• sozleri su sekildedir:

    la la la laa la la la la la la la la laa
    la la la laa la la la la la la la la la

    la la laa la laa la laa
    la la laa la laa la laa
    la la laa la laa la laa la la la la la laaa

    la la la la laa la la la la la la la laa
    la la la laa la
    la la la la la la la laa

    la la laa la laa la laa
    la la laa la laa la laa

    la la laa la laa la laa la laa la laa la laaa

    la la laa la laa la laa
    la la laa la laa la laaaa

    la la laaa la la la la la la la la la laaa
  • fotograf ceken japon gercegini bir kez daha gozler onune seren film.
  • --- spoiler ---
    gerilim türü konusunda neden bir başyapıt olduğu, kanımca türünün daha kalitesiz eserlerini izledikçe anlaşılan film. kendimi hiç hissetmediğim kadar yakın buldum bir film karakterine, telefon kulübesinde bir kaç dakikalığına da olsa huzuru buldum, bana inanmış birini bulmuşçasına sevindim hastaheneye yatırılacağını öğrenip uyumaya çalışırken rosemary. kuyulardan çıkıp insanları korkudan öldüren küçük kızlar, zekalarıyla nasa da çalışabilecek katiller veya eli testereli gulyabanilerle dolu efekt ve anlık fast-motion kareler değil, bütün bir filme sinmiş yalnızlık duygusu geriyor beni, kokuşmuşluğun içinde çaresizlik. hiç bir kuyunun yanından geçerken korkuyla bakmadım içine samara var mı diye, veya hiç telefon çalarken korkmadım, yalnızken televizyon da izlerim internete de girerim allahıma bin şükür. ama insanlara elimi uzatırken bir kez daha düşünüyorum sayende polanski, sevin; başarılısın çünkü....
    --- spoiler ---
  • aklıma gelen ilginç birkaç detay:
    satanist komşu roman castavet'e polanski kendi ismini vermiş.
    rosemary ismi de özenle seçilmiş bir isim (bkz: mother mary).
    film korku unsurunu kan ve şiddet göstererek değil, gizli-elit-okült toplulukları ve ritüellerini deşifre ederek sağlıyor.
    filmde mind control ve black magic konuları çok iyi işlenmiş.
    rosemary'nin kocası guy, ünlü olma yolunda "ruhunu şeytana satan adam"ı sembolize ediyor.
    iblisin tecavüzü sahnesinde "the churc of satan"ın kurucusu anton lavey'in filme danışmanlık yaptığı söylenir.
    filmden bir başka detay, rosemary'i doktorda sıra beklerken time dergisini alır. kapağında "is god dead" yazmaktadır.
    işin ilginci kapak gerçektenten de nisan 1966 time kapağıdır. lavey'in the churc of satan'ı aynı yıl ve ay kurulmuştur.
    filmde rosemary'in okuduğu witchcraft kitabı gerçekte eliphas levi'nin rituels and dogma isimli kitabı.
    hatta dikkatle bakınca bir karede levi'nin çizdiği baphomet figürü görülebilir. çok tırstığım bir adamdır bu eliphas levi.
    bebek doğduktan sonra roman bağırır ya "the year is one, the year is one" diye...
    yani şeytanın doğduğu yıl, 1 diyorlar. haziran 1966. 6/66 yapar.
    filmin gösterime girmesinden 14 ay sonra polanski'nin 8 aylık hamile karısı sharon tate, charles manson ailesi tarafından ritüelistik bir biçimde 16 yerinden bıçaklanarak öldürülür. duvara kanıyla "pig" yazılır. tate son olarak 3 yıl önce "the eye of the devil" isimli bir filmde oynamıştır. çok acayip değil mi? manson cinayetleri çoğuları tarafından seri cinayetler gibi görünse de, manson'un elit gizli örgüler tarafından kullanıldığını iddia edenler de vardır. manson'un mind control altında olduğunu, beatles şarkılarıyla beyninin farklı bölümlerinin tetiklendiğini falan söylüyorlar.
    işte çok acayip bir bilgi daha:
    john lennonfilmdeki satanist ritüellerin geçtiği binanın önünde öldürülmüştür.
    acaba polanski karısını gerçekten filmdeki gibi kurban mı etti?
    7 yıl sonra 13 yaşındaki bir kıza tecavüz, şiddet içeren davranış, uyuşturucu vermek falan gibi ithamlarla suçlandı.
    1933 doğumlu yönetmen, tüm bu suçlamalara rağmen hâlâ serbesttir.
  • korku filmlerini
    *genleriyle oynanmış kişilerin koca kollu canavara dönüşüp kasabada dehşet saçması,
    *tek gözlü robotların sapıkça insanları öldürmesi,
    *katil arı, katil balinaların sahil çocuklarını yemeleri,
    *kurtadamların vampirlerle çatışması,
    *yüzyılın en büyük fırtınasının insanları yutması
    *...vs
    sananların izleyip, kıçlarıyla güldüklerini belirttikleri roman polanski filmi.
  • roman polanski'ye bir eş bir de doğmamış çocuğa mal olan film
  • roman polanski bir ruh hastası olmadığı için dedikoduların aksine rosemary'nin bebeği'ni karısı shannon tate'in mason family tarafından öldürülmesinden sonra değil önce çekmiştir, hatta filmde, rosemary' nin genç arkadaşlarına verdiği partideki kadınlardan bir de bizzat shannon tate'dir.
    mia farrow'un hastalıklı bir biçimde beyaz gecelikler içinde dolaştığı creepy bir filmdir bu, kült'tür, klasiktir.
  • evet, birçok gerilim filmini tanıdık, birçok gerilim filmini gördük... fakat hiçbiri, bir yönüyle, "rosemary's baby"nin eline su dökmeyi başaramadı. çünkü;

    --- spoiler ---

    onların yönetmenleri "kötü"yü gösterdi, "korkulması beklenen"i gösterdi, "bakılamayacak kadar çirkin olan"ı gösterdi. fakat tıpkı "güzellik" gibi "çirkinlik" de, "korkunçluk" da görecelidir, bu akıl edilemedi. dediler ki, «işte, budur "kötü"; işte, budur "korkunç"; işte, budur "çirkin"!» fakat hayır, bundan daha "kötü"sü hayal edilebilirdi, bundan daha "korkunç"u hayal edilebilirdi, bundan daha "çirkin"i hayal edilebilirdi. ki ediliyordu da zaten. bu sebeple izleyici, izlediği filmden ancak yönetmenin hayal gücü kadar gerilim hissedebiliyordu.

    sonra roman polanski çıktı ve "rosemary's baby" adında bir film koydu ortaya. filmde bir kadına** iblis'in oğlunu doğurttu. ve gitti, gerilimin ve tansiyonun had safhaya çıktığı annenin bebeği ile karşılaştığı sahnede sözkonusu "şeytan eniği"ni hiçbir şekilde göstermeyerek; onun varlığını sesi üzerinden, görüntüsündeki ürküyü ve çirkinliği ise rosemary woodhouse'un ilk görüş sonrası verdiği şu tepki üzerinden bildirdi. böylece, filmi izleyen istisnasız herkes, sözkonusu bebeğin görüntüsünü kestirebilmek için, kendi hayal güçlerine başvurmak durumunda kaldı. böylece, filmi izleyen her bir kişi, hayal edebildiği "en korkunç" ve "en çirkin" bebeği hayal etti. böylece, filmi izleyen insan sayısı kadar "şeytan'ın korkunç bebeği" imgesi yaratılmış oldu.

    --- spoiler ---

    bunların yanısıra "rosemary's baby" için "klişe jeneratörü" de denilebilir. "rosemary's baby"den sonra gerilim filmi çeken yönetmenler, "direkt 'rosemary's baby'yi taklit edenler" ve "'rosemary's baby'yi taklit edenleri taklit edenler" şeklinde ikiye ayrılabilir.
  • polanski'nin kullandığı renkler, kapalı mekan açıları o kadar etkileyicidir ki rosemary dışarı çıktığında bir daha eve gelmesin istersiniz. odakta mütemadiyen rosemary varken genelde dar açı kullandığından polanski'nin yakaladığı klostrofobik atmosfer; kan ve yerinden hoplatma numaraları olmadan da mükemmel bir gerilim filmi çekebileceğini kanıtlar, ayrıca bunda o kadar başarılı olur ki telefon kulübesinin önündeki arkası dönük adam bile bir gerilim unsuruna dönüşebilir.

    polanski'nin diğer enfes filmi olan le locataire ile paralel noktaları bulunsa da rosemary'nin bebeği sonu itibarıyla da farklı bir noktaya yerleşir, her ne kadar belli olaylar net olmasa da filmin tavrı nettir. yoruma açık bir son yoktur. ve bu son o kadar etkileyicidir ki henüz avrupa'dan gelmiş bir yeni yetmenin amerika'daki ilk filminde bu kadar cesur olması hayranlık uyandırır.

    mia farrow'un müthiş performansının yanında senaryo da çeşitli okumalara açık olmasıyla dikkat çekmektedir. dikkatimizi çektiyse hemen bir şeyler sallayalım mesela; filmin açılış ve kapanış sekansındaki mimari vurgu oldukça önemlidir. gökdelenler, yüksek binalar üst sınıf olmayı, zenginliği ve gücü sembolize ediyor diyebiliriz. rosemary de taşrada katolik eğitimi almış bir kızdır ve kocasıyla birlikte malum olaylarla da sınıf atlamış olur, zaten her şey yeni ve geniş bir ev almaya karar vermesiyle başlar ve zaten kocası da ona hollywood'da oturma sözü vermiştir. aslında filmin genel tavrında şeytan, cadı gibi 'sapkınlıkların' üst tabakadaki insanlarda tezahür etmesine bir işaret hep vardır.

    her ne kadar bunun gibi okumalara açık olsa da film salt bir gerilim olarak da bir başyapıttır. neredeyse tüm gerilim filmlerinde etkisi vardır. koridor sahneleri, rosemary'nin sallanan beşiği bıçakla durdurması… hepsine özenilir, keşke ben de böyle planlar çekebilsem dedirtir.

    tüm bunların ötesinde filmdeki müzik kullanımı da ilginçtir. evet, mia farrow'un seslendirdiği giriş etkileyicidir ancak filmde çok farkedilmeyen ama etkileyen bir başka detay vardır ki o da beethoven'ın für elise'inin filmde belli aralıklarla (mutfak masasında geçen sahnelerde) tekrar tekrar duyulmasıdır. bu eserin filmle ilgili herhangi bir bağlantısı var mı bilmiyorum ancak en çok sevdiğim detaylardan biridir diyebilirim.
  • "gerilim filmi" nedir anlamıyorum diyenleri sıkmadan gerebilcek bir usta işi başyapıt.
    öyle mi böyle mi diye filmin sonna kadar kendinizi yersiniz.
hesabın var mı? giriş yap