• the wire'in yaraticilari david simon ve ed burns'den irak savasi uzerine bir mini dizi. temmuz ortasi gibi hbo'da baslayacak. cok cok iyi olacaga benzer.
  • dizide normalde oldurulenden daha az masum oldurulse bile, yine de irak'i istila etme kararini vermeyen fakat orada bu isi bizzat uygulayan amerikan askerlerinin de normal insanlar olabilecegi vurgusu yapiliyor. evet kesinlikle pis bir propaganda ama yine de bir cesit oz elestri denilebilir. zaten the wire dizisinde de amerikadaki uyusturucu trafigi ve topluma yaptigi golden shot etkisi gayet durust bicimde gosteriliyordu. bunun haricinde bu dizide her orduda olan emir komuta zincirindeki zayif halkalar gozler onunde. iyi komutan kotu komutan, komuta zincirinin ustune dogru ilerledikce daha zalimlesen emirler, tamamen sivillerin oldugu bir yerlesim birimini gozunu kirpmadan yok eden kobralar havada ucusurken, bizim marineler her ne kadar icten protesto etseler bile, emir demiri keser usulu devam etmeleri. dizinin bir yerinde albay godfather buraya gelmemiz icin kimse kafamiza silah dayamadi, hepimiz gonullu olduk diyerek oyle bir hancer sapliyor ki izleyicinin gogsune, iyi ki amerikali degilim dedim bir kez daha. tabi olaylari izleyen gazetecinin ilk bolumlerde olaya hep muhalif sessizken, savas ortamina girince taraf oldugunu daha net hissediyor ve hissettiriyor. gercekten zevkle izlenilen bir dizi. nasil devam edecegini merak ettiriyor.
  • full metal jacket, jarhead gibi filmlerin 2 saatte yaptığını yedi sekiz saatte yapamıyor. yapmak istiyor mu dersen, evet öyle bir niyeti de yok gibi. askerlerin nasıl koşullandırıldıklarını ve amerika olarak gittikleri yere nasıl 'özgürlük' götürdüklerine inandırılmalarını göstermesi açısından değerli ama diğer taraftan da bulunduğumuz birlikte kimse ölmüyor, malum askerlerin morallerini bozmak istemiyoruz. madalyonun öteki yüzü yok yani. (bkz: redacted)

    dizinin objektif kalarak askerlerin insani yönüne bakıp bir drama yaratma çabası var ama böyle bir savaşta 'tarafsızlık' kisvesini herhangi bir political agenda göz önünde bulundurmadan değerlendirebilmek mümkün mü? o yüzden de keyifli muhabbetlerle eğlenmek yerine, askerlerin evlerinden binlerce kilometre uzaklardan gelip tanımadıkları insanları öldürmesinin nedenlerini daha ayrıntılı görmek isteriz. yine de hakkını vermek lazım; oyunculuk, mekanlar ve diyaloglar birinci sınıf.
  • sözlük formatına uygun olması açısından -ki pek de bi tarafımda değil aslında 6 yılda 100 civarında entry girmiş biri olarak, yine de söz sahibi olmayı sevdiğim için kıçı kollayarak- "full metal jacket, jarhead gibi filmlerin 2 saatte yaptığını yedi sekiz saatte yapamadığına" inanmadığım bir eserdir. elbette ki siz portakalda vitaminken çevrilmiş ve kanıksanmış full metal jacket"la ya da son dönemde savaş karşıtı olarak sunulmuş tektük filmlerden biri olan jarhead'le kıyaslamak kolaya kaçıyor. lakin izlediğiniz ya da izleyeceğiniz irak'ın "işgal"inden beri yapılmış en ayrıntılı ve en detaylı yapım bana kalırsa. ve sonuna kadar da özeleştiriyle dolu.bunun için satır aralarını okumanıza bile gerek yok. önyargılarından biraz sıyrılan ve askerlik denen deneyimi ucundan bile olsa biraz tadan her insan evladının söyleyebileceği şeyleri söylüyor aslında.
    savaş tü kaka bi şeydir, insanı insanlıktan çıkartır çok kolay bir söylem zaten. önemli olan bunun ötesine geçmek.. bana kalırsa generation kill bunu ziyadesiyle başarıyor.
    diziyle ilgilenmem aslında david simon'ın yazarlar arasında yer almasıyla başladı. the wire'da bu kadar büyüleyici, ve hayran kalınası bir iş çıkarttığı için bu kadar zor bir konuyla nasıl başa çıktığını görmek istedim. biraz tembellikten biraz da iş güç derken diziyi ancak bugün bitirebildim. şimdilik son sözüm, ki ilk iki bölümde aklıselim her insan evladı bu dizinin amacının propagandadan uzak olduğunu anlayacağıdır. üşenmezsem daha da derine inebilirim ama 2009'un ilk saatlerinde böyle bir çaba göstermek bile tabiatıma aykırı olduğundan şimdilik ara veriyorum...
  • dediklerimden öyle mi anlaşılıyor bilmiyorum ama bence de propaganda yapmıyor ya da daha doğrusu derdi o değil, bazı noktaları tartışmalı, onu diyorum. sevdim de sevdiğimi anlatmak için illaki aşmış, yarmış mı demem lazım?

    elbetteki amerikanların içinde de muhalif, duyarlı insanlar var. son dönem ırak savaşıyla ilgili yapımlar artmaya başladı malum, hollywood işi saçma aksiyon klişelerini geçiyorum da böyle generation kill gibi gerçekçi estetiği, aksiyondan ziyade bekleyişi şiar edinmiş anlatımları olan 'iyi' yapımlar da var; son zamanlarda gösterime girmiş the hurt locker var aklıma gelen yine benzer minvalde, bir de in the valley of elah var biraz daha hollywood işi.

    the hurt locker'ın da, generation kill'in de ilk önce yola çıktıkları nokta politik tarafsızlık ya da apolitiklik, hatta generation kill ekibinden biri şöyle diyor: "no agenda, no ax to grind or a desire to make political points about the war."* şimdi böyle bir şey mümkün mü ben onu soruyorum, yani ırak'a uzaklardan gelmiş insanların neden orada olduğundan azade olayı bir nevi meşru kılarak içinde bulundukları durumun eleştirisini yapıyorsun. her yapım redacted gibi saldırgan olmak zorunda değil elbet, kaldı ki generation kill ya da the hurt locker'ın sanatsal değeri yüksek yapımlar olduğunu da söylemek lazım. bir de işin içinde david simon gibi sevdiğimiz bir abimiz var. bunları ben de görüyorum, tamam da bu dizi 7 saat boyunca çeşitli şeylerden bahsederken daha önce bahsettiğim yapımların üzerine ırak savaşıyla ilgili spesifik ve sağlam detaylar dışında ne ekliyor, sevdiğimiz eserleri kültleştirip körü körüne savunmak yerine biraz onlardan bahsetsek daha iyi olur gibi geliyor bana. önyargılarınızdan sıyrılın da bakın denmiş; ben bazı önyargılarımdan belki portakalda vitaminken sıyrılmış olabilirim ama başkalarının yazarken hala nasıl bu kadar ironik olabildiklerini çözemedim gitti.

    * http://www.usatoday.com/…7-09-generation-kill_n.htm
  • ilk iki bölüm itibariyle değerlendirmek gerekirse, gerçekten masraftan kaçınılmadığı belli, gerek kurugusu gerekse de karakterleriyle sangi gerçek hayattan fırlamış gelmiş bir anlatı gibi duruyor. elbette ki amerikan propagandası bu tür filmlerin çoğunda az ya da çok mevcut, o yüzden izlerken insan o bölümleri direk siliyor zaten kafasında, yine de öyle saf bir propagandaya henüz rastlamadım. bana garip gelen bir yan takip ettiğimiz askerlerin çatışmalardan genellikle kayıpsız çıkmaları oldu; tamam senaryo ani dönüşler olmasın ama bu kadar olunca da sanki terminatör oluyor bu askerler.
  • ikinci bölümünün (cradle of civilization) soundtrackinde dj kambo'dan beyoğlu yer almaktadır.
  • iki günde bitirdiğim ve sonunda nato fonetik alfabesi, amerikan ordusu telsiz kodları ve amerikan argosu konusunda diplomamı yetkili mercilerden beklediğim dizidir. en zayıf noktası çatışmalardır. dizide topu topu iki tane esaslı çatışma oluyor ve bunları gösterirken yarattıkları ateş yoğunluğu ve pusuların saldırı açıları göz önüne alınırsa "dikkat! sopiler alert!!!" o tarz saldırılardan kayıp vermeden çıkmaları imkansız.

    iyi tarafları ise oldukça fazla. bir defa olanların bu kadar içerden anlatılması pek rastlanılmış bir durum değil. kesinlikle marine ve dolayısıyla amerikan hayranlığı aşılamıyor insana. aksine tiksindirecek kısımları çok daha fazla. savaş suçu ya da ordu içi skandallar patlak verdiğinde hep gündeme gelen amerikan askerlerinin işsiz, suçlu ve psikopatlar arasından seçildiği konusu birebir gerçek hayattan örneklerle anlatılıyor.

    ırak-amerika savaşı üzerine yapılan tartışmalar yeterince bol, o nedenle mesaj kaygısı, dünya düzeni vs. konularına girmeden; bu diziyi izlemeyi düşünenlere bir çeşit faq olsun entrynin kalan kısmı:

    dikkat edilmesi gereken karakterler:

    liutenant (teğmen) nathaniel fick: soyadı itibariyle alman olmaması isabet olmuş bu teğmen, aşmış bir adamdır. band of brothers’i bilenler için bir richard winters potansiyeli var kendisinde. gerçek hayatta harvard’dan mba falan almış, güvenlikle alakalı bir şirkette ceo’luk yapmış ya da yapmaktadır. tugay’ın en kaliteli adamı kesinlikle.

    sergeant major (başçavuş) john sixta: başçavuşun kralı, muhteşem içtima alan adam. mriiieeeeeeeaaaannns! deyişine kurban. köşede sıkıştırdığına fırçayı basar ama kimse pek siklemez kendisini.

    corporal (onbaşı) ray person: bütün dizi boyunca humvee kullansa da aynı zamanda rto, (radio telephone operator)’dür. geyik potansiyeli, olayı anlatan gazeteci nam-ı diğer "rolling stone"’un da araçta olması nedeniyle tavana vurmuştur. iğrenç yemek yer, pistir ve hafif sapıktır.

    sergeant (çavuş) brad-iceman-colbert: iyidir, hoştur, “cool”dur ama arada ray’in gazına gelip şebeklik yapmadan da duramaz. esas oglandır, “stay frosty gents!” trademark cümlesidir.

    lieutenant colonel (yarbay) stephen -gotfather- ferrando: babacan tribindedir ama biraz altı boştur kendisinin. öğretilmiş gazların adamı. karizması varsa %50'si sesinden % 50'si rütbesinden gelir.

    lance cpl. (erbaş) harold james trombley: rahatsız psikopatın tekidir. marine olmasa başka bi bok olmayacak bir adamdır. o kadar başarılı bir karakter ki, nefret ediyor insan.

    sergeant (çavuş) rudy reyes: dizide kendisini oynamaktadır bu abimiz.

    en çok duyulan “keyword”ler:

    haji: ıraklılara bu şekilde hitap ediliyor bütün dizi boyunca.
    interrogative: telsiz konuşmalarında soru sorulacağını belirtmek için kullanılır.
    dawg: sürekli “dog” dediklerini sandığım için ekliyorum. eşittir “dude”.
    ripped fuel: yağ yakıcı ve enerji veren bir içecek. vücut geliştirme işiyle uğraşanlar bilir.
    cleared hot: atış serbest gibi bir anlamı vardır.
    roe (rules of engagement)
    klik (kilometre, amerikan ordusu neden kilometre kullanıyor bilen mesaj atsın)
    zulu time : (bkz: zulu time)
    air: çoğu yerde hava desteği için kullanılıyor.

    whiskey tango (bkz: white trash) (bkz: nato fonetik alfabesi)

    hitman: dizideki tugayın (battalion) alt bölüklerinden biri. nathaniel fick ve colbert’in birimidir. "hitman two two, hitman two one vs." hep alt birimin kodlarıdır.
    assassin: hitman gibi diğer bölüğün adı, hitman kadar çok geçmez.
    actual: o bölüğün ya da birimin emir yetkili subayı. “hitman actual” dediklerinde o birime kumanda eden subayın telsizde olduğu anlamına gelir.

    oscar charlie (oc= operations center) (bkz: nato fonetik alfabesi)
    oscar mike (om = on the move) (bkz: nato fonetik alfabesi)
    mike (minutes) (bkz: nato fonetik alfabesi)
    mike mike (mm milimeter) (bkz: nato fonetik alfabesi)
    misfit (kobra helikopter)
    clear hot (clear to open fire)
    victor (v = vehicle) (bkz: nato fonetik alfabesi)

    echo 4 (e-4 = corporal) amerikan ordusunda rütbelerin e-1, e-2 diye kodları vardır. echo diğer hepsi gibi fonetik alfabeden gelir. "echo 3 lima is down!" dendiğinde soyadı "l" ile başlayan "private first class" bir asker yaralanmış demek oluyor bu durumda.
    http://en.wikipedia.org/…rmy_enlisted_rank_insignia

    pfc (private first class)
    awacs (airborne warning and control system)
    aks ("muhtemelen" ak-47=kalaşnikof)
    sit-rep (situation report)
    bda (battle damage assessment)
    msr (main supply route)
    sop (standard operating procedure)
    rtb (return to base)
    rct (regimental combat team)
    cas evac (casualty evacuation)
    px (post exchange)
    lsa (logistic support analysis)
    he (heavy equipment)
    lav (light armored vehicle)
    mre (meal ready to eat)
    fac (forward air controller)
    asr (air support request)
    rto (radio telephone operator)
  • ikinci körfez savaşı ile ilgili izlemeye değer bir dizidir.

    şöyledir ki, bir savaş filmi çekildiği zaman genelde film bir tarafa oturtulmaya çalışılır. bu film elbette ıraklılar cephesinden savaşa bakmamıştır. ırak tam manasıyla özgürleşene kadar ki, bu kendi sineması ve kendi yönetmenleriyle çekilecek filmlere kadar da imkansızdır.

    ancak film hurt locker faciası gibi bir film kesinlikle değildir. askerler kendi içlerinde geçen bazı konuşmalarında savaşı ve bazı angajman kurallarını sorguluyorlar. çünkü her girdikleri çatışmalarda farklı farklı angajman emirleri veriliyor. kimisinde "size ateş edilirse ateşle karşılık verin", "silahlı kimi görürseniz ateş edin" veya "uyarı ateşi açın olmazsa ateş serbest" gibi ve bu arada pisi pisine siviller ölüyor. dizideki karakterler bu ölümleri sorguluyorlar ama aralarında gerçekten olmadığımız için burada ne kadar samimi olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. genel hava bu tür "kaza" ile sivillerin ölmesini james trombley gibi redneck, amerikanın orta ve güney eyaletlerinden gelen call of duty gibi bilgisayar oyunlarıyla büyümüş bir nesile suçu atıyor. bu öldürmeyi seven bir nesil. işte generation kill.

    bundan başka tam donanımlı olacağını farz ettiğimiz amerikan ordusunun, savaşa haritasız, pil bataryasız (gps, nvg vb. için) ve keşif birliği olmasına rağmen teneke humvee lerle girmesi başka şaşırtıcı durum.

    en son çatışmada ölen direnişçilerden birinin elinde ingilizce "love" yazılı bir dövme görüyorlar. ölen direnişçiyi üst aramasında suriye pasaportu buluyorlar. bir de üniversite öğrenci kimliği. istila başladıktan sonra ırak 'a giriş yaptığı anlaşılan direnişçinin ziyaret sebebi pasaportunda "jihad" olarak yazması askerler için başka bir şok oluyor. bir arabın eline rolex i yakıştıramayan askerler o saati ezip kırıyorlar.

    dizi 60 'ar dakikalık 7 bölüm. bir izleyin derim.
  • kurgusundaki yahudisi gunnery sgt. "iceman" brad colbert, gercek hayattaki yahudisi navy petty officer 2nd class robert timothy “doc” bryan'dir.
hesabın var mı? giriş yap