• kemal varol'un 8 ocak'ta çıkacak romanının adı. radikal kitap'ta romandan ufak bir bölüm yayımlamışlar: tık tık
  • "bana onun hikayesini anlat oğlum, ağıdını yakacağım" der ağıtçı kadın.

    kendine ait, yalnızca kendisinin anlatabileceği bir konusu olan romanları ve filmleri hep çok sevmişimdir. yamalarla dolu kara elbiseli ağıtçı kadının hikayesi de böyle. kemal varol öyle bir naiflik ve saflıkla bizi onunla tanıştırıyor ki, ağıtçı kadının kısa süren yolculuğundaki tüm şaşkınlıklarına, davranışlarına, tepkilerine ve inadına şaşıramıyoruz.
    roman bir umudu tüketirken, farklı farklı diyarlardan farklı farklı öyküler anlatmaya devam ediyor.
    bunlar da hep aynı konuyu irdeleyen hikayeler: bir acıyı taşımak.
    bir acı, soğur taşlaşır ve dibe çökerse ne olur?

    romanın sonu da ayrı güzel. kadın neden 50 koca yıl sonra bu yolculuğa çıkıyor, anlıyorsun!
    ayrıca, yer değiştiren mezarın hikayesi de enfestir.
  • sezon sonuna yetişmesini umduğum istanbul devlet tiyatrosu tarafından sahnelenecek olan kemal varol eseri.
  • kitapta "malatyalı abdo" da vardır.
  • bu nasıl bir hikayeydi kelimeleri efsunlu kılan...

    bu nasıl anlatmaktı, nasıl paylaşmaktı insanları, şehirleri...

    bu nasıl bir aşktı, düşünce içinden çıkılamayan...

    çok uzun zamandır almadığım bir lezzet aldım romanı okurken, kemal varol hikaye anlatıcısının adı. var olsun...

    bir paragrafını nakşedeyim şuraya çünkü bu kelimeler kopyalanmaz, aktarılmaz sadece sahibinin yaptığı gibi nakşedilir;

    “ gittin.
    “ geleceğim “ dedin.
    yalan her ağızda güzel dururdu elbet, bilmedim.
    birinci yıl, bugün dedim.
    ikinci yıl, yarın, dedim.
    üçüncü yıl, baharın, dedim.
    dördüncü yıl, kışın, dedim.
    beşinci yıl, uzakta, dedim.
    altıncı yıl, bari bir rüyada görsem, dedim.
    yedinci yıl, artık gelmez, dedim.
    senden kalan ne varsa önüme yığdım bir gece. bana aldığın arkası kuşlu aynayı, ahşap tarağı, inci boncuğu, türlü renkteki yazmayı; dilinden yalnızca benim için dökülen kelimeleri, dönüp son kez baktığında geride bıraktığın bakışını, nedensiz susuşunu, geldiğin akşamların neşesini, gittiğin yolun tozunu, içtiğin sigaranın külünü, haber göndermediğin yılların sayısını eteğime topladım.
    hatıra kalan her şeyi birer birer havaya kaldırıp ağıtlar yaktım. külünü ellerime, tozunu yüzüme sürdüm. dişlerini kırdım tarağın. aynanın kuşunu havaya saldım. inci boncuğu ele verdim.
    eşya tuzla buz olup dünyadan silinebiliyordu ama senden bana kalan kelimeler kulağımda dönüp durmaya devam etti. kulağıma başka dillerden dökülen hikayeler, başka acılar doldurdum. sağır kaldım içimden yükselen sesine. ama ne zaman bir yerde bir türkü çalındı kulaklarıma, o eski yaram gelip otağını içime kurdu. “
  • şöyle bir sitesi vardır.

    http://www.nargilegercekleri.com/
  • 'biraz koşsam eteklerimden güller dökülecek sanki, ben çok koştum dünyada eteklerim neden böyle kapkara.’
  • tek kötü ve zevkle yaptığım alışkanlığım nargile adamlar ondan da ettiler edecekler az kaldı. izledikçe sanki önceden içtiğim nargileler ciğerimi deliyor gibi geliyor. nasıl sinir oldum ya, anlatamam, seviyorum be işte ne bozuyorsunuz aramızı
  • son zamanlarda ekranlarda karşımıza çıkan yeşilay destekli; nargilenin zararlarını anlatan faydalı bir çalışma.
  • yazarın dilini beğendim. işlediği karakter "ağıtçı kadın" da gayet güzel. kadının yolculuğunda şehir şehir dolaşması, orada karşılaştığı insanlar -hepsi olmasa da- gayet ilginç. ama bir yerlerde özellikle de sona doğru gelirken hikayenin kopukluktan kurtulmasını, bir yerde artık anlamın sularında birleşmesini beklerken, kitap aynı kopuklukla bitti. belki sıkıntı ben de olabilir, ama o kadar beklentiye girmiştim ki, tanpınar'ın beş şehir kitabındaki beş şehir mi anlatılacak diye düşünmüştüm. hikaye yazarı oraya götürüyordu, ama olmadı, yazar hikayenin götürdüğü yere gitmedi. elimizde iyi bir dille yazılmış, ülkemizin farklı şehirlerinde yaşayan değişik insanların çok da derine girilmeden aktarılmış dertleri kaldı.
hesabın var mı? giriş yap