hesabın var mı? giriş yap

  • oyları %50 iken atatürk'e çekinmeden ayyaş diyen siyasilerin oyları %35'e düşünce atatürkçü olduklarına şahit olduğumuz trajikomik tweet.

  • uzun bir entry olacak; o yüzden çayınızı kahvenizi alın, perdeleri örtün, ağacı sevin, yeşili koruyun.

    senelerden 2016. izmir’de öğrenciyim. memlekette yaz tatilinde otururken ailem anlık bir kararla sana 15 bin liraya kadar bir araba alalım dedi. yıllardır ne zaman pahalı bir şey görsem o paraya twingo alırız diyen biri olarak saniye düşünmeden malum sitenin renault ilanlarına daldım.

    bir alet çıktı karşıma izmir’de, yaldır yaldır. bordo renk, hem klimalı hem openair, güzel bir çelik jantı ve zevkli yapılmış bir deri döşemesi var. tatili erken bitirip apar topar kalkıp izmir’e gittim o bebeği benim yapmaya.

    kadim dostum utku havaalanından aldı, direkt arabanın başına gaziemir’e gittik. araba fotoğraflarından epey uzak çıktı. yine de bir test sürüşüne çıkalım dedik. bir yokuş çıktık, inerken arabayı satan eleman dedi ki bilider boşta inme yokuşu, malum eski araba, nolur nolmaz. midem iyice bulanınca ondan vazgeçtim. hayat bu ya, yaklaşık bir yıl sonra bizzat o twingo sahibinden’deki hasarlı araçlar bölümüne önden kazalı olarak düştü.

    bir tane daha buldum, emlakçı bir abi eşşek niyetine biniyorum buna yeaa dedi. benim sahibi olacağım diye uykuları kaybettiğim arabaya. ondan da kaçtık.

    ertesi gün aniden bir ilan düştü yine izmir’de. 99 model, 258 bin km’de, turkuaz (ruhsatta metalik su yeşili, fransıza göre bleu tobago), alize. hiç lpg görmemiş. tavan kapalı ama açtırırız diye o zamandan başladım sayıklamaya (açtıramadı) fiyat makyajlı 99 modeller içinde türkiye’nin en ucuzu. 13750 türk lirası. ege üniversitesi elektrik elektronik bölümünde bir asistandan. derhal bakıyoruz dedik, kadim dostum memo ile düştük yollara.

    hayatta çok az şeyi üstünden birkaç yıldan fazla geçmesine rağmen bütün netliğiyle hatırlarım. girdik abi ege üniversitesine metronun o taraftaki turnikelerden. tam karşımda geri geri park etmiş şekilde duruyor biri diğerinden daha koyu sis farlarıyla. abi de geldi anahtarı tutuşturdu elime, biz şurada yemek söyledik de, siz kafanıza göre sürün gelin dedi.

    gerisi üç yıl ve 60 bin kilometrelik bir serüven.

    bu arada anlık bir kararla ankara’ya gidip aksı patlatıp tüm günü sanayide geçirip geri döndüğümüz de oldu, üç almanla beraber pamukkale’ye gittiğimiz de. izmir macerası bitti, ilk kez lpg ile çalışmaya başladı ve hiç şikayet etmedi. bir yıl boyunca her gün tam 100 km taşıdı beni evimle işim arası.

    yolda kaldığımda arabayı çekmeye gelen kurtarıcının şoförünün yanında fotoğraf çekildiği bu sevimli arabayla anılarımı anlatsam sayfalarca yazarım da, yazmaya başlarken asıl maksadım almayı düşünenlere yardımcı olmaktı.

    şimdi bakıyorsunuz araba sevimli, fiyatı uygun, renault sonuçta diyorsunuz yoldan geçen adama yaptırırım ben bunu. gelin ilanlara bakarken dikkat edeceklerinizle başlayalım:

    -ilk tavsiyem 99 model ve üstü bakın. dışta gövde rengi tamponlar, farklı tasarımlı stoplar ve ön sinyallerin fara dahil olmasıyla tanırsınız makyajlı modelleri. kağıt üstünde baktığınızda 98 ve altı modellerle bir iki yıl fark var gibi durur ama, iç mekanda kullanılan malzemeyi de değiştirdiklerinden, üretimlerinin üstünden geçen 20 yılda sanki aralarında 10 yaş varmış gibi durur. bir de 2002 modeller var, motorun 8 valften 16 valfe gücün de 58 beygirden 75 beygire çıktığı. onlar hem çok nadir, hem de twingo camiasında arzu nesneleri olduğundan fiyatları uçuk.
    -sahibinden’de paketler konusunda kaos var. donanımı kolay yoldan anlamak isterseniz torpido gözüne bakacaksınız. arabada kapaklı bir torpido gözü varsa araç tek hava yastıklı ve klimasız pack donanım, torpido gözü yerinde otobüslerin arka koltuğundaki gibi küçük bir cep varsa klimalı, çift hava yastıklı ve orijinal sis farlı alize paket. bundan istiyoruz. hem klimalı hem openair’li hiçbir şekilde gelmemiş türkiye’ye. bu ikisini bir arada görürseniz yüzde 99 sonradan açılmış bir tavanla karşı karşıyasınız demektir.
    -bu arabaların kilometre bilgisi göstergenin içinde saklanır. dijital gösterge de bozulmaya meyilli bir parça olduğundan çıkması ucuza bulunup takılır. çıkma gösterge satanlar satarlarken kilometresini de yazarlar 150 bin kmde gösterge, 200 bin kmde gösterge diye. o yüzden kilometreyi tam olarak bilememe durumu söz konusu olabiliyor maalesef. bir de benimki 300 bini devirince sıfırlandı. fransız 300 bini devirecek hali yok ya bu dandik arabaların diye düşünmüş belli ki. satarken göstergede yazan 16 bin km idi.
    -sorunsuz yazarlar, külliyen yalan. buna kendi twingom da dahil kefilim. hiçbir twingo sorunsuz olamaz. en basitinden klima düğmeleri aktif mi diye sorduğunuzda tamamı kem küm etmeye başlarlar. hazır buraya girmişken alt bir grupta kronik sorunlardan bahsedeyim:

    *immobilizer. en başta immobilizer. immo iptal mi diye soracaksınız. iptal olanı tercih edeceksiniz. satıcı bilmiyorum etmiyorum derse anahtarı sustalı mı değil mi diye sorun. sustalı anahtar varsa immo kesin iptal. embesil fransızlar kızılötesiyle çalışan lanet bir sistem tercih edip bir iki yıl sonra hatalarını anlayıp bıraktıklarından, bu çileli sistemin iptal olduğu twingoları tercih edin.
    *koltuk mekanizmaları. hem öne hem arkaya yatan bir sisteme sahip olduklarından, fransız da malum kaliteli üretim yapmadığından bozuluyorlar. gerçi baktığım bir volvo c30’da da bozuktu koltuk mekanizması. tek kapı araçların genel sorunu diyelim. hiçbir döşemeci yapmaya yanaşmıyor. sorunsuz temiz koltuk takımları iki bin lira civarına satılıyor. aklınızda bulundurun. ben bir keresinde rüyamda hurdalıkta 20 liraya koltuk takımı bulduğumu görüp sevinçten uyandım diyeyim siz anlayın durumu.
    *klima düğmeleri. çoğunun soğuk sıcak ayarı çalışmaz. benimkinde o düğme aktifti ama havayı cama veya ayağa yönlendirme kısmı çalışmıyordu. sürekli öndeki menfezlerden üflerdi havayı. cam buğulanınca göğüsteki menfezleri kapattığımda hava çıkacak yer bulamadığından cama gidiyordu ama. öyle bindim üç yıl.
    *direksiyon kutusu. arabanın başına gittiniz diyelim, kontağı açıp direksiyonu sağa sola hafifçe çevirin sürekli. tık tık ses geliyorsa direksiyon kutusunda boşluk var demektir. bu parçayı türkiye’de bulmak imkansız. yok anasını satayım yok. benimki içinde gürcü mafyasının olduğu uluslararası bir kaçakçılık operasyonu sayesinde değişmiş olabilir, olmaya da bilir çok detaya girmeyelim. direksiyon kutusuna dikkat edin.

    -ha derseniz ki tamam bunlara dikkat edeceğiz, peki neye dikkat etmeyelim? tek cevap boya. twingonun boyalısı makbuldür abi. dallama fransızlar zamanında ayaklarıyla boyamışlar bu arabayı. şu an benim twingom orijinal boyasız diyen varsa net yalancıdır. bunun altına imzamı atarım. 20 yaşına girmiş bu arabaların içinden güzel bir işçilikle boyanmışını bulursanız onu tercih edeceksiniz.

    peki bu bilgiler ışığında arabayı aldınız veya halihazırda kullanıcısısınız diyelim. kullanırken nelere dikkat edeceksiniz?

    -ilki ve en önemlisi, haftada bir yağına suyuna bakacaksınız. iki hafta olmaz. ben bakımları 7500 km’de bir yaptırırdım, size de tavsiyem bu kadar yaşlı arabalar-marka model ne olursa olsun-10 bin km beklenmeden sıvı bakımları yapılmalı. neyse diyordum ki benimki çok sağlıklı bir örnek olmasına rağmen bakımlar arasında bir litre kadar yağı yerdi. bak yakardı demiyorum çünkü üfleme veya duman atma asla yoktu arabada. yok ediyordu yağı. arada bir eksildikçe ekleyeceksiniz.
    -bagajınızda yağ, su, kablo bağı ve torx anahtarlar her daim olacak. yedek lastik olmasın ama bunlar olsun. yağın sebebi malum söyledim. su niye diyecek olursanız, soğutma sistemi minimum 20 yıllık kauçuktan oluşuyor. o hortumlar çatlayacak ve twingonuzu mutlaka altını ıslatmış halde bulacaksınız. mutlaka. bagajınızdaki suyu her beş km’de bir falan ekleyerek tamirciye ulaşabilirsiniz. korkmayın motor aslında çok kalender. kablo bağı ne işime yarayacak diyecek olursanız, bir gün arabada altı kişi giderken güm diye altını vurdum. ertesi gün şehir içi trafikte biri önüme atladı, sert fren yaptım ve felaket bir sürtünme sesi gelmeye başladı. yeni arabalardaki gibi dandik plastik olmayan, demirden yapılmış alt karter muhafazası önceki günkü büyük darbenin etkisiyle düşmüş ve yerde sürünüyor. kablo bağıyla tutturup yine tamirciye kadar gidebildim. nerede işinize yarayacağını bilemezsiniz.
    -depo kapağı düşer. düşmediyse de düşecek. pompacılar arkanızdan getirecek kapağı. twingo depo kapağı diyince de fahiş fiyatlarla karşılaşacaksınız. hiç korkmuyorsunuz, 20 liraya renault 19 depo kapağı alıp takıyorsunuz. gövde kıvrımını tam takip etmiyor ama oranın boş görünmesinden çok daha iyidir.
    -cam krikosu. ah o cam krikosu. yan camlar modern arabaların ön camı kadar ve dolayısıyla çok ağır. mal fransız da bu krikonun ortasındaki pimi yumuşak alüminyumdan yapmış. ezilecek ve camınız önce kapanırken tak tak edecek, bir süre sonra da kapının içine düşecek. çıkmasına 250 lira, elektrikçiler tamirine 150 lira falan diyor. vermeyin. kapı kolundaki ve cam açma düğmelerinin oradaki iki torx vidayı sökünce kapı kartonunu tırnaklarından söküp çıkarıyorsunuz. krikoyu camdan ayırıp tanıdık tornacıya ücretsiz veya beş on liraya çelik pim attırıyorsunuz. sıfırından daha sağlam oluyor.
    -arabayı lpg ile kullanıyorsanız mütemadiyen araba benzin ışığı yakacak. siz lpg’de kullanmanıza rağmen benzin göstergesinin eriyip gittiğini görecek ve eyvah arabam niye bu kadar yakıyor diye panik olacaksınız. olmayın. biraz karmaşık ama gelin bu arabanın benzini nasıl ölçtüğünü anlatayım size. büyük değişim olduğunda (atıyorum 50 liralık benzin attınız), veya akü kutup başını söküp taktığınızda araba benzini bir ölçüyor. sonra bir daha ölçmüyor. angut fransızlar demiş miydim? embesiller ya. neyse benzin aldınız, yarım depo benzin gösteriyor gösterge. bundan sonra arabanın beyni her 70 km’de bir otomatik bir çizgi düşürüyor göstergeyi. siz lpg’de kullandığınızdan aslında yarım depodan biraz az benzin hala mevcut depoda, ama gösterge sürekli otomatik düşüyor, bir süre sonra da benzin ışığı her daim yanıyor arabada. buna alışacaksınız. amaa, benzinin ne zaman bittiğini de bileceksiniz. çünkü aman nasıl olsa benzin var göstergeyi boşver dediniz ve depo tamamen kurudu. benzin pompanız saniyesinde yanar. anında yanar hiç bakmaz gözünüzün yaşına. lpg servislerinin taktığı, araba gaza geçince benzin pompasını devreden çıkaran röle buna çözüm değil. o depoda benzin olsa bile sürekli boşa benzin yollamaya çalışıp yanan pompalar için. bizimki ıslak kaldığı sürece yanmıyor boşa para vermeyin. ben iki kere değiştirdim benzin pompasını oradan biliyorum. bu kullana kullana alışacağınız bir durum. en son her ay maaş yattığında 100 liralık benzin atıyordum arabaya garanti olsun diye.
    -içindeki plastik aksama dikkatli davranacaksınız. havalandırmaya telefon falan takmayacaksınız. hele tavan lambası hiç yokmuş gibi davranın. bir kere elinizde kalırsa bulması zor ve nispeten pahalı bir parça çünkü.

    tüm bunları neden yazdın diyecek olursanız, şımardım zamanla. kendisini istemeye istemeye ilana koydum. ilan yayına alındıktan tam iki saat sonra noterde devrini veriyordum. ilk arabam bile olmamasına rağmen arkasından ağladım. şimdi ondan 13 yaş daha genç, çok çok daha konforlu, gücü iki katı, torku üç katı olan tok kapı sesli bir buzdolabına biniyorum ama, küçüğümü köpek gibi özlüyorum. deli gibi özlüyorum abi geçen bagajdan çıkardığım alet çantamı buldum. alet çantası dediğim de turkuaz renk bez ikea kutusu. buram buram benim twingom kokuyor. neyse.

    bir gün mutlaka buluşacağız seninle küçüğüm. sadece hafta sonları binmek için bir kenarda tutacağım seni.

    o zamana kadar umarım üzmezler seni. kendine çok iyi bak.

  • ilk compiler nasıl programlandı sorusudur.birden anlaşılabilecek konular değil bunlar.önce compilerın çalışma mantığı öğrenilmeli sonra yarı iletkenlerin nasıl çalıştığıyla harmanlanmalıdır.1 ve 0 ile çalışıyor hepsi tabii ki fakat makina bu 1 ve 0 ı nasıl anlıyor.(opcode)1 yazınca neden elektrik veriyor da 0 da vermiyor?64 bitlik bilgisayarda 2 üzeri 64 kadarlık bir komut imkanınız vardır ki neredeyse her şeyi yapmaya yeten bir olasılık.dna da 4 adet bazın yanyana farklı dizilimleriyle hücreye nasıl davranacağını komut ediyor.aynı mantık.verilen komutlar dışında gerçekleşen olayların çok hızlı ve kompleks olmaları bizim gibi sıradan insanların kafasını karıştırsa da inatla üzerine varırsanız aynı insanın evrimi gibi bilgisayarların da zamanla hazır olanın üstüne bir şey daha koyarak gününüzdeki halini aldığını görebilirsiniz.
    bilgi nedir(dna'daki kimyasal baz dizilimi(komut depolamak)1 ve 0 ların diziliminin benzerliği)
    bilgisayar sadece onunla uğraşanların gözünün önünde olan ve daha 70 yıllık bir mazisi olan bir alet.bakın alet diyorum yani bununla bir şeyler üretiyorsunuz.

    şöyle düşünün bir inşaat düşününce 3 aşağı 5 yukarı binanın nasıl inşa edildiğini gözünüzde çok basitçe canlandırabiliyorsunuz çünkü binlerce yıldır bu bilgiye sahibiz örneğin çimentonun nasıl oluşturulduğunu bilenler azınlıkta değildir ve tüm bunlar binlerce yıldır gözümüzün önünde yapılıyor.binaların nasıl inşa değildiği bir gizem değil yani.bilgisayarın işleyişi de değil.elektriği istediğimiz şekilde kullanabilecek iletkenler sayesinde son gönderilen sinyalin düşük gerilimli mi yüksek gerilimli mi olmasına göre 1 ve 0 dediğimiz bitler anlam kazanıyor ve bu dizilimlere atanan komutlarla aynı anda çok sayıda devre anlık olarak sinyal gönderiyor.eğer her şeyi önceden ayarladıysanız işte önümüzdeki bilgisayarın çalıştığıı görüyoruz.bu aşırı yüzeysel bir yaklaşım oldu ve teknik terim kullanmamaya dikkat ettiğim için verdiğim bilgiler yanlış lanse edilebilir fakat temelinde böyle bir mantık yatar.

    ilk compiler nasıl compile edildihow do computers read codeyalnız elektrik elektronik müh. ya da bilgisayar müh. değilseniz bu kadar şeyi öğreneceğiniz zamanda çok daha verimli işler yapabilirsiniz.çünkü gerçekten tam olarak anlaşılmask güç konular bunlar.belli bir eşiği aştıktan sonra ise inanılmaz aydınlanma yaşıyorsunuz yalnız. microcode nedir(1 ve 0 ları anlayan gömülü yazılım)

  • bunların lağım çukuruna dönmüş ağızlarını misvak değil kezzap bile temizlemez.

    nasıl bir ceza ulan bu aşağılık adamlarla aynı ülkenin vatandaşı olmak, tarihin aynı rezil dönemine denk gelmek.

    ne kadar siyasal islamcı köpek varsa allah belasını versin...

  • muhtemelen maymunlar cehennemi'ne benzemeyen bir ülkede yaşayan mükemmel bir teyzedir, kendisinin bisiklete de binen versiyonu olmak istiyorum.

    gençken kendi korkunçlu kayınvalidesinin boyunduruğu altında, ya da kaynanası ölüp başından gitmişse bile "en temiz ev benim olmalı", "eve gelen herkesi çatlatana kadar yapılması en zor yemeklerle beslemeliyim", "hayatımın en önemli amacı balkona en temiz çamaşırı yaymak" gibi düsturlarla sürekli dizlerinin üzerinde yer silmek, düşüp ölmeyi göze alarak cam silmek, temiz halıyı 80. kez yıkamak, "filanca hanım çok misafirperver, evinde bi rahat ediyoruz bi rahat ediyoruz" diye adı çıkana kadar milleti yedirmek, içirmek, ağırlamak için geberinceye kadar uğraşıp akrabalar arasında nam salmak için ömür harcayıp, sonuçta kendi oğlu evlendiği gün perte çıkmış bir kocakarı olup, ahiretini kazanmak için dua günlerinde gezip "nasılsa gelin bana bakmaya mecbur" diye ne kadar yağlı, tuzlu, hamurlu, nişastalı şey varsa tıkınıp, orta üstü sayılabilecek bir yaşta yatalak olup kendi gelininin hayatının ortasına sıçarak, kadınlığı bir kısır döngü gibi yaşasa daha mı iyi olacaktı amk?

    mevcut enerjinizi döşeme parlatıp, törensiz ve gergin bir şey olan "yılın über ev kadını" ödülünü almaya değil, kendinize, kitaba, yürüyüşe, kediye köpeğe harcayın.

  • 15-20 dkdir hareket edemeyen tren. secimlere yetistirecegim diye insanlari tehlikeye atan zihniyete yakisir bi skandal. bakkal olamayacak adamlar ulkeyi yonetiyor anasini satiyim.

  • üzerinden 11 sene geçtiğine inanmakta güçlük çektiğim konser. siyah t-shirtlerimiz, kovboy çizmelerimiz, körpe ciğerlerimize yeni doldurmaya başladığımız kısa camellerimiz, lise yüzünden uzatamadığımıza kahrolduğumuz kısa saçlarımız, elden ele dolaşmaktan kağıdı hamurlaşmış rock kazanı dergilerimiz, böğürmekten kısılmış seslerimiz aklıma geldikçe iyi ki oradaydım derken hüzünle karışık bir tebessüm yayılıyor yüzüme. stadı dolduran binlerce kişi hiç o kadar genç hissetmemişti kendini herhalde. asla birbirimizden kopamayız sandığım en yakın lise arkadaşımın dizindeki burkulma yüzünden sakatlık çıkmasın diye kapalıdan izlemiştik konseri. arkamda 50li yaşlarda bir adam hatırlıyorum. belli ki daha çok küçük olan kızını tek başına konsere göndermeye gönlü elvermemiş, onunla gelmişti. arada biz bağırdıkça oturduğu yerden ellerini çırpıp çevresine gülümsüyordu. metallica sahne aldığında "geldiler işte geldiler" diye bağırıp omuzlarıma yapışan çocuğu nothing else matters boyunca adını bile bilmediğim halde öptüğüm kızı, üzerime o fosforlu zımbırtıyı bulaştırdı diye itiştiğimiz fade to black çalmaya başladığında da kol kola şarkı söylediğimiz adamı, stat kapısında "ya amma bağırdınız be" diye söylenen köfteciyi, inönüden beşiktaşa kadar şarkılar eşliğinde yürüdüğümüz ve ayrılırken birbirimizi artık ölsek de gam yemeyiz diye uğurladığımız arkadaşları hatırlıyorum sonra. sanırım birçok kişinin hayatında hep hatırlamak istediği en özel günlerinden biri olacak 25 haziran 93.