hesabın var mı? giriş yap

  • dünya biyosferinin aslında bilinçsiz bir şekilde dünyadaki koşulları yaşama en uygun olacak seviyede düzenlediğini öne süren hipotez. temelde üç ana konu üzerinden yola çıkar.

    1- yaşamın başlangıcından bu yana güneşten dünyamıza gelen enerjinin artmasına rağmen gezegenin ısısının sabit (var olan yaşamın korunmasına uygun sıcaklık aralığında) kalması.
    2- atmosferdeki gaz dağılımının zamanla değişken olması gerekirken yine yaşamın korunmasına uygun olacak seviyelerde kalması.
    3- denizlerdeki tuzluluk oranının değişken olması gerekirken %3.5 gibi bir rakamda sabit kalması.

    yukarıdaki 3 madde bilimsel kanıtlarla desteklenmişlerdir. açıklaması en basit olan 1. ve 2. maddeyi şöyle açabiliriz:
    gezegenin ısısını kontrol altında tutan en büyük etkenlerden birisi karbondioksit, metan gibi sera gazlarıdır. örneğin atmosferdeki karbondioksit oranı arttığında gezegen buna direkt tepki verir. karbondioksit kullanan canlıların biyo kütlesinde artış olur. aşağıdaki görsel üzerinden gezegen çapında son 30 küsür yıl boyunca bitki popülasyonundaki değişimi görebilirsiniz. renkler yeşil tonlarına doğru ilerledikçe artış, kırmızı tonlara ilerledikçe azalışı simgeliyor:
    imgur
    hızlıresim
    yukarıdaki görsel 8 farklı ülkenin 24 enstitüsünden 32 biliminsanının, nasa-modis ve noaa-avhrr uydularından aldıkları verilerle oluşturulmuştur. buradan görebileceğiniz üzere en başta insan etkisi sebebiyle atmosferimizdeki karbon miktarındaki ciddi artışlar nedeniyle doğal olarak bu karbonu kullanan canlıların popülasyonunda bir artış görürüz. bu durum hem gezegen sıcaklığını hem de atmosferdeki oksijen miktarını otomatik olarak dengeler.

    hipotezin ortaya atılmasındaki başlıca sebeplerden birisi dünya dışı yaşam arayışında bir ölçü birimi olarak kullanılmak istenmesidir. biliyorsunuz ki uzak diyarlardaki gezegenlerin atmosferleri üzerinde, yansıttıkları ışığın dalga boyuna bakarak bir fikir sahibi olabiliyoruz. uzun soluklu bir çalışma neticesinde bir gezegenin atmosferindeki maddelerin değişimini ölçüp gezegenimizdeki değişimlerle karşılaştırırsak o gezegende yaşam olup olmadığına dair fikir sahibi olabiliriz.

    buraya kadar, bu anlamıyla gaia hipotezi, olaylara doğrudan bilimsel bir yaklaşımda bulunur. hatta belki kuram olmasından bile söz edebiliriz. ancak bu iddanın hipotez olarak kalmasındaki başlıca nedenlerden birisi, hipotezin sonradan dünyadaki tüm canlıların oluşturduğu biyosferin ve içinde/üstünde bulunduğu maddenin, kısaca tüm gezegenin kolektif zekaya sahip dev bir süper organizma olduğunu önerecek şekilde genişletilmesidir. bu organizmanın adı gaia'dır. gaia tıpkı bir insanı oluşturan hücreler topluluğu gibi, bir biri ile bağımlı ya da bağımsız bütün canlıların hep beraber oluşturduğu şeyin toplamıdır. sinir sistemi, dolaşım sistemi gibi çok hücreli canlılarda bulunan özelliklere sahiptir. mesela hipotezde akdeniz'in gaia'nın karaciğer gibi işlevi olan bir organı olduğu önerilir.

    abiyogenezi açıklamaya çalışan hipotezlerin çoğu gezegendeki yaşamın tek bir canlıdan türediğini önerir. bu hipotezlerin içinde ilk canlının tek bir hücre olmadığını, hücre çeperi diye adlandırdığımız yapının oluşmasından önce bütün okyanusların kendi kendini çoğaltan moleküllerin toplamından oluşan tek bir canlı olduğunu önerenler de vardır. gaia hipotezi bu tip hipotezlerden de destek alır.

    bu bakış açısı bilim insanları arasında dikkat çekse de yeterli seviyede destekçi bulamamıştır. biyologların çoğu bakış açısını teolojik bulur. bir takım biyologlar ise doğal seleksiyon prensiplerine karşı olduğunu savunurlar. hipotezi ortaya atan james lovelock ve geliştiren lynn margulis'in bakış açıları bilimsel olsa bile hipotez, bilim insanı olmayan, bilimsel kavramları tam olarak anlayamamış veya olaya tamamen romantik yaklaşan insanlarca teolojik bir yapıya sürüklenmektedir. bu durum da hipotez ile daha az bilim insanının ilgilenmesine neden olan bir zincirleme reaksiyon yaratır.

  • sosyal medya hesabı facebook üzerinden mhpye yönelik olumsuz yorum yapan bir vatandaşın işyeri mhp il başkanı, mhp merkez ilçe başkanı, ülkü ocakları başkanı ve bunların yanında gelen yaklaşık otuz kişi tarafından basılması hadisesi.
    vatandaşın yapmış olduğu yorumun çıktısını alıp bunu şeffaf bir dosyaya koyup onu da yanlarına alıp adamın dükkanını basan mhpliler, vatandaşı azarlıyor, üzerine yürüyor tartaklamaya çalışıyor.

    mhpnin eline birazcık da olsa güç geçince olan bu. birde iktidar olsa demek ki tüm ülkeyi elinde şeffaf dosya ile gezen ülkücüler saracak. birde toplanıp otuz- kırk kişi gitmişler adamın dükkanına. vatandaş yardım istese bu kadar çabuk toplanıp gitmezler. esnafın yanına gidip derdin ne diye soracaklarına adam dövmeye gidiyorlar. vatandaşa da helal olsun sinmemiş dik durmuş karşılığını vermiş.

    işte mhp bu. bir allahın kulu da demiyor ki aga biz ne yapıyoruz. koca koca adamlar dükkan basmaya gidiyor. adam dövmeye gidiyor. ülkeye gram katkıları yok. daha geçen gün bir milletvekili enflasyonu eleştirdi diye adamı disipline sevk ettiler. adamların düşünen, yorum yapan, fikri olan, beyni olan insanlara tahammülü yok.

    kaynak

    kaynak editi: kaynak olarak yerel haber sitesinin instgram hesabını eklemiştim. orada iş yerine ait kamera görüntüleri vardı. maalesef kaynak uçmuş. yenisini bulursam editlerim.

    yeni kaynak

    videolu kaynak

  • izmir seferihisarda yaptım askerliğimi. asteğmen olarak yapıyorum, öğretmen kökenli olduğum için nöbet tutmayan askere ceza vermek yerine, tutana ödül vereyim dedim. boyoz alıyorum sabaha karşı 4-6 nöbetinin ilk saatinde nöbet kulübelerine uğruyor bırakıyorum. bir süre sonra iki kişilik nöbet yerinde beni bekleyen 6-7 asker olmaya başladı. hoşuma gitti tabi bu böyle devam etti, çaylar demleniyor falan. bir gün askerin biri boyozdan bir lokma ısırdı çaydan bir yudum aldı, döndü bana dedi ki, komutanım top oynarken anamın verdiği domates peynir ekmekle, sabahın köründe senin verdiğin boyoz yarışır, ikisini de ömür billah unutmam dedi. o zaman fark ettim, anlatacaklar bunu yıllarca. boyozu askere dağıtıyorum diye ucuz veren fırıncı sen de sağol.

  • --- spoiler ---

    benim için saatte 50 miydi 80 miydi neydi, o kadar kilometre hızın altına düşerse bomba patlayacak olan bir otobüsten tüm rehineleri kurtarıp, arada otobüse benzin yüklenen bölümdür. o bölümü izleyenler efsane nesil seviye 24 olmuşlardır.
    --- spoiler ---

  • liseliler bilmez diyerek giriyorum..

    2003 yılındaki popstar türkiye yarışması.
    yarışmacı bayhanın hapse girip çıktığı deşifre oluyor.
    şimdinin kokocusu deniz seki, bayhanın üzerine gidip onu seyircinin önüne atmakla kalmıyor, "hapse giren adamdan sanatçı olmaz." "bunları toplumdan afaroz etmeliyiz." diyor.

    evet yıl 2003.

    yıl 2014.. deniz seki kolluk kuvvetlerinden daha fazla kaçamayıp esenyurt'ta bir rezidansta yakalanıyor.

    hayat ne tuhaf vapurlar filan.

    2003

    2014

  • eğer doğruysa telefon numarası, nerede çalıştığı belli bir hayvan evladının marifetidir. kız yurtdışına çıkacağı için ertelemek zorunda kalmış keşke polise hemen haber verebilseydi. burdan yapabileceğimiz herhangi bir şey olup olmadığını merak ettiğim durumdur ayrıca. kızın sosyal medyada gezen mesajı ihbar kabul edilebiliyor mu gibi sorular doğurmuştur.

    evde yalnızken sipariş verildiğinde, hele bir de geç saate kalmışsanız karşıdaki adamın sizin hakkınızda kapılabileceği art niyetli düşünceler korkusunu hortlatmıştır ayrıca. aşağıdan kapı çaldığında asansörün gelmesine yakın kapının sürgüsünü açıyor, üç kat kilidi bire indiriyorum ki evde yalnız olup korktuğum anlaşılmasın. kapıyı açmadan da mutlaka yok seninki daha gelmez benimkidir falan diye sesleniyorum içeriye doğru. televizyonun sesini açıyorum vb. sırf bunun için iki menü ya da iki içecek söylediğim de oluyor. bunlar oluyor çünkü allah korusun başınıza bir iş gelse "gecenin o saatinde sipariş vererek herifi kapının önüne kadar getiren kız" olarak içten içe suçlanacağını da biliyorsun. hiç ama yemeksepeti, ama kurumsallık, adamlar çekinir falan diyemiyorum. bir şey olsa ailem şoku atlatınca bana o saatte sipariş vermenin risklerini anlatır, ya da konu komşu "gerçi gece gece ne gerek varmış" falan der biliyorum. böyle hizmetler kadın milleti için değil bizim memlekette galiba, biz çok yanlış geliyoruz.

  • anneye anlatır gibi anlatıyorum.

    2 çeşit nükleer reaksiyondan enerji elde edilir.

    fizyon ve füzyon.

    fizyon, izotopların parçalanması sonucu enerji açığa çıkarır, füzyon birleşmesi sonucu.

    uranyum, plutonyum gibi radyoaktif elementler ve izotoplarının fizyonu, yani parçalanması, klasik anlamda bildiğimiz nükleer santrallerdir.

    füzyon ise güneşte ya da hidrojen bombasında olduğu gibi yüksek sıcaklık ve basınç altında plazmaya dönüşen hidrojen izotoplarının birleşerek helyuma dönüşmesi ve bu sırada enerji açığa çıkarması reaksiyonuna denir.

    dünyadaki yaşamın kaynağı bu enerjidir. fizyona göre temiz ve çok daha güçlüdür.

    fakat füzyon gerçekleştirmek için çok yüksek ısı ve basınçlara ihtiyaç vardır. güneşte süregelen ve dünyamızın yakıtı füzyon, güneşin sıcaklığı kadar korkunç kütlesinden kaynaklanan muazzam yerçekiminin oluşturduğu basınç sayesinde mümkündür.

    insanoğlu şu ana kadar füzyonu kontrollü şekilde gerçekleştirememiş, hidrojen bombası gibi yapıcı değil yıkıcı amaçlarla kullanabilmiştir. çünkü ne reaksiyonun gerçekleştirilmesi için gerekli ısı ve basınç ne de reaksiyon sonrası açığa çıkan enerji kontrol edilebilir değildir.

    bu son gelişme ise bir süper mıknatıslama tekniği ve düzeneği sayesinde oluşturulan çekim kuvvetinin hidrojen izotoplarını plazma haline getirerek kontrollü füzyona olanak sağlaması hakkında. bu teknoloji geliştirildiğinde nispeten çok küçük, mobil ve çevre dostu reaktörlerde akılalmaz boyutlarda enerji üretilebilecek. yakıt olarak da tehlikeli radyoaktif elementler yerine hidrojen izotopları kullanılacak.

    üretilecek enerji yine ısı ve dolaylı yoldan elektrik enerjisi, ısınan suyun çevrimiyle jeneratörler döndürülecek, orda işin temelinde bir değişiklik yok. sadece çok daha ucuza, kolay ve temiz.