• devlet daireleri beraber anılan bir kavramdır. yüz kızartıcı suç işlemediğinizde eğer çok ama çok kötü bir performans göstermezseniz çaba harcamadan, vasat bir çalışan görüntüsü ile girdiğiniz yerden emekli olmanızın garanti olduğu anlamına gelir.

    işsizliğin geçtiğimiz iki senedir %9,5-%12 bandında hareket ettiği düşünülünce bazıları için çok sevilesi bir durumdur. bu kurumlarda sınavla veya belli bir süreyi geçtikten sonra terfi eder, yan ödenek ve maaş benzer ödenklerden faydalanırsınız.

    eğer iş güvencesini sağlayan özel bir şirkette iseniz, şöyle bir politika vardır; iş güvencesi=düşük ücret. almadığınız risk, düşük ücretle karşılık bulur. bu şirketler genelde oturmuş sektörler faaliyet gösteren holding türü şirketlerdir;kurumsal olduklaru için insandan çok yapılan iş önemlidir. iş tarifleri son derece net çizilmiş olduğu için olağanüstü çaba harcamanıza gerek kalmadan işi yaparsınız, vazgeçilmez adam olmak zor olduğu için düşük ücret politikası nedeniyle işten ayrılmalar umurlarında değildir.
  • devlet dairelerinin ve devlete ait iktisadi isletmelerin verimsiz calismasinin bir numarali nedenlerinden biridir, zira özellikle görev bilinci, calisma etigi gibi huylari edinmemis memurlara kolayca bankamatik memuru olma yolunu açmaktadir.

    böylece salla basini al maasini diye düsünüp bütün gün masabasinda ense yapmaktan baska bir ise yaramayan memurun bi siktir git çay koy diyerek isten cikarilmasini da engellemektedir. artik ciddi bir suç islemedigi sürece ne yaparsa yapsin isi güvencede olan memurun isini daha iyi yapmak, isindeki becerisini arttirmak gibi bir tasasi yoktur, enerjisini baska alanlara kanalize edebilir (bkz: turkiye kamu calisanlari arasi solitaire turnuvasi).

    tabi böyle hastalikli bir sistemde müsteri memnuniyeti, hizmette kalite gibi unsurlari aramak iyice dangalakça olacaktir. bascavusun esegini azarlarcasina bugün git yarin gel diyen memurun isini kaybetmemesini saglayan seydir is güvencesi.

    kisacasi yalniz memuru verimli calismasi icin tesvik edemediginden dolayi ilgili devlet dairesi'ne zararli olmakla kalmaz, genel anlamda toplum icin de bir zarardir.
  • iş güvencesi ve ona dair eylem ve politikaların, onu politika ve eylem konusu yapan bütünden soyutlanması halinde bulanık yargılara sebebiyet verebiliyor. devlet ve sendikal güç-avantaj sayesinde iş güvencesini sağlamış işçilerin işlerini savsakladıkları, performans sorunları yaşadıkları ve dolayısıyla sistemin işleyişine olumsuz geri dönüş yaptıkları tahmin ediyorum ki herkesçe bilinen, kimseyi şaşırtmayacak, kimsenin de reddetmetyeceği klasik verimlilik sorunları ve konularıdır. herhangi bir köklü değişiklik yapmadan (bkz: topyekün devrim) siyaseten iş güvencesinin de bu verimlilik sorunu sebebiyle askıya alınması ise mahut köklü değişikliğin yapılmamışlığı ile değerlendirilmez ise, siyasi karşıtlığı yaratan durumdan olma, konjonktürden doğma politikalara sistematik, teorik ilenmek çok akil bir muhalefet temeli yaratmayacaktır. iki örnekte de izah edelim:

    devlet örgütünün çalışanlarına iş güvencesi vermesi devlet örgütünün kurgusundan bağımsız düşünülemez. devlet örgütü, bir örgüt olarak karlılığı amaçlamadığı gibi, kendisini lüzumlu kılan güvence vermek fonksiyonu ve vaadinden de bağımsız olarak düşünülemez. yanisi, devlet himayesindeki kaynakları (emek ya da hammadde) maksimum verimle kullanan, tüketici ve son kullanıcı memnuniyeti rekabete ve karlılığın maksimizasyonuna dayalı bir tüketilir fayda merkezli yapı olmak iddiasından çok, kendi kendisine kendi kendisinin verdiği yetkili ve tek servis sağlayıcılık kimliği ile, vergilendirdiği sürece (ve için) ''iş, aş, can, mal güvenliği sağlamak'' iddiasının içini doldurmak varoluşsal lüzumuyla iş güvencesi sunar. bunu bu bütünlükten soyutlayarak, karma ekonomik sistem denen garabet içinde 'olması gereken' ile değerlendirirsek elbette devlet dairesi iş güvencesi sağladığı için rakibi olan özel sektörden daha kötü ve kalitesiz hizmet ve mal üreten kurum olmaklığa oynayacaktır.

    bunun alternatifini ikinci örnek olan serbest piyasalı kurguya dayatırsak, ki piyasaların işleyişinin güvencesi olan başkatipe dayatmadan olmaz, iş güvencesi emeğin sermaye-işveren karşısındaki lüzumlu ve kaçınılmaz pazarlık alanının bir parçası olmaklığa indirgenecektir. burada mesele kendisi de üretici olan tüketicinin hizmet kalitesi beklentisi değil, üretici'nin emek piyasasında asla gerçekleşmeyecek olan tam istihdam dışında kalan zorunlu işsizlik kotasının sermaye adına olumlu pazarlık gücü ile değerlendirmek gerekir. sermaye emeğin elini bu ''dışarıda senin gibi binlercesi var'' ile zayıflattığından, ve rekabetine avantaj olarak eklemlediği artı değer hırsızlığı sebebiyle dışarıda binlerce işsizi yaşatmaya sistematik olarak mecbur olduğundan, emek tarafı geri dönüşü düşük verimli hizmet ve mal olan iş güvencesi şerhine asılmak durumunda bırakılmaktadır. iş alanları ve rekabeti sermaye adına anlamlı bir şekilde yamultan emeğin de (bilhassa emeğin değerindeki artışı çevreye yansıttığı için istihdamı ve ücretlendirmeyi yükseltebilen ''mecburi başarılı'' merkezin dışında kalan türkiye-nevi çevre ekonomilerde) ücretlendirme, iş güvencesi ayrımında kaldığında iş güvencesine meyletmesi, bu tip bir ayrımda kalmaklıktan ibaret bir üretimi ve iştiraki olması sebebiyle ilk fırsatta işinden kaytarması da bu sisteme içkin dinamiklerden bağımsız bireysel seçim ve sorumluluğa indirgeyen bir genel ahlaki içtihadla, ''insanın doğası gereği tembel ve kaytarmaya yatkın oluşu''yla izah edilmesi bana göre haksızlık, işçiye göre ise düpedüz şerefsizlik olur. en nihayetinde bu tip ''fikri'' tartışmalarda orta ve üstü sınıfı düzenleyenin legalite ve göreli refah çerçevesinde şekillenmiş tartışma ahlakı olduğunu, tartışmaya taraf değil konu olan alt sınıflarda ise legalite çekincesinden başka bir dur durak olmaması da hakkında konuşulan sömürüyü bizatihi yaşayanlarda bir işgüzarlık filizlenmesi yaratacak, ''kaytarıyonuz ya'' söylemine yüksek verimlikile anında reaksiyon vererek, gırtlağınızı sıkmaya emeğini bilabedel ve gönüllü olarak adayacaktır, hatırlatmak isterim.

    legalite demişken, kapitalist, serbest piyasa diktasında güvencesinin konusu daralıp da başkatip, zindancıbaşı arası bir istihdam aralığına indirgenen devlet örgütünün de iş güvencesi konusunda sermaye ile emek benzeri bir ilişki içine girdiğini söyleyebiliriz. hükümet adı verilen, ve temsili demokrasilerde sikosoko ideolojik tartışmaların, suni gündemlerin konusu kılınan görevli memurların da kapitale karşı görevlerini layığıyla yapması, sermaye için ve adına emirleri tak-şak yerine getirmesinin ardında hükümet merkezinde de tam istihdam edilemiyor olması yatıyor olabilir. koalisyon hükümetlerinin bu iktisadi denklemde ''başarısızlığı''nın da aynı emek-sermaye ilişkisi ile değerlendirilmesi, buna karşın kendilerine iş değil oy veren halkın karşısında *serbest piyasa yasaları geçerli olmasına rağmen* gli gli yapmaları ile hükmolunması daha yerinde olacaktır.

    en nihayetinde iş güvencesi, iş güvencesinin olmamasını mümkün, bu güvencesizliğin bildiğin sefalet, sıkıntıya, güvenceliliğin sömürü, bıkkınlık, sıkkınlık, köleliğe mahkum kılan yerleşik ve yetkili faktörlerle anlamlı, tanımlı ve sınırlıdır. sorun da bu açıdan, ve belki tam olrak bu sebepten, verimlilik, verimsizlik, mal ve hizmet üretmesi gerekirken götünü deviren, göbeğini kaşıyan yavşaklar karşısında göt korkusuyla ortalığı birbirine katarak ömrünü adayan uşaklar karikatürlerinin varlığı ile değil, gerçek ve somut, bugün ve geçmişte beraber yaşamak zorunda olduğumuz bu eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. somut olarak kendi kendisini var eden bu döngünün çözümsüzlüğüne dair muhalefetin nüvesi de gerçek kişilerin taraf olduğu bir yapı içinde insan ilişkilerinin bir mal-hizmet tatmini sorununa indirgenmesi, yani ahlak-vicdan sorumluluğunun ötelenmesi olmakta, olagelmektedir.

    tarihsel diyalektiği içinde ahlakı din'in, vicdan'ı metafiziğin konusu yapan modernizmin bilim, ekonomi ve soyut özgürlükler ile içini dolduramadığı da bu eşitsizlik içinde yaşamanın, onu rasyonel ve meşru kılma yollarının rakamlarla ifadesini, ve şu planet üzerindeki yaşantımızın sonsuz bir süreklilik içinde şavulladığımız sistemin kendi içindeki çelişmezliğini verimlilik tabloları ve vektörlerle hesapladığımızı da hesabın içine katarsak itirazın şartının emek-sermaye çatışmasına getirilen dönemsel siyasi çekişmelere neden hapsedilmemesi gerektiği de daha net anlaşılacaktır.

    analojinin taraflarına kimi uydurursanız uydurun ama, bir kanser hastasına kemoterapi ile palyatif bir tedavi uygulanması sonucu kan kusması, hayatının cehenneme dönmesinin suçunu kemoterapiye atarken, kemoterapiyi var eden bir kanser olduğu gerçeğinden bağımsız düşünemezsiniz.

    ihtiyacımız kansere çözüm bulmak olmalı, kanserin kemolu, kemosuz nasıl seyrettiğini estetize etmek değil.
  • devlet aslinda otisabi'nin dedigi gibi gercekte varolan bir varolussal yukumlulugu yerine getirmek icin is guvencesi saglamaz. devlet organizasyonu da diger butun irili ufakli kurumlar gibi bir defa hayata geldikten sonra organik ozellikler kazanan, kendi hayat dongusu olan, ve aynen biyolojik bir organizma gibi hayatta kalmak ve mumkun oldugunca kudretli olmak disinda motivasyonu olmayan bir orgutlenmedir. bu devlete ozgu bir sey degil elbette, butun kurumsal yapi kazanan gruplasmalar ayni dinamiklere tabidirler.

    is guvencesinin sebebi (eger butun istihdam devletin elinde degilse) is as vs vs guvenligini saglamak varolussal gudusu degil bir hayatta kalma mucadelesidir. (simdi bana varolussal luzumluluk ile hayatta kalma icgudusu arasinda ne fark var diye sormayin kafa atarim, otisabiye sorun o anlatir). devlet orgutu dogasi geregi tamamen olmasa bile kismen siyaste tabiidir. is guvencesi olmayan ortamda karar alma gucune sahip pozisyonlar el degistirdikce kadrolar da ayni hizla degisebilir. cunku hukumet kapisi kadar balli borek bir patronaj kaynagi yoktur. is guvencesi olmazsa, mesela her gelen yeni iktidar tum kamu personeli kadrosunu patronaj olarak dagitmaya kalkarsa ne olur? iki sey olur: birincisi kurumsal sureklilik ortadan kalkacagi icin zaten hantal olan sistem iyice calismayan bir hale gelir. ikincisi, zamanla devlet kapisinin patronaj kaynagi olarak cazibesi azalir. bir sonraki secimde iktidara gelenin tum kadroyu yenileyebilecegini bildigi icin sana oy verip vermeyecegi bellio lmayan insanlari devlet memurlugu vaadiyle kandirmak zorlasir. o yuzden her mevcut iktidar icin iktidar olduklari anda olmayan is guvencesini yaratmak, var olani korumak oyle kotu bir siyasi tercih degildir. ote yandan devlet orgutu icin is guvncesi ideal olmasa da cazip bir secenek cunku siyasilerin devlet kadrolarini siyasete alet ederek kurumsal yapiyi iyice dengesiz hale getirmelerini engelliyor. is guvencesi, sabit kadrolar flan varken kadrolasmanin ne duzeyde oldugunu dusunursek iki kalem oynatmayla iki milyon insani kovup yerine yenilerini alabilecek bir iktidarin nasil kadro degistirecegini dusunun bir hele.

    isin verimlilik ve ekonomik rasyonel kismina gelince... devlet tekel oldugu ve olmadigi sektorlerde verimli ve karli olmak kaygisi gutmez. bunun sebebi tekrar varolussal bir luzumluluk degil akso yonde bir baski olmamasidir. bir orgut olarak mesela dis borsun ic borcun ne kadar arttigini, faiz oranlarinin derdini bir organizasyon olarak devlet degil eninde sonunda halk ve siyasetciler ceker : halk aci cekerek, siyasetciler de secim kaybederek ya da darbeyle siyasi yasakli hale gelerek, parti kapatilarak falan falan. devlet organizasyonu icin verimlilik, en iyi hizmeti saglama gibi kriterler performans degerlendirmesine ve dogal olarak orgutun hayatta kalma fonksiyonuna dahil olmadigi surece isterse butun dunya vahsi kapialist olsun devlete bir seycik olmaz. peki devletin hayatta kalma fonksiyonuna performans kriterleri nasil dahil edilir? sivil baski yoluyla. emekciler, tuketiciler, oy kullanan herkes (minimal bir demokrasi, yani iktidara kimin gelecegini secmenin belirledigini var sayiyoruz) daha verimli bir devlet talep edip de talebi gerceklesmediginde bunu cezalandirirsa ancak devlet orgutunun hayatta kalma fonksiyonunun bir parametresi de ne kadar saglikli hizmet goturdugu olur...peki bu olur mu? olmaz, cunku reform ve restorasyon uzun vadeli acili sancili seylerdir. bunu vaadeden siyasetci kisa ve orta vadede sikintisindan kemerini kemiren oy verenin kapialcagi cazip populist ataklara karsi savunmasiz olacaktir (bakiniz 2002 genel secimleri)

    ote yandan egitimli egitimsiz, fakir zengin, elit pelit ne olursa olsun secmenden uzun vadede butun toplum icin faydali ama kisa ve orta vadede kendisi icin faydasiz ve bazen zararli projelerle gelenlere kisa vadede cazip populist secenekler dururken oy vermesini beklemek aptallik olur. mesela genel secimler 2002 yerine 2001 de olsaydi ve akp daha sonradan hemen hemen hic degistirmeden uyguladigi ekonomik program ile secmen karsisina onumuzdeki iki sene caniniz soyle yanacak, issizlik soyle artacak, bankacilik sektorunun soyle canina ot tikanacak diye ciksaydi secim kazanir miydi? eger kemal dervis'in uygulamaya soktugu ekonomik program referandum ile kabul edilmek zorunda olsa dsp mhp ve anap cesaret dahi edebilirler miydi o programi halka goturmeye?

    kisaca, is guvencesi de aslinda daha kapsamli bir kurumsal kuramin parcasidir. kurumlar hayata gelir gelmez organik bir kimlik kazanirlar ve aynen biyolojik bir organizma gibi hayatta kalma savasi vermeye baslarlar. bu arada siyasetciler, baska kurumlar ve genel olarak insanlar ile etkilesimde bulunurlar. kimi zaman simbiotik, kimi zaman parasitik, kimi zaman mutualistik iliskiler kurar cevresiyle butun kurumlar. devletlerin genel olarak butun dunyada kamu calisanlarina belli duzeyde is guvencesi sunmasi da organik ozellikleri olan bir orgut oalrak devletin siyaset ile oynadigi oyunun bir sonucu. ayrintili incelemedim ama burakrasinin organizasyonuna, siyasi partiler yasalarina, kamu sektorunun toplam ekonomideki payina, ve siyasetteki polarizasyona falan bakarak verilen herhagi bir devletin ne kadar siki ic guvencesi saglayacagini tahmin bile edebiliriz.
  • türkiye'de devlet memuruysanız, italya' da ac milan'ın savunma oyuncusuysanız sahip olduğunuz, emekli olmak istenen zamana kadar çalışma hakkı. (bkz: franco baresi) (bkz: alessandro costacurta)(bkz: paolo maldini)
  • işveren - işçi ilişkisinin hangi tarafında olduğunuz iş güvencesine yaklaşımınızı etkiliyor tabi olarak.

    isterseniz emek satan - emek satın alan ilişkisini hizmet satan - hizmet satın alan şeklinde genelleştirerek empati yapmanıza yardımcı olalım.

    örnek: gsm güvencesi.
    şöyle oluyor: bir kere gsm operatörüyle, mesela vodacell ile antlaştıktan sonra,
    vodacell batana kadar operatörünüzü değiştiremiyorsunuz.
    vodacell'in hizmetiden memnun değilsiniz,
    daha ucuza daha iyi hizmet veren başka bir operatöre geçmek istiyorsunuz.
    amma yassak. iyi mi?

    ayrıca (bkz: iş güvencesi saçmalığı/#19315257)
  • işin kalitesini yükseltmeyi engellemesi şöyle dursun, düşüreceği bile barizdir. işin kalitesini 1'den 10'a kadar sıralayalım, işi kapmak için 6 yapmanız gerekiyor diyelim. 6'yla işe girdikten sonra maaşınız yeterliyse ve oyunu kurallarına göre oynuyorsanız 5'e düşürürseniz işinizi kaybetmezsiniz ama daha az yorulursunuz. 4'e indirirseniz de kimse bir şey yapamaz. böyle böyle 1-2'ye kadar iner, çünkü meslektaşlarınızla doğrudan olmasa da iletişim içinde olarak topluca indirmişsinizdir.

    (bkz: türk eğitim sistemi)
  • iş kanunu madde 18'in ilk fıkrasındaki şartlara uyan işçilerin sahip olduğu güvence.

    bu işçiler 4857 sayılı ik madde 18-19-20-21 ve 22'den faydalanırlar.
  • memurlar için işi suistimale götürecek kadar geniş haklar vermemesi gereken kurum.
hesabın var mı? giriş yap