçe bu beladan kurtulamayacaksın..
  • bazen yapmak zorunda kaldığımız, ömrümüzden ömür götüren eylemdir.

    kalp saçmaladığında, beynin ona "otur aşağı" diye bağırmasıdır.
hesabın var mı? giriş yap