• elimizdeki kesiğe alkol dökünce neden yanar ?
    elimiz kesildiğinde vr1 denen reseptörler açığa çıkıyorlar.
    normalde bu reseptörler ısı algılayıp beyne sinyal göndermekle görevliler.
    ortaya çıkan reseptörler üzerine alkol döktüğümüzde alkol bu reseptörlerin ısı algılama aralığını değiştirerek -42 dereceden -34 dereceye yükseltiyor.
    burası önemli !
    reseptörlerin ısı algılama toleranslarını değiştirerek elimiz yanmasa bile kendi vücut sıcaklığımızı algılatıyoruz.reseptör de garibim henüz mezun olmuş yazılımcı programı gibi çalışıp beyne “lan oğlum yanıyorsun” diyor.
  • "h" yüksekliğinde yani aynı yükseklikte 2 mermi olsun. birinci mermi yatay şekilde ateş edilerek, 2. mermi serbest bırakılarak gönderiliyor. ikisinin de yere düşme süresinin ayni olduğunu öğrendiğim de "vay anasını sayın seyirciler" tepkisini verdiğim cümledir. bu arada buna sebep olan şey yerçekimi ve sürtünme imiş.
  • konsomatrisin tüketici demek olduğu.
    hepimiz konsuz.
  • ölümden dönen insanlar o anlarda anılarını hatırlarlar. 'hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti' derler. bunun sebebi şuymuş; büyük tehlike anlarında beynimiz kurtulmak için çözüm arıyormuş. bunun için tecrübelerimize odaklanıyor, anılarımızda bir çözüm arıyormuş. ve beynimizin anı depolayan kısmı kan ve oksijen kaybından etkilenmediği için o kısım çalışmaya devam ediyormuş.
  • yok çok sadıklarmış,yok ayak yıkarlarmış,yok geyşalarmış,yok hiç kaprisleri yokmuş,yok en kötü durumda bile partnerlerine ölümüne destek verirlermiş,hepsi şehir efsanesi arkadaşlar,slav ırkıyla gezilir tozulur ama asla ve asla yuva ku-rul-maz
  • eklem bağlarının esnekliğinin günlük içtiğiniz su miktarıyla yakından ilişkili olduğunu biliyor muydunuz?
  • "birbirlerinin yüzüne puf puf ederek sokakları, mahalleleri kokuttular".
    benzeri ifadelerle sıkça karşımıza çıkan sigara tartışmasının tarihi 400 yıl öncelerine dayanır.
    1583 yılında ilk kez milas'ta tütün ekimi yapılır, kısa zamanda imparatorluk topraklarında yaygınlaşır. tütüne getirilen ilk yasak 1609 yılında artan balmumu fiyatları neticesinde sultan 1. ahmet tarafından getirilmiştir; tütün üretiminde böceklenmeye karşı mum kullanılması sonucu o dönem için büyük önem arz eden mum fiyatları artmıştır. saray, mum bulmakta zorlanır.
    1633 yılında yaşanan ve ahşap yapıların yoğun olduğu istanbul'un yarısını yok eden yangın sonrası 4. murat yangının tütün içiminden kaynaklandığı rivayetine uyarak tütünü gene yasaklar.
    şeyhülislam bahai efendi'nin tütünün mübah olduğuna dair 1649 yılındaki fetvasına kadar yasak sürer. fetva sonrası tütün ekimi hızla yaygınlaşır. 19 yüzyılda osmanlı topraklarında bir milyon dönüm arazide tütün üretimine ulaşılır. tütün aleyhine risale yazan bir kişinin afyon kalesine hapse gönderildiği bilgisine rastlanır.
    1600lü yıllarda yaşamış tarihçi peçevi ibrahim efendinin yazdığı peçevi tarihi kitabında günümüzde de tanıdık gelen satırlar vardır;
    "insanlar arasında o kadar rağbet gördü ki, ayak takımından bazı insanların tütünü çok içmelerinden hâsıl olan duman yüzünden kahvehanelerde insanların birbirini görmesi güçleşirdi. sokaklarda ve pazarlarda insanların lüle ellerinden düşmez olup birbirinin yüzüne gözüne puf puf ederek sokakları ve mahalleleri kokuttular ve tütün üzerine şiirler yazarak münasebetsiz bir halde okuttular. bu yüzden birçok münakaşalar oldu. bunun kötü kokusu hemen her içenin sakalını, bıyığını, sarığını ve hatta iç çamaşırlarını ve evinin içini kokuttuğu gibi, halı keçe gibi evlere serilenleri de yer yer yaktığı, külü ve kömürü ile her tarafı kirlettiği, uyuduktan sonra dimağa çıkan kötü kokusu ve bunlar kâfi değilmiş gibi daima kullanmanın neticesi olarak çalışmaktan ve elleri is görmekten geri kaldılar"
    kaynaklar: tütünün kısa tarihi
    osmanlı'da tütün yasakları
    edit: ekleme
  • “sığırlar aynı yerde otluyorlardı”

    daha yedi yaşlarında babamın çiftliğinde traktörle çift sürüyordum.
    traktör makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı .

    öğretmen okuluyla birlikte çınarlı meslek lisesinin radyo-elektronik bölümünün gece eğitimini bitirdim .

    öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz tevfik elmas'ın teşvikiyle , tarihte ilk defa radyo-elektronik kolunu kurdum .

    19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda , bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum .

    o yıllarda grundig marka transistorlu radyolar dokuz yüz liradan satılırken, öğretmen maaşı da dört yüz elli liraydı .

    yani bir transistorlu radyo iki öğretmen maaşına, bu günkü değeriyle altı bin liraya satılıyor, milletimiz düpedüz soyuluyordu .

    izmir çankaya caddesinde elektronik hurdacıları vardı .

    atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir , gerisi kolay ! hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo otuz liraya mal oluyordu .

    öğretmenlik yaptığım dağ köyünün elinden marangozluk da gelen muhtarı irfan , muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası yaptı .

    işe koyulup radyo elemanlarını monte ettim .

    en sona hoparlörü kalınca , muhtara:
    -“tut şu kablonun ucunu , hoparlörün
    dibine değdir” dedim.

    değdirdiği gibi oyun havaları patladı ! ankara radyosu çalıyordu !

    muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı:

    -“öğretmenimiz radyoyu icat ettiii !” diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu .
    köylü merakla kahveye doluştu .

    -“üleen dokuz yüz gaymelik iş bu muymuş” diyorlardı .

    onlar :
    -“öğretmenimiz radyo icat etti “ dedikçe, ben
    -“değil başkası icat etti , ben imal ettim” diye uyarsam da , onlar inatla :
    -“sen icat ettin” diyorlardı .

    önce muhtara , sonra da köylülerime radyo yapmaya başladım.
    muhtar radyolara kutu yapıyor , hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu . kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor , skala olmasa da istasyonlar pekala bulunuyordu .

    kimseden para da almıyordum ama onlar da çeşit ikramla memnuniyetleri gösteriyordu .

    radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu.

    bir gün , bizim uzun memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken, devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı :

    - nedir ülen bu ?
    - radyo başefendi .
    - böyle radyo mu olur ülen ?
    - öğretmenimiz icat etti .
    - neee , kaçak radyo yapmış , tut onbaşı , zabıt tut !

    zaptı tutmuşlar .

    o yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı . jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar, milli eğitim müdürü ifade alır, gerektiğinde savcılığa sevk ederdi .

    milli eğitim müdürümüz ahmet bey, öğretmenimiz bana bir uğrasın diyecek kadar kibardı .
    yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı ve:
    -“ o muhteşem mucit bu ! “ dedi ve kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti .

    radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu . izinsiz radyo imal etmek de casusluk gibi bir şeydi , yani sonu hapis cezası .

    savcılığa sevk etmemek için , önce takdir edip , sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak , ödemiş bozdağlardaki kızılkeçili köyüne sürgün ettiler ! soruşturma kapanmış ama yurdumun geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı .

    bahar aylarında bozdağlar'a geldim , isviçre gibi bir yer !
    bozdağların tepesinde son köy karakeçili, buradan öteye sürülecek yer yok !

    köyü gezerken , içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda terk edilmiş üç su değirmeni gördüm . elektriklisi çıkınca , bunların pabucu dama atılmış ! birinin suyu var , kapağı kapatınca tribünden çıkan su insana çarpsa parçalar ! yazık boşa akıyor !

    o yıllarda hiç bir köyde elektrik yok .
    hafta sonunu dar ettim . izmir sanayi bölgesinde manisalı ahmet tütüncüoğlunu buldum . derdimi anlatınca yardımcı olup , jeneratör için gerekli parçaları bulmamı sağladı : alternatör , voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör , jeneratörün miline monte edilecek kayış ve tribün kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı .

    ahmet bey , o iyi yürekli insan , hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi . bir kaç günde montajı tamamladım . köy kahvesine , okuluma , camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim . açılış için akşam karanlığını seçtim .

    köylü merakla toplanmış bakarken, suyun kapağını açınca , ortalık gündüz gibi aydınlık oldu . suyun gücü neredeyse on beş köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi . köylü sevinçten çığlık atıyordu .
    -“sakın öğretmenimiz icat etti diye kimseler söylemeyin , başıma iş açarsınız” diye hepsine tembih ettim .

    o gece devreyi hiç kapatmadım , nasıl olsa bedavaydı !
    sabaha kadar efeler zeybek oynadı , kimi duayla , kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu kutladı .

    iki gün sonra basıldık. tüm ilçe jandarması köyü basmıştı .
    - emir aldık , sökün bunları yoksa fena olur !
    söktük .

    kasabaya indim ve -“sizin mevzuatınıza da, palavra eğitiminize....” diyerek istifamı verdim
    oradan denizlere açıldım. önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği , ardından süper tanker süvariliği .

    yıllar sonra memlekete döndüğümde gördüm ki ; değişen bir şey yoktu , sığırlar yine aynı yerde otluyorlardı .
    (öğretmen nedim çakmak)
  • dünyanın herhangi bir kara parçasına en uzak yeri güney pasifik okyanusu’nda, yeni zelanda ile şili arasındaki nemo noktasıdır. adını jules verne’nin meşhur kitabı denizler altında 20.000 fersah’taki kaptan nemo’dan almıştır. 1992’de bilgisayar destekli ölçümler ile bulunmuş burası. kıyılardaki erezyonlar nedeni ile zamanla yeri birkaç metre değişiklik gösterebilir. nemo noktası karadan öyle uzaktır ki oraya en yakın insan genellikle astronotlardır. ülkelerin uzay kurumları burayı ıssız bölge olarak ilan ettiğinden malzeme çöplüğü olarak kullanıyor. bu noktanın altında eski uyduların bulunduğu uzay araçları mezarlığı mevcut.

    okyanuslar hakkında bilinmeyenler :
    https://www.youtube.com/watch?v=fmxbt5riqg4
  • bu bilgilerden birisi de mononym sözcüğüdür. ufku iki katına çıkarmasa da biraz olsun katlayabilir.

    yunanca kökenli bu sözcük, tek bir isim sahibi olan veya tek isimle tanınan kişileri ifade eder. michelangelo, björk, mozart, cicero gibi. başlangıçta çok ismi olanlar için kullanılan bu yöntem, zamanla ismiyle bütünleşen kişiler için kullanılmıştır.
hesabın var mı? giriş yap