hesabın var mı? giriş yap

  • sokakta gördüğünde "selam abi naber" diyerek yanına gidilebilen ve sanki kırk yıldır tanışıyormuş gibi muhabbete başlanan ve hatta "ya olmadı böyle ayaküstü" diyerek en yakın çay ocağının taburesine çökmenizi sağlayan büyük insan...

    üniversiteye hazırlanıyordum, izmir pasaportta karşılaşmıştım, bayaa uzun muhabbet etmiştik, ben birkaç soru sormak istediğimde onunla ilgili "boşver beni, bir şekilde öğrenirsin" diyerek lafı hep bana, benim hayallerime getirmişti... ilgiyle dinleyip yol göstermek için fikirlerini söylemişti...

    güzel adamdı, babaydı, abiydi...

    edit: ah be abicim, sen yaşasaydın da ben debe listesine girmeseydim...

  • öncelikle (bkz: entelektüel)

    türkiye'de en yüksek 4. tiraja sahip olan gazetenin yapmaması gereken bir hatayı içeren haber.

    haberin içeriğine gelirsek, türkiye'deki mevcut iktidarın ve onun tabanının bakış açısına yönelik yapılmış popülist bir açıklama. aydınları ötekileştirerek halk çocuğu imajı çizmeye devam edin bakalım. "ne yapsak da bu halkın kültür seviyesini bir nebze yükseltsek" demek yerine "ne yapsak da cehaleti yüceltip aydınları kibirli göstersek" demeye devam edin. bu taktik son 14 yıldır çok tuttu, nasiplenmeyen kalmasın.

    debedit : (bkz: cansel buse kınalı)

  • aradan geçen 11 yıl 4 saat saat sonra bile tazecik, dumanı tütebilen acı.

    yaşanan ilk acıysa ve anneler günü ise o gün, inanası gelmez hiç insanın. çok küçüktür bir de. daha yeni okumayı sökmüş, yakasına kızarmış elmayı takalı henüz bir ay olmuştur. ilk dönemdeki süper notlar erkenden ''sınıf geçme hediyesi'' isteme cesareti vermiştir ona. baba; oğlum ne isterse alırım deyince o da bisiklet istemiştir. tam istediği gibi oğlunu mutlu eden babanın tek şartı vardır ama. ''okullar kapanınca bineceksin''. peki denir babaya ama kendi kendini yer tabi kardeş.

    anneler günü sabahında ablanın reddetmesine karşı saatlerce yalvarır ''ablacım sadece 10 dakika, nolur babama söyleme ama'' diye. abla da dayanamaz, kıyamaz. verir bisikleti. o sayılı dakikanın yarısı olmadan kapı çalar. komşu kardeşin bisikletten düştüğünü söyler, çok sakin karşılanır, olabilir gibi. yerde yatan, üzeri örtülü biri vardır. var ama onun ayağındaki kardeşin ayakkabısı değil, bisiklette onun bisikleti değildir ki o benim kardeşim olsun. değil işte, hiç birşey onun değil ama bir anda oracıkta beliren babanın yürekten kopan çığlığı herşeyi özetler sana. üzeri örtülü o... canım kardeşim.

    ilk anda anlamazsın. aklın harçlığıyla anneler günü hediyesi almak için para biriktirmiş, süt dişi yeni çıkmış küçüçük kardeştedir. ama o nerde o... o merhametli minik yürek annesi olmadığı için üzüldüğü, zinciri pastan dönemeyen biskleti, ayağındaki ayakkabısı yırtık, 'benim bisikletim öyle değil, sen hep binersin, biraz giyeyim mi ayakkabını, veririm inince diyen sinif arkadaşıyla karşılaşır. ve sen bunları o gittikten yılar sonra, liseyede okuyan, hala ayakkabıyı saklayan o arkadaştan öğrenirsin. ölmek mi, öldürmek mi arasında sıkışırsın işte o zaman.

    yaşıtları üniversite tercihleri hakkında danışmak için abla bilip yanına geldiklerinde ise şakağındaki o şey boğazına dizer hayatını. 19 unda gözleri parlayan genç flörtlerinden bahsederken sen, gitmeden bir gün önce hasta olur diye dondurma almadığın, gözünün yaşına kıyamayıp bisikleti verdiğin, on dakika sonra gelecek olan canini düşünürsün. düşünmek istemediğin tek şey ellerinle üstüne toprak ettiğin kardeşinin kanina, canina biçilen paranin hesabina yatirilmak istenmesidir.

    o anda yüreğinde binlerce mum birden yanar. her gün birisi söner. ama birtanesi hiç sönmez. yediğin lokmanın yarısı acı geçer boğazından. keşkelerle yıllar geçer. suçluluk şakağına dayalıdır hep. kulağındaki onlarca küpe olmuş şey tek karındır. aci çok şey öğretmiştir. dost, düşman ayirmak kolaylaşmiştir sanki. bayramlar mezarlikta başlar, anneler günü karalar günü olur, takvimlerde doğum günü hep kirmiziya boyanir.

    yazarken yutkunmayi bile çok gören, ekran bozuldu mu ne, neden bu kadar bulanik dedirten bu aci, yarinki anneler gününü minicik bedenini toprağa koyduğu evladinin mezari başinda geçirecek annemin, babamin asla okumasini istemediğim şeyleri yazdirdi bana. hayat sadece acı değil ama. tadıdan yenmeyen şeyler de var. yüreğe ağir gelen bu duygudan siyrilmamin tek sebebi, anneme tapma nedenim, canimi istese düşünmeden vereceğim bir tanecik meleğimdir.

    o meleğin yazdırdıkları içinse (bkz: ablalarin kardeş sevgisi/@nunuca)

  • eğer parelel evrenler var ise bu evrende neden hüseyinin annesinin evlendiği adamın farklılığı parelel evren oluşturmuş olsun ki? biz milyonda bir gelebilecek sayısal lotonun çıkmış haliyiz çünkü bu sayısal loto milyarlarca kez çekilmiş.
    ama parelel evrenlerin mesela güneş sistemi oluşmaması, bu bir süpernova patlamasının farklı bir şekilde meydana gelmesiyle oluşacağı yerine insan ilişkilerinin değişikliği ile ortaya çıkacağını varsaymak bana göre hala evrenin merkezinde bilinçaltında insanı oturtmak ve en kutsal canlıyı insan kabul etme varsayımından geliyor.biz evrende önemsiz, olması ihtimali varken ortaya çıkmış canlılarız.hepsi bukadar.

  • türk rock müziğinin zirvelerinden birisi olan şarkıdır. grup müziği nedir nasıl yapılır ders niteliğindedir. barış manço şubat 1982 tarihli “tvde 7 gün” dergisine şarkının hikayesini, ne anlatmak istediğini şu şekilde paylaşmıştır:

    "dönence dünyanın iki ayrı kutbundaki meridyenlerdir. ve hiçbir zamanda birlikte olamazlar. insanın doğasında da iki zıt kutup vardır. bu kendisinde olmayanı arama içgüdüsüdür. örneğin kış mevsiminde yazın gelmesini bekler yazın da kış mevsimini ararız. insanlar hiç bir şeyin tamamına sahip değillerdir. her şeyin yarısını yaşarlar. örneğin 12 saat geceyi 12 saat gündüzü yaşıyoruz. ama 24 saat boyunca gündüzü veya geceyi yaşayamıyoruz. yani devamlı bir beklenti ve umut içinde yaşayıp duruyoruz. bu beklenti ve umudunda bir sonu yok dönüp duruyor.

    işte tüm bu düşüncelerin ışığında dönence doğdu. şarkının müziğini kurtalan ekspres'ten bas gitarist ahmet güvenç ve tumba ritmdeki celal güven isimli arkadaşlarım yaptı. aslında “dönence” yoruma açık bir parça. çünkü bizim dinleyici kitlemiz çeşitli kesimlerden oluşuyor. bu çeşitli kesimlerden gelen insanlarda bu parçadan kendilerine göre bir sonuç çıkarıyorlar. zaten arzu ettiğimiz bu soyut parçadan herkesin arzu ettiği somut sonuçları çıkarmasıdır.

    "simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız bekliyorum
    uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor
    görüyorum dönence….."
    bu sözlerle insanların beklentilerini vurgulamaya çalıştım. geceyi yaşayan bir insanın gündüze olan özlemini dile getirdim. çünkü insanlar her gece aynı duyguları duyuyorlar..

    "kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
    uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
    biliyorum dönence…."
    burada insanlardaki tatminsizliği ve olmayanı arama duygusunu açıklamaya çalıştım. devamlı gelecekte olacakları umut ederek yaşayan insanları yani…..”

    aynı şekilde trt’de katıldığı programda dönencenin hikayesini kendisinden dinlemek isteyenler için:
    https://youtu.be/3jaer6jsws4

  • olaylar hakkında haberi olmayanlar için kısa bir özet geçeyim.

    playstation store çok uzun zamandan beri fırsatlar isminde bir bölüme sahipti. burada indirimli oyunlar yer alıyordu. mart ayının başında dünyada sadece türkiye ps store'da bu bölüm kaldırıldı. dünyanın geri kalanında da koronavirüs ile mücadele kapsamında çok iyi indirimlerin yer aldığı march madness(mart indirimi) kampanyası uygulanmaya başladı.

    bu indirimin sadece türkiye'de olmaması üzerine playstation sahipleri tepki gösterdi. bunun üzerine playstation türkiye bu durumun kendi ellerinde olmadığını ve ingiltere playstation merkezine bağlı olarak çalıştıklarını söyledi. bu fikri oyunculara empoze edebilmek için mamaladıkları pintipanda gibi yayıncılar da sabah akşam bu durumun ingiltere ps store dan kaynaklandığını belirttiler.

    bunun üzerine ingiliz ps store a bu durum hakkında tepki e-postaları atıldı. ingiliz ps store verdiği cevapta türkiye playstation store hakkında indirim olup olmaması kararını kendilerinin vermediklerini, bu kararı alan mercinin türkiye playstation store olduğunu belirtti. bu bilgiler sonucunda türkiye playstation store'un alenen yalan söylediği ortaya çıktı.

    bu kararın alınmasının ardında şöyle fikirler yatıyor. insanlar sokağa çıkmadıkları için daha fazla oyun alacaklar. fırsatlar kategorisi kaldırılarak türkiye'de yaşayan insanların dışarı çıkamama durumları suistimal ediliyor ve böylece daha fazla kâr elde edeceklerini umuyorlar. ayrıca kutulu oyun satışlarında daha önceden usülsüzlükler yaptığı ve ceza aldığı ortaya çıkan aral ithalat ile gizli bir anlaşma içerisinde olabilecekleri düşünülüyor.

    her halükarda türkiye playstation store, türk insanını kandırmak ve suistimal etmek için elinden geleni yapmıştır.

  • belgesel yapımcıları, vahşi doğa fotoğrafçılarında böyle bir "yanlış tanı" rahatsızlığı var.
    adam, gördüğünü sıfatlandıramıyor lan.

    110 kilo ağırlığındaki sumatra kaplanını fotoğraflamak için iki hafta pusuda bekliyor, hayvan ormanın derinliklerinden gelirken iki saniyeliğine kameraya yakalanıyor.
    "sumatra kaplanları... kedi ailesinin utangaç üyeleri. kameralarla araları pek iyi değildir" diyebiliyor.
    utangaçlığından adam yiyecek hale gelmiş öyleyse. bak bi gözlerine! utangaç bir bakış mı, yoksa "taallukatınızı " bakışı mı bu?
    http://farm4.static.flickr.com/…5469_7968467bb8.jpg

    üç gündür ininden çıkmamış, kış uykusuna hazırlanan aç boz ayıyı, isim takıp sempatikleştiriyorlar:
    "lisa, utangaç bir anne. yavrularına kış bastırmadan yiyecek bulması gerek. lisa bu nedenle son zamanlarda biraz sinirli."

    son günlerde biraz kızgın, utangaç lisa'ya bak:
    https://fitcoupleusaf.files.wordpress.com/…rowl.jpg

    adama dilini yutturuyor mahcup duruşuyla.

  • burada böyle döktürüyorsunuz, sarı saçlı mavi gözlüye gidiyorsunuz dedirten beyan.