hesabın var mı? giriş yap

  • beklemek.

    insanoğlunun en aciz hallerinden birisi bu, beklemek. hep bekliyoruz, her şeyi bekliyoruz.

    insan bekliyoruz.
    iş bekliyoruz.
    para bekliyoruz.

    hiçbir şey yapmadan bekliyoruz olduğumuz yerde durduğumuz yerde, durarak. bekledikçe hiçbir şey yapasın gelmiyor. çünkü beklemeyi tek çıkar yol olarak görüyorsun ve bir adım dahi atmıyorsun, olduğun yerdesin. odalara hapsetmişsin kendini, yatağa bağlamışsın bedenini, boşluğa dikmişsin gözlerini. ne beklediğini bilmez bir haldesin.

    gelmeyecek ki.

    hareket etmek aklına gelmiyor. istediğin her neyse ona gitmek aklının ucundan geçmiyor. onun, onların sana geleceğini düşünmekten 'gelmeyeceği' ihtimali aklına gelmiyor artık.

    bekleme, bekledikçe geçen tek şey ömrün.

    gelecek olan mutluluk değil.

  • ben yeni atanacak kişinin yerinde olsam enflasyonu ve diğer araştırma sonuçlarını olduğu gibi açıklardım. ne yaparlarsa yapsınlar görevden alınıyorlar çünkü. bari halk gerçekleri öğrenmiş olur.

  • evrenin genislemesi yuzunden galaksilerin birbirinden uzaklasiyor oldugu dogru. fakat, bir de ayrica galaksi gruplari var, andromeda ile biz yerel grupun en buyuk iki galaksisiyiz (ayni kumede oldugumuzdan yakiniz da), o yuzden kutlecekim bu carpismaya (ya da ic ice gecmeye) izin verecek seviyede. yani o yuzden cok fazla sasirilacak bir durum yoktur.

    ortalik kariscak, duzen bozulacak, duzgun spiral galaksiler suradaki gibi sekillere girecek...

  • “sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmazsınız.”

    tam bir polyannacılık örneği, adı üzerinde iş işte, tamam işimizi sevelim(ben çok seviyorum) , ne kadar sevebiliriz ama? sahilde biranla pineklemekten daha keyifli hangi iş olabilir? söyleyiniz bana.

  • sınavdan çıkıp az önce eve geldim. şimdi de orkide almak üzere evden çıkıyorum. orkide yetiştirmeye karar verdim. teşekkürler ösym.

  • en iyi "şeytan" tasvirlerinden birine sahip dizidir.

    --- spoiler ---

    frank underwood bu dizide şeytanı oynamaktadır. para yerine gücü sahiplenmekte ve elindeki güç algısı ile herşeyi manipüle etmektedir. güç algısı diyorum çünkü çoğu zaman elinde bir güç olmamakta ve blöf yapmaktadır. genelde her kötü karaktere bir şeytan tanımlaması yapılabilir ancak frank gerçekten şeytan'ın dini kitaplarıdaki birebir karşılığıdır. örneğin islamiyet'teki karşılığına şuradan bakabilirsiniz. şeytan'ın tüm niteliklerini taşımaktadır.

    şeytan'la işbirliği yapanların hepsi sonunda bertaraf olmaktadir. çünkü şeytan sadece kendine hizmet eder. ancak yine de iyi güçler tarafından hepsine bu iş birliğinden vaz geçmesi için birer fırsat verilmektedir.

    örneğin; zoe kariyerinde yükselmek için şeytanla iş birliği yapıp, önündeki bir çok iyi insanı ezerek bunu başarmıştır. ancak şeytanın gücü tatlı olduğu için ünlü bir gazeteci olmasına rağmen şeytandan vaz geçememiştir. hatta bu ilişkiyi çözen çevresindeki iyi insanlar ona şeytanın gerçek güzünü gösterip, bu ilişkiden vaz geçirmeye çalışmışlar. bir süre bu ilişkiyi bitirmeye niyetlenmişse de sonra tekrar anlaşma yapmaya teşebbüs etmiş ve bunu hayatıyla ödemiştir.

    diğer bir örnek de russo; russo başına gelenlerle frank'in şeytan olduğunu görmüş buna rağmen şeytanın gücünden bir pay alma ve vali olma sevdasıyla onunla anlaşmıştır. kız arkadaşı her ne kadar onu doğru yola çekmeye çalışmışsa da sonu ölüm olmuştur.

    diğer karakterlerin şeytan ile ilişkilerine değinecek olursak;

    raymond tusk şeytanla iş birliği yapmış sonunda statüsünü kaybetmiştir.

    rachel posner şeytanla iş birliği yapmış özgürlüğünü kaybetmiştir.

    claire en uzun ilişkiye sahip biri olarak insanlığını kaybetmiştir.

    doug stamper bu işbirliğiyle insanlığını kaybetmiştir.

    xander feng şeytanla işbirliği yaparak hayatını kaybetmiştir (idam).

    vasquez koltuğunu sağlamlaştırmak için iş birliği yapmış, sonunda kariyerini kaybetmiştir.

    remy danton işler sapa sarınca şeytan ile anlaşmaya çalışmış kariyerini kaybetmiştir.

    başkan şeytanı tek danışmanı haline getirmiş, eline bir fırsat geçmesine rağmen yine şeytanın manüpülasyonuna kurban gidip herşeyini kaybetmiştir.

    örnekler daha ufak karakterlerle çoğaltılabilir.

    kısacası şeytanla iş birliği yapan herkes kaybetmektedir. claire, doug, meechum gibi şeytan'a kul olanlar ise insanlıklarını kaybetmektedir. en büyük kaybı şeytan'ın şeytan olduğunu bilip, buna rağmen onunla örtak olanlar yaşamış ve hayatlarını kaybetmişlerdir (zoe, russo, xander). çünkü şeytan hiç bir zaman paylaşmaz ve maskesini düşürenleri, bir zayıflık yaratabilecekleri yaşatmaz.

    peki burada denilebilir ki raymond tusk da şeytan sayılmaz mı? frank'in rakibi ve her türlü kirli işi yapmaya meğilli bir adam. bunun cevabını da frank ile tusk'ın son yüzleşmesinde görüyoruz. frank opera binasında tusk'a son bir anlaşma vaadinde bulunuyor ve kendisinin başkan olacağını, paylaşabileceklerini söylüyor. yani şeytanla bir ortaklık sunuyor. orada yaptığı "sen bir iş adamısın bu mevzuya duygularını karıştırma" konuşması frank ile tusk arasındaki farkı ortaya koyuyor. tusk duygularına ve intikam isteğine yenik düşüyor. bu tamamen insani bir zayıflık. yani dizi şeytan olabilecek diğer karakterleri de frank'le yüzleştirip onların şeytan olmadığını, sadece zaafları olan güç sahibi insanlar olduğunu bize hatırlatıyor. burada şeytan'ın yani frank'in kararlarını hiç bir zaman duygularıyla vermediği, düşmanı veya kendisini kazıklayanla hemen bir iş birliği kurabilecek olması da insan olmadığına bir başka gösterge.

    dizide şeytan'ın yani frank'in en büyük gücü ilüzyon kabiliyeti. olayları manipüle edip bir güç algısı yaratmakta ve insanları da bu manipülasyon kabiliyetiyle ikna etmektedir.

    en çok ikna ettiği ise biz izleyicileriz. şeytan dizi boyunca bize konuşmakta. aksiyonları ile ilgili biz bilgiler vermekte ve bizle muhabbet ederek bizi de işin ortağı yapmaktadır. nasıl ki insan kendisini şeffaf bir şekilde yargılayamassa, frank bizi ortak yaptıktan sonra dizideki olayları dışarıdan bir gözle yargılayamaz hale geliyoruz. frank bize hep ufak bilgiler veriyor ve olayların nasıl geliştiğini görüp etkileniyoruz. ancak çok nadiren bunun çok kötü birşey olduğunu yargılıyoruz. çünkü frank bizi aksiyonlarının ortağı yapmış oluyor. o güç ilüzyonunu bize de yaşatıyor.

    ancak bazı durumlar farklı. ölümlerde bizimle konuşmuyor hiç. örneğin russo'nun ölüm sürecinde dizi bizi frank'ten uzaklaştırdı. direk dışlandık. birden ara sokakta buluştular. frank russo'yu öldürdü ve bizimle hiç konuşmadı. bizi cinayete ortak yapmadı. uzaktan seyirci bıraktı.

    bunun bir benzerini zoe'de daha göstererek yaptı. zoe'i öldürdükten sonra neredeyse bir bölüm boyunca bizimle konuşmayı kesti. sonra bölümün sonunda "seni unuttuğumu sandın değil mi?" diyerek bizle biraz sohbet etti zoe'nin ölümünün bir zorunluluk olduğunu söyleyerek normalleştirmeye çalıştı. zaten öncesinde zoe'yi şeytanla işbirliği yapmakla sık sık yargıladığı için "başına geleni haketti" algısı yarattı. ama açık açık bizi o işe ortak etmediğini söyledi.

    bir diğer manüplasyon yöntemi de; dizi diğer karakterleri devamlı yargılarken frank'i hiç bir zaman yargılamıyor. mesela başkan'ı zayıf ve maniplasyona açık olmakla, tusk'i yolsuzluk yapıyor olmakla, zoe'i beleşçilikle, russo'yu alkolik olmakla, claire'i zaman zaman duygularına yenik düşmekle vs gibi diğer tüm karakterleri yargılıyor ve "bunu haketti" hissiyatı oluştururken. frank'i yaptığı tüm şeytanlıklara rağmen bir kere bile yargılamıyor.

    dizide gazeteci hammerschmidt, lucas goldwin, janine skorsky gibi iyi güçler de var ancak zayıf, güçsüz ve kabiliyetsiz olarak, insanı zaaflarına yeni düşen karakterler olarak tanımlanıyorlar.

    şeytan en büyük gücü eline geçirdiğine göre, bundan sonraki süreçte şu ana kadar hep yenilen iyiliğin daha güçlü ve kararlı bir şekilde şeytanla savaşacağı bir süreç başlayacağını umuyorum. ama unutmayalım; biz bu dizide hep şeytan'ın yanında, kötülüğün ortağıyız. şeytan kabiliyetleriyle bizi etkilemeye devam edecek.
    --- spoiler ---

    zamanında biraz hızlıca yazdığım ve oldukça ilgi gören şu entry'deki yazı bozukluklarını ve imlaları gördükçe gözüm acıyor :)
    benzeri bir yazıyı westworld için de yazdım. merak edenler için ilgili entry şurda.

    edit: sevgili diplomats güzel bir "yasak elma" detayı paylaşmış; "dikkat ederseniz frank underwood ve claire her sabah kahvaltıda elma yiyorlar. hatta 4. sezon 11. bölüm sonunda tom kahvaltıya katıldığında da elma var."

  • -okul uzamış biraz. çok mu gezdiniz? ehe ehe ( gerizekalıca sırıtmaktadır)
    +üçüncü sınıftayken annemle babamı kaybettim.
    -ee..ıı..omf...başınız sağ olsun...

    (görüşmeden sonra)

    + alo anne! aldım lan işi. sen babama da haber var. he.

  • ilk zamanlar sms atıldığına bile inanmıyordum ben. sms oylaması diye, reytinge pek etki etmeyenleri eliyorlar diye düşünüyordum. bir poşete 25 kuruşu vermeyen insanlar hakikaten sms atıyorlar ya, gram akıl yok hacı.

  • oscar ödüllü yönetmen guillermo del toro'nun stop motion tekniğiyle hayata geçirdiği, pinokyonun müzikal uyarlaması, harika netflix filmi.

    1930'ların faşist italya'sında gerçek bir çocuk olmak isteyen kuklanın hikayesinin anlatıldığı film; çok güzel, karanlık bir temaya sahip ve cesur bir pinokyo uyarlaması olmuş.

    bi kere filmin adındaki sahiplik bile yani guillermo del toro's pinocchio ne kadar iddialı olduğunu gösteriyor. bu kadar eski ve bilindik bir hikayeyi filme alıp onu kendi hikayenizmiş gibi isimlendirmek gerçekten cesurca. filmin isminin niye böyle adlandırıldığını şöyle açıklamış del toro;

    "benim için carlo collodi'nin pinokyo'su var, walt disney'in pinokyo'su var ve guillermo del toro'nun pinokyo'su var. çünkü benim için ilginç olan şuydu: itaati kutsamak yerine itaatsizliği kutsayan bir pinokyo yapabilir miyim? itaatkâr olduğu için sonunda gerçek bir çocuğa dönüşmek zorunda kalmadığı bir pinokyo yapabilir miyim?” bunu da başarmış bence. diğer versiyonları alt üst eden bir pinokyo çıkarmış ortaya.

    2008'den beri üzerinde çalışılan ve çekimleri yaklaşık 1000 gün süren anlamsız içi boş milliyetçiliğe, faşizme, çocuklara uygulanan psikolojik baskıya değinilen film; karanlığı umut, mizah ve insanlık kıvılcımlarıyla dengeliyor.

    benito mussolini'nin faşist italya'sında geçen filmi yönetmen guillermo del toro “resmi olmayan üçlememin parçası” diye tanımlıyor. her ikisi de ispanya iç savaşını anlatan daha önceki filmleri pan's labyrinth ve the devil's backbone ile pinocchio; bu üç film, çocukluğun savaş ve şiddetle ilgili bir şeye karşı gelmesiyle aynı zamanda savaştaki çocuklar ve kaybedilen masumiyet gibi kapsayıcı temaları paylaştığı için bu üç filmi resmi olmayan bir üçleme olarak tanımlıyor del toro.

    verdiği savaş karşıtı mesajların yanında bir masalda olması gereken dersleri de veriyor film. yalan söylememek, hayatta verdiğin şeyi almak, insanları oldukları gibi kabul etmek ve iyi bir baba ya da oğul olmanın ne olduğu hakkında çok sayıda ve olumlu mesaj var.

    “insan hayatını bu kadar değerli ve anlamlı kılan kısa oluşudur.”

    ben bu adamın sanata ve sinemaya çok tutkulu olduğunu düşünüyorum. niyeyse yakın dönemde kendisine bir sempatim oluştu. netflix'teki mini dizisini izledim, sevdiğim bir tür olmamasına rağmen hoşuma gitti. aynı zamanda ünlü yönetmenin ilk animasyon uzun metrajlı filmiymiş bu film. konudan bağımsız ben del toro'nun yönettiği bir hobbit filmi görmek isterdim. peter jackson canım ciğerimdir ama del toro da enteresan işleri olan biri.

    tanım yaparken stop motion dedim. onu bi anlatayım önce. stop motion ya da duraklı çekim, durağan 3 boyutlu objeleri hareket edermiş gibi gösteren bir animasyon türü, kuklalar veya oyun hamuru ile yapılmış maddeler kullanılarak çekiliyor. filmde de 3d yazıcı kullanılarak yüzlerce pinokyo yapılmış. görsel,görsel,görsel

    arka planda yer alan cam şişeyi istemeden tekmeleyen biri gibi küçük şeyler bile düşünülmüş film yapılırken. stop motion'ın ne kadar zahmetli olduğunu yapılış videosunu izlediğinizde anlayacaksınız. o küçük ayrıntıları yapmalarına gerek yoktu ama yaptılar ve bu, hikayenin geçtiği dünyayı çok yaşanmış ve somut hissettiriyor. bu yönüyle 2022 disney yapımı olan pinocchio aslına hakaret iken del toro versiyonu onurunu kurtarmış resmen. hikaye, çekimler, müzikler… her şey çok güzel olmuş.

    kamera arkası

    seslendirme kadrosu ise şampiyonlar ligi resmen.

    başrol için seçildiğinde 10 yaşında olan gregory mann pinocchio'yu seslendirirken
    game of thrones'taki red wedding'in baş aktörü walder frey ile harry potter'daki mr. filch'i canlandıran david bradley, geppetto'yu seslendirmiş.

    bana göre filmin en iyilerinden cricket rolünü obi wan kenobi abimiz ewan mcgregor seslendirken
    pinokyo'ya hem hayat veren orman perisi'ni hem de ölüm'ü, tilda swinton seslendiriyor. evet ben bunu cate blanchett sanıyordum ta ki creditleri görene kadar swh meğer maymun spazzatura'nın çeşitli homurdanmalarının, çığlıklarının ve maymun kıkırdamalarının ile birkaç garip satırın arkasında cate blanchett varmış. maymun seslerini çıkarırken ki kamera arkası görüntülerini çok merak ediyorum ahaha

    sirk müdürü volpe rolünde christoph waltz, faşist asker baba rolünde ron perlman ve doktor rolünde john turturro gibi birçok ünlü isim daha var kadroda.

    gelelim oscar'a. guillermo del toro's pinocchio'su oscar gecesinde iki kez tarih yazabilir. ilki, bir streaming platformunun kazandığı ilk en iyi animasyon olabilir. aynı zamanda netflix'in en iyi animasyon özelliğini ilk kez kazanması olacak. ikincisi de en iyi animasyon filmi ödülünü kazanan ikinci stop motion filmi olması. kazanan tek stop motion filmi wallace & gromit: kurt tavşanın laneti idi.

    bu film varken turning red'e oscar vermezler bu kadar iş bilmez olmazlar herhalde diye düşünüyorum.

    filmin müzikleri de iyiydi bence. harry potter'daki meşhur “always” sahnesinin, the king's speech, argo ve the grand budapest hotel gibi filmlerin bestesini yapan alexandre desplat; yalnızca keman, piyano veya arp gibi ahşap enstrümanlar kullanarak müziği carlo collodi'nin filmin dayandığı 1883 tarihli romana bağlayarak pinokyo hikayesinin "masumiyetini" ve "canlı kalbini" göstermiş.

    ayrıca tanıyanların dikkatini çekmiştir, cricket odasına schopenhauer'un fotoğrafını asıyor. görsel şöyle bir alakası olabilir: schopenhauer bir kitabında: "hayatımızın acil ve doğrudan amacı acı çekmek değilse o zaman varlığımız dünyadaki amacına en uyumsuz olanıdır." diyor. acı ve keder, pinokyo'ya hayat veren şey. böyle bağlayabilirim sanırım.

    özetle; çocuklar için olmayan ama çocukların da izleyebileceği bir film olmuş. sözlükte ve ülkede sürekli olumsuz konulara maruz kalıyoruz. o yüzden gidin ve zehirlenmiş soğuk kalbinize biraz sıcaklık getirecek bu filmi izleyin. sonunda göz yaşı dökebilirsiniz uyarmadı demeyin swh.

    8.9/10

    şunu da unutmayın:
    "sevilmek için kim olduğunuzu değiştirmek zorunda değilsiniz, sevilmek için itaat ederek 'gerçek bir çocuk' olmanıza gerek yok."

    edit: john turturro'nun rolünü yanlış yazmışım uyaran yazar sağolsun düzelttim.

  • milletin bir anda kahramanı olmuş, kızların hayatları boyunca bekledikleri prens, teyzelerin bir anda evlatlarıyla mukayese ettiği yiğit, amcaların ise bahçe işlerinde koşturmak istedikleri bir ırgat. artık o sade bir vatandaş değildir. üstündeki bayağılık gitmiş yerine pelerin, briyantili saçlar gelerek parıldayan bir kişilik gelmiştir.

  • biraz önce trafo patladi burada..
    kocaman trafo.. bulundugumuz bolgede ki elektirikler komple kesildi..
    tedas geldi..
    baktilar trafo icin icin yaniyor..
    itfaye cagirdilar..
    itfaye geldi.. yanan trafoyu sondurduler..
    esnaf adamsin.. merak ediyorsun..
    - ne zaman gelecek elektirik?
    + en az 3-4 saat surer dedi gorevliler..
    bunu duyan..
    daha birkac saat oncesi hazirlik yapan bar, disco, turku bar, eglence mekanlari hepsi kapatti. kocaman harfler ile yazdilar..
    ''sehitlerimiz icin bugun kapaliyiz''
    elektirik olsaydi kapanmayacakti.. biz yasadik bunlari.. kimse mekanini kapatmak zorunda degil ama.. amasi var iste.
    adamin cani yaniyor.. bu iki yuzluluge..
    sonra;
    konvoy gecti.. dugun var sandim..
    motorsiklete binmisler, arabalara binmisler.. kornalar calarak, dortluleri yakarak teroru mu lanetliyorlar di?
    yoksa kutlamami vardi..
    turistlerinde kafasi karisti... kendilerine ulkucu isareti yapan cocuklara.. rock isareti yaparak ''hell yeah'' diyerek destek verdiler..
    sonuna kadar acilmis mehter marslari dinlerken kafa salliyorlardi..
    biz neden bu kadar iki yuzlu bir millet olduk?
    kandan bu kadar nemalanmayi kimden ogrendik?

    evine gitmek icin gun sayan gencecik cocuklari,
    kor kursunlara atanlarin.. ne zaman oyuncagi olduk?..

    bizi affetmeyin..
    ote dunya varsa.. yapisin yakamiza bize hesap sorun..

    - bizi kara topraklara gomdunuz diye? yakamiza yapisin.. bizi affetmeyin..