• ondokuzuncu yuzyilin baslarinda daha ilk yuzyilini doldurmamis ozgur amerikanin guneye* ve orta amerikaya* dogru genisleme planlarini hakli gostermek icin uluslararasi politakasina verdigi terim. kelime anlami olarak tanrinin ongordugu, yazilmis olan, dogal olan anlaminda kullanilir.
  • aşikar, açık kader. abd'nin dış politikasını etkileyen en önemli inanış, hurafe, koca yalan, bir nizam-ı alem veya promised land türevi. bugün abdnin yaptıklarının izahı ve nedeni bu fikirde yatmaktadır, zira anglo-sakson protestan beyaz adam zannetmektedir ki tanrı onu barbar dünyayı "demokratikleştirme"yle görevlendirmiş, frontier, mrontier dinlememesini, uzayın bile onun olduğunu söylemiş... emir direk tanrıdan geldiği için, sözkonusu sürecin şu veya bu şekilde değiştirilmesi veya ertelenmesi mümkün değildir; wasp, oraya gitmek, ele geçirmek ve değiştirmek zorundadır. abdnin jeostratejik önemi dışında bir özelliği olmayan vietnamı ele geçirmek istemesi en iyi bu doktrinle açıklanabilir.
    boş bkz olabilir ama yine de vermek isterim;
    (bkz: the city on a hill)
  • zaten devletleşmiş / devletleşecek olan kentin / zihniyetin kuruluşuna dair üretilen genesis kültlerinden sadece biri, bu kadar kötülememek gerekir, zira bir zihniyetin süper güç olmasından öte, roma'nınkine benzer bir caput mundi'liği hedeflemesi eşyanın tabiatına (rerum natura) uygundur. aksi halde varlık sebebini meşru kılamaz. manifest destiny yani "belirgin yazgı" aslında amerikan devletinin ve cumhuriyetçilerinin yaşamsallığını sağlıyor, ondan "seçilmiş olduğunu düşünme" eğilimini aldığınız vakit, bizim teoman duralı üstadımızın "omurgasızlaştırılmış türklük" dediği türk'ün dinî ve millî yönünün tasfiye edilerek onun artık "o" olmamasının sağlanması gibi, amerika'ya hayat veren can damarı yani ideolojisi de çöker. o buna yani kendisini "seçilmiş" düşünmeye mecburdur.

    amerikan bu mitolojik kimliğini diğer / evvelki emperyal kimliklerden ama özellikle de roma imparatorluğu'ndan (romanum imperium) ve britanya imparatorluğu'ndan ayıran, joschka fischer'ın dediği gibi, amerikan ulusunun "tarihin karanlıkları içinden yüzyıllar boyunca oluşan bir meşruiyet kazanarak değil de, inanç ile aklı, püritanizm ile aydınlanma'yı birleştiren politik-dinsel bir kuruluş edimiyle ortaya çıkmış" [1] olmasıdır. bir devlet ve ulus ideali püritanizm gibi, saf, kirlenmemiş ve doğrudan özden beslenen bir dinî altyapı üzerinde inşa edildiğinde kaçınılmaz olarak ahlâkçılığı kuvvetli olan bir binaya kavuşmuş oluyor. bu binanın sıvası da, özgürlük idealiyle, eskimişliğine iki dünya savaşıyla mum dikerek artık tek tek bireylerin varoluşçu sorgularını, kültürünü o kültür yapan her sahada hem de daha önce hiç görülmediği ölçüde karmaşık bir şekilde (postmodern stil) mümkün kılan avrupa'ya alternatif olarak yeni umutlarla ve hayallerle süsleyen aydınlanma düşüncesiyle oluyor. dibinde manifest destiny'le kendini gösteren dinî ve ahlâkçı öz, sıvasında herkese, dini, dili ve ırkı ne olursa olsun özgürlük vaat eden bir söylem. hem şahin, hem özgürleştirici. bu tezat onu canlı kılan bir unsur aslında, böyle olduğu müddet, yani ip yerine göre gergin, yerine göre gevşek tutulduğu müddet özlem duyulan bir yer olmaya devam edecek, hegel'in dediği gibi, "amerika önümüzdeki dönemde dünya tarihi bakımından önemini belli edecek, zira yaşlı avrupa'nın tarihsel silah deposundan sıkılan herkesin özlediği ülkedir."[2]

    bunun yani amerika'nın "manifest destiny" gibi kuruluş mitosuyla, dünyanın geri kalan modern kısmından sıyrılarak "çekici" kalmasının bir sağlaması da, modern düşünceye yeni alternatif olarak sunulan düşüncelerin (bir zamanlar rus düşüncesi, günümüzde ise japon düşüncesi, hint düşüncesi, çin düşüncesi ve hatta türk düşüncesi gibi) sanki amerikan düşüncesine alternatif teşkil ediyormuş gibi görünse de, aslında klâsik avrupa modernliğine ve düşüncesine alternatif oluşturmasıdır. zira bahsedilen alternatif düşünceler üzerinde amerikan düşüncesinin dolaylı yoldan ya da doğrudan etkisi olduğu gibi, güne özgü farklı ekonomik ve kültürel çıkar tartışmaları bir yana, yerini alternatifine bırakan ya da tasfiye olan asla amerikan düşüncesi olmuyor. aksine bugün farklı coğrafyalardaki farklı değişim hareketleri hep amerika'nın kültür ve ekonomi ideallerine uygun bir şekilde meydana gelip serpiliyor. örneklerle burayı şişirmek istemiyorum, sadece türkiye'ye bakmanız yeterli. bunu vurgulamamın nedeni, amerika'nın kıta olarak keşfinden bu yana, buraya batan atlantis'in tam tersi olarak su yüzüne çıkan yeni atlantis mitosunun aşılanmış olmasıdır. manifest destiny de bu aşılamalardan biri ve kuvvetli aşılardan biri, başından beri amerikan düşüncesi, moderniteye ilişkin farklı yaklaşımların ve yorumların oluşturduğu çemberin, bu yüzden hem içinde hem dışında. içinde çünkü o bir süper gücü temsil ediyor, caput mundi'yi hedeflememiş bir imperium olamaz roma'dan beri, dışında çünkü, yukarıda da dediğim gibi, kıtanın keşfinden beri tanrı'nın eliyle su yüzüne çıkmış, "seçilmiş" bir gücü temsil ediyor, "seçilmiş" olan yeni düşüncenin, eski dünya'ya özgü düşüncelerdeki kavgalara doğrudan katılması mümkün değildir. manifest destiny bana bunu düşündürüyor.

    peki, manifest destiny'nin özünde ne var? özünde aldous'un "göklerin krallığı bireyin dışında ve geleceğin içindedir" anlayışını anımsatan bir düşünce yatıyor. sahici bir amerikan bireyi öyle bir gelecek ideali içine doğuyor ki, "seçilmiş" bir kimlikle "seçilmiş olmayan" insanların / ulusların inşasında ya da söz sahibi olduğunu düşünmek durumunda kalıyor, içinde yetiştiği düzenin önerdiği ve hatta dikte ettiği ise politik/kültürel/coğrafî açıdan bakarsak dışarıdan sınırların kalkması, evrensellik gibi görünen ama özünde amerikan ulusçuluğu olan bir düşüncedir. dinî açıdan bakarsak, nasıl ki gök herkesin üzerindedir, amerikan düşüncesini meydana getiren ilahî kudret de herkesi öyle sarmalar, o halde bu göklerin krallığının "seçilmiş" olanın nezdinde herkese sunacağı gelecek de "seçilmiş" olanın perspektifinden olacaktır. yani hem dinî, hem de seküler açıdan amerikan manifest destiny'si, dünya kaç kutuplu (iki ya da daha çok) olursa olsun, düzenli olarak kendi "seçilmiş"liğinden dünya için kökü göklerin krallığına varan bir opsiyon sunmaya devam eder, ondaki bu tutarlılığı, klâsik avrupa'nın ve ondan çok daha yaşlı olan asya'nın kendi tutarlılıklarını yitirmiş olmalarına bağlamak da mümkündür, ancak dediğim gibi alternatif modern örnekler öne çıktıkça amerikan düşünce tarzının değerini yitirmiyor oluşu ya da en azından eğitimi, sağlık sistemi, ekonomisi çökse de hâlâ bu düşüncenin ayakta kalarak dünyaya satacak malının olması hep onu o yapan mitolojik kimliğin tam da onun bu yönünü desteklemek için uydurulmuş olduğu gerçeğiyle alâkalıdır.

    h. d. lasswell'in "we are in a war of ideas, but we have not found our ideas"[3] deyişi bu yüzden anlamını yitirir, amerikan düşüncesi değil düşüncelerini bulmak, bizzat düşünceleri üzerine inşa edilmiştir. manifest destiny işte bunu gösterir. ilk ingiliz kolonisi olan massachusetts'in valisi john winthrop'un kenti bir tepenin üstüne kurup, amerikan düşüncesinin genesis'ini ilahî kudretle ilişkilendirmesi de bunun sağlamasıdır, şöyle der winthrop:

    "ortak kabule göre özel gücü olan kaderin, başka deyişle isa'nın kiliselerinin aşina olduğu onayın çok ötesinde bir gücün talebiyle, dünyevî ve dinî bir hükümet biçimiyle yönetilen, insanların birlikte yaşadığı ve yaşamaktan keyif aldığı uygun bir yer seçmek gerekir... tanrı özel bir görev verdiğinde, bunun her bir maddesine kesinlikle uyulmasını ister. bu yönüyle mesele, tanrı'yla bizim aramızdadır. bu iş için onunla ittifak kurduk. önerdiğimiz hedeflerin neler olduğunu belirleyen bu maddelere uymayı ihmal edecek, kendimiz ve önümüzdeki kuşaklar için büyük şeyler ararken bu dünyaya yüzümüzü dönecek, tensel zevklerimize teslim olacak, yani tanrı'mızı aldatacak kadar alçalacak olursak, o bize mutlaka öfkelenecek, yeminini bozan bu halktan intikam alacak ve böyle bir ittifakın bozulmasının bedelinin ne olduğunu gösterecektir... tanrı'mıza sadık davranmazsak ve bu tarzımızla şu andaki yardım elini bizden çekmesine sebep olursak, bizi bütün dünyada önemsiz bir öykü gibi anlatacaklardır. düşmanların ağızlarını açıp tanrı'nın yolları ve ona inanan herkes hakkında kötü şeyler söylemelerine meydan vermekten kurtulamayacağız. tanrı'nın saygın hizmetkârlarından çoğunun yüzüne bakmaya utanacağız ve onların bizi lanetlemesine yol açacağız ve sonunda hedefimiz olan güzel ülkeyi kaybedeceğiz."[4]

    hep verdiğim örnektir, türkiye'de dinsizler de fatiha suresini bilir, çünkü içinde yaşadığımız kültürü soluyan herkes ona dahil olan her şeyi bilir, bunun gibi, göksel krallığı geleceğin içinde arayan amerikan idealini paylaşmayan amerikalılar da kültür damarlarında "manifest destiny" kanının aktığını hisseder, onu reddeder ve dışlar o ayrı, ama varlığını reddetmez. amerikan düşüncesindeki tüm açmazları ortadan kaldırmak istiyorsa ve kültürel duyargaları açıksa tabi ki, aksi halde dinî ve millî güdülerin okşadığı, şiddete meyilliliğiyle dikkat çeken, medya ve internetle uyuşmuş kafalar için "manifest destiny", türkiye'de olduğu gibi, biat kültürünün ve gönüllü piyonluğun sebebidir. yüce değerlerin savunucuları, zeus'un pis işlerde cyclops'lardan yararlanması gibi (ona bu aklı verenin adalet tanrıçası dike olması da başka bir ironi), bu tiplerden yararlanmak zorundadır, bu haliyle de "manifest destiny" egemen düşüncenin faideli bir silahıdır. "yeni nesil sizlerin eseri olacak dizi manyakları" diyerek kapatıyorum entiriyi.

    notlar

    1. j. fischer, tarihin dönüşü. 11 eylül'den sonra dünya ve batı'nın yeniden yapılanması, çev. e. güney, merkez kitaplar, 2006, s.146.
    2. hegel, die philosophie der geschichte, werke, c.13, frankfurt, 1973, s.114.
    3. h. d. lasswell, "policy and the intelligence function", a psychological warfare casebook, s.67.
    4. john winthrop, "a model of christian charity, 1630", the journal of john winthrop, cambridge, 1996, s.8-10.
  • amerikalıların, kendilerine tanrı tarafından dünyanın her yerine barış, demokrasi götürsün, götürdüğü yeri de sömürsün, kanını emsin diye verildiğine inandıkları görev, kutsal işgüzarlık.

    john l. o’sullivan, 1839 yılında amerika'nın milli doğuşunu yeni bir tarihin başlangıcı olarak görüp anlattığı the great nation of futurity (geleceğin büyük milleti)'yi yazdıktan sonra işin içine tanrıyı da katarak, bu doğuşun tanrı tarafından verilen bir görevi yerine getirmek için olduğunu anlatan manifest destiny'i de 1845 yılında kaleme almış. çevirisi şöyle;

    manifest destiny

    amerikan halkının birçok farklı ulustan kaynaklanan köklere sahip olmasına ragmen, tamamen insan esitligi ilkesi üzerine insa edilmis olan ulusal bagımsızlık deklarasyonu’nu ilan etmesi, diger uluslar göz önüne alındıgında bizim apayrı bir yerimizin oldugunu göstermektedir. gerçekten, biz, geçmisteki halkların herhangi birinin tarihiyle ve tüm eski çagların sevap ve günahlarıyla da çok az bir baglantıya sahibiz. tam aksine, ulusumuzun dogusu yeni bir tarihin baslangıcıydı: bizi geçmisten ayırarak sadece ve sadece gelecege baglayan sey, daha önce denenmemis olan politik bir sistemin kurulması ve gelistirilmesiydi. ulusal, politik ve ahlaki alanda insanın dogal haklarının bugüne kadarki gelisimine bakarak, ülkemizin gelecegin büyük ulusu olarak tayin edilmis oldugunu güvenle söyleyebiliriz. bu böyle tayin edilmistir; çünkü bir ulusun üzerine insa edildigi mükemmel ve evrensel esitlik ilkesi onun kaderini de belirler. bu ilke tüm maddi dünyanın süreçlerini yönetir. o aynı zamanda ruhun vicdani yasasıdır – yani insanın insana karsı görevini ve nihayetinde insanın insan olarak haklarını dogru ve tam bir biçimde tanımlayan apaçık bir ahlakın emirleridir. bununla birlikte bir ulusun mutlulugunu, büyüklügü ve kalıcılıgını saglayan tarihsel olaylarla dolu gerçek tarihi, yönetim sistemindeki demokratik esitlikle her zaman orantılı olmustur... insan özgürlügünün, uygarlıgın ve saflıgın tarafında yer alan kisi, nasıl olur da eski çagların monarsi ve aristokrasilerine yönelebilir ve onların varlıgından acı duymaz? hangi hayırsever, insanogluna reva görülen baskıları, zalimligi ve adaletsizligi tasarlayabilir ve bunları geçmisten gelen ahlaki korkuyla degistirmez? amerika daha güzel isler yapmak için tayin edilmistir. tüm ulusların ezilmis insanlarının, vicdan haklarının, kisisel oy hakkının ve insanlıgın müdafa edilmesi dısında bizim muharebe meydanı hatıramızın olmaması, sahip oldugumuz benzersiz serefin nisanıdır. gerçek tarihimiz, yüzbinlerce insanın digerlerini öldürdügü hiçbir korkunç katliam içermemektedir; aynı sekilde imparatorlara, krallara, asillere ve kötülere kurban olup aldatılan ve adına kahraman denen insanlardan da bahsetmemektedir. bizim, ülkesini ve özgürlügünü müdafa eden ve fakat taca tahta arzu duymayan vatanseverlerimiz vardır. amerikalılar nüfusun azaltılması gibi kötü emeller beslenmesinden ve terkedilmisligin daha genis ve uzak yerlere yayılmasından ıstırap duymuslardır; çünkü insanoglu yüce bir makamda olmalıdır. bizim, geçmis zamanların tüm örneklerinden sakınma dersleri dısında onunla bir iliskimiz yoktur. engin gelecek, tarihimizden dolayı bizim mücadele alanımızdır. biz bugün, zihnimizde tanrı’nın hakikatleri, kalbimizde lütufkar amaçlar ve geçmisiyle kirlenmemis apaçık bir vicdan ile daha önce yürünmemis bir yola giriyoruz. biz insanlıgın ilerlemesinin ulusuyuz; kim bizim daha ileri adımlarımıza sınır koyacak? tanrı’nın takdiri bizimledir ve buna baska hiçbir dünya gücü sahip degildir. biz, ulusal deklarasyonumuzun daha ilk sayfasında ebedi hakikate isaret ediyoruz ve baska topraklarda yasayan milyonlara cehennemin kapılarının (aristokrasi ve monarsi güçlerinin) ebedi hakikate üstün gelmeyecegini ilan ediyoruz. sınırsız genislikteki gelecek, amerikan büyüklügünün devri olacaktır. kendi muhtesem zaman ve mekan alanında ulusların ulusu -amerikan ulusu- insanogluna ilahi ilkelerin mükemmelligini göstermek ve dünyada en yüksek (kutsal ve hakikat) olana ibadet etmeye adanan en yüce tapınagı kurmak üzere tayin edilmistir. onun zemini bir yarımküre, tavanı ise yıldızlarla süslü cennetlerin seması olacaktır. onun birlesimi, yüz milyonlarca mutlu insanı bir araya getiren ve baska hiçbir insanı efendi olarak görmeyen birçok cumhuriyetin birligidir. bu birlik, tanrı’nın, esitligin dogal ve ahlaki yasası olan kardeslik yasası tarafından yönetilir; “çünkü barıs ve iyi niyet onların içindedir.” ... evet, biz gelisimin, bireysel özgürlügün ve evrensel oy hakkının ulusuyuz. birlesik devletler’in kutup yıldızı hakların esitligidir: bireylerin karsılıklı esitliginin enfes örnegi. hakikat nurunu saçarken biz, bir meseleyi çözmeden digerini bozmadıgımız sürece yozlasamayız. biz, misyonumuzu yerine getirmek için adımlarımızı ileri dogru ve varlıgımızın ilkesini gelistirmek için atmalıyız: vicdan özgürlügü, kisi özgürlügü, ticaret ve meslegi takip etme özgürlügü, özgürlügün ve esitligin evrenselligi. bu bizim yüce kaderimizdir; doganın ebedi ve ezeli ve kaçınılmaz neden-sonuç emirleri içinde bunu basarmak zorundayız. tüm bunlar bizim, dünyada insanın kurtulusunu ve ahlaki itibarı insa etmek için, gelecek tarihimiz olacaktır: degistirilemez hakikat ve tanrı’nın lütfu. hakikatın aydınlatıcı ısıgından uzak kalmıs dünya halklarınına karsı bu kutsanmıs görev için amerika seçilmistir. ve onun yüksek örnekligi, kralların, bas papazların ve oligarkların tiranlıgının ölümü üzerine siddetle vuracaktır. ve bir otlaktaki hayvanlarınkinden daha fazla gıpta edilecek çok ender bulunur bir mevcudiyetin devam ettigi barısın ve iyi niyetin güzel haberlerini tasıyacaktır. öyleyse, bundan sonra, kim bizim ulusumuzun, gelecegin büyük ulusu olarak tayin edildigi hususunda süphe edebilir?

    john l. o’sullivan

    kaynaklar:

    http://www.ekopolitik.org/…t_files/070522160007.pdf
    http://www.durmushocaoglu.com/…in_buyuk_milleti.pdf
  • 'bu kıtayı baştan başa ele geçirmek daha ilk gemi (mayflower) karaya yanaştığı gün kaderimiz olarak açıkça ortadaydı. bu boş ve verimli topraklar bize tanrının bir lütfu ve onları ele geçirip iyi bakmak da bize verilmiş tanrısal bir görev.'

    işte bu hıyarca bakış açısına ve onun ürettiği politikalara deniyor 'manifest destiny'. her ne kadar bu terimin kullanılması bugün politik doğruculuk olarak kabul görmese de (hani bir kızılderililer vardı ne oldu onlara?), benim şahsi kanaatim hala bu fikrin abd toplumunda, özellikle beyazlar arasında pozitif olarak algılandığı. bu bakış açısını en iyi yansıtan başkanları andrew jackson hala 20 dolar'ın üzerinden sırıtıyor bizlere, bu amcayı başarılı bir başkan kılan en büyük unsurlardan biri de kızılderililerle gençken bizzat savaşması başkan olunca da onları toplayıp 'kızılderili tehciri' ile oklahoma'ya yollaması. 'manifest destiny' doktrini de diyor ki kızılderililerin başına gelenler bizim vahşiliğimizden ziyade tanrı'nın takdiri, zaten çoğu da hastalıktan öldü.

    abd'li gayet aklı başında bir arkadaşla "mars'a insanlar yerleşecek mi?" geyiği yaparken adam

    -"tabii ki, bu bizim 'manifest destiny'miz" dedi.

    -"hoca bize lebensraum lazım desene" dedim.

    -"o çirkin tabiri kullanmak güzel değil" dedi. ironiyi bile farketmedi eleman.

    hasılı, saçma sapan birşeydir, ama abd toplumunun genelinde kötü bir duygu uyandırmaz bu fikir.
  • protestan amerikalilarin* yayilmacilik doktrini denilebilir. 19. yy'in baslarinda, kizilderililere ve bir yeni ispanya kurma arzusundaki katolik meksikaya karsi batida kaliforniyaya, guneyde teksasa dogru yayilmanin ideolojik, mistik ve ahlaki altyapisini olusturmustur. amerikan protestan eliti o donemde bir katoliklik veya ingiliz imparatorlugu kadar kuresel yayilmaci vizyona sahip olmadigindan, ulusalci ve izolasyonist ozellikler de tasimaktadir aslinda bu doktrin, yahudilerin siyonizm, vadedilmis topraklar ideolojisi gibi. nitekim amerikan dis politikasi ikinci dunya savasina kadar buyuk olcude izolasyonist bir yapida kaldi. wilson'in milletler cemiyeti plani bile hiyerarsik degil, milletler arasinda esit temsile dayaniyordu. yine de amerika'da izolasyonist fikirler hala o kadar gucluydi ki bu milletler cemiyetine katilmaya bile ikna edememisti kendi ulkesini. ama ozellikle ikinci dunya savasi sonrasi amerikanin yukselen yeni guc olmasi ile komunizme karsi dis politikada kureselci ozellikler de yuklenilmeye baslandi. ingiliz imparatorlugunun "light" versiyonu olarak dunya sahnesinde yerini alan amerikanin dunyaya demokrasi goturme heyecaninin arkasinda yine bu ideoloji yatmaktadir bir miktar, enternasyonalist yeni muhafazakarlik ideolojisiyle harmanlanmis olarak, ve londra/new york merkezli sermaye ve cokuluslu sirket kuresellesmeciligi ile birlikte.

    http://www.pbs.org/…e/manifest/manifestdestiny.html
  • yerlilerin yaşadığı topraklara beyazlar tarafından el konmasını, tanrının “beyaz adama” verdiği bir hak; hatta dinin ve medeniyetin yayılması için beyazlara yüklediği bir görev olarak yorumlayan amerikan inancı.
    (bkz: kaderin tecellisi)
    şeye de benziyor, diyor ya göklerden gelen bir karaaaaar vardır, onun gibi.
  • bas gitarlı girişini duydukça yüzümde bin bir gülün açtığı leziz jamiroquai şarkısı..
  • john l. o’sullivan'ın 1800'lü yılların ortalarında oluşturduğu bir bildirge. esasında emperyalizmin manifestoları içinde en gerçeklikten ve devlet aklından uzak olanı. peki manifest destiny nedir?

    manifest destiny amerika birleşik devletlerinin tanrı tarafından kutsandığını ve topraklarının genişleyip demokrasi ve kapitalizmi yaymasının tanrı tarafından kaçınılamaz bir kader olduğunun bildirgesidir. tanıdık geldi değil mi? bildiri 1845'te ortaya çıktı. esasında texas başta olmak üzere birkaç eyaletin ilhakını içeriyordu. bu olayları içeren american progress isimli tablo meşhurdur. bu tablodaki figürler doğudan batıya ilerlemektedir ve ilerlerken tren yolu, telefon hattı gibi kapitalizmin temel taşları ile toprağı işleyerek, gittikleri yerleri geliştirerek ilerler. dini bir değeri olan tablodur.

    bu şu an tekrar önemli hale geldi. çünkü manifest destiny, geçen haftalarda amerika birleşik devletlerinin başkanı tarafından kutsal bir olay olarak değerlendirildi. donald trump mount rushmore önünde anlamı olan bir miting yaptı. bu oradaki kızılderili önde gelenlerinin büyük tepkisini çekti. bu liderler trump'ın miting yaptığı yerdeki heykellerden bazılarının yaşadıkları dönemlerde sömürgeci anlayışa sahip olduğunu savundu. burada yaşayan sioux veya siyu halkının tanrının kutsadığı beyaz amerikalılar tarafından yok edildiğinden bahsettiler. sioux dili diye bir şey kalmadı. tanrının kutsadığı beyaz amerikalılar hispanikleri ve siyular gibi pek çok halkı amerikanlaştırdı, westernize etti, demokratikleştirdi, kapitalize etti veya özgürleştirdi. adına ne derseniz deyin. amerikalılar en çok demokratikleştirme ve özgürleştirme kelimelerini kullanıyor. yukarıda yazdıklarım tanıdık geldi değil mi?

    yani bugünün, 21. yüzyılın dünyaya demokrasi ve özgürlük götüren amerikasının temel aldığı mentalite manifest destiny beyaz amerikalı mentalitesidir. bunu şu an bu şekilde söyleyebiliyoruz, çünkü abd başkanı ve genel kurmay başkanı manifest destiny'nin ülkelerinin temelini oluşturan anlayış olduğunu 2020 yılında söylediler. kısacası 2020 abd'si hala ülkelerinin hristiyanlık dini ile tanrı tarafından kutsanıp dünyayı medenileştirme görevinin onlara tanrı tarafından verildiğini düşünüyor ve bu amaçla hareket ediyor.
  • amerika'nın kızıl elması, turanı.

    "ha şu uçtan ta bu uca buraları yurt eyleyek gardaşlar" ideolojisi.

    resmen dönem için bir anti-establishment sentiment. adeta emekleyen bir new world order.

    şimdi bunu sol framede görüp sikindirik bir ruhani kişisel gelişim dalgametresi sananlar olacak, o da kötü mesela.

    kendinizi darda hissederseniz derin bir nefes alın ve bağırın:

    "manifest destiny ulan orospu çocukları"

    hepiniz kral olacaksınız kral.

    edit: yazım hatası.
hesabın var mı? giriş yap