hesabın var mı? giriş yap

  • sol frame'de göreceğimiz durum.

    özellikle biontech aşısı için başlık üzerine başlık açıyorlar. bu arkadaşlar kendilerini çok zeki bir azınlık olarak görüp geri kalan herkesi kandırılmış, hiçbir şeyi araştırmadan kabul eden insanlar olarak görüyorlar. sen ne araştırdın diye sorunca; bazı twitler, ya da uzmalığı bu konular olmayan otçu, modern tıbba karşı, durumdan çıkar elde etmeye çalışan, fav manyağı doktorları kanıt olarak gösteriyorlar. var mı kabul olmuş uluslararası bir makale diye sorunca, bilimsel makalelerinde büyük oyunun bir parçası olduğunu söylüyorlar.

    biraz önce de bunlardan birine maruz kaldım. (bkz: mehmet okan özdemir) diye bir doktorun 1,5 saatlik videosunu izletti bana. kendisini kırmamak için izledim. lanet olsun dedim, izleyelim. herif baştan sona manipülasyon yaptı. araştırdım elemanı. cerrahmış! ulan valla siz iflah olmaz enteresan insanlarsınız.

    edit: "aşı karşıtı değiliz. covid-19 aşısına güvenmiyoruz" diye eleştiride bulunan arkadaşlar var. bence haklı bir eleştiri olabilir. bu sebeple moderatörlerden ricam başlığı "15 haziran 2021 covid-19 aşı karşıtlarının çıldırması" şeklinde değiştirmeleri. kırmayalım bu minnoş arkadaşlarımızı. zaten yeterince endişeli ve ürkekler.

    edit2: ulan ne adamsınız ya. covid-19'un uzun vadede vücuda olumsuz bir etkisinin olmadığından emin ama aşının uzun vadedeki etkisinden endişeli.

    neymiş efendim. aşı çok hızlı üretilmiş. yeterince test edilmemiş. uzun vadede yan etkisi bilinmiyormuş. oldu paşam! 5 yıl pandemi devam etsin. peki bu 5 yıl içinde insanların bozulan psikolojisinin başka hastalıkları tetiklemesi ile ilgili bir endişen var mı?

    normalden hızlı üretilmesinin sebebi bütün dünyanın gözünün bu aşıda olmasından kaynaklı bürokrasinin daha hızlı çalışması ve daha fazla finansman sağlanmasından olabilir mi?

    soruyorum sadece. siz de sorun ama uzmanına sorun. cerraha, otçuya, büyük resimcilere değil. kolun kırıldığında tedavi için jinekoloğa gitmediğin gibi bu konuyu da uzmanlarına sorun. risk hesaplaması yapın. yapamıyorsanız yapan uzmanlara güvenin. alkol kullanıp, sigara içip, fast food’u gömüp içinde ne olduğunu bilmediğim sıvıyı vücuduma almam demeyin. komik oluyorsunuz. ha yine olma aşını. senin bileceğin iş ama gelip burada bir günde 750.000 aşı yapıldıktan sonra bilimsellikten uzak manipülatif başlık açmayın.

  • şu dakikadan sonra full hm'den alışveriş yapıyorum kampanyası

    edit: link silinmiş mesajdan yazıldığı için yazıyorum. h&m lgbt+ bireyleri savunduğu için arkadaş böyle bir başlık açmıştı.

    2. edit: bir yazar şunu eklememi istemiş. "bu kampanyayı başlatan furkan adlı şahıs türlü alavere dalavare yollarıyla bankaları kandırıp bedava puan topluyodu alışveriş yapmadan ifşalamışlardı. o zaman müslümanlığı, muhafazakarlığı nerdeymiş"

  • sebebi her ne olursa olsun, açık ve net söylüyorum her ne olursa olsun, size şiddet uygulayan erkekler.

    seneler evvel üniversite hazırlık yıllarımda, bir sınıf arkadaşıma sevgilisi olan erkek şiddet uygulamış, arkadaşım ağlıyor. olayı şans eseri, ders veren kadın hocamız görmüş:

    hoca: kızım arada sana vuran çocuk kimdi?
    arkadaş: erkek arkadaşım hocam.
    h: gel benimle, hakkında şikayetçi olalım.
    a: olmayalım hocam, aslında oyle biri değil. bir anlık sinirle yaptı.
    h: bu işin bir anlık siniri olmaz evladım. bir anlık sinirle annesini de dövüyor muymuş?
    a: ben biraz da üstüne çok gittim, beni çok sevdiği için böyle oldu.
    h: yavrum saçmalama. sevgiliyken sana vuran kişi, yarın evlendiğinde "bir anlık sinirle" seni öldürür de.
    a: hocam şöyle hocam böyle...

    h: bak herkesin ortasında söylüyorum, bu çocuktan ayrılmazsan yemin ederim seni geçirmeyeceğim. git istediğin yere şikayet et. burası sadece ingilizce hazırlık değil. ben kendimi sizi üniversiteye hazırlayan bir mentor olarak görüyorum. bu dediklerin üniversite havasını solumuş bir kadına asla yakışmaz. sebebi ne olursa olsun şiddetin bahanesi olamaz.

    sonraki 3 ay boyunca hocamız o kıza resmen terapi yaptı, fikirlerini değiştirdi ve sorunsuz ayrılmasını sağladı. gerçekten bir ingilizce öğretmeni oturdu bir dönem bununla uğraştı. belki de olası bir mutsuz evliliği ya da hatta kadın cinayetini engelledi.

  • zengin ve evli adamla ilişki yaşayıp çocuk sahibi olan bir kadının karşı tarafı masum, kendini de haklı çıkarmak için yaptığı röportaj...nikahlı, nikahsız, ahlaklı veya değil bu benim zerre umurumda olmaz, herkes istediği gibi yaşasın bana ne ama şu ''ama çok aşık oldum bik bik'' lafı yok mu yalanın tillahı...parası olmayıp, dağda çoban olsa yüzüne bakılmayacak adamlar için aşık oldum lafını eden böyle kadınların aşağılanmasına da gram üzülmüyorum...sarayda padişahtan hamile kalmak için sıraya girenlerden farkı olmayan, ikinci, beşinci, ortanca her neyse olmayı kabul etmiş bir kadın için çok bir şey söylemeye gerek yok zaten....

  • isveç yerine isviçre de yazabiliriz. hem de daha absürt olanlarını yaşadım. neredeyse her gün evimize bir sürü çocuk doluşurdu, bizim çocuklar misafirperver, herkese buyrun gelin diye teklif ederlerdi. bol yemek yaptığımız için herkese yeterdi. kimse de yadırgamazdı. ama bizim çocuklar genelde aç dönerdi. paylaşmayı, ikram etmeyi, misafire hizmet etmeyi pek bilmezler. kendi çocuğundan kira ve yemek parası alan, buzdolabını ayıran “aileler” tanıyorum. kim ne aldıysa üstüne postit yapıştırıyor… bi de aşırı açık sözlüler, artık iyi mi kötü mü bilemem. eşimin çocukluk arkadaşını ziyarete gittik, haftalar öncesinden randevu aldık, on yıl falan görüşmemişler, meksika’da yaşamış tekrar geri dönmüş. eh biraz insanlık öğrenmiştir diyordum ki… yemek aşırı lezzetsiz, zorla yiyorum demez mi “iyi ki geldiniz de bunları yiyorsunuz, kaç gündür duruyordu, food waste olacaktı…” artık sadece akdeniz veya latin, asya kültürü olan ailelerle takılıyoruz. kuru misafirlik çekilmiyor.

  • girizgâh
    insanlık tarihi boyunca yazılmış bütün romanlar bir yana, victor hugo’nun 17 yılda tamamladığı, bir sefalet destanı, bir fedakarlık ve çürümüşlük hikayesi olan sefiller diğer yana. bir roman ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi, ne kadar sarsıcı olabilirse o kadar sarsıcı, ne kadar öğretici olabilirse o kadar öğretici ve ne kadar acımasız olabilirse o kadar acımasız.

    dünya edebiyat tarihinin en büyük eserinin incelemesi ve özeti burada

    bir insan olarak victor hugo
    victor hugo yaşamı boyunca toplumun içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmış, adalet terazisini dengeye getirmenin yollarını aramıştı. ölüm cezasının insan onuruna yakışmadığı dile getirmiş, siyaset arenasında bu onursuzluğu ortadan kaldırmak için savaşmıştı.

    yapıtlarıyla dostoyevski, tolstoy, camus, zola, flaubert gibi dünyanın en büyük yazarlarına ilham kaynağı olan hugo, asıl ününü yoksulların ve emekçilerin gönlüne girerek kazanmıştı. o yazar olarak çağının devrimci ruhunu yakalamayı başarmış, gelecek nesillere ilham kaynağı olmuştu.

    bir sanatçının, bir yazarın veya bir toplumcunun gelmek isteyeceği tek yer de bu olsa gerek. yaşarken bunu başarabilen nadir insanlardan biri olan hugo, ölümünden yüzyıllar sonra bile aynı duygu ve hislerle anılacak ve ölümsüz eserleri, dünyanın dört bir yanında okurlarına ulaşmaya devam edecek.

    victor hugo 1885 yılında hayata veda ettiğinde cenazesine iki milyondan fazla insan katılmıştı. paris’in nüfusundan oldukça fazla olan bu cenaze kalabalığı, onun insani olarak ortaya koyduğu fikirlerin değerini, gözler önüne seriyordu.

    yazarın son dileklerinden biri basit bir cenaze töreniyle birlikte yoksul tabutunda gömülmekti. dönemin hükümeti onun şanına yaraşır bir cenaze merasimi hazırladı ve büyük yazarın dileğini yerine getirip yoksullar için hazırlanan bir tabutta gömülmesine izin verdi.

    görkemli törene ve ölümcül kalabalığa rağmen, işçiler, yoksullar, sömürülenler ve sesini duyuramayan insanlar, bu büyük insan için son görevlerini yerine getiriyor, çalışmalarını onurlandırmak ve onun adaletli ruhuna dokunmak için hep birlikte dua ediyordu. çünkü yaşamı boyunca bu insanların sesi olan büyük yazar artık yoktu.
    cenaze aracı ilerlerken ona seslenen insanların ağzından tek bir isim yükseliyordu, o victor hugo değildi, jean valjean’dı…

    --- spoiler ---

    romanın felsefesi
    sefiller romanı yoksulluğa karşı bir protestonun, bir aşkın, dini inançların ve ahlaki seçimlerin hikayesi olduğu kadar suç ve ceza ile adalet sisteminin insanlık onurunu ayaklar altına alışının sert ve güçlü bir eleştirisidir.

    hiç kimse dünyaya iyi veya kötü damgasıyla gelmemiştir. onu iyi veya kötü yapan şey toplumun ta kendisidir. suçlular ceza sisteminin tekil bir ürünüdür ve asıl suçun yükü topluma aittir. bundan dolayı kurumların rasyonel reformu, bireylerin cezalandırılmasından önce gelmelidir.

    şüphesiz ki adalet ve adaletsizlik roman içindeki en önemli temayı oluşturmaktadır. victor hugo belirli bir felsefi kuram benimsediğini dile getirmemiş olsa da, ahlak felsefesi ve sosyal felsefenin izlerini sürmek oldukça kolay bir iştir.

    yazar sevgi ve şefkatin bir insanın başka bir insana verebileceği en önemli armağan olduğunu ve bu nitelikleri her daim tekrar etmenin bir insanın hayattaki en önemli hedefi olması gerektiğini belirtmiştir. jean valjean'ın da hayatını değiştiren en büyük kırılma anı piskoposun ona gösterdiği sevgi ve merhamettir.

    jean valjean bir mahkum gibi muamele görmeye ve yargılanmaya alışmıştır. bu nedenle, piskoposun gümüş şamdanlarını çalmaya teşebbüs ettikten sonra adamın ona merhamet göstermesi onu şaşkına döndürmüştü. jean valjean'ın tövbe etmesi ve piskopos'un kendisine gösterdiği merhameti kucaklaması için neredeyse bir refleks olarak son bir suç daha işlemesi gerekti. zira merhameti kabul etmek dayanılmaz bir şeydi ve derin bir irade ve metanet gerektiriyordu.

    işte, küçük gerves adındaki bir çocuğun parasını çaldıktan sonra kafasında merhamet ve vicdan gibi değerleri yeniden değerlendirdi ve yaptığının ne kadar iğrenç olduğunu fark edip hayatını değiştirmeye kesinkes karar vermiş oldu.

    nefret dolu, öfkeli ve yaşama karşı iğrenç duygular besleyen bir suçludan saygın bir hayırsevere, sevgi dolu bir babaya ve merhametli bir ihtiyara dönüşmesi, hugo'nun sevgiye yaptığı vurgunun en somut örneğidir, çünkü jean valjean ancak başkalarını sevmeyi öğrendiğinde kendisini geliştirmiş ve başka insanların sevgisine layık olmuştur.

    sevgi ve fedakârlık birbirine eş değerdir. jean valjean'ın başkaları için yaptığı fedakarlıklar, kaçınılmaz olarak eski mahkûmda büyük sorunlara neden olurken, aynı zamanda ona daha önce hiç hissetmediği bir mutluluk ve tatmin duygusu kazandırmaktadır. başkalarına, özellikle de cosette'e olan sevgisi, onu umutsuz zamanlarında bile ayakta tutan en önemli güçtü.

    jean valjean yaptığı fedakarlıkların hiçbir zaman karşılıksız olmadığını zamanla görecekti. bunlardan biri fauchelevent adında bir adamla bağlantılıdır. jean valjean bir gün bu adamın at arabasının altında kalmasına şahit olur. çevredeki kalabalık adamın ölmesine kesin gözle bakarken jean valjean sıradan bir insanın yapamayacağı bir fedakarlıkla adamı kurtarmayı başarır. bir zaman sonra bu fedakarlığın karşılığı olarak jean valjean’ın ve cosette’in hayatı da düzene girmiş olur.

    jean valjean mösyö madeleine isminin arkasına sığınarak belediye başkanı olduğu sıralarda bir adam jean valjean olduğu gerekçesiyle yargılanmaya başlamıştı. madeleine baba vicdanının sesini dinlemeyip mahkemeye gitmeseydi ve o adamı büyük fedakarlıkla kurtarmasaydı, gölge bir ismin arkasında huzurla yaşayabilirdi. ama o bunu yapmadı.

    cosette’i çok sevdiği ve kendisinden başka kimseyle olmasını istemediği halde, ayaklanma sırasında neredeyse öleceği kesin olan marius’u barikattan kurtarıp kızının sevdiği adama ulaşması için ölümle burun buruna mücadele etmiş, kendisini yine feda etmişti.

    sürekli peşinde olup onu zindana atmak için var gücüyle çalışan javert’i öldürüp ömrü boyunca kurtuluşa erebilecek şansı eline geçirmişken o, javert’i bağışlamıştı. üstelik bu adamın daha sonra kendisini yakalamak için yine karşısına çıkacağını bile bile bunu yapmış, bir kere daha kendisini feda etmişti.

    cosette ile marius evlendikten sonra marius’u karşısına alıp kendisinin eski bir forsa olduğunu ve geçmişinde yaptığı hataların onların hayatını mahvetmemesini istediği için, son kez kendisini feda etmişti. jean valjean bir forsa, bir suçlu, bir mahkûm, bir serseri olarak başladığı hayatı işte böyle fedakarlıklar zinciriyle bağlamış ve yüce gönüllü bir adama dönüşmüştü.

    toplumun onu itip kabullenmediği bir noktada, bir piskoposun ona el uzatmasıyla değişen hayat ancak sevginin gücüyle olgunluğa erişmiş, vicdanın insanın adalet terazisi olduğunu, nasıl kullanması gerektiğini ancak kendisinin bilebileceğini göstermişti.

    iyiler, kötüler ve fedakarlar… romandaki iyi şüphesiz ki cosette, fedakâr ise jean valjean’dır. kötüsü ise romanın en önemli karakterleri olan, insanın nasıl onursuz bir yaşam sürebileceğini, nasıl bir parazit gibi kan emici olabileceğini, vicdansızlığın ne menem bir musibet olduğunu gösteren thenardies’lerdir.

    cosette’in annesi fantine bu insanlara çocuğunu bırakmak zorunda kaldığında thenardies’ler hem cosette’i bir köle gibi kullanmıştı hem de fantine’i soyup soğana çevirmiş, kadını kendi bedenini satmak zorunda bırakmışlardı.

    salt kötülüğün en büyük göstergesi olan bu açgözlü, bencil, aşağılık, rezil insanlar kolay yoldan servet kazanmak için kendi çocuklarını satıp sokağa terk edecek kadar merhametsiz ve acımasızdır. bundan dolayı onların kötülüğü javert ile karşılaştırılamaz çünkü javert bir kanun adamıdır ve o merhametini ve vicdanını cebinde saklı tutup sadece jean valjean’a odaklıdır.

    fakir bir taşralı aileden gelen bir mahkûmdur jean valjean. ahlaki olarak iyi ve kötü arasında kalıp en nihayetinde iyinin izini sürmeye karar verir ve onun uzun ve sancılı dönüşümü, romanın en önemli anlatı örgüsüne tekabül eder.

    jean valjean'ın kadırgalarda geçirdiği 19 yıl, başta onu çaresiz bir çocuktan sert bir suçluya dönüştürüyor- ki bunun sorumlusu hugo'ya göre hapishane sisteminin sosyal kötülükleri yaratıp sokağa salmasıdır.

    tolstoy’a göre insanın içindeki tanrı vicdandır. roman boyunca sürekli jean valjean’ın vicdanıyla mücadele içinde olduğuna tanık oluyoruz. bildiğimiz bir şey var ki, tolstoy, victor hugo’dan çok etkilenmiştir. kim bilir ona bu sözü söyleten belki de bu roman olmuştur.

    jean valjean’ın vicdanı fantine’in, fauchelevent’ın, marius’un, belediye başkanı olduğu koca bir kasabanın, cosette’in ve javert’in yaşamını kökünden değiştirmişti. bütün bunların sebebi ise bir piskopos ve romanın çok küçük bir yerinde gördüğümüz küçük gerves sayesinde olmuştu. biri inançtı diğeri masumiyet.

    jean valjean marius’u kanalizasyonda sırtlanıp kurtarmaya çalışırken boğazına kadar pisliğe batmıştı ama yine de dimdik ayakta durmayı başarmıştı. aslında o küçük sahne onun bütün hayatının temsiliydi. ömrü boyunca hep boğazına kadar doluydu ama o dimdik durmayı bilmiş, doğrunun ve adaletin peşinden gitmeye ant içmişti.
    sonuç olarak yaşam gerçeklerin bir gün ortaya çıkma huyuyla sona erdi ve jean valjean’ın yüce gönüllü bir insan olduğu ancak ölüm döşeğindeyken fark edildi.
    --- spoiler ---