hesabın var mı? giriş yap

  • afet toplanma alanlarını avm yapan zihniyet sığınakları ne yapardı kim bilir? iyi ki yok!

    (bkz: afet toplanma alanlarında avm yapılması)

    edit: şu entarime bile sözlüğün katıksız bilinen trolleri savunmaya geçiyor ya daha ne yazayım? kendisine yazdığım mesajın sonunu buraya da yazayım hepsine cevap olsun.

    " umarım bir gün o toplanma yerlerine ihtiyacın olur da gittiğin zaman yerine avm yapmış olsunlar. olmadı cami de olur. ne de olsa ikisinden de çok var. "

  • gasp, darp, tecavüz ve ırkçılıkla harmanlanmış bir olay. fransa zaten yükselen le pen ırkçılığı ile mücadele ediyorken buyur buradan yak..

    (bkz: http://www.ntvmsnbc.com/id/25510449/)

    3 türk kardeş, fransa'da bir kıza 2 saat boyunca tecavüz etti. 3 kardeşin kanlar içinde bıraktığı kızın polise verdiği ifade sayesinde yakalanan gençler, ifadesinde "türk olsaydı tecavüz etmezdik" dedi.

    akılara ziyan kafa yapısına sahip bu türk kardeşler ortadayken , sonrasında da misafir sever millet, hoşgörülü din, dejenere olmuş avrupa gençliği zırvaları hiç mi hiç çekilmiyor.

  • temelde optografi kelimesi iki yunanca kelimenin birleşmesinden gelmektedir; opto: görüş veya göz anlamına gelir ve grafi/grafik ise çalışma alanı veya yazmayla ilgili bir anlama gelmektedir. hal böyle olunca optografi kabaca görme çalışması, görme olayı veya görmeyi resmetme gibi anlamlar taşır.

    bu teknik tanımlamayı yaptığımıza göre asıl konumuza geri dönelim; bilim insanları, bu fikir ilk olarak 17. yüzyılda ortaya attı diyebiliriz ve optografi'yi; gözün retinasında oluşan bir görüntü olan optogramı görüntüleme veya alma işlemi olarak tanımladılar. kulağa ne kadar çok bilim kurgu düşüncesi gibi geliyor değil mi.

    bu fikre göre dönemin bilim insanları, gözün ölüm anında son görüşümüzün görüntüsünü yakalamasının mümkün olduğunu düşünüyorlardı. tabii ki bu fikir fotoğraf makinelerinin ve fotoğrafın icadından sonra daha baskın bir düşünce olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

    çünkü gözümüzdeki retinanın bir kamera plakası gibi davranabildiğini ve üzerinde düşen görüntünün yakalandığı cam slaytları kaplayan gümüş nitrat filme benzer bir şekilde çalıştığını varsaydılar. bu varsayımsal düşüncenin ardından yapılan çalışmalarda 1876'da franz christian boll adlı bir alman fizyolog, retinanın çubuk hücrelerinde bulunan ve tıpkı bir kamera plakasındaki nitrat gibi davranan, ışığa duyarlı bir protein olan rodopsini keşfetti. işte bu keşfedilen protein ışığa maruz kaldığında bir ağarma oluşuyordu.

    tabii ki boll'un yaşamı erken bittiğinden bu çalışmalarının nasıl bir etki yarattığını göremedi. daha sonra yine bir alman fizyolog wilhelm kühne bu teorinin üstüne gitti ve çeşitli deneyler yapmaya başladı. deneylerinde çok sayıda hayvan kullandı ve ölümden hemen sonra hayvanların gözlerini çıkardı ve görüntünün retinaya sabitlenmesi için onları çeşitli kimyasallara maruz bıraktı ve bu denemeler ardından en iyi maddenin potasyum alum yani şap dediğimiz bir çeşit tuz olduğunu keşfetti.

    deney şöyleydi; bir tavşanı, başı parmaklıklı bir pencereye bakacak şekilde bağlandı. tavşan bu pozisyondan yalnızca pencere ve bulutlu gökyüzünü görebiliyordu. hayvanın gözlerini karanlığa alıştırmak, yani rodopsin'in çubuklarında birikmesini sağlamak için birkaç dakika boyunca bir bezle kapatıldı. daha sonra hayvan üç dakika boyunca ışığa maruz bırakıldı. ardından hemen başı kesilerek ve gözleri çıkarıldı. çıkarılan gözlere ensizyon yapıldı ve göz küresinin retinayı içeren arka yarısı alınarak, sabitleme için bir şap çözeltisine daldırıldı.

    ertesi gün kühne, ağartılmış ve değiştirilmemiş rodopsin ile retinanın üzerine basılmış, çubuklarının net desenine sahip bir pencere resmi gördü.görsel

    yukarıdaki görüntüde en soldaki görüntü, optogramı olmayan bir tavşan retinasıdır: retina görüntüsünün üst üçte birlik kısmı boyunca uzanan ışık diski ve yatay şerit, retinanın normal anatomik özellikleridir. ortadaki görüntü, tavşanın ışığa maruz bırakılmasından sonra elde edilen optogramdır. tavşanın baktığı pencere görüntüde fark edilebilir görünüyor. en sağdaki görüntü, 3 büyük yan yana pencerenin gösterildiği başka bir optogramdır.

    bu çalışmalarından sonra kühne, deneylerini bir insan üstünde yapmak istedi, bunun üzerine 1880'de erhard gustav reif adlı idam mahkumunun gözleri infazdan sonra gözleri çıkarıldı ve kühne'nin heidelberg üniversitesi'ndeki laboratuvarına teslim edildi. kühne'nin reif'in gözlerinden ürettiği optogramlar günümüze ulaşamadı fakat bir gazete kupüründe şöyle bir görüntü mevcut. kühne bu taslağın giyotin bıçağına yüzeysel bir benzerlik taşıdığı ileri sürülmüştür.

    daha sonraları dr. maxime vernois'ten optografların cinayet davalarında delil olarak kabul edilmesinin fizibilitesini incelemek için bir çalışma yürüttü. vernois en az on yedi hayvanı öldürdü ve gözlerini parçaladı, ardında bunun boşuna yapılmış bir eylem olduğunu kabul ederek şu sözleri söyledi.

    --- spoiler ---

    bir kurbanın retinasında katilinin portresini ya da ölüm anında karşısına çıkan herhangi bir nesnenin ya da fiziksel özelliğin temsilini bulmak imkansızdır.
    --- spoiler ---

    yıllar sonra 1975 yılına gelindiğinde heidelberg polisi, kühne'nin deneylerini ve bulgularını modern bilimsel tekniklerden, güncel bilgilerden ve gelişmiş ekipmanlardan yararlanılarak yeniden incelemek istediler. bunun için heidelberg üniversitesi'nden evangelos alexandridis'in uzmanlığına başvurdular. alexandridis, kühne'yi anımsatan bir şekilde, tavşanların gözlerinden birçok farklı, yüksek kontrastlı görüntü oluşturmayı başardı. fakat optografinin adli tıp aracı olarak hiçbir potansiyele sahip olmadığı sonucuna vardı.

    kaynak:1,2,3

  • 10 saniye. 400 metrelik bir binadan atladığınızda, yere düşene dek geçecek olan zaman.

    o gün dünya ticaret merkezi'ne gitmişsiniz. büyük ihtimalle iyi bir işte çalışıyorsunuz. geleceğe dair hayaller kurarak evden çıkmışsınız. büyük ihtimalle o sabah, o gün öleceğinizi düşünmüyorsunuz.

    camın kenarındasınız. içeride boğucu bir duman var. aşağı inme şansınız yok. itfaiyenin gelme imkanı yok. helikopterle kurtarılma imkanınız yok.

    o gün öleceğinizi biliyorsunuz artık.

    aşağıdaki insanlara bakıyorsunuz. yalnızca size bakan noktalar görüyorsunuz, o kadar küçükler. 400 metre aşağıdaki insanlar yaşayacak.

    10 saniye. rüzgar yüzünüze vuracak, kulaklarınızda basınç oluşacak. üşüyeceksiniz. muhtemelen yere düştüğünüz an, canınızın yandığını fark edene kadar ölmüş olacaksınız.

    atlamasanız dumandan zehirlenecek, yanacak ya da betonların arasında kalacaksınız.

    ------

    bu korkunç bir psikoloji. ilk olarak "neden ben" dersiniz, kabullenemezsiniz.

    "onca insan varken, hatta karşıdaki binadaki insanlar yaşayacakken neden ben?"

    rüyadaymışsınız gibi gelir. sanki o anı yaşayan siz değilsinizdir. sonra havadaki zehir, ciğerlerinize dolduğu an gerçekle yüzleşirsiniz. o anda, oradasınızdır, karar vermek zorundasınızdır ve hayat size yalnızca bir seçenek sunmuştur; 10 saniye.

    evimde, bilgisayarın karşısında o insanların psikolojisini anlamaya çalışıyorum. sadece düşünmek bile içimi ürpertiyor. beni korkutan şey ölüm değil, bu hayatın bir gerçeği. sadece çok kısıtlı bir an içinde ölüm şeklinize karar vermek zorunda kalma psikolojisi bu. doğduğunuzdan o yana, sizinle birlikte olan yaşama içgüdünüzü kaybediyorsunuz bir anda.

    yapabileceğim en iyi şey, hayatta olmayan sevdiklerime 10 saniye içinde kavuşabileceğimi düşünmek olurdu herhalde. gözlerimi kapardım ve kendimi boşluğa bırakırdım.

    edit: doğrudan benim yazıma atfedilmiş olmasa da, yine de "amerikalılar ölünce duygu sömürüsü, ıraklılar ölünce bir şey yok" gibi düşünenlere birkaç şey söylemem gerek. çaresiz insanların ölümle yüzyüze gelmesi ile ölen insanların nüfus kağıdında yazan vatandaşlıkların bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. hala bu konuda bile nasıl rövanş edebiyatı yapılabileceğini aklım almıyor.