• kimin ne mal olduğunu anlamak için:

    zaman gazetesi köşe yazıları arşivi

    taraf gazetesi köşe yazıları arşivi

    nihal bengisu karaca'lar, fehmi koru'lar, ve daha niceleri...
  • debe edt

    devlet hastanesindeki çocuk uzmanım.
    paranızla değil sadece cocuğunuzun sağlığı ile ilgiliyim. instagram da takip edebilirsiniz. orada hap bilgiler veriyorum.

    https://www.instagram.com/…hgi/?igshid=nmy1mzvkody=

    _________

    "hem pahalı hem az hem de kalitesiz et yemeye 2748 yılına kadar devam edeceğimiz gerçeği"

    hayvancılık sektörünün temel sorununun ne olduğunu anlamanızı sağlayacak, öğrendiğinizde canınızı yakacak gerçekler.

    * * * *

    biz adanalıyız. kahvaltıda bile ciğer yeriz
    et yemeden doymuyorum abi !
    türkler mangal yapmayı sever !

    bunlar yalan dostlar. kendi kendimizi kandırıyoruz. et falan yemiyoruz.

    (2017 yılı rakamları)

    bir insan günlük olarak alması gereken protein miktarı 70 gramdır. bunun 33 gramı hayvansal gıdadan alınması önerilir.

    ülkemizde bu rakam 13-17 gram arası malesef ( süt, yumurta, et, tavuk, herşey dahil)

    bir amerikalı yılda 137 kg et tüketiyor.
    ispanyol 100 kg
    alman 87 kg
    fransız 83
    rus 76
    yunan 71
    vietnamlı 67

    bizim içinde bulunduğumuz grup

    ermenistan 45
    surinam 42
    kongo 40,1
    guatemela 36
    vanuatu 35 (böyle bir ülke varmış)
    orta afrika cumhuriyeti 35
    honduras 33
    türkiye 32

    * * * ** *

    neden et yemiyoruz? çünkü gelirimize göre hayvansal gıda fiyatları pahalı

    almanya da saatlik çalışma ücreti 10,45 euro

    sütün litresi 0.97 euro. bir saatlik çalışma ile 14 litre süt alabilir
    tavuk filoto 7.44 saatte 1.4 kg tavuk eti alabilir.
    22 yumurta alabilir
    1 kilo sığır eti alabilir.

    türkiye de aylık askari ücret 5.500,35 tl
    saatlik ücret 24,4 tl

    1 litre süt 14 tl
    bir alman bir saat çalışarak 14 litre süt
    bir türk bir saat çalışarak 1.7 lt süt alabilir.

    alman 22 yumurta türk 8 yumurta alabilir
    alman 1.4 kg tavuk alır türk 270 gr
    alman 1 kg et alır türk 184 gr

    -----

    sorun sadece az et, tavuk, yumurta ve süt yememiz değil. aynı zamanda yediğimiz hayvansal gıdaların kalitesi de düşük

    ülkemizde büyük baş ve küçük baş hayvancılık faliyetleri için yıllık

    70,7 milyon ton kaba yeme ihtiyaç var.
    bunun yaklaşık 14,6 milyon ton , çayır meralardan, 7,4 milyon tonu yem bitkilerinden ve 19,5 milyon tonu ise silajlık mısırdan karşılanmaktadır.

    geriye kalan 29,2 milyon tonluk miktar ise bitkisel üretim artıklarından karşılanmaktadır.

    bitkisel üretim atığı derken bahsedilen şey karpuz kapuğu falan değil.
    arpa ve buğdayın sapı. içi selüloz dolu besleyici özelliği olmayan hayvanı tok tutmak dışında pek bir fonksiyonu olmayan gıda

    örneğin,

    yeşil mera otu %12–20 arasında ham protein içermekte ve sindirilme oranı %60–70 arasında değişmektedir

    buna karşılık buğday samanı %3,6 ham protein içermektedir. ve sindirilebilme oranı çok düşüktür.

    bunun yanında mera otları bilhassa a, e ve b vitaminleri ve mineraller bakımından zengindir.

    merada otlayan hayvanlar daha sağlıklı ve huzurlu olmaktadır. ayrıca meradaki hayvanların ürünleri daha kaliteli ve lezzetlidir.

    örneğin insan sağlığı için son derece önemli olup sütte ve ette bulunan konjuge linoleik asit merada otlayan hayvanlarda artmaktadır

    biz hayvanların yediği besinin yalnızda yüzde 20'sini meralardan karşılayabiliyoruz.

    %42 kağıttan çok farkı olmayan saman
    geri kalanını ise fabrika yemleri ile sağlıyoruz. bununda önemli kısmı mısır.

    mısır hayvanlar için iyi bir gıdadır. ama mısır temel olarak hayvanların kalori ihtiyacını karşılar.
    protein ihtiyacı ise yonca gibi ürünlerden gelir. ülkemizde üretilen yem bitkisi miktarı 7.4 milyon ton.

    yani hayvanlara verdiğimiz gıdanın yüzde 10'u

    sonuç

    hayvanlar yüzde 42 kağıtta benzer saman yiyor. yüzde 27 mısır (karbon hidrat)

    kalan yüzde 31'i mera ve yem bitkisi ( sağlıklı gıda)

    bu şekilde beslenen hayvanların hem verimi düşük oluyor hem lezzeti az hem de besleyici özelliği düşük oluyor.

    tüm bunların yanında hayvan üreticileri yüzde 86'ı dışarıdan para ile almak zorunda kaldığı hayvan yemine muhtaç kaldığı için et üretim maliyetleri yükseliyor.

    çözüm

    nerdeyse hiç ücret ödenmeden hayvanların sağlıklı beslenebileceği mera alanlarının geliştirilmesi.

    zaten türkiye de hayvancılık konusuna dair ne kadar sorun varsa hepsi bir noktada mera yetersizliği nedeniyledir.

    ama neden ülkemizde yeterince mera yok?
    avrupanın en büyük yüz ölçümüne sahip ülkelerinden biriyiz. neden meralarımız az?

    aslında az değil. azaldı.
    ülke hayvancılığının bel kemiği olan doğal çayır ve meralarımız, 1940’lı yıllarda 44 milyon hektarla ülke topraklarımızın yarısından fazlasını kaplarken, günümüzde 14,5 milyon hektarlara gerilemiştir.

    yani, meralık arazilerimizin üçte ikisini kaybetmişiz.

    kalanlar?

    onlarda çok sağlıksız. çünkü üzerlerinde çok fazla hayvan beslenme yükü taşıyor. üstelik küresel ısınma nedeniyle yağış miktarları da çok azaldı. ve kalan meralar eskinin en verimsiz meraları.

    sulanma imkanı nispeten iyi olan, düzlük arazi olan, verimli toprakları olan meralar zaten tarım arazisi yapıldı.

    dağda bayırda çorak meralar kaldı.

    ve bu meralara nüfusu ve hayvan sayısı artmış ülkenin tüm yükünü yüklemeye çalışıyoruz.

    1940 yılında bir hayvan birimi (hb) başına 3.38 ha mera alanı düşerken, son yıllarda bu değerin 1.18 ha’a kadar gerilediği ve birim alanda otlayan hayvan sayısında 3 katlık bir artış olduğu belirtilmiştir

    bu yükü, yapısı gereği çok verimli olmayan meralarımız kaldırabilir mi? kaldıramamış. büyük çoğunluğu can çekişiyor. bir kısmı ise adı mera ama kendi çöl.

    meralarımızın sağlık durumu ile ilgili yapılan araştırma sonuçları:

    türkiye’deki meraların ancak %1’i çok iyi,
    %11,7’si ise iyi durumdadır.
    geriye kalan mera alanının %52,56’si orta %34,8’i ise zayıf durumdadır.

    durum böyle olunca tüm hayvanlar hazır yem yemek durumunda kalıyor. hazır yem ücretleri de yüksek olduğu için maliyetler artıyor. et fiyatları yükseliyor. durumu nispeten dengelemek için hayvanlara ucuz yem veriyoruz. sapla, samanla besliyoruz. bu uygulama sorunu çözmek yerine daha da büyütüyor.

    çünkü kağıttan farksız besinle beslenen hayvanların verimi düşüyor. böylece birim maliyetler yükseliyor.

    inekten az süt alıyoruz, koyunun yünü az ve kalitesiz oluyor, hayvanlar eti az, et/ yağ oranı yüksek oluyor.

    1 kilo kıymayı bir almana göre 6-7 kat fazla çalışarak alıyorsun. köfte yapıyorsun. ama etin içinde protein yok. yağ.

    köfte pişerken yarısı kalıyor. kalanı eriyip akıyor.

    ***

    çözüm

    çözüm mevcut mera arazilerimizi korumak ve ıslah etmek.

    ıslah edilmiş bir meradan elde edilen ürün verimi şuan ki meralarımızın büyük kısmını oluşturan orta ve zayıf meralara göre 4-5 kat fazla.

    biz bir dönüm meradan yaklaşık 100 kg ot alabiliyoruz.
    oysa meralarımız çok iyi değil, iyi sınıfında bile olsa alacağımız ot miktarı dönüm başına 480 kg

    14 milyon hektar mera arazisinde 14 milyon ton kaba yem elde ediyoruz.
    ıslah çalışması olsa ve meralarımızdan dönüm başına 300 kg kaba yem bile elde edebilsek

    52 milyon ton kaba yemimiz olur. zaten yıllık 70 milyon ton kaba yeme ihtiyacımız var.

    çiftçi maliyeti sıfıra yakın olan bu sağlıklı kaba yem ile hayvanlarını besleyecek

    meralarımızı biraz toparlayabilsek,

    yem masrafları azalacak.
    yüzde 3 sindirilemeyen protein içerikli saman yerine yüzde 12-15 protein içeren mera otuyla hayvanlar beslenecek.

    verim artacak. birim maliyet bir kere daha düşecek.

    hayvancılık deri ve tekstil sektörünün ham madde kaynağıdır.
    daha kaliteli yünümüz daha iyi derilerimiz olacak.

    köfte yaptığında tavada daha çok et kalacak.

    ***

    sorun belli, çözüm belli, peki bu uygulanıyor mu?

    iyi haber,

    evet ülke olarak meralarımızı ıslah etmek için çok sayıda çalışma yürütüyoruz.

    kötü haber ilerleme hızımız saatteki akrepten bile daha yavaş.

    çünkü

    türkiye’deki meraların ıslahı için güncel fiyatlarla 45.milyar tl ye
    gereksinim vardır.

    bunun yansıra ıslah edilen meraların devamlılığı için her yıl bakım yapılması ve bakım masrafları için de en az 4 milyar tl bütçe ayrılması gerekir

    türkiye’nin 2021 yılı bütçesi 1 trilyon 346,1 milyar tl ve bu bütçeden tarımsal destekler için ayrılan para 24 milyar tl’dir.

    çayır-mera ıslah ve amenajman projeleri için ayrılan yıllık bütçe ise 16,6 milyon tl’dir.

    bu durumda türkiye’deki meraların tamamının ıslahı mevcut bütçe ödenekleriyle ancak 2748 yılında tamamlanabilecektir.

    726 yıl boyunca bu kaynak aktarımı yapılırsa meralarımız ıslah olacak. ve ülkemizin insanı et tüketmeye başlayacak.
    tek ihtiyacımız biraz sabır.
    700 yıl sonra hayvanlarımızda saman yerine, yemeleri gereken mera otu yiyecekler.

    o zamana kadar samanla beslenmiş eti, bir almandan 7 kat fazla süre çalışarak almaya çalışmaya devam.

    (bu arada , 2019 yılında 13 milyon 123 bin ton yem hammaddesi ithalatı yapan türkiye, bunun için 4 milyar 818 milyon 598 bin dolar ödedi.

    bugün ki kur ile 80 milyar tl

    tüm meraların ıslahı için gereken para ise 45 milyar tl

    biz meralarımıza bütçeden bu parayı ayıramadığımız için tüm meralarımızı 700 yıl sonra ancak ıslah edebileceğiz.

    ama her yıl 80 milyar tl hayvan yemi için ithalat yapabiliyoruz.)

    bunlar ülkenin mera konusundaki politikasının sonuçları
    ama tek sorun malesef meralar ve onların ıslahı ve korunması konusunda yeterince irade gösterilmemesi değil.

    çiftçimizde meralar konusunda son derece bilinçsiz. meraların bir sahibi olmadığı için ortak malı zihniyeti ile herkes ne kadar kullansam o kadar kar zihniyeti ile meralara yaklaşıyor.

    çünkü biliyor ki! kendisi dikkat etse, meradaki otların daha filizlenme aşamasında hayvanlar tarafından yenmesin diye büyümelerini beklese komşusu beklemeyecek.

    şu bilgiyi ne yazık ki ülkemiz hayvan üreticilerine aşılamayı başaramadık.

    nasıl ki bir buzağı doğduktan sonra kazanç sağlamak için büyütüp beslemeniz gerekiyor ise meradaki otun hayvanlara bol yem sağlaması için topraktan çıktıktan sonra belli bir süre büyümesine fırsat verilmesi gerekir.

    dünyanın muhtelif yerlerinde yapılan araştırmalar bitkiler toprak yüzüne çıktığında başlatılan otlatmanın meranın üretimini en az yarı yarıya azalttığını göstermiştir.

    otlatmaya başlama zamana karar vermek son derece kolaydır. bunun için mera bitki örtüsü veya çevrenizi gözetlemeniz
    yeterlidir.

    bunun için şu üç yoldan birini seçebilirsiniz:

    a)merada bol bulunan bitkiler sapa kalkmaya başlayınca,

    b) servi kavakların uç kısmında yapraklar çıkmaya başlayınca veya

    c) yörenizde kiraz yetişiyor ise kiraz ağaçları çiçek açtığında otlatmayı başlatabilirsiniz.

    şunu unutmamak lazım. bu meralar sizin.

    zamanında başlatılan otlatmada meranın verimi 100 olursa, kar kalkınca başlatılanda 20, sapa kalkma başlangıcında 50, zamanından sonra başlatılanda ise 80 olmaktadır.

    bizim ülkemizde azalmış, hektar başına düşen hayvan sayısı 3 katına çıkmış meralarımızı genelde kar erir erimez hayvanları otlamaya çıkarıyoruz.

    çünkü yem pahalı
    çünkü sen çıkarmazsan komşun çıkaracak

    baharı beklersen, sen bir sürü yem parası ödeyeceksin. komşun ödemeyecek.
    bahar geldiğinde onların hayvanları güçlenmiş olacak
    senin hayvanların hala zayıf olacak
    baharda zaten çoğu tüketilmiş otları onların hayvanları 2 birim yerken senin hayvanların 1 birim yiyecek.

    komşuna erken otlattığı için hiç bir ceza verilmeyecek.
    zamanında otlağa çıkaran ise hayvanı az kilo almış, yeme daha çok para ödemiş olacak. ve aynı fiyata malını satmaya çalışacak.

    bu durumda sen olsan bekler misin?
    karın erimesini bile beklemezsin. topraktan ot kafasını çıkarır çıkarmaz hayvanları gönderirsin.

    zaten bizim ülkemizde de olan bu!

    ---
    çocuklarda idrar kaçırmayla ilgili eksiksiz bir rehber

    (bkz: #143056477)
  • ağlamak bilimsel olarak insanın mutluluğunu artırıyormuş.
    yapılan çalışmaya göre endorfin, oxytocin gibi iyi hissettiren bazı hormonların üretimini tetikliyor. yani ağlama sonunda gülümsemek oldukça olağan.
    (bkz: ağla açılırsın) *
  • bazı durumlarda hiçbirşey yapmamak iyi birşey yapmaya çalışmaktan çok daha gerekli.
  • dünyanın en zehirli örümceği brezilya gezgin örümceği‘dir. her ne kadar avustralya’da yaşayan sidney funnel huni örümceğiyle kapışsa da, bazı uzmanlar brezilyalıyı en tehlikeli kabul eder. yalnız bu örümceğin zehrinde erkekleri ereksiyon halinde tutan bir enzim vardır. bilim adamları bu enzim üzerinde çalışıyor. viagra falan hikaye olabilir onu söyleyeyim.
  • design patterns ve elasticsearch. ikiside birbirinden etkileyici.
  • mars'daki olympus dağı güneş sistemindeki en yüksek dağdır. dünyadaki everest dağının yaklaşık üç katıdır.
  • dünyanın en kötü kokan kimyasalı, (ch3)2cs formülüne sahip bir organosülfür bileşiği tiyoasetondur. zaten az biraz kimya bilginiz varsa adında sülfür (diğer adıyla kükürt) geçen herhangi bir şeyin iyi kokma ihtimalinin olmadığını bilirsiniz ancak tiyoaseton gerçekten akıllara zarar bir kimyasaldır.

    formülü ile ilgili bilgilendirecek kadar kimya bilgim yok. 1889 yılında yanlışlıkla keşfedilmiş bir bileşik olan tiyoasetonun kokusu o kadar kötüdür ki kokuyu alan insanların saniyeler içinde kusmaya başladıkları, başlarına ağrı saplandığı ve hatta bayıldıkları bilinmektedir.

    bulunduğu yıl olan 1899'da almanya'da bir fabrikada bu kimyasal sentezlenmek istenirken ortaya çıkan koku yüzünden laboratuvarın 750 metre etrafındaki herkes kokudan etkilenmiş ve saniyeler içerinde kusarak bayılmışlardır.

    1890'da kimyasalı denemek isteyen ingiliz bilimciler tiyoasetonun yaydığı kokunun "dehşet verici" olduğunu belirtmişlerdir.

    tiyoaseton ile son bilinen büyük yüzleşme 1967 yılında ingiltere'de gerçekleşmiş, bir laboratuvardaki tiyoaseton saklanan tüplerden birisinin kapağı yerinden çıkmıştır. kapak saniyeler içinde yerine yerleştirilmesine rağmen 180 metre ötedeki bir binada çalışan insanlar saniyeler içinde mide bulantısı yaşayıp kusmaya başlamışlardır. tiyoaseton ile uğraşan kimyagerler restorana gittiklerinde herkesin hoşnutsuz bakışları ile karşılaşmış, hatta bir garson üzerlerine deodorant sıkmıştır. aynı insanlar deneme amacıyla açık havaya sadece bir damla tiyoaseton damlatmışlar ve yaklaşık 5-10 saniye içinde 500 metre ötedeki gözlemcinin kokuyu alabildiği ve midesinin bulandığı görülmüştür.

    tiyoaseton insan vücuduna fiziksel bir zarar vermemesine rağmen döküldüğü yerde insanların bayılmasına bile sebep olduğu için tehlikeli bir kimyasaldır. belirli bir kullanım alanı da doğru düzgün bulunamadığı için insanlık bu kimyasal ile uğraşmayı bırakmıştır, yoksa mutlaka bir yerlerde bir sızıntı olurdu ve kendisinin adını haberlerde görürdük.

    şahsen ben de tabii ki bu kimyasalı koklamadım ama bir gün laboratuvarda çalışan kimyager bir arkadaşım kontrollü ortamda tiyoaseton ile deney yaptıklarında ortaya çıkan koku yüzünden gözlerinin karardığını ve bayılmaktan son anda kurtulduğunu söylemişti. öyle bir koku beyin bu kokuyu algılamaktansa kendini kapatmayı seçiyor, varın siz düşünün.

    https://books.google.com.tr/…=y#v=onepage&q&f=false
    https://www.science.org/…s-i-won-t-work-thioacetone
  • başarılı olmada tamamen şanslı olmak gerektiğini iddia edenler ve başarılı olmada tamamen çalışmak gerektiğini iddia edenlerin tamamen yanıldıklarını belirtmek isterim.

    başarılı olmak, zekaya, çevresel etkenlere, şartlara bağlı olarak değişir demek genelleme açısından makul olsa bile işleyiş ve belirli durumları açıklama açısından oldukça kötü bir modeldir.

    başarılı olmak ama neye göre başarılı olmak sorusunu sorduğunuzda aklınıza, çalıştığınız iş'te, okulda, hobilerinizde başarılı olmak gelecektir ama kelime oyunları sebebiyle aslında yanıldığını söylemek kolaydır. çünkü, başarılı olmak sadece insana özgü bir davranış sonucu modeli değildir. genel anlamda bir kuş türü olan 'genel' kartal ailesine bakarsanız, avcı olarak akışkanlar içinde ( havada ) dinamik olarak ivmelenmesi, sürtünme ile ilgili çeşitli manevra ve genlerinden kaynaklı fiziksel yapısına uygun olacak şekilde adapte olabilmesi başarılı bir canlı türü olduğunu ifade edebilir. dolayısıyla, bir kartal'dan daha zeki olan insan, bir kartal gibi gökyüzünde süzülemez, avcılık yapamaz. bu sebeple uçma eylemini insan, fiziksel olarak kartal türü gibi gerçekleştiremediğinden başarısız deriz. kağıt üzerinde oluşturulan bu mantığa kimse itiraz edemez, etmemelidir de. insanoğlu, zekasını kullanarak diğer canlılardan öne çıktığı tarih itibariyle, kendisinden daha başarılı olan fiziksel güce, çevikliğe sahip bütün yırtıcı hayvanlardan daha yayılmacı olup, oluşturduğu insan kolonileri ile başarılı bir üreme, gelişme dönemine girmiştir. bu anlamda insanların belirli bir tarihten itibaren, geçirdiği evrim sebebiyle, diğer canlılar arasında 'şanslı' olarak başarılı olduğu tezi savunulabilir. ancak, insanın sahip olduğu zeka ve birbiri ile ilişkilendirdiği birbirinden farklı kavramların sadece insana özgü olmadığını, deneylerle diğer hayvan türlerinde kanıtlamıştır. maymun, papağan, karga vb hayvan türleri ile...

    yani bir insanın tamamen zekaya bağlı başarılı olabilme olasılığı, insan nüfusu arttıkça, azaldığını anlamak gerekiyor. elbette, başarılı olabilme derken ne ile hangi konu ile başarılı olabildiği hususu ise aslında başarılı olabilme eylemi kadar önemli bir kavram olduğunu da belirtmek gerekiyor.

    başarılı olmak için genetik faktörler, çevresel etmenler elbette önemli. hatta, bu tür etmenlerin deney öbekleri halinde çeşitli dönemlerde gerçekleştirildiğini, bilimsel makalelerde okuyabilirsiniz. ancak sorun şu ki, bugün size dünyanın en benzersiz şekilde farklı ögelerine sahip bir zekaya, kavramları farklı boyutta anlayabilen bir zekaya sahip olsanız bile başarılı olacağınızın bir garantisi yok. öyle ki, insanlık tarihine baktığınızda bugün doğruluğu kabul edilmiş ya da yeni yeni kabul edilen gerçekleri öne sürenlerin ağzını yüzünü kırıp, ibnelik, cadılık, şeytanlıkla suçlayıp öldürüldüklerini de tarihi yazılı kaynaklardan biliyoruz. ideal olarak başarı ve başarıya sahip bir kişiye bunların olmaması gerektiğini öne sürdüğünüzde, başarılı olmanın ne kadar da nadir, ne kadar da naif bir 'şey' olduğunu da usulca kabul etmeniz gerekiyor.

    başarıyı, bir olasılıklar bütünü olarak değerlendirdiğinizde, bu bütüne ulaşabilmek için matematiksel - fiziksel olarak 'sonsuz küçük' vektörel parçaları yani, gerçek hayatta hedeflenen iş için gerekli çalışma 'zamanını' ayırmanız gerekiyor. bunu ayırmış olsanız bile başarıyı hiçbir zaman garantileyemiyorsunuz çünkü, başarı dediğiniz şey çoğunlukla asimptotik bir eğriden ibaret. işte, başarı şansa eşit denilen yerde burada başlıyor. asimptotik eğrinin, doğrudan bir noktayı kesmesi için, bir şeyler olması gerekiyor ve olması gereken şeye 'şans' diyoruz. ancak, siz çalışmadan doğrudan şansla bir şeyler elde ederim diyerek, çalışma eyleminin zorunlu olan doğasını umursamıyorsanız, doğal olarak çalışmadan başarılı olmayı düşünüyorsunuz, başarılı olmanın ihtimalini arttırmıyorsunuz demektir.

    çalışmak, insanı kesinlikle başarılı yapmaz ama başarıya giden yolun neredeyse tamamını çalışarak döşersiniz. döşediğiniz yol mükemmel olsa bile başarılı olamayabilirsiniz. belki bir motivasyon yazısı gelebilir ama değil, çünkü matematiksel önermelerin genel hatlarını size verdim diye düşünüyorum. çalışma eylemini, sürekli bir fonksiyon eğrisi olarak düşündüğünüzde çizeceğiniz herhangi bir fonksiyon eğrisi, bir doğa eylemini hedefliyorsa, çizdiğiniz fonksiyonda düzgün bir şekilde, düzeni olarak ilerleyecek bir asimptot olarak kendini ifade etmeye başlayacaktır. bu fonksiyonu bir sonuca ulaştırmak istediğinizde, ya siz istediğiniz yerde bu fonksiyonu sonlandıracaksınız ya amaçladığınız fonksiyon baştan asimptot olmayacak ya da başarılı olmak için bir 'şey' bekleyeceksiniz. çalışırken bu 'şey'i sürekli gözetleyenler, fırsat kollayanlar olarak bilinir ve birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da 'fırsatını' buldum yaptım şeklinde işin başarıya ulaşmasıyla elde edilen gururun yansıması 'başarı' olarak ilan edilir. kollanan fırsat, iş yapılırken, bir yandan da olacakları sürekli gözlemlemedir. özellikle, biliminsanları, mühendislik dallarının bir kısmı ile sanatçıların kendi içinde damıtarak, keyifle kullandığı 'özelliklerdendir.' bu fırsatı oluşmasını gözlemlemek, başarıyı getiren bir özellik değil, arttıran bir özelliktir. fırsatı kollayıp, o fırsatı kullanmak için gereken beceri çalışkanlıkla elde edildiği gibi 'cesaretin' de kullanılmasını gerektirir. dolayısıyla, ben zekiyim, çalışıyorum, fırsatı kolladım ve fırsatı da yakaladım ama başarılı olamadım ifadesinin eksiği olan 'şey' belki de cesarettir. belki de başka bir 'şey'. bu sebeple, biri çalışmak boş iş, zeki olmak lazım ya da şanslı olmak lazım diyorsa, matematik dünyasının olasılıklar hülyasına dalmadan, insanoğlunun toplumsal hiyearşisinde davranışsal tutumlarında ki örüntüleri bilmeden iddia ettiği, 'ben her şeyi biliyorum' hüsnü kuruntusundan başka bir şey değildir.

    doğanın kendisi, insanoğlunun simgesel olarak ifade edebildiği şekilde, olasılıklar üzerine yığılmış 'kaos yumağından' fazlası değildir. ancak bu kaos yumağı anlaşıldığı şekilde içinden çıkılmaz bir örüntü bütünü değil, sadece insanoğlunun çok boyutlu evrenleri / uzayı anlamadaki komik denecek kadar zeka özürlü olmasından kaynaklı bir sorundur. yani, kendi acizliğinin farkında olan, büyüterek evcilleştirdiği ve keserek yediği hayvanlardan tek farkı, o hayvanlar gibi olduğunun farkında olmasıdır. *

    yine bu sebepten ötürü, yıllar önce silikon işlemci tabanlı yapay zeka çözümlerinin insanlığı esir alacağı ya da yerini alacağı söylemler, geçerliliğini her geçen gün daha da sağlamlaştırmaktadır. bilinç denen şey, milyarlarca yıllık evrimden kaynaklanan bilgi yığınları kümesi ise, silikon işlemci tabanlı yapay zeka komut yumaklarının bir süre sonra, evrimleşmesinin önündeki engel ya insanoğlu ya da verimsiz enerji saklama - işleme yöntemleri olacaktır. yani, yapay zekaya başarı kavramı, kendi benliğini kazanmak olacakken, insanoğluna başarı kavramı ise yapmak istediğini yapmak için çalışıp, hedeflediği şeyi gerçekleştirme adına bilgisi dahilinde yapabileceği her şeyi yapmak olacaktır. nitekim, yapabilecek her şeyi yaptım yine de olmadı ifadesi, aslında ben eksik bir şeyler yaptım ve gereken o şeyi ne yaptıysam bulamadım demek olduğunu da vurgulamak ama kabul etmemek olur.

    bu sebeple, başarılı olmak eylemi belirli bir zümreye ait bir kavrammış gibi aptalca düşünce kuyusuna sizi çekmeye çalışanlara, siktiri çekebilirsiniz. içinde bulunduğumuz günde bir insan, dünya genelinde ki en temel ve önemli bilimsel bilgilere, mühendislik bilgilerine, sanatsal içeriklere ulaşabiliyorsa, çalışarak, fırsat kollayarak, fırsat yaratarak hedeflediği şeyi yapabilir. hedeflenen şeyin gerçekçi olması da gerekir. şimdi kalkıp, ben 80 yaşındayım, çok zekiyim, param var ve f35 kullanıp, savaşa katılmak istiyorum derseniz bu gerçekleştirerek başarıya ulaştırma şansınızın az olduğunu elbette bilecek kadar zekisinizdir. bunun sebeplerini de, içinde bulunan şartlara göre değerlendirip, başarının ancak bu şekilde geldiğini herhalde anlatmama gerek yoktur. böylece, zamanın aslında ne kadar önemli bir 'meta' olduğunu anlamış olduğunuzu umuyorum. yani sizi köle gibi günde 12 saat çalıştırıp, asgari ücrete talim ederek, keyfine keyif ekleyip açık denizde özel yatı üzerinde toplu seks partisi düzenleyenlere, geri getiremeyeceğiniz 'zamanınızı' kolayca hediye etmeyin. harcadığınız 'zaman' için savaşın. 'zaman'ın' kıymetini bilin.
hesabın var mı? giriş yap