hesabın var mı? giriş yap

  • bu sebepten, başımızdan gidin diye her gün dua eden milyonlar var sayın bakanım. içiniz rahat olsun. her gün dua ediyoruz.

    tanım: türkiye cumhuriyeti'nde bakanlık yapan bir şahsın beyanı.

    edit: ağrı aşağı köşk ilkokuluna kitap yardımı için kampanya başlatılmış. bir göz atmanızda, imkanınız varsa yardım etmenizde fayda var #64375170

  • ilk olarak 2007 yılında isviçreli işletme danışmanları peter werder ve philippe rothlin tarafından ortaya atılmış sendrom. bu sendrom genelde ofiste çalışan beyaz yakalılar arasında görülmekte olup stresten ziyade anlamsız işlerle iştigal etmekten kaynaklanıyor. çalışan, yaptığı işi yeterli görmemesi, yaptığı işten tatmin olmaması, can sıkıntısı, yaptığı işlerin kendisini zorlayacak nitelikte olmaması neticesinde işine olan ilgisini yitiriyor. öyle ki çalışan potansiyelini gerçekleştiremediğini hissediyor. böylelikle çalışan yetenek ve bilgilerini kullanarak şirkete fayda sağlayamadığı gibi bireysel olarak da takdir edilmemekten dolayı gocunuyor. (bkz: demotivasyon)

    bunun neresi sendrom dediğinizi duyar gibiyim. işte boreout sendromunun kilit noktası da bu sendromu taşıyan insanlardaki akıl almaz mantık hatası. şöyle ki; bu sendromdan muzdarip çalışanlar yaptıkları işten zerre haz etmemelerine rağmen işverenlerinden daha ciddi görevler talep etmedikleri gibi başka iş de aramıyorlar. klasik anlayış bu insanların tembel olduğuna ve sorumluluktan kaçtığına işaret ederken isviçreli bilimadamlarımız sendromdan muzdarip çalışanların bu eylemsizliğinin işe ilgilerini yitirmiş olmasından kaynaklandığını öne sürüyorlar. atalarımız ise bu ne perhiz what is this şeklinde evvelce konu hakkında görüş bildirmişler.

    şahsi görüşüm işte sıkılan insanlar kendini iyi hissetsin diye oluşturulmuş, bilimsel olmayan bir teori. eylemsizliğin ilginin yitirilmiş olmasından kaynaklandığı kısmı benim çarpıtmam olabilir. zira kendime teşhis koymaya çalışıyorum.

    her halükarda benzer hislere tercüman olacak bir şarkımız var.

  • ingiliz yargıç gece yarısı parktan geçen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis verince şaşıran gazeteciler sormuşlar:

    - adam kıza elini bile sürmedi, kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de adamı yakaladılar. bu 7 yıl 7 gün çok değil mi?

    yargıcın cevabı hukuk tarihine geçecek düzeydedir:

    - kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, ingiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.

    (bkz: geç gelen adalet, adaletsizliktir)

  • bu semt bizim diye gezen, türkiye'nin her yerinde bulunan, it kadar değeri olmayan insan müsveddelerinin hak ettikleri değeri bulmaları hali.

  • yazdığı kitaptaki tüm erkeklerin başına sardırdığı bir yüzük belası ile alttan alta;

    -- evlenmeyin olm. yüzük bu başa bela. kaç erkek telef oldu.

    mesajı vermektedir.

    mutsuz bir evliliği olabilir.

  • hava güneşliyse çok doğal olan eylem. insanlar gözlerine güneş gelince rahatsız oluyorlar demek ki.

  • arabînin birisi atlı olarak yola çıkar. uzun yol aşılır, arabî bevl etmek için atından iner. bu arada at, ordaki bir bahçenin ağaçlarının yapraklarından yer.
    bunu gören bahçe sahibi öfkelenir ve yerden aldığı taşı ata atar, at ölür.

    öfkesine yenilen arabî de yerden bir taş alır ve o kişiye atar, eceli gelmiş olan adam o taş sebebiyle ölür.
    adamın mirasçıları arabîden davacı olurlar ve kısas isterler.

    durum resullullah'a intikal eder ve hükmetmesi istenir.
    halk, ölen adamın mirasçılarını kısas değil de diyet istemek hususunda ikna etmeye çalışır, ancak başarılı olamazlar.
    kısas yapılmasını yani arabînin öldürülmesine karar verilir.

    ancak arabî der ki:
    - bana 3 gün müsaade edin. geride bıraktığım yetimlerim ve onlar için sakladığım altınlarım var. izin verin gideyim, altınları ve yetimleri birisine emanet edip, geri geleyim der.

    rıza gösterilmez zira adamın geri döneceğinden kimse emin değildir.
    arabî halkın içinde bakınır ve bir sahabeye yönelerek:

    - sen benim yerime vekil olur musun? der.

    bu sahabe ebu zer'dir ve teklifi kabul eder.
    arabî yola çıkar, şayet geri dönmezse öldürülecek olan ebu zer olur.

    aradan 3 gün geçer ve arabî geri gelmez.
    ancak günün tam olarak tamamlanması için akşam olmasını beklerler.
    bu esnada halk ebu zer için hayıflanmaktadır.

    derler ki ebu zer'e:

    - neden bilmediğin bir kimseye vekil oldun?

    cevap verir mübarek:

    - kabul etmeyip, "müslümanlar arasında yardımlaşma kalmamış mı dedirtseydim?" der.

    akşamın son saatlerinde ilerden bir toz bulutu görülür.
    gelen o arabîdir.

    - sadece bir atım vardı. çatlatırcasına koşturdum ve gelirken öldü. geri kalan kısmı yürümek zorunda kaldım, bu yüzden geç kaldım diyerek durumu izah eder.

    bu sefer halk arabîye sorar:

    - gitmiş, ölümden kurtulmuştun. neden geri geldin?
    - geri gelmeyip "müslümanlar arasında ahd e vefa kalmamış mı dedirtseydim?"

    olan biteni izleyen davacılar, elbette ki durumdan etkilenir ve diyete razı gelirler. hatta akabinde diyetten de vazgeçerler.

    ve derler ki:

    - biz onu affetmeyip, müslümanlar arasında mürüvvet kalmamış mı dedirtseydik?

  • ertuğrul kürkçü anlatıyor:

    ben, deniz'in 70'in sonbaharında odtü'ye geldiğinde bana söylediği sözleri hatırlıyorum, onlar oldukça kritik sözlerdi. bazı kararlarımı hep o sözleri aklımda tutarak verdiğimi hatırlıyorum. rastgele bir tartışma içerisinde ama çok ciddi bir tartışma içerisinde deniz, şöyle bir öngörüde bulundu:"bütün türkiye'ye sıkıyönetim gelecek, herkesi cezaevine dolduracaklar. orada herkesin bir koğuşu olacak, her eğilimin bir koğuşu olacak." o zamanki adlara bağlı olarak, "kırmızı aydınlık koğuşu, beyaz aydınlık koğuşu, sendikacılar koğuşu...ziyaretçiler tavuk getirecek, onlar, bu tavukları nasıl paylaşacaklarını tartışacaklar." şimdi hatırlamıyorum kimdi, birisi: "peki ya biz ne yapacağız" diye sordu. deniz, "biz öleceğiz oğlum" dedi, "çünkü biz dövüşeceğiz. ve esas oportünizm nasıl bir şeydir, mücadele nasıl bir şeydir, devrimcilik nasıl bir şeydir onu o zaman herkes görecek."

  • bizim ailenin dinde tavan yaptığı zamanlar bi muhabbet kuşu almışlardı. kuşa allah bir elçisi muhammed demeyi öğretmişlerdi. garibim kuş da allah biri diyor elçisi muhammed de elçsimoam deyip kalıyodu öyle.. ben bu kuş yüzünden osbir çekemedim kaç zaman. beni de çok severdi ibne. ne zaman hallensem kuş dibimde allah bir allah bir demeye başlardı. ergen aklıyla hep yarım bırakırdım osbiri korkudan.. aileye bak lan..