hesabın var mı? giriş yap

  • sevdiğim yazarlardan ayfer tunç, nasıl olunur podcast serisine konuk olduğu nilay örnek'in "yeniden sıkı edebiyatçıların da, yazarların da dizi veya film dünyasına daha çok girdiğini görüyoruz ve daha doyurucu geliyor" şeklindeki açıklamasına verdiği cevapta şu cümleleri sarfediyor:

    "bir şeyi mutlaka gözümüzün önünde bulundurmamız lazım. biz şimdi dijital çağa geçtik. bunun ne demek olduğunu, ne kadar önemli bir şey olduğunu hala tam olarak idrak etmiş değiliz. bu(nu) aslında bizden sonraki kuşaklarla aramızdaki makas daha da açıldıkça idrak edeceğiz. biz okuyarak öğrenen bir kuşaktık. yeni kuşak izleyerek öğrenen bir kuşak. yani çocuklar okuyarak öğrenmek istemiyorlar. benim yeğenim tarih derslerine video oyunu seyrederek çalışıyor. bu benim aklımın almadığı bir şey mesela. ama o oturuyor bir konu öğrenmesi gerekiyorsa o konuda video var mı onu araştırıyor. şimdi dijital devrim aslında tıpkı sanayi devrimi gibi elektriğin bulunuşu gibi çok önemli bir devrim. hayatımızda çok kökten, çok derin değişimlere yol açtı. bu edebiyatı, sanatı da etkiledi doğal olarak. dijital sanat diye bir şey doğdu. müthiş bir sanat alanı."

    (bu girişten sonra entry ile ilgili cümleler buradan itibaren başlıyor.)

    "geldiğimiz noktada dünyada değişmeyen de bir şey var; hikaye ihtiyacı. insanlık, adem'le havva'dan beri hikaye anlatıyor. kutsal kitaplar dediğimiz şeyler hikayelerden oluşur aslında. dolayısıyla insanlığın hikaye ihtiyacı bitmiyor. ama okuma ihtiyacı, okuyarak öğrenme ve okuma ihtiyacı giderek zayıfladığı için, ne yazık ki bunu üzülerek söylüyorum, bunun çok önemli bir eksi tarafı var onu da söylemem lazım, insanlar görsel anlatıya daha fazla yöneliyorlar. okuyarak öğrenmemenin ya da okumanın azalmasının yarattığı en büyük problem soyutlama niteliğinin düşmesi. çünkü kelime ile görüntü aynı şey değil. kelime gerçek anlamda bir soyutlamadır. kelime dediğimiz şey, harflerden oluşan bir işarettir ve zihnimizde masa dediğimizde, herkesin beynindeki masanın fotoğrafını çekebilsek, masa kelimesi söyleyen insan sayısı kadar masa imajı buluruz. ama masayı gösterdiğiniz zaman odur. dolayısıyla artık okumamanın yarattığı bir zihinsel körleşme var. soyutlama kabiliyetimiz azaldı. bu hayatın her alanına etki ediyor. politikaya, insan ilişkilerine, ekonomiye, sosyal ilişkilere ve insanlığın sığlaşmasının altında yatan unsurlardan bir tanesi de bu. biraz iddialı bir şeye gideceğim ama bu sığlık insanı mutsuz ediyor, çünkü insan aslında bu kadar sığ olmaması gereken bir varlık. sığlaştıkça mutsuz oluyor, mutsuz oldukça da kendisini sığlaştıran ürünlere yöneliyor tekrar. bu alışveriş tutkusu gibi bir şey, bir kısır döngü."

    ayfer tunç'un mükemmel şekilde yorumladığı bu meselenin üstüne ne söyleyebilirim diye çok düşündüm. okumamanın insanları, dolayısıyla insanlığı sığlaştırdığı gerçeği bir tarafa, şimdiki yaşlarımda daha net görüyorum ki; çocukluk yıllarımdan itibaren edindiğim okuma alışkanlığı, bana paralelinde birçok hayat verdi/veriyor. hepimizin ortalama bir ömrü olduğu muhakkak ve bildiğiniz gibi zaman izafi. işte, zaman dediğimiz şeyin uzayıp kısalabileceğini ve hatta derinleşebileceğini okuyarak gördüm, hissettim. sevdiğim kitapların yazarlarıyla, onların hikayesinde, gezdim, dokundum, korktum, yola çıktım, ağladım, güldüm, sevdim, aşık oldum ve nefret ettim. hepsi zamanı benim için başkalaştıran yolculuklardı. bu yolculuklara kendi içimde çıkmış, kendimi tekrar tekrar keşfetmiş, ömür süremin içine başka başka zamanları ekleyip, genişleyerek zenginleşmiştim. bazı kitapların sersemletici, varoluş sancılarını coşturan içeriği de buna dahildi. kim olduğuna ve hayatla ne yapmak istediğine dair çokça delil toplamak ve ölümlü olduğunu kabullenmek de, yine bu sürecin büyük getirilerinden biriydi.

    sığ bir hayat mı yoksa zamanla değişen, dönüşen ve derinleşen bir hayat mı? öylesine mi yaşamak istiyorsun, yoksa aslında kim olduğunu öğrenmek mi istersin? sana ne yapman gerektiği hep söylensin mi, yoksa özgür iradeni daha çok hissetmek mi istersin?

    sorular çoğaltılabilir ama karar senin. bana sorarsan, okumaya "şimdi başla, şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla." (tırnak içindeki kelimeler aldous huxley'in bir sözünden alınmıştır.)

  • torpille gittiğim bir görüşmede geçen diyalog.
    -evli misiniz?
    -hayır.
    -düşünüyor musunuz? yani nişan söz falan?
    -henüz öyle biri yok.
    -(müdür gülümser ve başlar) bizim burada da bi hatun var...
    oha mınakoyim çöpçatan mısın müdür müsün.

  • iskele üzerinde çalışan adamla, mesaide ekşisözlük kovalayan adam versusunu para üzerinden yapmak nereden baksan ahmaklıktır.

  • tehlikeli oyunlar romanında şöyle der:

    “korktuğun her olaydan, başına gelmesinden ürktüğün her kötü rastlantıdan kaçınmak için onu ayrıntılarıyla düşünürsün hemen. ayrıntılarıyla düşünmek şart. yoksa bir noktayı bile düşünmeyi unutsan o nokta başına gelir. yalnız yaşayanlar her şeyi hesaba katmak zorundadır. başka türlü korunamazlar. başka türlü yaşayamazlar. allahım neler düşünüyorum! düşün oğlum hikmet. düşün ki bunlar başına gelmesin. iyi şeyleri düşünmekten kaçın sadece. onlar başına gelsin. mesele bu kadar basit işte.”

    edit: henalama'ya teşekkürler.

  • cnnturk'te akilsizin biri cok ciddi bir anayasa sorunu var diyor. patlama ile ilgili. patlama ile ilgili. patlama ile ilgili. ölenler ve yaralananlar ile ilgili. ınsanlari tarayip bombaladilar, adam anayasa sorunu diyor. anayasa.....

  • işiniz vardır, daha gün ağarmadan hazırlanır, evden çıkarsınız. sokaklar bomboş, tek bir insan, tek bir araba yoktur. ama o ıssız, sokak lambasının aydınlattığı ve cızırtısının tek ses olduğu sokakta biri size doğru yaklaşıyordur. dikkatli baktığınızda gördüğünüz şeyin 6-7 yaşlarında ufak bir kız çocuğu olduğunu farkedersiniz. tek başına ip atlayan bir kız. üzerinde en şık ve temiz kıyafetleri, yüzündeki gülümsemesiyle yakınlaşıyor, yakınlaşıyor, yakınlaşıyor...