• taylor swift‘in kariyerinde çok önemli bir yere sahip olacak albüm.

    folklore, sadece swift’in poptan alternative’e ne kadar kolay ve başarılı bir şekilde geçtiğini göstermiyor, aynı zamanda onun diğer örneklerden farklı olduğunu ve kendi yolunu çizdiğini gösteriyor. bu onun sekizinci albümü, kariyerinin de on dördüncü yılında. buna rağmen en yakın rakibine fark atarak yılın en yüksek ilk hafta satışı ve dijital satış yapmak hiç kolay değil ki albüm yılın en çok satan albümü olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. 30 yaşında bir kadın “sekizinci” albümüyle rap müziğin domine ettiği bir piyasada alternative bir albümle erkek şarkıcıları alt ederek altı hafta zirvede kaldı. kendi aleyhine beş büyük faktörle mücadele ederek.

    liste başarıları bir yana, folklore’un kanıtladığı çok ince bir detay var. ona karşıt olanların sıklıkla dile getirdiği “taylor kaostan besleniyor. hep erkek arkadaşları ve düşmanlarıyla ilgili şarkılar yazarak prim yapıyor” iddiasını olduğu gibi çürütüyor bu albüm. swift yaklaşık dört yıldır istikrarlı bir ilişki yaşıyor ve şu an hayatında kaos yok. folklore’un temel kaynağı swift’in hayal gücü ve duyduğu hikayeler. sadece kafasındaki hikayelerden ilham alarak hem eleştirmenlerin hem genel kitlenin beğenisini kazanan bir albüm yaptı. böylece “hayatında drama olmayınca neyden beslenecek acaba?” diye merak edenlerin sorusunu da cevaplamış oldu. ayrıca diğer şarkıcılarda olduğu gibi “hayatı durulunca eskisi gibi yazamaz” fikrini de boşa çıkardı. görüldüğü üzere hayatı durulunca hayal gücü devreye giriyor ve seviyesini koruyor.

    bir başka nokta swift’in aaron dessner ile çalışması. yaptığı müzik türleri değişiyor, prodüktörler değişiyor ama albümlerinin kalitesiyle başarısı değişmiyor çünkü başkasına bağlı değil. max martin ve shellback gibi hitmaker’larla çalışabilir, nathan chapman gibi kimsenin tanımadığı bir isimle çalışabilir. jack antonoff ya da aaron dessner’la çalışabilir. pop yapabilir, country yapabilir ya da alternative’e sıçrayabilir. başarılı olması için ihtiyacı olan tek şey kendisi. bir isme ve bir türe bağımlı değil. diğer şarkılarda gördüğümüz “bu albüm başarılı olmadı, önceki albümde çalıştığı hitmaker’larla tekrar çalışsın” ya da “keşke hiç bu müzik türüne geçmeseydi de hep popta kalsaydı” gibi ifadeler taylor için geçerli değil, folklore da bunun en üst kanıtı.

    bütün bunlara ek olarak swift gibi şarkı yazarlığıyla öne çıkan bir albüm şarkıcısının kariyerinde 80 üstü metacritic puanının olması bir gereklilikti ve folklore ile bunu da elde etmiş oldu (eleştirmenler ona karşı daha az önyargılı olsa bu puanı çoktan elde etmiş olurdu, o ayrı konu). 88 puanla folklore, swift’in kariyerinde “critically acclaimed” olarak nitelenen ilk albüm.

    şarkı yazarlığından konu açılmışken, 2012 çıkışlı red albümüyle taylor bir sanatçı olarak zirvesine ulaşmış ve 21 yaşında state of grace, red gibi şarkılar yazmıştı. o albümden sonra başarı anlamında yükselmeye devam etse de söz anlamında red kadar kompleks bir albüm yazmamıştı. kendisi uzun süre sonra fanlarına tekrar sözlükleri açtırdı. hele ki the lakes şarkısı.

    şarkıcılar kariyerleri boyunca genellikle bir kez zirveye çıkarlar, ikinci kez zirveyi görmeleri çok nadir olmuştur. kariyerlerinin tepesinde bir albüm vardır. ondan sonra çıkan tüm albümler o albümle kıyaslanır ve şarkıcının o döneme dönmesi istenir. bilirsiniz ki o albüm dönemi aslında bahsi geçen şarkıcının zirvesiydi ve sonrasında ne yaparsa yapsın tekrar o döneme dönemiyor. işte taylor’da bu yok. 2008 çıkışlı fearless, taylor swift’in kariyerinin ilk zirvesiydi. o dönemde elde ettiği başarılar düşünülürse muhtemelen bir daha kimse o dönemi tekrar yaşayacağını düşünmemişti ama o mucizeyi gerçekleştirerek 1989 ile ikinci kez zirveye oturdu. folklore ise şu an için fearless ve 1989’a en yakın albüm dönemi. çok büyük çoğunluğun 300 bin satamadığı dönemde taylor 840 bin satıyor. diğerleri albümlerini ikinci hafta bile zirvede tutamazken folklore altı hafta zirvede kaldı ve daha albüm döneminin balındayız. swift -eğer böyle bir şey mümkünse- kariyerinin üçüncü zirvesine doğru ilerliyor olabilir. albüm her haftasında the beatles’a ait bir rekor kırıyor ki son olarak swift the beatles’tan sonra beş albümle en az altı hafta zirvede kalmayı başaran ilk şarkıcı oldu. çok ilginç bir albüm dönemi geçiriyor. streaming rekorlarıyla yeni jenerasyonun rekorlarını kırarken liste başarılarıyla the beatles, barbra streisand gibi efsanelerin rekorlarına ortak oluyor. dijital dönemde piyasaya çıkan bir şarkıcının yeni jenerasyonun tekelinde streaming rekorları kırması hâlâ etkili olduğunu gösterirken efsanelerin rekorlarına ulaşması çok uzun süre bu üst seviyeyi korumayı başardığını kanıtlar. nice şarkıcılar kariyerlerinin en başarılı dönemlerinde bile albümlerini altı hafta zirvede tutamadılar. bazı şarkıcıların kariyerinde toplam altı hafta yok. swift bunu bir değil, iki değil, üç değil, beş albümle başardı.

    dahası, isterse bunu devam ettirebilir. folklore daha yolun başında. swift karantinadan çıkıp albümü için bir şeyler yapmaya karar verirse süreç devam edebilir ancak kendisi albümden sonra -bir kez daha- ortadan kaybolup sırra kadem basmayı tercih etti.

    folklore’un kıracağı bir başka rekor da bu olacak muhtemelen. fearless albümünün love story ve you belong with me gibi iki büyük hiti vardı. 1989’ın her şarkısı hitti. folklore ise sıfır (0) hit şarkıyla yoluna devam ediyor. swift sonraki single üzerinde çalışıyormuş gibi bile görünmüyor. albüm tamamen tek başına ilerliyor. hitsiz bir albümün bu kadar uzun süre zirvede kalması bir tür rekor olabilir.

    bunların haricinde folklore’un swift’in kariyerinde önemli bir iz daha bırakma ihtimali var. albüm yayınlandığı günden bu yana hem liste başarılarının hem yüksek eleştirmen puanlarının hem de genel dinleyicinin beğenisini kazanmasının bir sonucu olarak grammy’de yılın albümüne aday olarak görülüyor. hatta bazıları direkt kazanacağını düşünüyor. eğer kazanırsa, swift tarihte üç kez yılın albümünü kazanan ilk kadın şarkıcı olacak. ancak bu kısmı bayağı sorunlu. geçtiğimiz günlerde billboard bu konuyla ilgili kaleme aldığı bir yazıda “swift üçüncü kez yılın albümünü kazanmalı mı?” diye sordu. dikkati çektiği nokta albüm bile değildi. “folklore yılın en iyi albümlerinden biri, kazanmayı hak ediyor” gibi bir tartışma yok. albümden bağımsız olarak doğrudan taylor’ın adını hedef alarak soruyor bu soruyu ve bu durumun aslında bize anlattığı çok şey var.

    ilki, önümüzdeki grammy döneminde asıl tartışılan albüm değil, taylor’ın adı olacak. folklore’un iyi bir albüm olmasını tamamen görmezden gelip “taylor üçüncü kez yılın albümünü kazanmalı mı” diye sorgulayacaklar.

    ikincisi, işi müzik listelerini hesaplamak olan ve tarafsız olması beklenen billboard bile bir taraf seçmiş ve kendinde “kazanmalı mı” sorusunu sorma cüretini görmüşse geçmiş olsun. grammy oylama süreci başlamadan önce çıkan bu yazıların önemi vardır. recording academy üzerinde algı oluşturmayı başarabilirler. mesela geçen yıl tam da bu zamanlarda billie eilish’i öven yazılar çıkıyordu ki kendisi son törende dünyanın ödülünü kazandı. ondan önceki yıl country radyoların kacey musgraves’e nasıl haksızlık ettiği ve onun şarkılarını çalmadığı yönünde birçok yazı ele alındı. birkaç ay sonra musgraves grammy töreninden yılın albümü ödülüyle ayrıldı. oysa country radyolarının kadın şarkıcılara ayrımcılık yaptığı çok uzun süredir bilinen bir şey. nedense diğer şarkıcılar aynı dertten muzdarip iken korudukları sessizliklerini kacey musgraves’e gelince koruyamadılar. şimdi de aynı algıyı taylor için oluşturuyorlar ve onların aksine bu sefer onun aleyhine çalışıyorlar. medya açıkça recording academy’ye “taylor swift’e üçüncü kez yılın albümünü verme” demek istiyor. bunu da bu yıl albümleri bile olmayan (grammy yarışına bile katılmayacak olan) kendrick lamar ve beyoncé üzerinden yapıyorlar. savları şu: “kendrick ve beyoncé bir kez bile kazanamamışken taylor üçüncüyü kazanamaz.” sanki yılın albümü dalının kime gideceğine taylor swift tek başına karar veriyormuş da onlara haksızlık yapmış gibi. recording academy’nin 13 bin oy kullanan üyesi var ve komite bu üyeleri ne kadar köşeye sıkıştırırsa sıkıştırsın siyahilere yılın albümünü verme fikrine yanaşmıyorlar. taylor kariyeri boyunca bir daha hiç grammy’de yarışmayabilir ama beyoncé ve kendrick yine ödülü kazanamamış olur çünkü karar veren 13 bin üye hâlâ orada ve hâlâ onlara oy vermiyor olacak.

    bu makaleleri küçümsememek gerekir, gerçekten de etkileri var. işin kötü tarafı önümüzdeki yıl adele söz konusu olduğunda aynı medya “adele üçüncü kez kazanmalı mı” diye sorgulamayacak. dahası hem kendrick hem beyoncé’nin önümüzdeki yıl içinde albüm yayınlaması bekleniyor, yani aslında onlara karşı yarışan taylor değil adele ama muhtemelen bu gündeme bile gelmeyecek.

    eğer bir mucize gerçekleşir de taylor medyanın aleyhine oluşturduğu algıyı aşıp aday olmayı başarabilirse yılın favori ismi. yılın albümünü kazanması tarihi bir başarı elde etmesi demek ama daha şimdiden medyanın ona karşı silahını çektiğini düşünürsek gerçekten zor. komite medyanın etkisi altında kalırsa rahatlıkla folklore’u genel dallardan çıkarabilir ve sadece alt dallara mahkum eder. daha önce yapmadıkları şey değil. swift’e bunu üç kez yaptılar (ki muhtemelen son yirmi yılda komite tarafından en çok darbe yiyen şarkıcı kendisidir).
  • taylor swift’in 8. stüdyo albümü ve açık ara şimdiye kadarki en iyi işi. bu albümün 3 ayda yapılmış olması bile başarı. üstelik pandeminin ortasında. diğer söz yazarları ve prodüktörlerle yüz yüze bile görüşmeden. gerçekten harika bir albüm olmuş. jack antonoff ve taylor zaten çok iyi bir ikiliyken the national’dan aaron dessner da katılınca 5 yıldızlık bir albüm çıkmış ortaya.

    bu albümde taylor hem yeni bir tarz denemekle kalmamış, şarkılarda kendi aşk hayatını anlatmak yerine kafasında senaryolar/sahneler/hikayeler kurarak onlar hakkında da yazmış. “betty” “james” ve james’in betty’yi aldattığı kız arasında bir aşk üçgeni hikayesi geçiyor. betty şarkısı james’in ağzından anlatılıyor. cardigan betty’nin ağzından, august da aldattığı kızın ağzından. bir ufak ayrıntı daha var hatta bununla ilgili: betty şarkısında geçen iki isim “james” ve “inez” ryan reynolds ve blake lively’nin ilk iki kızlarının adı. üçüncü bir bebekleri daha olmuştu fakat ismini açıklamamışlardı, ama bu şarkıdan üçüncü çocuklarının adının betty olabileceği düşünülüyor. zaten james reynolds’ı reputation’daki gorgeous şarkısının başında da duymuştuk.

    bence bu albüm hem en taylor olmayan hem de en taylor olan albüm. ilk country albümlerine ve 1989 gibi işlerine çok uzak hissettiriyor, ama aynı zamanda sanki başından beri yapması gereken müzik buymuş gibi hissettiriyor. ana akıma hitap etmese de benim keyifle dinleyeceğim bir albüm. seçmek zor fakat şu an favorilerim seven ve exile.
  • 2020 tarihli taylor swift albumu. sanatci ruhu ve yetenegi dunyada cok az insana bahsedilen bir nimet, piyasa kosullanmalarindan ve satis beklentilerinden de arininca iste boyle piril piril parliyor. pop muzikte "ciddi" muzik dinleyicisi/elestirmeni tarafindan hor gorulen, pazarlama harikasi olmakla suclanan bir cok muzisyen aslinda ciddi anlamda guclu sanatci kisiliklere ve yeteneklerine sahip. ancak biz cogu zaman bunu yuksek satislar icin incelikle planlanmis albumlerin gizli kalmis koselerinde ancak kesfedebiliyoruz yada bazen maalesef hic goremiyoruz. ama iste bazen o sanatcilar butun bu piyasa kosullanmalarini bosverip cikip cesurca bir hamle yapiyorlar, ve bize de ortaya konan calismayi keyifle dinlemek dusuyor.
    bence bu sakin ve no big deal gibi sunulan album yukarida belirttigim konudan dolayi aslinda son derece onemli ve cesur, o yuzden bence bu uzunca girizgahi hak ediyor. pop muzik dedik, 'urun' olmak ve sanat yapmak arasindaki farklar dedik. simdi burada ortalama muzik dinleyicisini gunumuz popcularina sans vermemekle suclamak da biraz zor; cunku aradaki farki boyle folklore gibi albumler olmadan anlamak son derece zor, insanlarin da kisitli zamani ve daralmis dikkat araliklari var. neyse ki uzun vadede bir sekilde gercekten sanatci potansiyeline sahip olan isimlerle endustri urunu olan isimler arasindaki fark anlasiliyor. cunku o artistik ruh bir yerlerden cikip, bir sekilde kendini belli ediyor. ornek vermek gerekirse, lady gaga'yi cok seviyorum diyemem ama o bahsettigim ruh gaga'da var. baskasinda olmayan, farkli bir seyi estetik ve yeni bir dille ifade edebilme gucu gaga'nin kendisinde (calistigi ekipte degil, oncelikle kendisinde) mevcut: gerek piyanosuyla, gerek sarki yazarligi, gerek sesi ve yorumu, gerek isine kattigi gorsellikle. daha yorum odakli baska bir ornek pink'in you+me projesi ve albumu. bu is de sadece bir produksiyon ve endustri projesi olan birinin yapabilecegi bir is degil. ve bu "secret sauce" ornegin katy perry yada britney spears'da yok, ve maalesef asla olmayacak (britney'i aslinda severim. yanlis anlasilmasin. ama britney'in muzigi bir proje. bir sanatci kisiligin yansimasi degil). bir de ucuncu kategori olarak artistic temperament dedigimiz olay var: kisi kendisinde bu istisnai sanatci yeteneklerini barindirmiyor, ancak dogru bir estetik algisi ve parcalari birlestirecek zekasi var; bu konudaki bence en buyuk ornek madonna (hatta ben beyonce'i de bu gruba ekliyorum ama tabi tartisilabilir).
    iste folklore nihayet taylor'in bir sarki yazari, bir muzisyen/yorumcu ve daha genel anlamda bir hikaye anlatici olarak gercek bir sanatci kategorisinde gormemiz gerektigini genis kitlelere gosterebildigi icin onemli bir album (evet, nihayet konuya girebildim). folklore artik taylor'in yetenekleri ile ilgili yukarda bahsedilen 'ciddi' dinleyici icin de soru isaretlerini ortadan kaldiriyor. diyor ki, "bu tarz muzigi ister dinle ister dinleme, begen yada begenme. ama taylor swift bir produksiyon projesi, pazarlama harikasi degil. kendi basina bir degeri olan, bir deger olusturan bir sanatci." bu anlamda bu sessiz sakin album, sanatcinin kariyeri icin aslinda cok onemli bir album.
    albumun icerigine gidelim. genellik mid-tempo yada slow sarkilardan olusan, alcakgonullu, derdini sessiz sakin dile getiren bir isle karsi karsiyayiz. bu da hem taylor'in vokal kabiliyetleri icin dogru bir secim, hem de hikayelere odaklanmamizi kolaylastiriyor. bu anlamda benzerlikler kurdugum isimler tori amos, norah jones, the civil wars ve hatta biraz da dido oldu.cardigan-august-betty uclusune bayildim, cok cok sevdim. hem sozler ve hikaye, hem muzik, hem de genel olarak konseptin isleyisi ile. ama bence james, betty ve ikinci kadin'in hikayeleri yalnizca bu sarkilardan olusuyor, albumun geneline yayilmiyor. mesela bir baska cok begendigim sarki olan the last great american dynasty'deki rebecah betty degil (zaten onun kisaltmasi becca olurdu. betty olmasi icin elizabeth olmali ismi). cok da emin olamiyorum tabi, taylor bu*
    bunun disinda the 1, exile, illicit affairs, seven benim icin diger one cikan sarkilar. albumle ilgili tek elestirim, produksiyon ve temponun dusuklugunden dolayi sonlara dogru dinamizmi kaybetmesi. album biraz daha kisa olabilirmis, yada ikinci yarisi daha dinamik kurgulanabilirmis (betty biraz kurtariyor bu durumu neyse ki). bahsettigim sey illa hareketli kop kop sarkilar eklemek degil, ama son birkac sarkida artik iyice uyku albumune donusmesi hos olmamis. yukarida bahsettigim tori amos ve norah jones mesela uzun yillardir bu isi cok cok iyi kotaran isimler.
    toplarlamak gerekirse folklore cok basarili, tertemiz guzel bir dinleme deneyimi. satis ve liste rakamlarindan bagimsiz olarak sahibesinin kariyerine sinif atlatan, muhtemelen daha once taylor dinlememis insanlari da taylor'in muzigine ve hikayelerine isindiracak bir calisma. uzun yillar sonra donup yeniden kesfedilip yeniden sevilebilir. iyi dinlemeler.

    edit: imla
  • taylor swift'in şarkı yazarlığının en güzel yanı çok iyi bir story teller olması. zaten her şarkısında bir hikaye olduğunu görebiliyoruz, hikayenin başlangıcı, tepe noktası ve çözümlendiği noktalar var. folklore'da "eski taylor" havası var, ama yeni taylor'ın hayatıyla birleşmiş. çok yumuşak, çok tatlı bir albüm.

    reputation'da ne kadar yılan kılığına bürünmüşse, folklore'da o kadar kendisi olmuş. vokal melodileri yine tabi çok güzel, akılda kalıcı, akıcı. bir başka mükemmel taylor özelliği olarak annenize küfür bile etse bunu çok akıcı ve eforsuz bir şekilde yapıyor. dinlerken sanki inanılmaz yavaşlatılmış rap şarkısı gibi. bu da tabi onun hikaye anlatma, güzel detaylandırma ve güzel cümleler oluşturabilme yeteneğiyle geliyor.

    ee, tabi 18 senelik şarkı yazarı ve işin ucunda taylor swift.
    benim albüme genel olarak puanım 8/10, albümün genel olarak tarzı ve teması çok harika. taylor'ı sanki safe and sound dünyasının içine kilitlemişler ve bütün aşkları, acıları, müziği orada yaşıyormuş gibi.

    albümdeki sadece bir iki şarkıyı zorla dinledim, gerisi zaten akıcıydı.

    benim favorim? invisible string, kesinlikle. ama gerçekten this is me trying ve mad woman'la yarışıyor birincilikte.

    ön yargıları, "yha ben generic pop dinlemem ben çok değişik ve orijinalim ben sadece acdc falan dinlerim abii yhaaa" demeleri bir kenara bırakın ve müziğin her halinden keyif almaya bakın.

    herkesin anlatacak başka bir hikayesi ve mırıldanacak melodileri var işin ucunda.
  • opeth'in şarkısının sözleri:

    hey you, will you be true
    when you can see through what i do
    feel the pain in your brain, insane
    will i see my name in your scars

    and you will see what you mean to me

    lust between the lines
    do you feel the need
    when the night comes down
    and when the night comes down
    a father is waiting

    and you will see what you mean to me

    lost control and called your name
    left a home in the pouring rain
    in a sea of guilt and shame
    will we sustain

    the lines in my hand'in sözlerini yazmışım, kimse de demiyor ki aga bu nedir?
    projektor kumandasindaki kirmizi tus'a teşekkürler.
  • ikinci yarısı şahane bir enstrümantal olan opeth eseri.
  • betty ve exile şarkılarının writing credit’inde farklı bir isme rastlanan albüm. william bowery isminde bir müzisyen ve şahıs olmadığı fanlar tarafından fark edilmiş. bu isim kurcalandığında ise işin ucu joe alwyn’e çıkıyor. joe ile ilk görüntülendikleri yerin new york’taki bowery hotel olması ve joe’nun büyük-büyükbabasının william alwyn adında bir composer olması, joe’nun şarkı yazımına katkıda bulunurken pseudonym kullandığını düşündürüyor.

    hayret nasıl rahat durdu da olaysız entrikasız albüm çıkardı diye düşündük ama yine rahat durmadı.
  • ilk dinlediğimde birbirinin aynısı gibi gelen, "tın tın tın melodiler, arkada çalsın işte, fena değil" diye düşündüğüm, hiçbir şarkının öne çıkmadığını sandığım, ancak şarkıları iyice dinleyip onlarla gerçek anlamda tanıştıktan sonra adeta elmas, adeta hazine, adeta mucize gibi gelen bir albüm bu.

    lover gibi pamuk şeker, elma şekeri değil bak. lover, dışı pollyanna iyimserliği ile paketlenmiş, umut dolu, içeriğinde hüzün ve huzurun beraber paketlendiği bir albümdü. ısırınca üst katmandaki şeker ile alt katındaki sulu elmanın mayhoş tadı ile harmanlanıp bambaşka bir keyif veriyordu. reputation ise başlı başına keskin bir tattaydı, belki de baharatlı. sivri dilli, öfkeli, belki biraz bıkkın bir kadının hala umuda tutunma gücüydü.

    folklore ise, annenin yaptığı yemek. ama çocukken pişirdiklerinden; oyundan gelip aç karnına sofraya oturduğunuz, kana kana içtiğiniz çorba gibi. başta alt tarafı çorba dedirtebilir ama kaşığı ağzınıza götürdüğünüzde o nostalji bir duvara toslamışsınız gibi hatırlatıyor size kendini. etraftaki renkler sanki bir filmdeymişcesine soluyor ve yılların bu kadar törpülemediği günlere geri dönüp o günlerdeki dertlerinize üzüldüğünüz genç halinize dönüşüyorsunuz.

    öyle bir albüm ki, radyoda hit olsun diye mixlenip saçma sapan duptıslara boğulacak hiçbir şarkı yok içinde ama bir yandan da hepsi hit. ilk dinlediğinde "bu muymuş" dedirtecek kadar sakin, durağan, bol ağaçlı bir yolda yolculuk ederken arka planda çalan huzurlu, sıradan şarkılar işte gibi görünen bu şarkılar; tanışılıp sindirildikten sonra nasıl bu kadar farklı, bu kadar aykırı, bu kadar yoğun, bu kadar çarpıcı gelebiliyor kulağa?

    nasıl oluyor bu, cidden bu nasıl sağlam bir altyapıdır, bu nasıl sağlam söz yazarlığıdır? konsept bir albümün her şarkısının her zerresi nasıl bu kadar iyi planlanmış olabilir? nasıl bu kadar doğal ve salaş, ve aynı anda bu kadar iyi kurgulanıp hesaplanmış ve planlı olabilir?

    "çok yavaş, kendisini dinlettirmiyor" dedirten epiphany veya melodi olarak bir yere sürüklemediğini düşündüğünüz peace bile, durup dururken beyninizin içinde çalmaya başlayabiliyor ya, çok acayip. çağırıyor resmen, "gel beni dinle bir daha" diyor, kurtçuk gibi beyninizi kemiriyor, takılı kalıyor bir plak gibi.

    en mutlu olduğum şeylerden biri, bu albümü dinlemek için sonbaharı beklemiş olmam. çünkü soğuyan havanın getirdiği "yaz bitiyor" hüznü ile kışın yaklaşmasıyla yavaş yavaş uykuya dalan doğanın hissettirdiği o melankolinin arkafon müziği olsaydı, bu albüm olurdu. içindeki en "hareketli" ve "neşeli" görünümli august bile albümün sizi bu soğuk günlerde sıcacık bir battaniye gibi sardığını hissettiriyor.

    alçakgönüllü the 1 ile başlıyor albüm. pişmanlıklardan bile tatlı tatlı bahsediyor. "keşke olsaydık" diyor, taylor'un o buruk gülümsemesini bile görebiliyorsunuz dinlerken. şarkıyı dinlerken, yapılan seçimlerden vazgeçilmediğini, yine olsa yine aynı yolda yürüyeceğini ve şartların bu şekilde gelişmesi gerektiğini fark ediyorsunuz. ama, aması var işte. içeride minicik bir "keşke" filizlenmiş. o alternatif kaderin neye benzediği merak ediliyor içten içe.

    https://www.youtube.com/watch?v=ksz6troavoq

    cardigan ise benim en çok haksızlık yaptığım şarkı olabilir. ilk dinlediğimde piyanonun güzel melodilerine kendimi bırakıp şarkının dalgasız bir deniz gibi olduğunu düşündüm. öne çıkan vurucu bir noktası yoktu; klibi güzeldi ama normal, idare eder bir şarkıydı işte. dinledikçe, şarkıyı söyleyen betty'nin sesine işleyen acıyı hissettim. betty, yaşanan ihanetin verdiği kalp kırıklığına rağmen onu aldatan james'i affetmiş gibi görünse de aslında canı çok yanmış bir genç kız. olgunlukla karşılıyor yaşananları. "bir baba gibi terk edensin" diyor mesela şarkının en yükseldiği noktada, tam o an o dümdüz görünen dalgalı denizin dibine batıp şarkının gerçek derinliğini keşfetmiştim.

    https://www.youtube.com/watch?v=k-a8s8olbse

    the last great american dynasty de peşinden geliyor, yine ilk dinlediğimde ilk iki şarkıya verdiğim tepkiyi vermiştim. keyifli bir amerikan romantik komedi film müziği işte. kendisiyle gerçek anlamda tanıştıktan sonra hem hikayesiyle, hem müziğiyle çok keyif almaya başladım bu şarkıdan da. toplum eleştirisi de minik minik yedirilmiş içine, dedikodularla sürekli eleştirilen bir kadının kendi bildiğini okuması ve cayır cayır mutlu olması çok güzel işlenmiş. o mutlu anlara ev sahipliği yapan evin sonra taylor swift'in evi olması da güzel bir final olmuş. gürültücü, ahlaksız, çılgın insanların herkesin inadına böyle yaşayıp şu kısacık hayatı keyifli sürdürmelerinden daha güzel ne olabilir?

    https://www.youtube.com/watch?v=2s5xdy6mcei

    ardından exile. sanırım albümü otomatiğe bağlamış bir şekilde boş boş dinlerken, birden beni omuzlarımdan sarsıp dikkatimi çeken ilk şarkı exile idi. bon iver'in ağır sesine nasıl da uyum sağlamış taylor'un kırılgan sesi. gerçek bir boşanma hikayesi. böyle bir ayrılığı bu kadar güzel kelimelere dökebilmek, gerçekten boşanmış bir insanın, gerçekten bu hikayeyi yaşamış birinin dilinden dökülebilirdi. neredeyse taylor'un gerçekten evlenip boşandığını sanacaktım. hikaye yazma yeteneği cidden hayranlık uyandırıyor.

    https://www.youtube.com/watch?v=osdoljunfna

    exile ardından my tears ricochet geliyor, exile'ın yaptığı sarsmayı ikinci yarısıyla my tears ricochet de yapıyor. exile ile my tears ricochet, kime dinletsem ilk seferde dinleyicilerini tavlayan şarkılar. şarkının girişindeki sesler, ikinci yarısındaki artan bas, sesin taşıdığı karanlık, her yönüyle muhteşem bir ağıt. ama sanki ağıt yakılan kişi, ölü olan değil de yaşayan.

    https://www.youtube.com/watch?v=owbdjfthl3w

    mirrorball ile artık albüm öyle bir hamur işi yapmıştı ki beni, bu albümden ne çıkarsa beğenirim diye düşünmeye başlamıştım (yanılmadım). taylor'un yumuşak sesine çok yakışan, rüya gibi bir şarkı bu. hatta şarkı sözleri de o şekilde. hayalimde, bir yanda bir kıyamet yaklaşırken, dans salonunda hiçbir şey olmayacakmış gibi dans eden bir çift geliyor. kadın incecik, sivri topuklarının üzerinde döne döne, elbisesi ışıl ışıl dans ediyor adamla. bu arada sözlükte bu şarkı hakkında hala yorum yazılmamış olması çok üzücü.

    https://www.youtube.com/watch?v=kam1bcug4xo

    ardından sözlerine odaklanmadan dinlediğinizde kendi halinde bir şarkı gibi gelecek, sözlerini dinlediğinizde de bir trajediye şahitlik ettiğinizi fark ettirecek şarkı geliyor, seven ile. şarkıda babasının yaşattığı şiddetle büyüyen, ondan korkan, belki de istismar edilmiş bir çocuğu sarıp sarmalamak, onu oralardan çok uzaklara kaçırıp onunla korsancılık oynamak isteyen oyun arkadaşının şarkısını dinliyoruz. exile, my tears ricochet veya mirrorball gibi ilk dinlemede dikkatimi çekmeyen bu alçakgönüllü şarkının şu an en sevdiğim şarkı olması ise apayrı bir gizem.

    https://www.youtube.com/watch?v=pey-gpsru_e

    august, cardigan ve betty ile beraber bir aşk üçgenini anlatan ikinci şarkı. ben taylor'un bu albümde aşk üçgenini anlatmak için 3 şarkıdan fazlasını kullandığını düşünüyorum. cardigan klibinin başında gördüğümüz portre fotoğrafının epiphany'e gönderme olduğu açıklandı örneğin. bu konsept albümün tamamı birbiri ile bağlantılı olabilir,

    august da neşeli görünen bir hüzün yağmuru. albümün en neşeli görünen şarkısı olabilir hatta, ama sözlerinde hep acı var, hep yenilgi. betty'e geri dönen james'in ardından "sen hiç benim olmadın ki seni kaybedeyim" deyişi, august'un 1.30 dakikası gibi yükselen o naif iç çekiş, aslında içte patlayan çığlık gibi.

    https://www.youtube.com/watch?v=nn_0zpafyo8

    daha incelenmeyi bekleyen 8-9 şarkı daha var ama onları bir sonraki sefere yazarım.

    official lyric videolarındaki tekrar eden cinemagraph gibi sahneler, gri / sepya tondaki manzaralar, daktilo ile yazılmış söz yazıları, görüntülerdeki sonbahar gibi hissettiren hafif serin esinti ve diğer bir çok minik ama önemli ayrıntı, albümün inatçı nostalji tadına son bir tarçın tozu serpiyor sanki.

    son söz, mutlaka hakkını vererek dinleyin bu albümü. taylor swift'in diğer baloncuk pop şarkıcılarla karşılaştırılıp acımasız ve önyargılı bir şekilde eleştirildiği tüm anlara, eteğindeki taşları dökerek gerçek kendisini gösterdiği an. şapka çıkarılacak bir sanat eseri.
  • swift’in 8 albümlük kariyerinde açık ara yaptığı en kaliteli iş.
  • taylor swift'in sekizinci stüdyo albümü.

    14 yıl önce nashville'de sapına kadar country şarkılarla piyasaya çıkan bir kıza geleceğini nerede görüyorsun deseler günün birinde country'den pop müziğe geçeceğini, ardından da alternative albüm yapacağını söyleyemezdi muhtemelen ama işte geldiğimiz nokta burası. yirmi birinci yüzyılın en büyük pop yıldızlarından biri taylor swift, 14 yıllık kariyerindeki ilk alternative albümüyle karşımızda. dahası, buna şaşırmıyoruz bile. geçtiğimiz 14 yılda yayınladığı her albümle kendini yenilemesine ve yeni bir şeyler denemesine o kadar alışmışız ki, alternative albümle gelmesi dinleyicilerini şaşırtmıyor.

    yeni bir müzik türüne geçmesiyle dinleyicilerini şaşırtamamış olsa da hiç kimsenin ondan bir şey beklemediği dönemde sürpriz bir albümle gelerek hedefine ulaştı. albüm dönemlerini en ince ayrıntısına kadar planlayan ve haftalar öncesinden tanıtımına başlayan swift, bu sefer sadece instagram'dan duyuru yaptı. birkaç saat sonra da albüm görücüye çıktı.

    ilk kez duyduğunuzda hiçbir anlam ifade etmeyen, hatta kulağa tuhaf gelen "folklore" ismi albümün tamamını dinlediğinizde anlam kazanıyor. bugüne kadar albümlerine hayatını olduğu gibi yansıtan ve albümlerini "günlüklerim" olarak adlandıran swift, yüz seksen derecelik bir dönüş yaparak karşımıza başkalarının hikayeleriyle çıkıyor. folklore, swift'in kendi yaşanmışlıklarından ziyade ona ilham veren kişilerin, eski ev sahibi ve kocasının, kötü bitmiş bir yaz aşkının, çocukluk arkadaşının ve büyükbabasının hikayesi. swift hiç tanışmadığı, uzun süredir görmediği ya da çoktan ölmüş kişilerden esinlenerek bütün bu kulaktan dolma bilgileri, yarım öyküleri ve dedikoduları kafasında hikayeye dönüştürmüş. fırsat buldukça da kendi kişiliği ya da yaşadığı şeylerle özdeşleştirerek bağlantı kurmuş. albümünü "çılgın hayal gücümün bir sonucu" olarak tanımlayan şarkıcı, uydurulmuş olanla gerçek olanın birbirine girdiğini, artık ayırt edilemez hale geldiğini söylüyor. işte "folklore" bir nevi halk efsanelerine dönüşen bütün bu hikayeleri anlatıyor. albümün kapağında bile kendini geri çekmiş ve siyaz beyaz bir ton seçmiş. normalde albüm kapaklarında yakın çekim tercih ederken bu kez doğrudan kendi hikayesini anlatmadığını belli edercesine arka planda kalmış.

    söz ve müzik açısından ise folklore son derece şiirsel ve minimal prodüksiyona sahip. piyano, gitar ve yaylıların temelini oluşturduğu albüm prodüksiyon olarak öne çıkmak yerine swift'in anlattığı hikayeleri destekler nitelikte. the national grubundan aaron dessner albümün ana prodüktörü iken, swift'in uzun dönemdir çalıştığı jack antonoff'un beş şarkıya katkısı var. şarkıların tamamı downtempo ve asıl öne çıkan swift'in anlattığı hikayeler. esasen swift bunu ilk kez yapmıyor. önceki albümlerinde de hikaye anlatıcılığını öne çıkardığı, radyo dostu olmayan şarkılar yapıyordu ama dengeyi sağlıyordu. bu tür şarkılar albümde olsa da her zaman öne çıkan hareketli parçalar vardı. bu kez yok. önceki albümlerinde kurduğu bu denge onun şarkı yazarı olarak yeteneğini gölgeleyen bir şeydi. örneğin arka planda state of grace gibi bir şarkı vardı ancak insanlar onu i knew you were trouble ile tanıyordu. swift kariyerinde ilk kez uptempo şarkıların onun hikayelerini gölgelemesine izin vermemiş. bu bakımdan folklore, singer-songwriter olarak tanımlayabileceğimiz bir çalışma.

    bu durum özellikle son albümü lover ile gündeme gelen bir konuydu. albümün geri kalanı iyi şarkılarla dolu olmasına rağmen me! ve you need to calm down gibi şarkıları single yaptığı için özellikle eleştirmenler tarafından "olgun olmamakla" suçlanmıştı. swift, bu sefer onun hikaye anlatıcılığını gölgede bırakıp eleştirmenlerin aleyhine kullanabilecekleri hareketli pop şarkıları sunmuyor dinleyicisine. yine aynı şekilde lover'ın kapağı ne kadar renkliyse folklore'unki o kadar sade ve gösterişten uzak. bir noktada lover'ın tam zıttı bir albüm folklore.

    şiirsel yanının bu kadar öne çıkmasının yanı sıra oldukça karmaşık bir konusu var. swift önceki albümlerindeki gibi hem sound hem konu olarak konsept bir albümle geliyor ancak eski albümlerinde hikayeyi çözmek bir nebze daha kolaydı. kendi hayatından kesitler olduğunu bildiğiniz için şarkının arkasındaki olay bir şekilde kendini belli ediyordu. bu sefer her şey onun hayal gücünün bir ürünü. gerçek karakterlerden ve yaşam öykülerinden ilham alsa da anlattığı olaylar onun kurgusu. bu bakımdan albüme ilham veren swift'in rhode island'ındaki evinin eski sahibi rebekah "betty" harkness ve onun hayatı. swift'in hikayesine göre betty, james isimli bir gençle gençken bir aşk yaşıyor ancak james onu aldatıyor. sonradan geri dönse de anlıyoruz ki hikaye mutlu bitmemiş. betty bütün bunları geçmişe dönerek anlatıyor, şimdi ise william "bill" harkness diye bir adamla evli. şarkıların çoğu bu dört karakter arasında gidip geliyor: betty, james, diğer kadın ve bill. albüm boyunca ikinci kadının isminin bahsi geçmiyor. swift, bu aşk üçgeninin bakış açılarını değiştirerek hikayeyi anlatıyor. bazı şarkılarda da kendi büyükbabası ve arkadaşından söz ediyor. bütün bu hikayeleri kafasında kurgularken arada kendinden izler ya da benzerlikler de dahil ediyor. örneğin betty'nin bakış açısından anlattığı şarkıda birden kendine dönüyor. bu da doğal olarak bazı şarkıların birden fazla anlamının olmasına, farklı yorumlanabilmesine neden olmuş. hemen hemen her şarkıda betty'den, james'ten ya da taylor'ın kendisinden izler bulabilirsiniz.

    albüm, swift'in senaryosunu yazıp kendi yönettiği bir dönem filmi gibi. hollywood ünlülerinin hayat hikayelerini okuyup albümüne yansıtmayı her zaman sevmişti ama bunu albümün tamamına uyarladığı hiç olmamıştı. red albümünün ilk klipleri 1950'li yıllardan fırlamış gibiydi. yine red albümündeki the lucky one şarkısı doğrudan bir hollywood yıldızını konu alıyor. starlight şarkısı bir başka cemiyet mensubu çiftin gençlik yıllarındaki romantik aşkını konu alıyor. this is why we can't have nice things şarkısının teması 1920'lere damgasını vuran muhteşem gatsby romanından izler taşıyor. bir şarkısına adını veren cardigan dediğimiz hırka bu dönemlerde meşhur. 1920 ve 30'lar amerikan tarihinde roaring 20s olarak da tanımlanan dönem, amerikan gençlerinin çılgınca parti yapıp yarınlar yokmuşçasına yaşadığı zamanlardır. kavram olarak "amerikan rüyası" ile zenginleşip eski zenginlerden daha şaşaalı bir hayatı benimsemelerini işaret eder. şu video çok iyi yansıtır. aristokrat geçmişi olan eski zenginleri "old money," amerikan rüyası ile parayı bulup sonradan zengin olanları "new money" ile ifade ederler bu dönemde ki bu kavramları da albümde göreceksiniz. swift'in ilham kaynağının bu dönem olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

    swift'i pop albümleriyle tanıyıp dinlemeye başlayanlar için folklore çok bir şey vadetmese de kariyerindeki en iyi albümlerden biri olarak yerini alacak. son dört albümdür popun tüm sınırlarını dolaşıp her alanını gezdi. country pop, synthpop, elektropop, pop rock, bubblegum pop, industrial pop, surf pop... bir başka pop albümü yapsa folklore kadar etki yaratmayacaktı. üstelik swift'in esas öne çıkan özelliğinin şarkı yazarlığı olduğu düşünülürse mainstream müzikten arınmış bir albüm gerekliydi. hazır herkes karantinadayken, kimsenin dışarı çıkıp dans edemeyeceği bir dönemde böyle yatıştırıcı ve sakin bir albüm isabetli bir karar gibi görünüyor.

    albüm konsept olarak kendini baştan sona rahatlıkla dinlettiriyor ancak yine de öne çıkanları belirtmek gerekirse exile, cardigan, the last great american dynasty, invisible string, mad woman, my tears ricochet, betty ve seven albümün en iyileri. the 1, hoax, mirrorball, august ve illicit affairs gayet güzel şarkılar. buna karşılık epiphany ve özellikle peace albümü bir parça yavaşlatan şarkılar.

    the 1: albümün açılış şarkısı olarak swift hem sound'u hem hikayeyi dinleyicinin kafasında çiziyor. piyano altyapılı ballad'da sonu kötü bitmiş eski bir aşk hikayesini nostaljik bir havayla anlatırken geçmişte kalmış dileklerini dile getiriyor. şarkıdaki adam (james) sonradan birçok şarkıda görebileceğimiz gibi esas kızı aldatıyor. bu bakımdan the 1, albümün üç dakikalık özeti gibi. şarkının içinde hem "roaring 20s" hem "internet" kavramları var. swift geçmişi ve günümüzü harmanlayarak bir hikaye kurguladığını belirtiyor ki bu durum cardigan gibi diğer şarkılarda da mevcut. yine sonradan çok duyacağımız "bilmek" kavramına vurgu var. açılış şarkısı olarak -özellikle bir önceki albümü düşünülürse- oldukça iyi. ayrıca swift kariyerinde ilk kez şarkılarında açıkça küfrediyor, folklore kariyerinin ilk explicit albümü. dinlemek için

    cardigan: ilk şarkıda genel tabloyu çizen swift hikayeyi bu şarkıyla anlatmaya başlıyor ve ilk olarak betty'nin -aldatılan kadının- bakış açısını sunuyor. şarkıda, betty karakteri geçmişte kalmış gençlik aşkını ve yaşattığı özel hisleri birçok metaforla anlatırken defalarca "biliyordum" diyor. tek başına ele alındığında pek anlam ifade etmeyen bu kısım, erkeğin bakış açısını anlatan şarkıyla birleştiğinde bir anlam kazanıyor. adam pişman olup kızın kapısına dayandığında "gençtim ve hiçbir şey bilmiyordum" derken, kız ona "[ben de gençtim ama] her şeyi biliyordum" şeklinde cevap veriyor. konsept albümlerin eğlenceli tarafı bu. hikayeyi toparlamak için tüm parçaları incelemek gerekiyor. swift, betty'nin hikayesini anlatırken kendisiyle de bağ kuruyor. hem yaşadığı ilişkiler hem siyasi görüşleri için gençliği bahane edilerek çoğu kez eleştirilen biri olarak "gençken senin hiçbir şey bilmediğini düşünüyorlar" diyor. cardigan, albümün çıkış parçası olarak ele alındığında swift'in bugüne kadar yayınladığı en iyi çıkış şarkısı olabilir. (bkz: #110807124) dinlemek için

    the last great american dynasty: albümlerinde uzun şarkı isimlerinden vazgeçmeyen swift, bu şarkıda da betty karakterini anlatmaya devam ediyor. doğrudan rebekah harkness'ın adıyla başladığı şarkıda önce onun kısa bir biyografisini veriyor. orta sınıf ve boşanmış bir kadın olarak st. louis'den rhode island'a gelen betty'nin petrol zengini bir ailenin varisiyle (bill harkness) evlenmesi tüm kasabanın dikkatini çekmiştir. gürültülü partileriyle hemen kasabanın dedikodu ve endişe kaynağı olur betty. aynı zamanda ev ile özdeşleştirilen "son büyük amerikan hanedanlığı" bu umarsız kadın yüzünden tehlikeye girmiştir kasaba halkına göre. o güne kadar karşılaştıkları en çılgın kadın, kocasının ölümünden sonra tatil evi olarak kullandığı o eve yerleşmekten vazgeçer ve çekip gider. gidişinin ardından ara sıra tekrar göründüğü söylenir. şarkının son kısmında swift kendisiyle betty arasında bağlantı kurarak onun evini satın aldığını ve artık o çılgın partileri onun verdiğini söyler ki bu gerçek. artık kasabanın deli kadını swift'in ta kendisidir. (swift 2013'te bahsi geçen evi satın aldı ve sonraki yıllarda medyanın günlerce konuştuğu büyük partiler verdi.) dinlemek için

    exile: bon iver grubunun solisti justin vernon'la düet yaptığı şarkıda bakış açısını betty'den uzaklaştırarak daha genel bir hikaye anlatıyor. onu çoktan unutmuş eski sevgilisini bir başkasıyla gören birinin yaşadığı hayal kırıklığı ve acıyı konu alıyor bu şarkı. hem altyapısı hem sözleri hem de vokallerin uyumuyla exile, swift'in kariyerindeki en iyi iki düetten biri. özellikle vernon'la birbirlerini tamamlayan diyaloglar şarkıyı başka bir boyuta taşıyor. albümün açık ara en iyilerinden biri. (bkz: #110807213) dinlemek için

    my tears richochet: karakterini ve anlattığı bakış açısını bir kez daha değiştiren swift bu kez bir ölünün ağzından sesleniyor. evet, bir ölünün. şarkıda mezarın içindeki kişi mezarının başında duranlardan birine hitaben yaşadığı hayal kırıklığını anlatıyor. bir taraftan da "ben öldüm ama sen de öldün" diyor. rebekah harkness'ın kocası bill, kalp krizinden ölüyor ve rebekah kocasından ona kalan mirasla abd'nin en zengin kadınlarından biri oluyor. sonrasında iki evlilik daha yapıyor. şarkı hem o ikisinin ilişkisiyle ilgili olabilir hem de swift'in eski şirketinin ceo'su scott borchetta'nın ona ihanet etmesini ele alabilir. şarkıyı her iki şekilde de yorumlamak mümkün. gerek altyapısı gerek sözleriyle albümün en karanlık, en hüzünlü şarkısı. ayrıca albüm için yazılan ilk parça. dinlemek için

    mirrorball: bir üstteki şarkı gibi rahatlıkla iki farklı şekilde yorumlanabilecek olan mirrorball'un ilk anlamında yeni bir bakış açısına geçiyoruz: ikinci kadın. çıktığı yolun ne kadar hassas olduğunu bilen, buna rağmen duygularının peşinden giden kişi. şarkıya hem coşkusunu hem hüznünü yansıtmayı başarıyor. şarkının diğer yorumu ise swift'in kendini bir disko topu gibi görüp -ki benzerini look what you made me do'da da yapmıştı- kendi "ben"leriyle yüzleştiği bir parça olduğu yönünde. mirrorball albümde antonoff'un imzasını taşıyan ilk şarkı. dinlemek için

    seven: bir kez daha karakter değiştiren swift bu sefer istismara uğrayan çocukluk arkadaşını, daha doğrusu o dönemde yaşadığı duyguları ve anıları anlatıyor. onu o evden alıp koruma isteğini birçok referans ve metaforla dile getiriyor. hem altyapısı hem melodisi hem de swift'in vokalleri şarkıya inanılmaz hüzünlü ve kırılgan bir hava vermiş. belki de şarkının melodisi ve swift'in sesi bu etkiyi yaratıyor, bilmiyorum ama şarkıya ilahi bir boyut katmış. (bkz: #110807240) dinlemek için

    august: antonoff imzalı bu şarkı dessner'ın deyimiyle albümde popa en yakın parça. swift, aşk üçgenine kaldığı yerden devam ederek ikinci kadının bakış açısından james ile yaşadığı ilişkiyi anlatıyor. kadın, bunun bir yaz heyecanı olduğunun ve o kişiye aslında sahip olmadığının farkında ama yine de bu onun için yeterli. bir kabulleniş var. dinlemek için

    this is me trying: back to december ve afterglow'dan sonra swift bir başka şarkıda da hatanın kendisinde olduğunu belirtiyor ve "çabaladığını" söylüyor. bu şarkı da ikili yorumlanabilecek olanlardan biri. hikayeye baktığımızda yaptıklarından pişman olan james'i anlatıyormuş gibi duruyor. ancak bağımsız incelendiğinde zor dönemlerden geçen swift'in kendi özüne dönme çabasından da bahsediyor olabilir. dinleyicinin nasıl yorumladığına bağlı. sözleri güzel olmasına rağmen sanırım önündeki ve sonundaki şarkıya bağlı olarak albümü yavaşlatan bir şarkı. bu bakımdan bağımsız dinlenmesi iyi olabilir. dinlemek için

    illicit affairs: bir aşk-ı memnunun... öhöm yasak aşkın nasıl başladığını ve devam ettiğini anlatan swift, bu şarkıyı da august ve mirrorball gibi diğer kadının bakış açısıyla yazıyor. hüznünü saklayamayan karakter, bütün gizli buluşmalara, yalanlara ve bu ilişkinin ona verdiği zarara rağmen aralarında yaşanan anlara ve paylaştıkları şeye dikkat çekiyor. ne kadar yasak olursa olsun bu ilişkinin ona yaşattığı hisler özeldi. swift de anlattığı konuya paralel olarak şarkıda sesini histerik ve her an patlamaya hazırmış havasında çıkarmaya özen göstermiş. dinlemek için

    invisible string: bu şarkı aşk üçgeni ve diğer bakış açılarından uzaklaşıp swift'in doğrudan kendini yansıttığı ilk şarkı. baştan sona kendisi ve sevgilisiyle ilgili. delicate şarkısında bazı anıları baz alarak anlattığı şarkıda ikisi arasındaki ilişkinin ne kadar kırılgan ve hassas olduğunu anlatan swift, bu şarkıda da yine bazı anıları baz alarak bu sefer o ilişkinin görünmez iplerle birbirine bağlandığını söylüyor. tıpkı delicate gibi bu şarkı da yumuşak vokaller ve altyapıyla desteklenmiş, albümün en iyilerinden biri ki delicate da reputation'ın en iyilerindendi. dinlemek için

    mad woman: albümdeki ikili yorumlanabilecek şarkılardan bir başkası. bu şarkıya betty'nin bakış açısından baktığınızda onun adını "deli kadına" çıkaran kasaba halkı için söylüyor olabilir. diğer taraftan swift, eski şirketinin ceo'su ve sahibinin medyada onu "deliymiş" gibi gösterme girişimlerini anlatıyor da olabilir. dinleyici hangi yorumu seçerse seçsin, albümün iyi parçalarından. altyapısı bir ingiliz dönem filmine rahatlıkla soundtrack olabilir. dinlemek için

    epiphany: bakış açısı bir kez daha değişti. bu kez ikinci dünya savaşı'na, swift'in cepheye giden büyükbabasına ve savaş meydanında görev yapan bir hemşirenin gördüklerine gidiyoruz. şarkı bir askerin yaralanmasıyla başlıyor. çadıra götürülen asker muhtemelen ölecek, başında da bütün o hayatların solup gitmesini izlemek zorunda kalan bir hemşire var. şarkı, bu umutsuzluğu ve ölümü vurgulamak istercesine gospel bir altyapıya sahip, neredeyse kilise ilahisi gibi. swift bunu büyükbabası için yazmış olabilir ama sözler günümüze de uyuyor. salgını, acı çekerek yoğun bakımda ölen insanları ve çaresizlik içinde onları izleyen sağlık çalışanlarını gözümüzün önüne getirmek hiç zor değil. dinlemek için

    betty: aşk hikayesine kaldığımız yerden devam ediyoruz. bu kez aldatan adam james, betty'ye sesleniyor. ilişkisinin bir yaz kaçamağı olduğunu söyleyerek betty'den af diliyor. yaptıklarından pişman ve esas kıza geri dönmek istiyor. james'in bu şarkıda dediği "17 yaşındaydım ve hiçbir şey bilmiyordum" sözü, cardigan şarkısının çıkış noktası. orada betty, james'in tam da bu cümlesine cevap veriyor. konusundan farklı olarak şarkı albümde country'ye en yakın parça. neredeyse swift'in ilk albümünün havası var. özellikle şarkının sonlarına doğru gitar ve vokaller swift'in 14 yıl önceki hali. dinlemek için

    peace: albümde swift'in doğrudan kendisiyle ilgili yazdığı ikinci şarkı ve bir kez daha ilişkisine odaklanıyor. artık durulduğunu, sakinleştiğini belirttiği şarkıda sevdiği kişi için her şeyi yapabileceğini söylüyor. şarkıda bir zıtlık var. altyapısındaki gitar sakin bir hava verirken arka planda saatli bomba varmış gidi kesintisiz gelen tık tık sesleri birbiriyle çelişiyor. swift de bu zıtlığı sözlerle destekleyerek "sana asla huzur veremeyeceksem bile bunlar yeterli olur mu?" diye soruyor. sözleri iyi olsa da zaten downtempo olan bir albümü daha da yavaşlatan bir şarkı. dinlemek için

    hoax: albümü çok hoş piyano altyapılı bir şarkıyla kapatıyor swift. buna karşılık şarkının sözleri bir parça karanlık. şarkı hem swift'in sevdiği kişiye duyduğu hislerin yoğunluğunu konu alıyor olabilir hem de betty'nin hikayesinin son kısmını anlatıyor olabilir. rebekah harkness'ın son yılları new york'ta geçti, manhattan'daki evinde öldü ki taylor'ın da manhattan'da evi var. nasıl ki the 1, albüm için bir özet gibiydi, hoax da albüm boyunca yaşanan o hüznün bir özeti gibi. iki şarkı ön söz ve son söz gibi olmuş. dinlemek için

    swift'in bir önceki stüdyo albümü lover'daki en büyük eleştiriler albümün otuz yaşındaki bir şarkıcı için çocukça kaldığı, şarkı yazmak için illa sevgilisinin olması gerektiği ve 2016'da maruz kaldığı linç ve aşağılamadan hâlâ kurtulamadığı yönündeydi. bu albüm, bu eleştirilerin tamamını alaşağı ediyor. işte yetişkin birinin kaleminden çıkmış, kendi ilişkilerinden ziyade kurguladığı hayatların hikayesini anlatan bir albüm.

    bir şarkı yazarı olarak folklore, swift'in kariyerinde önemli bir yere sahip olacak ancak ister istemez bir soruyu gündeme getiriyor. bundan sonra ondan ne beklemeliyiz? bu şekilde devam edecek mi? popa mı dönecek? yoksa bir kez daha yeni bir şey mi deneyecek? şu noktada ne yapacağını kestirmek zor ama ne yapacaksa iyi yapacağını söylemek yanlış olmaz. geçmiş bize bunu gösteriyor.

    spotify'dan dinlemek için

    rebekah harkness hakkında (bkz: #110807095)
hesabın var mı? giriş yap