• 19 mayıs 2009'da bitmeyen bir yürüyüşle zincirlikuyu mezarlığına çıkandır. bilmem tarihi bir kafiye sezinlenir mi?

    az önce televizyonda gördüm: otoriteye karşıyım diyordu. soru sorun, sorgulayın, araştırın diyordu.
  • hakkında düşünürken destur çekilmesi gerekendir zira türkan saylan'ı, "türkiye laiktir laik kalacak" diye uğurlayanlarla, annesi hristiyan kendisi de misyoner diyenler arasında nitelik olarak bir fark görmüyorum.

    türkan saylan 'ın bu ülkeyi karış karış dolaşıp, memleketin hastalığını kendi hastalığı bellemesini her zaman çok değerli bulmuşumdur. siyasetini, çağdaşlıkla kurduğu ilişkiyi ise beğenmem, bırakın beğenmeyi çağdışı bulurum. çook meşhur, "ne şeriat ne darbe" söyleminiyse, "şeriat gelmeyecekse darbeye luzum yok" gibi, samimiyetsiz bir manevra olarak değerlendirdim. en baştan beri...
    mesele türkan saylan'ı sevmek ya da nefret etmek değil. mesele sapla samanın ayrımını yapabilmek. bugün arkasından yakılan ağıtlarda hocanın bilimsel kimliği, bu topraklarla ilişkisi sanki bir sos olarak kullanılıyor. herkes ağzına hocanın siyasetini dolamış varsa yoksa çağdaş yaşam, laiklik.

    bunu hocaya yapılmış büyük bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. zira türkan saylan, nurcu cemaatin simetrisi sayılabilecek çapsız, ayrımcı siyasetinin ötesinde bir insandı. şöyle düşünün; yıllardan 2045. fazıl say ölmüş ve anma törenine fazıl say'ın müziği değil, o berbat grameri ve kötü türkçesiyle kurduğu kelimeler yön veriyor ve gelecek nesiller fazıl say'ı müziğiyle değil, türkiye'yi piyanosunun tuşları gibi "siyah ve beyaz" olarak görüp, kurduğu vasat cümleleri ve siyasetiyle hatırlıyor. buna razı olabilirseniz peki.

    ben olamıyorum? türkan saylan'ı da şener eruygur gibi çetecilerle yaptığı işbirlikleriyle değil, bu ülkenin toprağını alnına sürmesiyle, emeğiyle, bilimiyle hatırlamak istiyorum. saylan'ın cenazesine katılmak için ağrı'dan gelen ve o kırık türkçesiyle "türkan hanım bana anamın babamın yapmadığı iyiliği yaptı" diyen cüzzamlı kadın, benim içini her türlü günlük siyasetin üzerindedir, gerçektir.
    her ne kadar o, hayatının son yıllarında bunun tam tersi için mücadele eder bir hal takınmış olsa da, türkan saylan'ın bu ülke için yaptıkları ona saygı duymam için yeter, hatta artar bile. kendisi hakkında ufuk uras'ın yazdıklarını da, bu yönüyle insani ve isabetli buluyorum.
    http://www.turnusol.biz/…d=4586&pid=33&haber=uras: "_a_ından+sorumlu+bilim+insanıyd
  • ecevit'in cenazesinden sonra -nicelik ve nitelik itibariyle- gördüğüm en büyük merasimle uğurlandı hoca. daha da mühimi; gidişiyle bile büyük bir farkındalık yarattı, ne mutlu ona!...
  • türkiye cumhuriyeti'nin verdiği en büyük kayıplardan birisi. onunla beraber yürümek, laikliği savunmak çok büyük bir onurdu.

    saçma ama bir ümidim var. bu ülkedeki çoğu insanın gözleri birinin ölümüyle açılıyor. barış manço ölünce onun ne kadar yüce bir sanatçı olduğunu keşfeden çoktur keza kazım koyuncu'nun durumu da öyle ve şu an aklıma gelmeyen onlarca sanatçı, düşünür için de geçerli aynı durum. ümit ediyorum ki zamanında sevgili türkan saylan'ın da yaptıklarının ne kadar önemli, ne kadar yüce olduğu anlaşılır ve (bu kelimeyi kullanmayı sizin için hiçbir zaman sevmeyeceğim ama) kaybımız birleşmemizde, hislerini ve isteklerini arka plana atmış insanların tekrar o hisleri ve istekleri kazanması için vesile olur..

    her şey için çok teşekkürler. size minnettarız..
  • bir korku sarmış etrafı. korku öyle amansız olmuş ki yüzsüzlüğe, acımasızlığa çıkmış yolu. korku, eğitimli ve fakat çağdaş eğitimli bir toplum olma yolunda atılan her adıma karşı duyulan korku. atatürk'e biraz daha yakışan bir toplum olma yolunda atılan her adıma duyulan korku. korkuyu duyanlar belli. öyle bir nefrete dönüşmüş ki bu korku yazılan, söylenen yorumlarda, zannediyorum ki ellerinden gelse türkan saylan ın ölü vücudunu çıkarıp mezarından parçalayacaklar aralarında. öyle büyümüş ki bu gözü dönmüş nefret, bir insanın amansız hastalığından bile zevk alabilecek, bunu bile alay malzemesi edebilecek bireyler yaratmış ki bu bireyler , utanmadan kardelenler gibi kutsal bir projenin adını da ağızlarına alay malzemesi yapıp, onu da buraya sırıtarak ve ağzından salyalarını akıtarak yazabilmiş. öyle büyümüş ki bu nefret, insan, insanlığından utanır hale gelmiş. sahi bu arada islamiyetin kurallarından biri de ölüye saygı değil miydi? islamiyetin asıl söylediği şey önce insan olmak değil miydi?
  • burada her ne kadar mümkünse de, türkan saylan'ın bu toplumun aydınlanması için ya da insanların bir şeylere göğüs gerebilmesi, mücadele edebilmesi ve hatta idrak edebilmesi için gösterdiği (göze alamayacağımız için) sabır zorlayan çabalardan bahsetmeyeceğim. bundan bahsetmemenin sebebi aslında bunun tartışmaya açık bir tarafının olmaması. ama acı tarafı bizim, türkan saylan'ın sesini çok geç duymamız; tanımamış ya da tam da tanıyacakken kaybetmemiş olmamız.

    insanoğlunun düşünen bir canlı olması ona çeşitli sorumluluklar yükler. mesela içgüdüsel ihtiyaçları; düşünmek, karnını doyurmak, öğrenmek, çözmek, sevişmek ve barınmak gibi. varolan her organizma ve dolayısıyla her sistem ürer ve genişler. yani kendine benzeyenleri çoğaltırken bir yandan da barındığı yerin etrafındaki tehditleri elemek ister. bu yüzünden de savaşır.

    burada merkezde bir güç olmalıdır. bir irade, bir motivasyon veya bunu temsil eden bir öğe. merkezdeki güç, kendi idealinin oluşması için çevresini genişleterek daha kitlesel bir güç yaratmaya çalışır. bu noktada makinenin beyni daha az çabayla daha çok hareket gerçekleştirebilecek ve ideali daha güçlü etkilerle yayabilecektir.

    sistemin merkezine dünya tarihinden hangi lideri oturtursan oturt; aşağı yukarı mantığın işleyişi aynıdır. hatta sistem (makine) artık kitlesel bilinçle yayılma evresine geçer ve kendisine bir yüz yaratır. bu yüzün seçilmesi merkez liderliği taşıyabilme yetkinliğinden değil ihtiyaçtandır. örneğin devlet bir sistemdir ama varoluşunu, bekâsını ve (şu an her ülkede aktif olmasa da) yayılma arzusunu temsil eden bir simge, bir lider atar ortaya (tayyib, hitler, churchill, tansu çiller, adnan polat, padişahlar, krallar vesaire).

    lakin her zaman bu ilkel makinenin ilkel isteklerini taşımayan sistemler yaratma olanağı bulunmaktadır. mesela savaşma veya dış tehditlerle mücadele etme ihtiyacı olmayan sistemler görmüşüzdür. organizma olarak bakarsan, bir organizmanın en küçük yapısal ve işlev birimi olan hücre bile yayılmak ister. kanser hücresinden sen düşün gerisini. ama yayılmak istemeyen organizmalara ülke olarak isviçre politik bağlamda bir örnektir (ama onlar da futbolda hazımsızlar). ya da che guevara'nın küba'sı yayılmacılık yerine varolan sistemin varoluşunu korumaya çalışmış ve tehditten mümkün olduğu kadar uzak durmuştur. ülkemizde buna mevlana'yı örnek gösterebiliriz. mevlana tarikatının özü şudur; "ne olursan ol gel..." gerisini biliyorsunuz. çok sesli bir şekilde çağırmaz, yayılmaz; der ki, "içeride ortam güzel, sohbet ediyoruz, dönüyoruz, geleceksen gel bi bak, sarmazsa gidersin".

    aslında küba da, mevlana da (bunlar sadece yüzeyden örnekler olsun diye), devlet ve diğer devletler için tehdittir. çünkü alternatif bir varoluş biçimi olasılığını çağrıştırırlar. ya da ben öyle umuyorum. bu örneklerde topluluğun üyeleri sistemin yarattığı lidere biat etmezler de, zaten sistemi düzenleyen, yaratan, onun için düşünen birisi vardır ve onun bu işi yapmasına ses çıkarmazlar. (sanırım bunu tartışmak zorunda kalacağım).

    alternatif sistemlerden biri olarak insan sistemi de, değişik bir konumda bulunabilir. mesela bir insan üremek, genişlemek, yayılmak ve etraftaki tehditlerle uğraşmak istemeyebilir. bu çaba organizmanın doğasına aykırı olduğundan dolayı bir şey yapmak zorunda kalacaktır. bir hareket. bir eylem... hangisini yapmalısın?

    burada ikiye ayrılan bir yol vardır. harekete geçmek isteyen bir birey, bir sistem, bir varlık iki tür yola gidebilir. bireysellik veya toplumsallık... yani bir fert olarak veya bir güruh olarak bireysellik tercih edilebilir. kendisi için yaşama, kendi varlığını devam ettirmek ya da bunun keyfini sürmek için yaşama gibi. ya da diğer yol, toplumsallık. topluma bu alternatif yaşama sistemini duyurma, bunu yayma, toplumsal olarak etkileyecek çabalar gösterme gibi.

    tüm bunların ötesinde türkan saylan'a dönecek olursak, türkan saylan bireysel olarak da gayet mutlu, huzurlu bir şekilde yaşayabilecek olgunluğa ve imkânlara sahip bir insanken toplumsal bir şey yapmayı seçmiştir. martin eden'i düşünürsen bu gerçekten daha zor olan. burada toplumsal olanın değerli oluşu çeşitli düşünceler yaratıyor. bunların en tartışılmakta olanı fethullah gülen cemaati.

    fethullah gülen ile türkan saylan'ı karşılaştırmak mümkün. zira ikisi de toplumsal çaba gösteren insanlar. fethullah gülen cemaati bir toplum, bir kavrayış, bir idrak ve varoluş biçimi önermektedir. fethullah gülen'in yarattığı -ya da bilemeyiz- içinde bulunduğu sistem muhtemelen çok değerli insanlar yaratmış, ülkede güzel, önemli değişikliklerin olmasına sebep olmuş olabilir. ben bunun ancak kelebek etkisiyle olabileceğini düşünsem de, fethullah gülen de ister istemez insanların sorgulamasına aracı olmaktadır. türkan saylan'ın toplumsal hareketinin farkı ise gösterdiği çabanın insanların aydınlanması için gösterilmiş olmasıdır.

    türkan saylan ömrünü insanların yaşayabilmeleri, istediklerini yaşayabilmeleri, aydınlanmaları, sorgulayabilmeleri, öğrenebilmeleri, çağı özümseyebilmeleri ve en neticesinde eğitim için harcamıştır. fethullah gülen ise tam tersine, insanların kendi istediğini, kendi uygun gördüğünü yaşayabilmeleri için bir çaba sarf etmiştir. burada, türkan saylan'ın eğitimine aracı olduğu bir öğrenci dönüp dolaşıp dinci olursa, anarşist olursa vesaire türkan saylan'ın bunu pek dert etmeyeceğinden eminim. hatta türkan saylan'ı lider değil, kendisi gibi olarak kabul ederse saylan daha çok sevinecekti.

    ama fethullah gülen'in desteğiyle okumuş, öğrenmiş, tanımış ve varolmuş bir insanın ateist olması, eşcinsel olması, fethullah gülen'i artık lider kabul etmeyecek kadar kendine gelmiş olması hazmedilemez. aforoz edilir, yerden yere vurulur.

    kişileri tek kelimeyle sadeleştirirsek her şey çok daha net ortaya çıkar... türkan saylan bize "aydınlanma"yı çağrıştırır, "çağdaş" diyebiliriz, "eğitim" diyebiliriz. fethullah gülen ise bize "din"i çağrıştırır, "kulluk"u çağrıştırır ve maalesef en sonunda "fethullah gülen - gülen cemaati"ni, yani kendisini çağrıştırır. burada kim ve ne tercih edilebilir durumdadır?

    düşünen canlılar olarak keşfetmeye ihtiyacımız var, öğrenmeye, sormaya ve bilmeye. bilmenin sonsuzluğu ve güzelliği artık bizi evreni anlamaya çağırıyor. ama diğer taraftan "din" ile, fethullah gülen ile dogmaya, bizden daha üstün bir insana, varlığa ve neticesinde bilinmezliğe çağırılıyoruz. bilinç bunu kaldırmaz.

    burada bu iki insanı karşılaştırmanın anlamsız olduğu da ortada. türkan saylan hiç öne çıkmamaya gayret ederek yaşayışıyla zaten bizim gibi bir insandı. amacı da muhtemelen insanların bunu idrak edebilmelerine yardımcı olmaktı.

    türkan saylan'ın tabii ki çok önemli bir diğer farkı onun bir kadın olması. bu bizi çok şaşırtıyor. çünkü şimdiye kadar yol gösterenler, çağıranlar, sistemin merkezindekiler ya da yüzü öyle olmasa da sistemin kendisi hep "erkek"ti. halen de birçoğu öyledir yayılmak isteyen sistemlerin. erkeğin dindirilemez dölleme ve çoğaltma içgüdüsü sistemlere de sirayet etmiş durumda. ama türkan saylan, bir kadın olarak çok daha farklı, alışık olmadığımız bir amaçla vardı. erkek babacanlığının eril koruma, gözetme, tehditleri eleme gibi tezlerinden farklı olarak bir 'ana' tarafından öğrenme, doğurma gibi farklı hissiyatlar sunuyordu. yeni ve daha çağdaş bir nesil doğurmak için çabalama yani. etrafa baktığımızda hiçbir "adam" bizi biz olalım, gelişelim, çağdaş olalım, öğrenelim diye büyütmüyordu zira.

    bu anlamda türkan saylan aslında kendisine atfedilen etiketlerden hepsine sahipti. ergenekoncu, dinci, darbeci, sosyalist, anarşist, ermeni... çünkü katkıda bulunduğu aydınlanma ve çağdaş olma arayışı ergenekoncuyu, dinciyi, darbeciyi, sosyalisti, anarşisti ve ermeniyi de etkiliyordu. artık türkan saylan'ınki gibi toplumsal çabalarla aydınlanan ve daha çağdaş olan sistemler, eskisi kadar sığ değiller. ergenekoncu, dinci, darbeci ve sosyalist eskisi kadar sığ, bağnaz ve kör değil. daha geniş bakıyor, daha geniş düşünüyor, daha geniş ya da farklı uyguluyor.

    sistem kendi varlığını sürdürebilmek için alternatif sistemler yaratır. dünya artık eskisi kadar coğrafi tehdit barındırmıyor. bu yüzden ülkeler de ya da üniter sistemler de tehditleri bile kendisi yaratmak zorunda kalıyorlar. partiler, örgütler yaratıyor hatta 'ergenekon' yaratıyorlar. sanmayın ki "gladio" denen şey sadece bizim derdimiz... devlet sisteminin yarattığı gladio, amerika'nın yıllardır başına bela. italya'da doğdu derler ama o italya, roma. devletin başladığı yer. yani devlet öyle bir sistem ki, varolduğu günden beri, bekâsını korumak için her şeyi yapar. buna yeni sistemler yaratmak, iç düşmanlar yaratmak da dâhil. biz buna karşı koyamayız. devlet'i yıkamayız. evet, dünyadaki bütün kitaplar, bilgiler yansa yok olsa ve sadece platon'un devlet'i kalsa bile her şeyi yeniden yaratabiliriz. sanatı, edebiyatı, krallığı, cumhuriyeti ve dinleri. ama yine bir gün gelecektir ve bu yeni sistem de yıkılmak zorunda kalacaktır. daha iyisi için.

    türkan saylan insanların bunu anlayabilmesi için önce aydınlanmaları gerektiğini çok erkenden görmüştür.

    tüm bu nedenlerden dolayı ergenekoncu, statükocu, -yuh- misyoner, özgürlükçü ve devrimcidir. bu nedenlerden dolayı türkan saylan herkes içindir. bu yüzden halka mal olmuştur. insanlara değer verdiği ve onları öğrenememiş ama düşünebilen zeki varlıklar olarak gördüğü için önemlidir.

    eğer ben, her ne kadar insanların keşke böyle bir ihtiyacı olmasa ama türkan saylan gibi bir insanın yaşadığını çok daha erkenden öğrensem; konservatuvar kapılarında sınavları, öğretmenimin beni keşfetmesini, devletin tayin ettiği kuran kursu hocamın kuran'a geçtiğimde 'aferim' demesini bekleyeceğime; ömrüm boyunca devletin bana değer vermesini, benim insan olduğumu fark etmesini, hayallerimi önemsemesini bekleyeceğime gider türkan saylan'ın kapısına dayanırdım. gider, "beni bunlardan kurtar sanatçı olmak istiyorum, heykeltıraş olmak istiyorum, bale yapmak istiyorum*, gezmek, diğer ülkeleri tanımak istiyorum" falan derdim. devletin kapısında iş dileneceğime gider türkan saylan'ın kapısında yatar, ona, "bana yardım et" derdim. evet, keşke böyle bile olmasaydı. bir insan, bizim kahramanımız olmasaydı. kendini bizim için feda etmese de o da yaşamasına baksaydı. ama maalesef devletin benim bu dertlerimi ciddiye alacağını sanmıyorum. ama türkan saylan'ın bir şey yapamasa bile, kadınlığından, analığından bile olsa beni dinleyeceğine, dediğime önem vereceğine ve kılını kıpırdatamasa bile bana sarılacağına eminim. ya da maalesef emindim. artık o da yok.

    bu, sadece benim, senin hissettiğimiz bir şey de değil. bugün fethullah gülen'in veya kenan evren'in cenazesine de milyonlar katılabilir. üzücü ama öyle. fakat türkiye'nin genelinin yaklaşık 4-5 ay önce varlığını duyduğu, neler yaptığını, adını-soyadını birkaç ay önce öğrendiği bir insanın cenazesini bu derece kalabalık görmek, onun ölümünü bu derece üzüntü verici bulmak ve belki konuşurken görmediğin, şarkı söylerken dinlemediğin, belki kitabını bile okumadığın bir insanın cenazesine koşa koşa gitmek, bu boyuttaki ona son kez güle güle demek isteği bambaşka. tüm bunların ışığında, türkan saylan'ın cenazesi ve orada bulunan insanlar, onun kim olduğunu göstermektedir. mutlak olan bir şey vardır ki, kim ne derse desin, tv programlarında neyi ya da neci olduğunu tartışırsa tartışsın, halk, ülkenin insanı türkan saylan'ı anlamıştır. onu çok sevmiştir. ve varolan üzüntüsüyle onu uğurlamıştır.

    "hepimiz türkan saylan'ız" demek çok kolaya kaçmak oluyor. zira yeni bir türkan saylan'a ihtiyaç var yok. yeni insanlara, çabalara, düşüncelere ihtiyaç var ama kahramanlara ihtiyaç yok. zira artık devlet de, sistemler de öğrenmemizi engelleyemiyor. bir gün artık engelleyemeyecekler. biz değil belki ama, bizim ötemizdekiler; yeni nesiller artık istedikleri her şeyi öğrenebiliyor, keşfedebiliyorlar ve birkaç nesil sonra bunu çok daha rahat yapabilecekler. o zaman türkan saylan gibi insanlar biz bir şeyler öğrenebilelim diye çabalamayacaklar, didinmeyecekler, ömürlerini harcamayacaklar. ve her insançok daha "yaşanabilir" olacak.

    bugün cenazesine sadece izleyici olarak katıldığımız, çok geç anladığımız türkan saylan'a bundan sonraki yaşamında mutluluklar dilerim. denediği için sonsuz teşekkürler.
  • ece temelkuran'ın kendisi hakkında 20.05.2009 tarihli milliyet'te yazdığı "nur" başlıklı yazı şu şekildedir:

    ne üzüntüyü ne de öfkeyi yazmak geliyor içimden. daha derin bir rahatsızlıkla sıkılıyor içim.
    19 mayıs 2009 tarihli bütün gazetelerin birinci sayfalarına bakıyorum.
    bir gün, çok sonra, türkiye tarihini yazacak olanlar bu sayfaları önlerine koyup bir fotoğraf çekmeliler. ben bugün şöyle bir not düşüyorum o sayfalara bakarak: ‘büyük yarılma’!
    iyi bir insanın iyiliği üzerinde bile anlaşamıyorsa bir ülke, o ülke artık var mıdır? türkan saylan’a duyduğu ideolojik öfkeyi bir gün bekletemeyecek kadar nefret doluysa bazıları... berikiler, nefreti bu kadar pervasız olanlardan özür bekleyecek kadar kırgınsa...

    vicdansız toprak

    birinci sayfalara bakıyorum. bazılarında kocaman gülümsüyor türkan saylan. kimilerinde köşeye sıkıştırılmış yüzü.
    kimileri yasak savarcasına koymuşlar türkan hoca’nın ölüm haberini. hatta kimileri tükürerek yerleştirmişler haberi birinci sayfalarına. kimisinde yok bile haber birinci sayfada. 19 mayıs 2009 tarihli türkiye ‘gazetelerinin haritası’ bu ülkenin toplumsal ve politik yarılmasının röntgen filmi gibi: hep metastaz olmuş içimiz. vaktiyle “bizi görmezden geliyorlar” diyenler hep görmezden gelmişler bu ülkenin kendilerine benzemeyen yarısını.
    ağızlarını yaya yaya türkan hoca’yla ilgili internet sayfalarında ‘yorumlar’ yapan, türkan hoca’nın ne ‘faşist’ ne ‘gerici’ olduğunu söyleyen genç zıpırlar bugün cüzzam hastalığının neye benzediğini bilmiyorlarsa bunun sebebi türkan hoca’dır. bunun kıymeti üzerinde bile anlaşamayan bir ülke derin bir iç savaşın içindedir. henüz silahlar çekilmemiştir, o kadar. vicdanı kalmamış bir ülkenin toprağı, toz olur.

    insana veda

    türkan saylan’ın ölümü türkiye’de bir insan modeline vedadır. içiniz bu yüzden bu kadar acıyor.
    çünkü biliyorsunuz: o insan modelini bir daha yaratacak harç kalmadı bu ülkede. başka bir insan modelinin harcı karılıyor nicedir. açlığı için mücadele eden değil yardım paketlerine duacı olan bir insan tipi. 14 yaşında evlenen kızların rol modeli olarak ‘yüksek yüksek tepelere’ çıkarıldığı bir insan modeli. türkan hoca’nın değil, fethullah hoca’nın okullarından mezun olan bir insan modeli!
    19 mayıs 2009’un gazetelerinin birinci sayfası bu yüzden önemli.
    ülkenin bu ofset baskı ruh haritası bundan böyle kimlerin düdüğünün çalacağını gösteriyor bize. bir kez daha ve bu kez şaşmaz bir kesinlikle.

    kız çocuğu kalpleri

    her acının kendi direncini yarattığına inanırım. büyük hastalıklar, büyük acılar geçirenler anlar demek istediğimi.
    her insanın hayatla yüz yüze geldiğinde içinde uyuttuğu direnci uyandırdığına inanırım.
    ama türkan saylan’ın en çok benzersiz direnci etkilemişti beni. “ne şeriat ne darbe” derkenki direnci, kanser karşısındaki gürültüsüz direnci ve bir kadın olarak hayat karşısında gülümseyen direnci...
    gittiği nurdan o direncin birazını bana, sana göndermesini diliyorum.
    çok iyi bir insandı, iyiliğinin hiç değilse bir kısmını bize lütfetmesini diliyorum. evlerin dip odalarından kurtardığı kızların kalpleri onun cenneti olacaktır. nur içinde yatsın...

    http://www.milliyet.com.tr/…=19.05.2009&b=nur&a=ece temelkuran&ver=54
  • adı ergenekon ile anılmaya başlandıktan sonra bazı çevreler tarafından yerden yere vurulmaktadır malesef.
    öncesinde ismini bile duymadığı birisine misyoner, vatan haini, darbeci gibi yakıştırmaları yapmak nasıl bir mantığın ürünüdür anlamakta güçlük çekiyorum. misyonermiş, banane. umreye gittiği bile söyleniyor ki hristiyan olsa dahi yaptıkları hiçe mi sayılmalı. kendisine laf söyleyenlerin hepsi birleşse, onun cüzzamı bitirmek için verdiği mücadelenin yarısını verebilecek cesareti gösterebilirler miydi acaba? ergenekoncuymuş, sanmam. çünkü bu dava kapsamında o kadar çok kişi incelendi ki, benim ergenekon diye bir oluşumun varlığına olan inancım azalmaya başladı. bu kadar çok insan -hem de toplumun üst kademelerinden- istediklerini yapamamış da yakalanmışlarsa zaten ya yeteneksiz ya da suçsuzdurlar. yine de henüz türkan saylan'ın cahillik illetinden kurtardığı kız çocuklarının sayısına ulaşamadılar ayrıca. demem odur ki rahmetli türkan saylan, oturduğu yerden ahkam kesen, günde 5 vakit namaz kılan ama hiçkimseye faydası dokunmayan, sadece türkiye sınırları içerisinde doğmuş olmasından gelen "türk" etiketinin kendisini dünyanın en büyük varlığı yaptığını zanneden, kendisinin beceremediği şeyleri yapabilenlere tahammülü olmayan, biyolojik olarak insan ama düşünce yapısı bakımından tek hücrelilerden çok daha kıymetlidir gözümde.
hesabın var mı? giriş yap