hesabın var mı? giriş yap

  • anlık güldüren yorumlardır. for example :

    " "bugün ne giysem?" programı erkekler için olsa 10 dakika sürmezdi.
    -kokmuyor hacı bu tişört. giy gitsin amk. "

  • 1910lu yılların iki hava yolu taşımacılığı şirketinden biri.

    taşımacılığa posta ile başlamış, teknolojinin gelişmesiyle 1920 li yıllarda ticari amaçlarla insan taşımacılığına geçmiştir. asıl kuruluş amacı o dönemde bir dünya imparatorluğu olan ingiltere'yi hava yollarıyla biribirine bağlamak, avusturalyadan ingiltereye sürekli çalışan bir hat kurmaktır.

    1920 li yılların ortalarında hindistana uçuşu 9 güne kadar indirmiş, avusturalya uçuşlarına başlayarak dünyayı biribirne bağlar hale gelmiş, bugünün fiyatlarıyla on binlerce pounda varan bilet fiyatlarıyla deliler gibi kar etmeye ve büyümeye başlamıştır. aynı dönemde amerikaya uçuş konusunda da çalışmalara başlamıştır. ne var ki çok büyük kar getirecek olan ingiltere amerika uçuşları iki ülke arasında bir türlü paylaşılamamış ve uzun bir süre bu hatta yolcu taşımacılığı yapılamamıştır.

    sonunda iki ülkenin anlaşmasıyla eş zamanlı uçuşlara karar verilir. ne var ki yapılan anlaşmaya göre teknolojik açıdan çok daha ileride olan amerikan hava yolu şirketi pan am, imperial airways in yeterli teknolojik alt yapıyı tamamlamasını beklemesi karşılığında bu hat üzerinde daha fazla uçuş hakkı elde etmiştir.

    sonunda deneme uçuşları başlar, pan am yapılan bütün uçuşlarda başarılı olurken, imperial airways in bir çok uçağı denemeler sırasında kaybolur. sadece güzel havalarda yapılan uçuşlar başarıyla sonuçlamaktadır. aynı dönemlerde şirketin başka hatlarda uçuş yapan bir çok uçağı düşer ve dünyayı biribirine bağlamak amacıyla yola çıkan şirket popüleritesini kaybedip yerini en büyük rakibi pan am'e ve yavaş yavaş çoğalmaya başlayan diğer hava yolu şirketlerine bırakır.

  • evet gerçekten rezalet. çünkü fotoğraftaki fare bir fındık faresidir. fındık paketinde çıkması gerekirken, fıstık paketinde çıkması gerçek bir rezalet.

    edit: ugandamilliegitimbakani'nin uyarisiyla" fındık ifadesidir" olarak yazdığım "fındık faresidir" olarak değiştirildi.

  • muş'ta, cebinde mama taşımayan 73 yaşındaki provokatör yaşlı kadın, patili dostlarımızın keyfini kaçırmak için evinden çıkmaya cüret ediyor. tabi ki yapacak bir şeyi kalmayan masum patili dostlarımız tarafından ısırılıyor ve ağır yaralanıyor. yapılan tetkiklerde de kuduz teşhisi konuluyor.
    artık yeter, bu insanların sokaklarda ne işi var? çocuklar ne diye okula gidiyor? patili dostlarımızın keyfini kaçırmaya, onları yormaya ve dişlerini ağrıtmaya ne hakları var? insanları toplaması için belediyeleri göreve davet ediyorum.

    https://twitter.com/…ber/status/1735159505166405772

    edit1: kadın kuduz da değilmiş. o zaman sorun yok. rahat rahat yiyebilirler köpecikler
    istek üzerine edit2: , kuduz aşısı kıtlığına dikkat:

    https://www.birgun.net/…de-kuduz-asisi-kaosu-415617

  • "allah, der ki; kimi benden çok seversen onu senden alırım... ve ekler , o'nsuz yaşayamam deme, seni o'nsuz da yaşatırım... ve mevsimler geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur.. aklın şaşar, dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya işte.. olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.. düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın.. en garibi de budur ya, öldüm der durur, yine de yaşarsın."

    mevlana

  • kisinin portakala bakis açisini degistirebilen film.

    don vito corleone manavdan portakal alirken tetikçileri farkeder. kaçmaya çalisirken portakallar yere dökülür. portakallarin elinden gitmesi, ondan uzaklasmasi, bir saldiriya ugrayacagini fakat sonunda kurtulacagini haber vermektedir.

    the godfather part3 te michael corleone babalar meclisinde otururken masa birden sarsilmaya baslar. michael`in önündeki portakal sarsintiyla yere düser, michael portakalin yuvarlanarak kendinden uzaklasmasini izlerken, tepeden kursunlar yagmaya baslar. portakal, michael`dan uzaklasmistir, michael saldiridan kurtulmustur.

    vito corleone torunuyla oynarken ölmüstür. ölmeden önceki hareketi de agzina portakal kabugu yerlestirmek olmustur.

    part3 te michael`in düsüp ölmeden önceki görüntüsü incelendiginde elinde tuttugu portakal farkedilecektir.

    babalar meclisinde önüne portakal konan babalar öldürülür.

    part2 de michael`a portakal ikram edilir, fakat almaz. o gece saldiriya ugrar lakin ölmez.

    part2 de fanucci öldürülmeden önce eline portakal alir.

    bu üçlemede portakalla bir sekilde iliski kurup öldürülen daha nice kisi vardir.

    etkileyici sayilabilecek bir diger sahne ise part3`te portakal suyu ile ilgilidir. michael seker komasina girince hemen portakal suyu ister. portakal suyu onu hayata döndürür. kanaatimce bu sahnede michael`in yasamak için ölümlere, düsmanlarinin kanini içmeye mahkum oldugu anlatilmaktadir.

  • dsıde çalışan bir mühendisseniz, köy köy dolaşıp gölet yapıyor, sulama sistemleriyle ilgileniyor olabilirsiniz.
    ziraat bankasında uzman mühendisseniz, karış karış gezip tarıma kredi vermiş bir insan olabilirsiniz.
    maden şirketinde memursanız, işçilerin hakkını alması konusunda destek vermiş, gerekli düzenlemeleri getirmiş, enerji komitelerinde görev almış olabilirsiniz.
    devlet demiryollarında memursanız, dağ taş gezip anadolunun olmadık yerlerine bayramda seyranda gidip sorun çözen bir insan olabilirsiniz.
    öğretmen olabilirsiniz, doktor olabilirsiniz, hakim savcı olabilirsiniz.
    bu insanlar benim dedem, babam, anam, teyzem. hayatlarını insanlara faydalı olacak şeyler yapmaya çalışarak geçirdiler. vatana millete faydalı olmak için okumuşlardı. plazada yabancı bir firmanın temsilciğinde çalışmaktan daha az kazandırdığı doğrudur. ama güvenceleri, tatilleri, lojmanları, dostları, müdürü çekiştirdikleri iş arkadaşları, ve örgütleri vardı.

    memur dediğimiz insanlar her ne kadar bugün devletin çürümüşlüğü içinde kalsalar da ülkeyi çekip çeviren çalışanlar ordusudur. onların emekleri bir devleti sosyal devlete dönüştüren şeydir. manevi olarak zengin bir hayattır. sosyal olarak güzel bir hayattır. sizi özel sektör gibi birbirine maaşını söylemediğin, yanında oturanla rekabet ettiğin bir dünyadan alır, aynı amaçlar için mücadele ettiğin ortağa çevirir. akşamları hobi edinecek çoluk çocukla oynayacak zaman bırakır.

    kar için değil, insanlar için çalışırsınız. onurlu ve anlamlı bir yaşamdır.

    ek:
    “hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine.” orhan pamuk, kara kitap

  • bu işten ciddi manada sıkıldım artık.
    -arabayı yıkatıyorum, herifçioğlu ödemeyi yaparken gelip yanımda dikiliyor.
    -cafeye gidip iki kahve içiyorum, ödeme yaparken garson gözlerimin içine bakıyor.
    -eve yemek söylüyorum, kurye ödemeyi aldıktan sonra gitmeyip bekliyor.
    -hamama gidiyorum, tellak ödeme esnasında yapışıyor.
    -arabayı otoparka veriyorum, adam anahtarı getirdikten sonra elini uzatıyor.
    -otele gidiyorum, kat görevlisi hem odayı gösterecem ayağına pis ayakkabılarıyla tüm odada tur atıyor hem de gitmeyip bahşiş bekliyor.
    -berbere gidiyorum, çırak montu çırpıyormuş gibi yapıp hemen bahşiş bekliyor.
    -taksiye biniyorum, diyelim ki 87 tl tuttu, 100 uzattım, taksici o 13 tl pra üstünü 8 dakikada anca veriyor, üstü kalsın dememi istercesine.

    bahşiş, zorla alınan bir şey değildir. hizmetten memnun kalırsa kişi ancak o zaman gönlünden kopqrsa verir. biz ise hem sik gibi hizmet alıp hem de üstüne tehditvari şekilde bahşiş beklentisine giren adamlarla muhattap oluyoruz.

    bundan sonra size tek kuruş bahşiş vermeyeceğim. işinizi beğenmiyorsanız gidin başka iş yapın.

  • satrancın bence en önemli sorunsalıdır. dolayısıyla, duruma göre değişir diye bu konuyu kestirip atmak olmaz. öyleyse bu konuyu uzun uzadıya tartışalım.

    özet:
    iki taşın da değeri 3 puana denk kabul edilir. dolayısıyla üç aşağı beş yukarı denk güçte taşlardırlar. ancak bu denkliğe rağmen, iki taşın özellikleri birbirine tamamen tezat teşkil eder. dolayısıyla kimi konumlarda at filden, kimi konumlarda ise fil attan çok daha güçlü olabilir.

    basit özellikler:
    fil ata göre daha uzun menzillidir, bir hamlede tahtanın bir ucundan diğerine gidebilir, birinci yatayda durmasına rağmen rakip tahkimata baskı uygulayabilir. ayrıca bir fil, aynı anda rakibin hem şah hem vezir kanadını vurabilir. filin en büyük handikapı, ya sadece siyah ya da sadece beyaz karelerde hareket edebilmesidir.

    at ise kısa menzillidir, tahtanın bir ucundan diğerine varmaları zaman alır. dolayısıyla, etkili olabilmeleri için aksiyonun olduğu yere ve rakip hedeflere yakın olmaları gerekir.

    ilk sonuç:

    madem filin avantajı uzun menzilli olması, demek ki filler pek çok açık diyagonalin olduğu konumlarda etkili olurlar. bunun da ön koşulu, pek çok piyonun kırışılmış olması, özellikle merkezin açık (piyonlarla bloke edilmemiş) olmasıdır.

    at ise, mümkün olduğunca merkez karelerde, mümkünse rakp yarı sahada bulunduğu takdirde etkili olabilir. atın bu tarz iyi karelerde uzun süre bulunabilmesinin ve rakibi baskı altına alabilmesinin en önemli koşullarından biri, atın bir piyon tarafından destekleniyor olmasıdır. örneğin, sırf kenar piyonlarının arta kaldığı bir konum atın işine gelmez, at merkez karelerinde bulunmak istese bile, rakip taşlarca kovulur, iyi karelerde tutunamaz. halbuki bu tarz bir konum fillerin çok işine gelir. çünkü bir fili bir-iki kare geriye itseniz bile, etkinliğinden pek bir şey kaybetmeyecektir.

    dolayısıyla, bol piyonun olduğu konumlarda at, az piyonun olduğu konumlarda fil daha etkilidir. özellikle de merkezin açık mı kapalı mı olduğu bu taşların etkinliği üzerinde rol oynar. daha da kaba ifade edersek, oyunun başında at filden daha iyidir, oyun uzadıkça, taşlar ve piyonlar kırışıldıkça filin gücü artar, bir noktada fil attan daha güçlü hale gelir.

    iyi fil-kötü fil sorunsalı:

    satranç kurallarına göre, kendi taşlarımızı yiyemiyoruz, değil mi? farz edelim, beyaz karelerde hareket eden bir filimiz olsun. rakibimizin de pek çok beyaz karede sabitlenmiş piyonları olsun. bu piyonlar, her ne kadar filimizin etkinliğini kısıtlasalar da, er ya da geç, bu fil bu piyonların arkasına sarkabilir ve piyonları tek tek alabilir. dolayısıyla bu file "iyi fil" denir. ama mesela bizim piyonlarımız beyaz karelerde sabitlenmişse, bu sefer bu piyonlar hem bizim filimizi kısıtlar, hem de bazen filimizi etkinleştirmek için bir yol bulmak imkansız olur. bu file de "kötü fil" denir. istisnai durumlar hariç, iyi fil iyidir, güçlüdür, kötü fil ise kötüdür.

    genelde piyonlar birbirlerini bloke ettikleri için (bkz: piyon zinciri), bir tarafın piyonları ekseriyetle beyaz karelerdeyse, diğer tarafınkiler siyah karelerde bulunurlar. eğer her iki tarafın da beyaz karelerde hareket eden fili var ise, bu fillerden biri kötü, diğeri iyidir.

    benim tecrübelerime göre, iyi fil-kötü fil mücadelesinde kötü fili olan taraf, oyunu tutabilir. ama atın kötü bir fille mücadelesinde at neredeyse her zaman kazanır. bu tarz oyunlarda, genelde at, piyon tarafından korunan bir kareye yerleşir, ve kötü fil bu ata saldıramaz. (misal, piyonumuz d4'te, atımız e5'te, rakibin piyonları ve fili beyaz karelerde. e5, siyah bir kare olduğu için, fil ata hiçbir zaman saldıramaz. halbuki at filin gidebileceği 32 kareden 8'ini kontrol eder, çünkü siyah karedeki bir at beyaz kareleri kontrol eder.)

    fil çifti konusu:

    filin dezavantajı, sadece siyah ya da beyaz karelerde hareket etmesidir, demiştik. halbuki iki fil, 64 kareyi de kontrol edebilir. dolayısıyla fil çiftinin gücü, bir filin gücünün 2 ile çarpımından daha fazladır. iyi oyuncular fil çiftine çok önem verirler.

    özellikle açık konumlarda, fil çifti, at-fil ya da at-at tandemine karşı çok etkili olur ve oyunu kazanır. kapalı konumlarda ise konu biraz daha tartışmalıdır: kapalı konumlarda at-fil veya at-at fil çiftinden daha güçlüdürler. buna rağmen, atı olan taraf, girişimde bulunurken çok dikkatli davranmak zorundadır. genelde hücum edip oyunu kazanmaya çalışırken, oyunu az ya da çok açmak gerekir. eğer bu esnada işer çığırından çıkarsa, bu sefer rakibin fil çifti sahneye çıkıp rüzgarın yönünü değiştirebilir. dolayısıyla kimi oyuncular, kapalı konumlarda da fil çiftinin daha üstün olduğunu savunurlar. çünkü fil çiftinin potansiyeli, karşı tarafın pozitif planlar geliştirmesine mani olur.

    benim deneyimlerime göre: fil çifti, diğer şartların eşit ve rakibin herhangi bir dezavantajının olmadığı durumlarda yalnız başına oyunu kazanamaz. lakin, ikinci bir avantajımız daha varsa, bir dezavantajımız olsa bile fil çifti oyunu kazandırır. misal, fil çifti+alan avantajının, piyon formasyonumuz daha zayıf olmasına rağmen oyunu
    kazandırması pek muhtemeldir. halbuki normalde, tek avantajı olup 0 dezavantajı olmak, 2 avantaj 1 dezavantajdan daha makbuldür; gerçi bu biraz da zevk meselesi.

    oyunsonu:

    eğer bir oyunsonlarında fil-at mücadelesine sık rastlanır. eğer iki taştan biri belirgin şekilde kötü değilse, materyal eşit ve iki kanatta da piyonlar mevcutsa, fil, uzun menzili ile daha avantajlıdır. fil tarafının oyunu kazanıp kazanamayacağı, şahın rakip kampa girip giremeyeceğine bağlıdır. atı olan taraf, atını, şahını ve piyonlarını kullanarak, rakip şahı durdurabilirse, oyun berabere biter. atı olan tarafın kazanma şansı ise genelde yok denecek kadar azdır.

    ayrıca at, a veya h geçer piyonunu durdurma konusunda aşırı kötüdür.

    yazarlar ne diyor:

    jeremy silman'a göre, fil üçüncü yataydaki bir attan daha iyidir. dördüncü yataydaki bir at, file denktir. 5'inci yatayda artık at daha güçlüdür. 6. yataydaki bir at ise artık kale değerindedir. tabii atın bu konumlarda uzun süre tutunabildiğini farz ediyoruz. ben de jeremy silman'ın görüşlerine katılıyorum.

    ludek pachman'a göre, fil şu koşullardan biri gerçekleşirse attan daha güçlüdür:
    1. merkez açık ise
    2. filin hedefi olabilecek bir piyon mevcut ise

    yine ludek pachman der ki: eğer at-filin fil çiftine karşı mücadelesinde atımızı merkeze yerleştirebilirsek, bu at fil çiftini nötralize eder. yani diğer bir deyişle, bu şekilde bir mücadele ile at-fil tarafı bir beraberlik koparabilir, ama daha fazlası değil.

    iki yazar da, satranç camiasının en saygıdeğer yazarları arasında yer alırlar.

    atla file veya fillere karşı mücadele yöntemleri:

    her şeyden önce konumu kapalı tutun. atınıza iyi, kolayca kovalanamayacağı bir kare bulmaya çalışın. mümkünse bir iyi at-kötü fil durumu yaratmaya çalışın.

    fil ile ata karşı mücadele yöntemi:

    bu durumda en etkili ve kanıtanmış yöntem, ilk resmi dünya şampiyonu steinitz'in tavsiye ettiği yöntemdir: yavaş ama emin adımlarla, atı piyonlarınızda geriye sürün. asla ama asla, ata yerleşebileceği, atı kovamayacağınız bir kare vermeyin. örneğin rakibin atı d4'te, sizin piyonlarınız c4 d3 ve e4'te ise hata yapmışsınız demektir. sabırlı olun. en sonunda pasif ata karşı fil kazanır.

    ayrıca, oyunu açmaya çalışın, piyon kırışmaktan korkmayın, her piyon kırışması ile filin etkinliği artacaktır.

    bir diğer çok önemli nokta da, fil, tahtanın kenarındaki bir atı tek başına hapsedebilir. örneğin rakibin atı a4'te, sizin filiniz d4'te ise, at hareket edemez. rakibin atını bu şekilde hapsetmek oyunu genelde kazandırır. çünkü ya atı kazanırsınız, ya diğer kanatta hızlı bir hücum yaparsınız ve at yardıma gelemez, ya da rakip atını oradan kurtarmak için aşırı sayıda hamle yapmak zorunda kalır ve bu süreyi siz daha yararlı işler yapmak için kullanır ve oyunu bu şekilde kazanırsınız.

    fil çiftine karşı mücadele yöntemi:

    rakibin fillerinden bir tanesini at veya filinizle kırışmaya çalışın. ortaya çıkacak, at vs fil ya da fil vs fil senaryosu, fil çiftine karşı mücadele etmekten daha kolaydır genelde.

    diğer noktalar:

    at-vezir kombinasyonu, fil-vezir kombinasyonundan daha güçlü kabul edilir. at ve vezirinizi, rakip şaha hücum için kullanın.

    eğer iki filinizden birini kırıştıysanız, piyonlarınızı filinizin üstünde gitmediği renk karelere koyun. mesela fil d3'te ise, merkez piyonlarınız d4 ve e3'te olsunlar. böylece filiniz beyaz, piyonlarınız siyah kareleri kontrol eder, işbirliği içinde çalışırlar. hatalı düşünce, örneğin, fil f4 veya e5'te ise piyonları e3 ve d4'e koymaktır. acemi oyuncular bunu sık yaparlar ve "ne güzel filimi koruyor piyonlar" diye düşünürler. halbuki bu genelde bir hatadır. piyonlar hem kendi filinizin etkinliğini kısıtlar, hem de rakip, siyah kareleri kontrol altına alma imkanı yakalar.

    sonuç:
    asıl mesele, at olsun fil olsun, taşlarımızı etkin kullanmak ve rakip taşların etkinliğini kısıtlamaktır. bunu her zaman aklınızda tutun. ben burada sadece, filin de atın da ne gibi koşullarda etkin, ne gibi koşullarda zayıf olduğunu anlattım. ve dediklerim özünde çok basit şeyler: fil uzun menzilli, dolayısıyla rakibin filine açık diyagonaller verme, at kısa menzilli, dolayısıyla rakibin atını yaklaştırma, vs. bunları nasıl yapacağınıza da kabaca değindik. artık gerisi, sizin tahta başındaki maharetinize kalıyor.

    kişisel tercihim:

    madem konu at mı iyidir fil mi iyidir, somut bir cevap vereyim: ben atları daha çok seviyorum. bir ata bir iki hamle yatırım yapıp onu iyi bir kareye yerleştirirseniz, en az bir fil kadar etkili olur. genelde açık oyunlarda, bu bir iki hamleye fırsat bulamayabilirsiniz. çünkü siz ille de atımı c4 karesine getireceğim vs derken, rakip çok daha ciddi ve somut tehditler yaratabilir. ama ben kapalı, ağır tempolu oyunlar tercih ettiğim için, benim oyunlarımda bu tarz manevralara zaman bulmak mümkün oluyor. bir de böyle oyunlarda filler, özellikle de kötü fil diğer taşların ayağına dolanıyor, acayip gıcık oluyorum. yine de fillerimi düşüncesizce vermiyorum, çünkü benim üzeyimdeki rakipler fil çifti avantajını hakikaten iyi kullanıyorlar, mesela ben bu konuda o kadar iyi değilim.

  • başlığı altında %9 alkol oranlı xtra shot'tan 4 tane içip %36'lık alkol aldığını sanan, yüzde kelimesinin anlamını bilmeyen gerizekalıları ortaya çıkarmış olan biradır.

  • üniversite birinci senemde rotary klübü'nün sakarya temsilciligi bana burs bağlamıştı.
    99 depreminden sonra ise öğrencilerin çoğu ya öldüğü icin ya da artık sakaryayı terk ettiklerinden (elvada adapazari) burslar kesildi.
    eylül, ekim, kasım, aralık... bi' umutla hep baktım banka hesabına ama boştu. sonra şubat tatilinde izne gidince temsilciliğe uğrayıp ''ben ölmedim.'' demiştim. onlar da ''tamam, yaşadığını haber verenlere burslarını göndermeye devam ediyoruz.'' demişlerdi.

    sene sonu o yılki bursumu toplu olarak yatırdılar. paranın bi' kısmını anneme göndermiştim.

    ''ben ölmedim. bursumu yatırmaya devam eder misiniz?''

    yıllar sonra gelen edit:
    benimki hayatını kaybedenlerin yanında ne ki...bursunu kaybetmişsin altı üstü. 99 depreminde hayatını kaybeden, hayalleri yarım kalan, cenazesinin kaldırılmasının ardından eve kazandığı üniversitenin zarfı gelen insanların hikayeleri yanında bunu yazdığıma utanıyorum şimdi.

  • bana taa ortaokulda yaşadığım bir olayı hatirlatmistir. en yakın arkadaşımla sahilde yuruyoruz, kapalı yol diye tabir edilen trafiğe kapalı bir yol var, daha önce hiç geçmemişiz ordan ama amaan nolacak diyip devam ediyoruz. aramızda da bisikletli 2 genç çocuk var, bi tanesi bisikletten inip yanımıza geliyo, şuradan geçene kadar sizle yürüycem diyo biz de noluyo acaba derken bi bakiyoruz ki kulustur bi sahinin etrafina toplanmış ipsiz sapsiz bi sürü insan, aşırı korkuyoruz ama caktirmiyoruz, çocuk da uzaklaşana kadar yanımızda sessizce yürüyor, tipler pis pis bakıyorlar bi yandan. sonra da hadi kendinize dikkat edin diyip bisikletine binip gidiyor.

    hala aklimdadir, napardik o çocuk olmasa, ne tür bi travma yaşardık diye.. bir yandan da adamların bize satasmamasi için yanımızda bir erkek olmasi gerekliliği yüzümüze o yaşta çarpıyor.

    bu arada 3 -4 türk kızı bir araya gelince bazen konusu açılıyor, tacize ugramayanina henüz rastlamadim. en el bebek gül bebek buyutulenden de, tam tersi de.

    bir de şu ana kadar minibuste yalnız kalma korkum yoktu, hatta eskiden takside arkaya binmek burnu havadalik gibi geldiği için öne binerdim. ne salakmisim. her dakika yaşamak daha da zorlaşıyor bu ülkede.

    türk kızı diye ağzını açıp pislik kusanlar, yaşadığımız yetistigimiz ortamı da görün lütfen.