hesabın var mı? giriş yap

  • muhtemelen müyap tarafından kapattırılmıştır. fizy'nin engellenmesiyle aklım başıma geldi. hemen gidip bir sürü albüm alacağım.

  • kılıçdaroğlu iyi niyetli bir siyasetçi olabilir ancak seçim kazanmak başka bir şey.

    şu yaşananlara rağmen senin partin %28'i geçemiyorsa, senin o koltuğa talip olmanın hiçbir anlaşılabilir tarafı yok.

  • 27 mart 1998 de kaybettiğim anneciğim..

    o kadar seviyordum ki seni o çocuk kalbimle, o kadar ihtiyacım vardı ki senin sesine ama sen babamın da o zaman dediği gibi zaten bir melektin ve melek oldun benim ve babamın meleği oldun ..

    nur içinde uyu annem

    bazen merak ederim şimdiye kadar yanımda olsan nasıl olurdu, mezuniyetimde olsaydın yanımda ne hissederdin...

    hep benim ve babamın kalbinde yaşayacaksın annecik..

  • istanbula üniversite kaydı için yola çıkmıştık.
    bir iki kişiydik, saf ve iyi yürekli baba kız.
    biz sandık ki istanbulun adı geçse metropol olur en dandik köy bile.
    gittik bilet aldık şimdi adını vermek istemediğim için takma isim olarak gerçek koyun adını vereceğim şirkertten.
    bende bir heyecan bir heyecan. babam da kızının üniversiteyi kazanmış olmasına bağlı olarak koltukları kabarmış bir vaziyette turgut özalımsı geziniyor.

    geldi bizim otobüs; ön camda dev bir çatlak!
    ama biz iki sevgi kuşu, biz iki polyanna sevdalısı -olsun- dedik, vardır bir bildikleri.
    camdan ölen olmamış ki?

    sonra yolcular gelmeye başladı.
    biz babamla şöför arkası ikinci sıradayız.
    tam vaktinden yirmi dakika sonra çalıştı otobüs.
    biz iki pıtırcık sevindik buna zira sabahın 6' sında ne yapacaktık istanbul' da. en azından 6.30 da ineriz dedik.

    yolculuğun 15. dakikası ön iki koltuktaki takribi 280 yaşındaki teyze ve amca ben-gal ya da öyle bir adı olan kokusu burun delen kremlerden şakır şakır sürmeye başladılar.
    insanın kolu kopsa bu kremi koklayacağıma acısını çekerim dedirtecek bir kremdi.
    ve bu olay istanbula varasıya kadar 15 dakika aralarla devam etti.

    olsun, biz iki neşe pınarı herşeyin başı sağlık diyenlerdendik.

    sonra arka ikilideki takribi 180 yaşlarındaki amca ve teyze kocaman bir çuvaldan haşlanmış mısır çıkardılar ve toplamda 7 dişle bunu yemeye başladılar.

    biz tabi ki emekçi ve emekçinin emekçiliğinden gurur duyan kızı olarak, ağız şapırdatmadan tiksinmezdik.
    her nekadar çıkan sesler istanbula kadar devam etse de..

    sonra en ön diğer ikili koltukta oturan 32 yaşındaki adam ayağa kalktı ve 65 yaşlarındaki annesine;

    - benim ercanla arkadaşlığıma karışma, ben seviyorum ercanı
    diye bağırmaya başladı.
    sonra höykürerek ağladı. tükürük ve sümükleri krem süren amcanın keline yapıştı.

    annesi adamı,pipisini çakmakla yakmakla tehdit etti.
    babam bana -sen bakma- dedi.

    sonra adam otobüsün vitesine saldırdı. şöför ani bir frenle otobüsü savurttu.

    adama eti cin verdiler 4 tane, sustu. -yarım saat kadar.
    sonra tekrar annesine bağırmaya başladı:

    -sana arabayı durdur dediim. altıma işettirdin beniiiiiii.

    otobüsü sağa çektik. valizden adama temiz don çıkarıp giydirdiler.

    ama artık otobüs çiş, mısır ve tarifsiz bir krem kokuyordu.

    olsundu ama, herkesin başına gelir ayıplamamak lazımdı.

    babam ki o bir gurur abidesi, kokudan kusacak gibi olunca muavine ; susurluk' a ne zaman varacağız dedi.

    muavin ise; -allah bilir beyamca- dedi.

    muavin 60 babam ise 45 yaşındaydı.
    ama olsun biz iki pempe gönüllü bunu olgunluğa dair bir iltifat olarak aldık.

    sonra mola yerinde bir çorbaya iki iskender parası verdik. ama anısı oldu, olsun.

    yolda ön cam patladı. zaten 6,30 da erken bir varış saati idi. bursa otogarına kadar biraz üşüdüm ve korktum ama tecrübe de böyle kazanılımış diye üzülmedik.

    yalova feribotunda, ercan seven ve altına işeyen adam kayboldu.

    tüm feribotun aranıp adamın buşlunması 1 saat sürdü. yine altına yapmıştı ve yedek kıyafeti kalmamıştı.
    artık valizden çıkardıkları annesine ait füzo ile oturmaktaydı.

    biz 11.00 sularında otogara indik. kaydımızı 14,00' de yaptırdık.
    kalacak yerimiz yoktu. taksimde gezip akşam otobüsü ile dönecektik.

    taksim çok güzeldi, inci profitrol nefisti.
    babam bana şampiyondan midye aldı.
    sonra yazıhanelere gidip bilet aramaya başladık, biz, iki sevgi kelebeği.

    maalesef bilet bulunamıyordu çünkü okul kayıtları başlamıştı.
    sadece gerçek koyun seyahatte arka dörtlü boştu.

    babam, bir beyaz mimoza, bir muzaffer komutan anıtı, dedi ki;

    -hay .mına koyyim böyle işin.....

  • özellikle pazaryeri kültürünün gelişmesi ve pandeminin eticarete olan yönelimi inanılmaz artırdığı bu son 2-3 yılda oluşan ver çılgınlık boyutuna ulaşan bir başka konu da iade çılgınlığı.

    iade her tüketicinin en doğal hakkı. bir ürün sipariş eder, ürün geldiğinde aslına benzemiyordur, hoşuna gitmemiştir, bir hatası vardır ya da fikri değişmiştir, ürünü iade eder. her internet satıcısının riskini aldığı bir masraf kalemidir iade, zira iki yönlü minimum 2x12tl kargo parası çıkar cebinizden ve kar yapacağınız satıştan zarar yazarsınız. o yüzden mümkün olduğunca iyi paketleme, sunum ve iyi açıklama önemlidir.

    ama son yıllarda özellikle trendyol'da oluşan, ardından diğer pazar yerlerine sıçrayan bir kültür var ki aman allahım.. 5 desen elbisenin her birinden 3 beden sipariş edip, kargo gelince deneyip 14'ünü iade eden, pazaryerlerini "bunun bir boy büyüğü varsa onu da verin ikisini beraber deneyim" diyeceği tezgahtar olarak kullanan bir kültür.

    artık insanlar o kadar kaptırmış ki kendini otomatik alışverişe, açıklamaları okumuyor bile. ürün adında "köpek tasması" yazan ürünü ben arama kutusuna kedi tasması yazmıştım ne bileyim diye iade eden mi ararsın, adında "küçük boy oyun topu" yazan ve açıklamada çapını yazdığınız topu "küçükmüş" diye iade eden mi ararsın, aynı anda 4 renk, 2 beden ürün sipariş edip 7'sini iade eden mi arasın. şu anki kargo trafiğinin %20'sini bu kitlenin gitti geldisi oluşturmakta.

    mağazalarda bu siparişleri performans puanı ve ceza sistemi gereğince karşılamak zorunda kalıyor. yine denebilir ki kardeşim bize tanınıyor bu hak, kullanırız sana ne! tabii ki kullanırsınız, ancak bu oluşan ekstra maliyetin çözümünü satıcılar fiyat ve karlılık artırarak çözmek durumunda kalıyor. o yüzden ne yazık ki 20tl'te mal edip 40tl'ye satabileceği ürünü aradaki iadelerin yaratacağı masrafı da göz önünde tutarak 50tl'den satışa sunuyor.

    pazaryerleri müşteri memnuniyet odaklılığının faturasını satıcılardan çıkardığı için zaten onların açısından bir problem yok. o yüzden koşulsuz iadeler vs havada uçuşuyor. olan satıcılara ve fark etmeden aynı ürün için daha fazla ödemek zorunda kalan normal alışverişinde olan müşterilere oluyor..

    en basit örneğini vereyim, yurtdışından distribütörlüğünü aldığım markaların satışını araya petshop sokmadan direk tüketiciye yapıyorum. iş modeli 50tl ye malolan ürünü 15tl pazaryeri komisyonu, 12tl kargo 6tl sarf malzeme ve operasyon maliyeti ekleyip 20tl de kar koyup 100tl ye satmak. zira toptancılık yapıp aynı ürünü 70tl ye petshopa verirsem petshop ürünü 130-150tl bandında satacak (aksesuar kar marjları bu seviyede). bu şekilde iyi kalite ürünü tüketiciye daha uygun fiyata satabiliyorum. ama gelinen nokta da 100tl ye satılacak ürünün fiyatı artık 110tl. artık ürünü alan herkes habersiz bir şekilde gelecek %20 iade oranının yarattığı operasyon bedelini ürünü 10tl daha pahalıya alarak ödüyor (bu oranın sadece %1-2 si tasmanın bedeni uymadığı için vb haklı sebeplerle, gerisi birden fazla beden sipariş verenlerin iadesi) sonuç, artan fiyat ve aynı ürünü daha pahalıya alan normal tüketici.

    edit: konuyu "hey ben vergilerini veren bir vatandaşım adamım, benim haklarım var" diye yorumlayanlara istinaden; konu ürünlerin her renk ve bedenden alınıp denenerek iade edilmesi değil. buyurun dilerseniz milyon tane sipariş verip bir tanesini alın ve gerisini iade edin. konu günün sonunda bunun satıcılara yarattığı kargo maliyetinden dolayı x birime satın alacağınız ürünü x + %10'a almanız. maliyet hesabında artık aynı fire hesaplar gibi iade kargo bedeli oranı hesaplanarak fiyata eklenmesi. yoksa tüketici kanunlarının da, haklarının da farkında ve sonuna kadar arkasındayım. ileride bu davranışın düzelmesi konusunda da herhangi bir beklentim yok, hatta daha da beter olacağına eminim. sadece 100 kişiden 80'i bu bahsettiğim şekilde alışveriş yapan 20 kişinin yarattığı ek masrafın bedelini daha yüksek fiyata ürün alarak ödüyor, bunu belirtmek istemiştim. yoksa sikmişim ingiltere'sini..

  • işin esprisi sözündeki espri.

    fransızca esprit kelimesinden geliyor. ruh/öz anlamında. "işin özü, işin aslı" anlamında kullanılıyor türkçede cümle içinde.

    espri türkçede daha çok ince söz, nükteli söz anlamında. zekice düşünülmüş komik sözler için kullanılıyor günümüzde. gülelim eğlenelim gibi. ama işin esprisi'nde gülünecek bir şey yok. işin aslı kastediliyor.

    bir de espri'nin türkçe sözlüklerdeki anlamında yer alan ince ile ingilizce thin arasında bağ var. ti'ye almak'daki ti, thin'den geliyor. inceden alaya almak gibi.

    ek: çok güzel bir mesaj geldi

    ingilizlerin "spirit"i ile bizdeki "ispirto" da bu bağlamda ilişkili... ruh, bazen varlığın özü olarak addolunmuşken, bazen ondan geçen, onu (varlığı) terk eden, uçucu bir şey olarak betimlenmiştir. ispirto gibi ya da bildiğimiz "ruh"gibi. arapçadaki anlamıyla ruh, gidendir. anlam (espri) da sözün ruhudur.

  • şahsen ben kırmızı ruja bakarak 31 çekmekten derin bir haz alıyorum. tek sebebi bu. laikçi olduğum için aklım fikrim hep sik sokta.

  • başımdan gecen bir olay daha okurken aklıma geldi. 2015 senesinde diyarbakır ın bir ilçesinde görev yaparken öğtetmenevinde kalıyordum...bir gece erken yattım ve hava soğuk olduğu için ufo çakması ısıtıcıyı da açtım ve uykuya daldım.
    gecenin bir saatinde hayvan gibi evet hayvan gibi kapıyı tekmeleme gürültüsü ile uyandım kim lan bu yavşak bu saatte derken fırlayıp kapıya baktım. kimse yok söverek geri yatağıma dönerken ufonun takılı olduğu priz alev aldı.... hemen sigortayı kapatma falan derken alevi söndürdüm.
    aşağı görevli dayının yanına giderek durumu anlattım sonra birden kameraya bakmak aklıma geldi .
    esas şoku orda yaşadım yaklaşık 15 dakika kadar geriye bakmama rağmen kapıyı vuran kimse yok ama benim kapıyı hışımla açış görüntüm var....
    yaşayacak ömrüm varmış deyip şükrettim. bu da böyle bir anım.

  • taksim - bakırköy hattı ... sabaha karşı 4 .. şansa sahil dolmuşu bulmuşum çakır keyifim. bir tane kulaklıkla müzik dinleyen hanım kızımız var.

    bakırköy girişinde sorulan klasik soru ve olaylar gelişir.

    kaptan: yeni mahalle var mı ?
    yolcular: (ses yok)

    yeni mahalle girişi geçilir. kulaklıkla müzik dinleyen kızımız tepki verir
    kızımız: niye geçtik girişi yaaaağğ ?
    ben: e sordu ya kaptan yeni mahalle var mı diye
    kızımız: duymadım ki ya ben :( (surat bu hale geldi ondan)
    ben: kaptan duymamış hanım kızımız. bence dönelim geri sabaha karşı bi de tehlikeli bak.
    kaptan: abi dönemeyiz ya.
    kızımız: ay nerden hanım kızın oldum ben senin be
    ben: kaptan dönmeyelim yesin bunu köpekler sarhoşlar filan.
    kızımız: ya ne diyosun beee
    kaptan & yolcular: ehe ehehehe ehehhehe.
    kızımız: yaaaaağğğğğ :(
    ben: bırakayım ben seni eve hanım kızım ?
    kızımız: git be pis
    kaptan & yolcular: hehe ehe eheheheeeğğğ

    bu da demek oluyorki çakırkeyif olunca iğrenç bir insan oluyormuşum. güzel de kızdı be