• bu satırları yazıp yazmamayı çok düşündüm ancak her gün sözlükte gittikçe artan intihar içerikli yazıları görünce yazmam gerektiğine karar verdim. öncelikle intihar benim için her zaman son derece saygı duyulması gereken bir karar olmuştur. intihar etmeye karar vermiş insanlara, kalkıp "ya bak x'in ne sorunları var, sana da rahat batıyor ya da şu hayat ne güzel sen yaşamayı bilmiyorsun" filan diyenlerin ağzının ortasına bir tane de ben vurmak istemişimdir hep. kendini öldürmeye karar vermiş bir insana hayatı sevdirmek için yapılanlar, penisiline alerjisi olan birini penisilinle tedavi etmeye çalışmak gibi gelmiştir bana. kalkıp burada celan'ı, zweig'i, pavese ve kaan ince'yi ve daha nicelerini övgü dolu sözlerle de anma niyetinde değilim, oysa geçmişim bunlarla bezeli. üniversitede bitirme projemi bile intihar eden şairlerden yola çıkarak hazırlamıştım.

    ancak şimdi intihara farklı gözle bakmamı sağlayan bir olaydan söz etmek istiyorum. hani yukarıdaki yazılarda "arkada kalanlar umrumuzda değil ya da biz onların zaten umrunda değiliz" filan minvalinde yazılar yazılmış ya, öyle değil işte. geride kalanları cayır cayır yakan bir ateş bu, hem de her gün. çocukluğundan beri az ama kesinlikle deliksiz ve sağlam uyku uyuyan biriyimdir, en azından öyleydim, birazdan bahsedeceğim rüyaları görmeye başlayana dek. görünürde hiçbir sorun yokken, uykuya daldıktan bir saat sonra uyanmaya bir daha da uyuyamamaya başladım. uykusuzluğa direncim çok yüksek olduğu için ilk günler hırpalamadı ama sonrası kendimi epey kötü ve yorgun hissetmeye başladım. rüyalarımda kabus desem değil, sürekli bir bahçe görüyordum... ıssız... içinde kimse yok, kocaman bir ağaç var bir de. üç, dört gün sonra bundan bir yıl önce ölüm haberini aldığım bir arkadaşımı gördüm rüyamda. barış, ortamda gayet neşeli olarak tanıdığımız, açıkçası çok da samimiyetimin olmadığı ama ne zaman karşılaşsak deli gibi güldüğümüz biriydi. çok zengin bir ailenin çocuğuydu, alkollüyken balkondan düştüğü söylendi. herkes çok üzüldü, hayat doluydu vah vah ne çabuk gitti dendi, dost meclislerinde sanki ölmesi suçmuş gibi adı anılmaktan imtina edilir oldu. rüyamda ise çok mutsuz görünüyordu. bana dedi ki "nolur anneme söyle, artık beni bağışlasın". uyandım, göğsümde tarifsiz bir sıkıntı. bilinçaltım bana ne oyunlar oynuyor, diyorum. ertesi gün görmedim ama bir sonraki gece gene rüyamda gördüm, bir şeyler söyledi bu kez, yüzü gene çok hüzünlü. ve tekrar "annem beni affetsin" dedi, gitti.

    bunun ne anlama geldiğini de çok acı bir tesadüfle öğrendim. bir hafta sonra çok sevdiğim bir dostumun evinde verdiği bir davete katılmıştım; kapıyı bir açtı; hani çok ağlarsın, o acının izlerini kapatmak için göz makyajından medet umarsın da o matemin altını daha da kalınlaştırmaktan başka bir işe yaramaz bu çaban. karşımdaki manzara bu. bin bir detay düşünerek döşediği evinde, her şey kusursuz hazırlanmış filan ama o enkaz gibi, parti havasını bozmamak için de davetlilere hep gülümsüyor. o gülümsemeye çalıştıkça, yüzümdeki kaygı dozu gittikçe arttı ve en sonunda yanıma geldi bahçeye çıktık. - onun ölüm yıldönümüydü dün, 15 yıl oldu - dedi. bahsettiği 25 yaşında intihar eden, kardeşinden çok sevdiği kuzeni. kuzeni intihar ettiği gece, akşama kadar onunlaymış, çok güzel bir gün geçirmişler tatil planları yapmışlar filan.. nasıl da anlamadım intihar edeceğini, insan hiç mi belirti vermez diye yıllarca kendine işkence etti, uzun süre tedavi gördü. kendini daha az suçlamak dışında da o tedaviler hiçbir işe yaramadı. velhasıl yaşadıklarını yeniden anlatmaya başlayınca, öyle bir cümle söyledi ki olduğum yerde mıhlandım. onu son gören benim, rüyasında son gören de teyzem oldu, dedi. ne söylemiş dedim; teyzeme ağlayarak "annem beni bağışlasın" demiş dedi. çünkü öldüğünden beri annesi kızını asla bağışlamayacağını söylemiş aylarca. bu rüya anlatılınca da ilk kez kızının mezarının başına gitmiş ve ağlayarak onu bağışladığını söylemiş, hakkını helal etmiş. birden barış'ın bana yakarışı aklıma geldi. onunla yakın arkadaş olan ortak bir tanıdığımızı aradım, barış ıntihar mı etti yoksa gerçekten balkondan mı düştü dedim. ses yok. birkaç dakika sonra çok boğuk bir sesle bu da nereden çıktı dedi, rüyamı anlattım. durdu. işin aslı arkadaşımız intihar etmişti, arkasında bir mektup bırakmış, herkese teşekkür etmiş, kimsenin suçu değil bu, yalnızca gitmem gerekiyordu demiş ve gitmişti. ailesi durumu saklamıştı. hani gerçeği bilmek istediğinizde ne kadarını kaldırabileceğinizi de düşünün derler ya, tam o durumdaydım. psikolojimin nasıl olduğunu söylememe gerek yok herhalde. birkaç gün sonra ortak arkadaşımızı da yanıma alarak ilk olarak çok güzel bir bahçenin bizi karşıladığı, görkemli bir köşkten içeri girerken buldum kendimi. barış'ın annesi bizi oldukça şık bir şekilde salonda karşıladı ama hayatımda daha soğuk bir karşılama yaşadım mı hatırlamıyorum. konuşmanın sonunda çok sinirli bir şekilde "ben bunu hak etmedim, o da affedilmeyi hak etmiyor" dedi ayağa kalktı ve gitti. yol boyunca arkadaşımla hiç konuşmadık, hatta o günden sonra da bir daha hiç görüşmedik. ama bu olay yaşandıktan 3 gün sonra barış'ın annesi ondan numaramı bularak beni aradı. o sert, sinirli sesten eser yoktu bu kez çok hüzünlü bir sesle, "rüyanızda size başka bir şey dedi mi" diye sordu. dedi diyebildim ama cümleyi tamamlayamadan ağlamaya başladım. özür dilerim ben size mesaj atsam, konuşamayacağım dedim. onu demeye çalıştım da karşı taraf anlayabildi mi emin değildim. bana gelseniz dedi, çok isterim. ne zaman? - mümkünse hemen. bu sefer beni bahçede karşıladı, karşımda sıfır makyaj, oldukça sıradan giysilerle bambaşka bir kadın duruyor. ve ağlıyor, belli ki günlerdir de uyumamış. başını yukarı kaldırdı, önce ilaç içip, şu aradaki camdan atlamış, ne ölümünü ne de niye oradan atladığını asla anlayamayacağım sanırım, geceler boyu düşündüm durdum dedi. görseniz o kadar daracık bir yer ki. yavaşça şunu söyledim: - çocukken en mutlu olduğum yerde ölmek istedim - hayretle yüzüme baktı - bana sormuştunuz ya telefonda başka ne söyledi diye, sadece bunu dedi dedim. sanıyorum o pencereyle ilgili bir anısı var. hayır dedi annesi, o pencereyle ilgili değil. oradan atladığında erik ağacının altına düşmüş, çocukken hep o ağacın altında oynardı. sonra ağacın yanına gitti, ağladı ağladı ben bir süre sonra nazikçe omzuna dokunup müsaade istedim ama duymadı bile.

    sözlük hayatımın heralde en uzun entrysi bu olmuştur. bu olay benim aslında en büyük mutluluk kaynağımı elimden aldı. liseden beri cioran okuyan biri olarak benim yegane avuntum bu dünyadan istediğim an çekip gidebilecek olduğumu bilmekti. ama anladım ki bu sefer seni sevenlerin ahı da seninle birlikte geliyor, onların yüreklerindeki yangın yeryüzünü kavuruyorken sana yine huzur yok. barış'ın annesinin söylediğine göre kardeşi hala terapi görüyormuş, kız arkadaşı da aylarca hastanede yatmış. hepimizin yüreğini gömdüğü bir erik ağacı var, dallarıyla kalbimizi sakınsın, korusun; yapraklarıyla yaralarımızı iyileştirsin istiyoruz. ama olmuyor, "ve kalbin kırılması ya da kurşuna dönmesi gereken, bu dünyadan göçüyorum.” diye notlar bırakıp gidiyoruz, ama acı olan bir şey var; hikaye burada bitmiyor. varoluş mümkün ama ya yok oluş?
  • geçmişte (üniversite hazırlık) bunun eşiğinden bir defa geçtim. zilzurna aşık olduğum adamın evlendiği gün 10'dan fazla bira içip eve geldiğimde mutfaktan aldığım bıçakla elektrik kablosunu kesmeye çalışırken ev arkadaşımın duruma uyanması ve sabaha kadar başımda nöbet tutmasıyla son buldu.

    o gün ev arkadaşım olmasaydı şu an ben yoktum. beni birilerinin farketmesini istemiştim, farketti, dinledi, yatıştım ve geçti.

    intihar etmek, ölümcül bir ataktır. aslında farkedilmek istemektir. bunu sadece kendi intihar girişimime dayanarak söylemiyorum. bizzat intihar eden eski sevgilimin ruh haline dayanarak söylüyorum.

    benimki resmen çocukluktu benim için.

    ama çoğu bu çocukluktan sağ çıkamıyor. dinleyin abi. sessiz çığlıkları duyun. sonuçta herkes, her an güçlü olmak zorunda değil.
  • babam aradı bu sabah, kızım ısıtmayan şofbenine bakmaya gelecek tamirci, ayarladım ben dedi. 4-5 gibi gelir ama çıkma dışarı dedi. tamam baba çıkmam zaten, evdeyim kendi başıma dedim. kapattık. adamın kış günü ılık suyla banyo yapıcam diye ödü kopuyor. kızıyım ben onun, canıyım dimi? fark edemiyorum bazen bunu.

    annem arıyor geceleri, farkında işte, bende bi haller var, işe gidip gelip, eve kapatıyorum kendimi. evde kendi kendime bira içiyorum, şişeleri görüyor. içsin tamam da ne iş diyor içinden belli ki. akşamları bir film açıp izliyorum, filmin ortasında pat diye arıyor. iyi misin kızım öyle sesini duyayım dedim. iyiyim anne (içses: ne bekliyosun ki anne, ne umuyosun? yaşıyorum diye kontrol mü ediyosun?) ağlıyor olduğumu falan hissediyor muhtemelen, sesimi duymak istiyor. o ağlak sesi mümkün değil sana duyurmam anne, biliyosun. 5 dk'lık telefon konuşmasında yaptığım role inanmayı tercih ediyorsun. aslında herkes içini rahatlatmak derdinde. meyve ye diyor. alacağım vitaminde hala aklı.. kızıyım ben onun, canıyım dimi? bunu da farkedemiyorum bazen.

    kardeşim arıyor, ben istanbul'a gidiyorum genç. haber veremedim de bi dahakine birlikte gidelim diyor. falancanın konseri varmış bilmem ne.. bi de eskişehire gel artık, güzel buralar diyor. sözleşiyoruz. planlar yapıyoruz. gerçekleşebilme ihtimali çok yüksek planlar, ama belki de olmayacak planlar. kim bilir. ablasıyım dimi ben onun? sever beni. özenir. gıcık olur bazen ama sever de. dövme yaptıracak önümüzdeki günlerde, önce ben tamam ya süper dövme arkandayım diyeyim diye bekliyor. ben olmasam mesela ne olur? boşluğa düşer mi acaba? bu kadar özgüveni yüksek ve özgürlüğüne düşkün bi çocuk, sevgisini çokça dile getirmeyen bi genç, ablam yok diye kaybeder mi kendine güvenini, sarsılır mı, ağlar mı? hepsinden önce deliler gibi kızar mı bana? bunu ona yapmaya hakkım var mı? her şeyden önce insanlara açıklamak zorunda olduğu şeyler bile yeter ömrünün içine sıçmaya..

    vücuda vitamin girmeyecek diye endişelenen bi anne, kızımın bedenine soğuk su değmesin aman allah korusun diyen bi baba... örnek aldığı ablası olan bi kardeş.. yarı yolda bırakılmayı hiç hak etmiyorlar, hem de hiç.

    intihar cesurların işi, korkakların işi tartışması var ya hani. bi kenara bırakırsak her şeyi, intihar hakikaten bencillik işi. öyle bencil olmak ki hem de. tamamen kendi isteklerin, kendi hayatın doğrultusunda verdiğin bi karar bile isteye ölmek.. özgürlerin işi.
    hayattan duyduğun ızdırap, kafanın içindekileri aciz bedeninin kaldıramadğı gün öyle bi noktaya erişir ki, ne ana, ne baba, ne kardeş, ne sevgili, ne arkadaş gözüne bile gözükmez.
    çok büyük, hayvani somut sorunlarının olmasına gerek yoktur ki. sadece bi 50 yıl daha yaşamaya değer bulmuyorum hayatı dersin, etrafımdakileri ve kendimi mutsuz ede ede olmadığım bi kimlikte 50 sene daha yaşama düşüncesi, bu 50 sene içinde daha milyonlarca sorun, milyonlarca acı, milyonlarca kendini ifade edemeyiş yaşama düşüncesi beni yaşamdan koparıyor dersin ve ölmek istersin. psikoloji bambaşka bi şey. çok büyük nedenlere ihtiyaç duymuyor. bi sabah uyanıyorsun, geceden ağlamışsın, yastıkta rimel izleri, başın zonkluyor resmen, lanet olası migren.. aynada gördüğün kendini sevmediğini farkediyorsun, bunun ne zamandır böyle olduğunu ve ne kadar daha böyle devam edeceğini irdeliyorsun, düzelme ihtimali olup olmadığını düşünüyorsun, düzeltmeye değer mi diyorsun ya da bunun için gücüm var mı diyorsun... değersiz hissediyorsun kendini çok, her şeyin bir oyun olduğunu farkederken kendinin ise her şeyi gerçekten dibine kadar yaşayacam diye tükendiğini görüyorsun.. değer miydi diye soruyosun ve cevapların totalini değerlendirip bu hayatta daha fazla yer almak istemediğine karar veriyorsun.. hayatın getireceği her şeyden ama her şeyden korkuyorsun. (bkz: korkmak/@lost aci soyler)

    güçsüzlük mü, korkusuzluk mu, bencillik mi, çaresizlik mi, özgürlük mü?
    siz karar verin.

    not: henüz öldüğüm falan yok, belirteyim de.. nolur nolmaz.
  • nietzsche ye göre eyleme dönüşmediği sürece faydalı bir düşüncedir.

    muhterem iddia ediyor ki " intihar etmeye karar veren kişi en azından o gece kabuslarından sıkıntılarından kurtularak uykuya dalar "

    bu; aklın kendini koruma refleksidir.
  • zordur.

    bundan 4 yıl önce üniversite 1'de yurtta kalırken hakan abi vardı. temizlikçiydi. odaları teker teker temizler ve işi bittikten sonra yanıma gelir, sigaramı paylaşırdım. beraber sohbet ederdik. hayat ile ilgili tecrübelerini anlatırdı. neler yaşamış, neler görmüş derdim. her seferinde hayretle ve can kulağıyla dinlerdim.

    "ne kadar da güçlü bir adam." diye içimden geçirdiğim bile olmuştu.

    hakan abi eşinden ayrılmıştı. 43 yaşındaydı ve 2 çocuğuyla birlikte kasabada mütevazi bir evde hayatını sürdürürdü. hatta bir gün bizi mangal yapmaya bile çağırmıştı.

    sabah 8' de derse giderken idari işlerin önünde görürdüm ve selamını esirgemezdi. biz gençlere ve kendisi gibi daima genç kalan insanlara.. hayat dolu ve samimi bir abimizdi.

    gel zaman git zaman sene bitti. 2.sınıfta değişim programı yapacağım için yurttan çıkışımı aldım ve son kez onunla vedalaştım. sözleşmiştik, geldiğimde evinde mangal yapacaktık.

    değişim programı bitti. bir sürü olay yaşadım. intiharı cidden düşündüğüm zamanlar oldu. öyle ya da böyle buraya bu entry'i girebildiğime göre galiba yaşıyorum.` :swh` her neyse, geçen aylardan birinde üniversitenin bulunduğu ilçeyi twitterdan arama yaptım.

    "acaba neler yazmışlar ya da bir tanıdık çıkar mı acep?" diye düşünürken:

    gözüme bir intihar haberi ilişti. intihar haberleri özel ilgi alanıma girdiği için hemen tıkladım.

    "yok lan" dedim önce.

    -olamaz"

    -hasiktir..."

    hakan abi intihar etmiş. hem de 2012 haziran ayında. ben yurttan ayrıldıktan sonra işten atılmış. ardından kahvehanede çalışmaya başlamış. karısına nafaka ödemek zorunda kalmış. ödemeyediği için 90 gün hapis cezasına çarptırılmış. karısı evi satılığa çıkarmış. hapisten çıktıktan sonra 2-3 gün kahvehanede çalıştıktan sonra kurtulamadığı bunalım yüzünden intihar etmiş.

    tavana asılı bir ip ve onun önünde acziyetini tüm dünyaya gösteren bir beden...

    gözümden iki damla yaş süzüldü. ve çenemin ortasında buluştu. ellerimle nazikçe sildim. üzüntüm yine geçmedi. iş arkadaşlarına sordum. umarsızca "intihar etti, evet." dediler.

    hayat dolu, güçlü, tecrübeli ve olgun bir insandı. eğer fırsat ve teşviklerden yararlanabilseydi daha da iyi bir konumda olabilirdi. ödeyemediği nafaka onun üzerine yük oldu. ne açıdan?

    bir insanın gururu parçalandığı zaman onu hiçbir beden kaldıramaz. bir insan kötü düştüğü bir durumda, yere düştüğü bir durumda yanında kimseyi göremez ise bu dünyayı görmek istemez. bir insan yalnızken onun yalnızlığı diğer insanlara acı vermez, fakat diğer insanların bu durumu umursamaması o insana acı verir.

    hakan abi...
  • kelimelerinizi düzgün seçin. uçurumun kenarındaki bir adam için ,sizin bir kelimeniz bile buna sebebiyet verebilir. hayat size güzel olabilir.
  • defolu bir ruhu, üreticiye geri iade etmektir.
  • bugun insanlarin neden yeltendigini daha iyi anladigim eylem.

    ilk sebep: yalnizlik
    bakin bu yalnizlik hicbir arkadasinizin ya da ailenizden birinin yaninizda fiziken olmamasi degil. bu, icindekilerinizi dokecek kimse bulamayisinizdir. bir seyler paylasabildiginiz, sevincine-mutluluguna ortak oldugunuz kimse bulamamanizdir.
    sonuclari:
    - her durumu kendi icinizde degerlendirirsiniz.
    - mantiginiz kaybolur; karar verirken duygulariniz, takintilariniz, korkulariniz, endiseleriniz agir basmaya baslar.
    - yanlis kararlar verirsiniz. surekli bir kayip icindesinizdir.
    - hersey kotuye gitmeye baslar. bir isin ucundan tutmaya kalmadan otekisi patlar. cok gecmeden digerisi. uzun zamandir hicbir sey yapamadan oraya buraya kosturdugunuzu anlarsiniz.

    ikinci sebep: caresizlik
    elinizden geleni yapiyorsunuzdur ya da her seyinizi ortaya koyup cabaliyorsunuzdur. ama elinize hicbir sey gecmiyordur. kontrol sizden cikmistir.
    sonuclar:
    - sirtinizda artan yuke mudahale edemezsiniz.
    - hergun biraz daha kirilgan hale gelirsiniz ve bu giderek hizlanir.
    - koseye sikismis bir kedi gibi, herkesin herseyin uzerinize geldigini dusunursunuz, ancak cikip nefes alacaginiz bir yer bile yoktur.

    ucuncu sebep: stres
    hayatinizin duzende olmamasi, ibrenin hep ekside durmasi, sizde birseyleri duzeltmenin stresini olusturur. bu asamadan sonrasi cok cok zordur.
    sonuclari:
    - siz birseyler yapamadiginizdan, uzerinizdeki beklentileri karsilayamaz, sorumluluklarinizin ustesinden gelemez hale gelirsiniz.
    - bir sure sonra surekli sorular, hesaplar sorulmaya baslanir. isin kotusu, verecek cevaplariniz hizla azalir.
    - artan stresi bosaltacak bir yer de bulamazsiniz, boylece ruh hali bozuk birisi haline gelirsiniz.

    dorduncu sebep: iliskiler
    hayatta birseyler ters gidiyorsa mutlaka onunla birlikte iliskiler de bozulacaktir.
    sonuclar:
    - duygusal cokuntu baslar.
    - zaten yalnizdiniz, iyice izole olmaya baslarsiniz.
    - sevmedikleriniz bir yana, sevdiginiz insanlari, ailenizi, sevgilinizi ya da esinizi kaybetmeye baslarsiniz. tek basina bu bile insani cokertebilecekken, siz butun bu olanlarin ustune bir de buna katlanmak zorunda kalirsiniz.

    son sebep: depresyon
    depresyondaki bir insan artik gelen etkilere dogal tepkiler veremez. dusunce zinciri tamamen bozulmustur.
    sonuclari:
    - ruh gibi yasamaya baslamissinizdir.
    - olumsuzluklari artik sorgulamaz olmussunuzdur.
    - bir gun gelip bu halinizi farketmeniz an meselesidir.
    - farkettiginiz anda da hayatinizi sorgulamaya baslarsiniz. herseyin bos oldugunu, siz olmasaniz herseyin daha guzel olacagini, bu noktadan sonra yasamanin anlamsiz oldugunu dusunmeye baslarsiniz.

    ve intihar edersiniz...

    edit: sacma sapan mesajlar atmayin, ilgi cekmeye calismiyorum. cevrenizde boyle insanlar farkederseniz -ki farkedilmeleri cok zor- aman elinizi uzatin diye diyorum. emin olun, cok sey degistirebilirsiniz.
    edit2: hala mesaj geldigi oluyor. olm sacmalamayin lan, ben degilim bu yukardaki, ama cok yakin bir arkadasima dair gozlemlerimdir.
  • zamansız gelir.

    içeri girdiğimde herşey her zamanki gibiydi. her zamanki giriş, her zamanki portmanto. kapıyı kapatırken anahtarlığı her zamanki yerine atıp mutfağa geçtim. sıvıya ihtiyacım vardı. buzdolabında bulduğum sodalardan birini alıp, salona doğru yürüdüm. o görünürde yoktu. yatak odasında olmalıydı.
    seslenip evde olduğumu söyleme gereği duymadım, hala kızgındım. bu seferki kavganın nedeni de suçlusu da kesinlikle kendisiydi. bunu anlayıp yanıma gelmesini bekleyecektim. bununla birlikte, kapı sesinden zaten evde olduğumu farketmiş olmalıydı. şu an onunla konuşmam için, onu her şeyden fazla sevmemin dışında, hiçbir nedenim yoktu.

    salonda en sevdiğim koltuğuma oturup, sodamdan bir yudum aldım. lambalar her zamanki tonunda açıktı. lambaları hep açık bırakırdı. ona aşık olmam için bir neden. tıpkı diğer en ufak alışkanlıklarının her biri gibi.

    duvardaki fotoğraflara kaydı gözüm. onlarcası arasından birine odaklandım. gülümsemesiyle her yanı aydınlattığı resimlerden birine. yanak yanağa vermiş, halmzden çok memnun, sırıtıyorduk.
    tamam, onunkine sırıtma denemezdi. o büyük bir ustalıkla, etkileyici yüz hatlarını sergiliyordu. ama ben, tabi ki, sırıtıyordum. fotoğrafın hangi arkadaşımın evinde çekildiğini ya da kimin çektiğini hatırlayamadım. o sırada yalnızca onu ve bizi düşünüyor olmalıydım.

    sodamın bittiğini farkettim. soda şişeleri asla gerektiği ebatta olmazlar. her zaman bir yudum eksik kalırlar.

    aşkla bir ortak nokta.

    dün akşam evden çıkmadan ona niye bağırıp durduğumu hatırlamaya çalıştım. suçlu olduğuna emin olduğum tartışmanın sebebini. son saatlerin bana günler gibi gelmesinin sebebini. yüzüme çarpan gerçekle, hatırlayamıyordum. ama neden çıktığını hatırlamadığım kavganın nasıl çığırından çıktığını ve onun cevap vermesini dahi beklemeden nasıl kapıyı vurup çıktığımı hatırlıyordum. hatalı olanın ben olmadığımdan emindim. o yüzden bekleyecektim. en kötü ihtimalle bir kaç saat içerisinde gelecekti. bundan emindim.

    ama ne yazık ki bazen, herşey istediğiniz gibi olmuyor.

    göz ucuyla saate baktım. 17.51 diye yanıp sönüp duruyordu. iki sayının arasındaki dijital nokta beni hipnotize etmeye başladı. en son, onun bana "bitanem" deyişinin kafamda yankılandığını hatırlıyorum...

    uyandım. hava iyice kararmış, açık olan lambalar odayı tamamen aydınlatmaya yetmez hale gelmişti. ışığın parlaklığını arttırırken saate baktım yine. 23.17. gelmemişti. belki de gelip uyandırmak istememişti.

    saçma.

    uyandığımı, evde olduğumu anlasın istiyordum. içimde bir yerler onun yanımda olması için yalvarıyordu. artık gelmesi için. gürültülü bir şekilde tuvalate gitmeye karar verdim. öksürüyordum, ayaklarımı yere vuruyordum. tuvalete girince kapıyı, onun kulağına gidecek olduğuna tatmin olduğum bir ses çıkartacak şekilde kapadım. yüzümü birkaç kez ıslattıktan sonra biraz bekledim.

    gelmiyordu. gelmeyecekti.

    yüzümü kurularken, yanına gitmeye karar verdim. kimin haklı olduğunu artık umursamıyordum. bundan ödün vermeye hazırdım. her zerremle onu görmek, ona dokunmak ve onunla uyumak istiyordum.
    bütün bunlar için, yoğun bir heyecan duydum. hayatımdaki en önemli şey yan odada yatarken ben saatlerce aptal fikirlerimle ondan uzak durmuştum.

    aptal.

    hızlı adımlarla tuvaletten çıkıp yatak odasına gittim.

    içeri girdiğimde hiçbir şey her zamanki gibi değildi. gördüklerim, adem elmamın çevresinde dayanılmaz bir ağrıya, göğsümün üzerinde derin bir cızırtıya ve kulağımda yoğun bir uğultuya dönüştü.
    yatağımız dışında hiçbir şey olması gerektiği yerde değildi. iki komodin devrilmiş, aynalar kırılmıştı.
    perdeler yerdeydi. bütün bunların eşliğinde de tavanda, normalde duyun olması gereken yere çakılmış
    koca metal bir kancaya düğümlenmiş kalın ip boynuna dolanmış halde, ayakları yerden yarım metre yukarıda, havada duran 'o' vardı.

    işte tam o an dünyada bir şeyler oldu. çok önemli bir şeyler terketti dünyayı. bunu hissettim.
    bedeninin şişmiş ve morarmış olduğunu farkettiğim anda kokuyu da aldım. onun burada saatlerce çürümesine izin vermiştim. gözlerimden akan yaşlara aldırmadan mutfağa gidip kocaman bir bıçak aldım. en iyi arkadaşımın bende kalmış olan dev dağcı halatını güçlükle keserken, artık onun en iyi arkadaşım olmadığını düşündüm. 'o' nu incitmemeye çalışarak şişmiş olan boynundan çıkardım halatı.

    sonra yapmak için gelmiş olduğum şeyi yaptım. sarıldım ona. hıçkırıklar ve gözyaşları içinde. sanki sahip olduğum canın birazını ona geçirebilecekmişim gibi. sanki, ikimize de yetebilecekmiş gibi.

    onu bırakmadan odaya göz attım. bir kağıt parçası göremedim. bana hiçbir şey yazmamıştı. duyduğum dehşetten kafamın karıncalandığını hissettim.

    tekrar sarıldım ona. binlerce harika mutlu anıya. hayatıma tekrar sarıldım. "ölme," diyebildim sadece, hıçkırıkların arasından, "ölme, n'olur." böyle bir şeyi nasıl yapabildiğini, eve geldiğimde yaşıyor olup olmadığını düşünmek aklımın ucundan bile geçmedi.

    sadece artık onsuz olduğumu, onun cansız, soğuk bir bedenden ibaret olduğunu idrak edebiliyordum.
    "ölme." dedim tekrar, "lütfen."
    boşa bakan gözlerinin üzerine göz kapaklarını indirdim.
    "gitme," dedim harfleri uzatarak, "ölme."
    son kez baktım gördüğüm en güzel yüze.
    bir kez daha sarıldım. son kez.
    son kez sarıldım ona, her zamankinden daha sıkı.
    son kez öptüm.
    soğuktu.
  • ağlayarak intihar etmek söz konusu olmadığı durumlarda, bir seçim, bir kaçış, bir özgürlük, bir duruş içeren eylem. paulo coelho'nun kaleminden çıkan (bkz: veronika ölmek istiyor) intihar şekli konunun ciddiyetini ve bir seçim sonucu gerçekleşmesini çok güzel açıklar.

    --- spoiler ---
    veronika, daha fazla yaşamak istemediğine kanaat getirir. bunun nedenlerini tam olarak bilmeyiz, bilsek de yargılamamız istenmez. önemli olan veronika'nın intihar etmek istediğidir. yaşamamayı seçer. bu seçimi bilinçli yapmıştır, kendine acıdığı ya da acınmasını istediği bir durum yoktur. acı çekmeyi ve ölüsü ile karşılaşan insanın çok irkilmesini istemez. bu yüzden, ilaç içerek ölmeyi seçer. bu seçiminden emin olması gerekir. yarı yolda vazgeçme şansının olmasını ister, inatlaşmayı istemez kendisiyle. eline aldığı hapları teker teker ağzına atar, birazdan elindeki hapların biteceğini ve daha sonra uykuya dalacağını bilerek, adım adım yaklaşmak ister ölüme. beklediği gibi de olur. hapları içerken geri dönmek istemez.
    --- spoiler ---

    (bkz: entry girerken ölmeyi istemek)
hesabın var mı? giriş yap