11540 entry daha
  • üzüldüm, sadece üzüldüm...

    "illa yabancı hoca gelecekse benim almanya pasaportum da var."
    yılmaz vural

    bu söz bile üzüntümü geçiremiyor...
  • - araba kullanırken çok sevdiğim bir albümü dinleyeceksem ve yanımda da bir arkadaşım oturuyorsa, ilk olarak albümdeki en sevdiğim şarkıyı açıyorum ve şarkı biter bitmez direksiyon kumandasından hızlıca ve çaktırmadan diğer sevdiğim şarkıya geçiyorum. bu şekilde güzel şarkıların hepsini arka arkaya çaldırarak albümün tamamının süper olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyorum. bu anlattığım, hayatımda neden yaptığımı henüz çözemediğim 20-30 şeyden biridir. küçük sahtekarlıklarla kendimi şımartmayı seviyorum galiba ah hah ha.

    - orta-şut karışımı gollerin hepsinin aslında orta olduğuna dair en ufak bir kuşku duymayacak kadar önyargılı, pes oynarken orta-şut karışımı vuruş olur mu acaba diye düşünerek orta ile şuta aynı anda basacak kadar düz mantık bir insanım. orta-şut karışımının kişisel gelişimime katkısı büyüktür.

    - yaşadığım en çileli anlar, az tanıdık birisini uzaktan görüp onun da beni fark etmesi sonucunda, birbirimize doğru yürümeye başladığımız anlardır. arkadaş o kadar çile çekiyorum ki o yürüme anında. gevrek bir sırıtışla adamın yüzüne baka baka mı yürüsem, yoksa hiç iplemiyormuş edasıyla sağa sola bakarak mı yürüsem karar veremiyorum. her iki alternatifin de son derece boktan olması ve bugüne kadar 3. bir alternatif geliştirememiş olmamdan dolayı tüm yatırımımı repoya kaydırdım. lütfen beni uzaktan görürseniz görmemezlikten gelin. hatta yanınızda biri varsa, 'aman şu herif beni görmesin, muhabbeti hiç çekilmez şimdi' filan deyin, sizi kamufle etsin. ben içime atarım, sorun değil.

    - kayda değer hiçbir şey yapmamama rağmen, kendimi çok başarılı sanmama neden olan bir beyine sahibim. küçükken, henüz yürümeyi öğrenmemiş bebekleri görünce, yürüyebiliyor olmaktan gurur duyduğumu hatırlıyorum, küçük dediğim de ilkokul filan. zamanla da değişen bir şey olmadı, ilk maaşımı aldığım zaman o kadar şaşırmıştım ki, bundan daha fazla ne yapabilir ki bir insan diye düşünmüştüm. halen de para kazanabiliyor olmak kariyer planımın zirvesidir, kariyerimi zirvede bırakmayı garantilemiş olmam da ayrı bir mutluluk tabii ki.

    - ne che guavera, ne ulubatlı hasan, ne de tenten benim kişisel kahramanımdır. benim kahramanlarım sıra koruyuculardır. bilirim ki nice insan, tenten'in önünden fütursuzca sıraya kaynamıştır, ama bir sıra koruyucu sırasına asla kaynak aldırmaz. sıra koruyucular, önünden sıraya kaynamaya çalışan kişilere ses edemeyen bir çok eziğin de sorumluluklarını alarak özgürleştirmişlerdir onları. 'hop arkadaş sıra var görmüyor musun?' repliği onlarla özdeşleşmiş ve efsaneleşmiştir.
    (alıntıdır - kaynak: meb ilkokul 3.sınıf hayat bilgisi kitabı.)

    - en tedirgin olduğum şeylerin başında, telefonda birisiyle görüşürken, görüştüğüm kişinin 'bak yanımda kim var' diyerek telefonu, ismini söylemeden yanındaki kişiye vermesidir. hele ki akabinde gelen 'nabıyon lan ibne' sesi ve benim adamı hala tanıyamamam ama tanımış gibi yapmam ve 'iyidir sen nabıyon' diyerek ibneliği kabullenmem şeklinde devam eden bir süreç... harbiden çok sıkıntılı durumlar. bu durumların en saçmasını da geçenlerde yaşadım. amcam aradı kıbrıs'tan, bak kim var yanımda diye bir adamı verdi telefona. yıllardır görmediğim bir arkadaş herhalde diye düşünürken, adam, merhaba ben de balıkesirliyim dedi. memnun oldum dedim. tüm muhabbet bu. tabii burada asıl merak ettiğim, amcamla, balıkesirli adamın beraber ne içtiğidir. bu kadarı boş kafayla mümkün değil.

    - çok erken kalkmam gerektiği zamanlarda işemeden yatıyorum. bu şekilde, şişen mesanemin, çalar saatle koordineli çalışması sonucunda zamanında kalkabilmeyi umuyorum, ama sadece umuyorum. umarım çalar saati kıçıma sokmadan bu soruna uygun bir çözüm bulurum.
  • elimde olmayan nedenler, bıktım sizden!
  • sağımı, solumu hala karıştırıyorum ben. saat kullanırken öyle ayırt ederdim, şimdi o da yok, takamıyorum. salak sülek durumlara düşürebiliyor insanı..
  • soyunmadan sıçamıyorum.
  • dışımdaki kabuğu korumak gün geçtikçe zorlaşıyor peder, sonunda ne mal olduğumu anlayacaklar diye korkuyorum.

    havalardan mı bilmiyorum ama bugünlerde nerede olsam başka bir yerde başka ve daha önemli bir şeyleri kaçırmışım hissine kapılıyorum. panikle televizyonun karşısından kalkıp kitaplara sarılıyorum. bana pek yardımcı olduklarını söyleyemem. kitaplar genellikle bana ne kadar cahil, bilgisiz olduğumu hissettirirler. onlara mucize hayaliyle yaklaşan birine böyle hissettirdikleri için kızıyorum ve kapatıp bilgisayarı açıyorum bu kez.

    salak salak ekrana bakıyorum.

    yüzü olmayan hayaller...

    gerçeğin nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremiyorum.

    kendime biraz acımak istiyorum bugünlerde ama sonuçları genellikle yıkıcı olduğu için bundan da korkuyorum.

    "daha iyi biri olabilirdim", diye düşünüyorum,

    "başka biri olabilirdim."

    olamamışlığın sıkıntısını hissediyorum içimde.

    çevremdeki insanlara bakıyorum, sürekli bir şeylerle meşguller, bana anlatamayacağım kadar önemsiz görünen konular üzerinde saatlerce sohbet edebiliyor, günlük sıkıntılardan, politikadan söz ediyor, gazete haberlerinden yaşam tahlilleri yapıyorlar.

    ve ne kadar mutlular görsen! mutlu oldukları için kızıyorum onlara, küçümsüyorum belki. ama bu küçümseme eskiden olduğu gibi "özel" hissettirmiyor kendimi. aslında onlar gibi mi olmak istiyorum? aslında hep onlar gibi mi olmak istedim? olamayacağımı görünce mi okumaya başladım dostoyevski’yi?

    iki arada bir derede kaldım. akşamları soğuktan titreyerek sokaklarda yürüyor, ilerleyen saatlerde alkolle avutmaya çalışıyorum kendimi.

    sokaklar boşalıp, insanlar evlerine çekildiklerinde içimdeki boşluğa gelip yerleşiveriyor korku. pencereden taşan ışıklara bakıyorum, korku daha fazla abanıyor üzerime. oysa seviyorum insanları. turgut gibi her şeyi geride bırakıp gitmeyi istemiyorum ki ben. hem nasıl yaparım? ben hala yaşadığım şehrin sokaklarında kayboluyorum. metroda istediğim çıkışı bir türlü tutturamıyorum hala. musluk contası karşısında çaresizlikten inliyorum. çağırdığım tamirci yüzüme küçümseyerek bakıyor sonra.

    "ne biçim adamsın lan sen, bir conta için tamirci mi çağırılır?"

    çağrılsın istiyorum, basit görünen şeylerde tıkanıp kalmaktan nefret ediyorum çünkü. içimden, "ben de dostoyevski okudum n'aber!", demek işe yaramıyor artık.

    gelip dayandığım son nokta bu. ne geriye, ne ileriye gidebiliyorum. "bir şeyler yapmalısın!", diyorum, "artık daha fazla böyle devam edemez!"
    ama aklıma gelen bütün çözümleri daha önce denedim zaten. her şeyi bırakıp kitaplara sarıldığım dönemler de oldu, bütün bu "saçmalıkları" terk edip hayata tutunduğum dönemler de...

    pek umut yok, o yüzden "galiba havalardan" deyip kapatmaya çalışmalıyım meseleyi. geçer biliyorum, hep geçti. hiç sonunu getiremedim. korktum. korkuyorum. o kabuk olmadan yaşayamam biliyorum ama o kabukla da yaşayamıyorum.

    işte itiraf ediyorum peder, diz çöküyor, pes ediyorum. kendimi ölümcül bir coşkuya kaptırıp, sonradan pişman olacağım şeyler yapmak istiyorum, ezberimi bozmak istiyorum, çorabın bitip tenin başladığı yeri görmek istiyorum, o kuyunun dibini görmek istiyorum, satırların arasına dikkatle eğilip o roman kahramanlarının yüzlerini görmek istiyorum. gördüğün gibi yine edebiyat yapmaya başlıyorum. biraz daha devam edersem kendime küfretmeye başlayacağımı hissediyorum:

    "kaypak, yalancı, gerçeği durmadan çarpıtan, her şeyi kendine yoran, bencil, sorumsuz, korkak, derinliksiz... ha ha! üç tane kitap okudun kendini bir bok sanıyorsun değil mi? ne tarih bilirsin, ne felsefe. mitoloji bile okumadın geri zekalı. temelsizsin. birkaç tuğladan ibaretsin işte. neymiş efendim, conta değiştiremiyormuş. nasıl da başka yöne çeviriyorsun meseleleri! nasıl da kurnazlık peşindesin. böyle kurtulamazsın, ben senin ne mal olduğunu bilirim!"
  • bugün, hoşlanma potansiyelimin olduğu bir kızla konuşurken bir ara burnumda hafif bir ıslaklık hissediyordum ama genelde böyle olduğunda, dışardan bir görüntü olmuyordu yine de bi gidip bakayım diyerek, tuvalete gittim, burnumdaki o baloncuğu gördüğümde olayı gayet sakin karşılamış olmam, şu anda bunu buraya yazarak acısını bir nebze içime attığımın göstergesi.
  • benden daha az calisip benden daha cok kazananlardan nefret ediyorum. hatta onlarin hepsinin ayni insan oldugunu dusunuyorum. hicbir entellektuel birikimi olamayacak dangalaklar ordusu olarak goruyorum. ayrica hepsinden daha zeki olduguma ve fazlasini hakettigime de suphem yok. bir de bu durumdan utanmiyorum sozluk, allah seni inandirsin. ustune ustluk mevcut isimi birakip baska isler aramiyor, buna cesaret edemiyor, millete bok atmak yerine biraz risk almayi deneyemiyorum. bu hastaligim bazen o kadar ilerliyor ki ayni is yerinde ayni isi yapan insanlarla ayni statude olmayi bile kendime yediremiyorum yer yer. fark yaratamiyor, kendimi bi sikim saniyor ve kibirimde boguluyorum. son olarak sunu da soylemem gerekir ki su an bunlari yazarken bire bin katip durumumu baya abartiyorum, ama kendimi de alamiyorum. tum bunlari dusunurken de bir kac gundur recep ivedikin bazi sahnelerini tekrar tekrar izleyip kahkahalara boguluyorum.
  • konuşmayı 4, okuma-yazmayı 5,5 yaşımda öğrendim; demek ki konuşma olayını anlamamışım, öğretmen yazarak vermiş.
  • "ayak"tan nefret ediyorum.
263443 entry daha
hesabın var mı? giriş yap