hesabın var mı? giriş yap

  • osunu busunu geçiyorum ama bu pavyonlarda sağlam kara para aklandığını düşündürtmüştür. sosyal medya maymunlarından sonra sıra umarım bu pavyonlara gelir.

  • bir fenerli olarak beşiktaş'a sempatim daha önce yazdıklarımla ortada. emre'den de, volkan'dan da nefret ederim. yaşanan mevzu pek ciddiye alınacak bir şey değil ama az önce görüntülere baktım, beşiktaş'a sempatim sırf taraftarından dolayı olmasına rağmen, bu görüntülerde emre'ye hak veriyorum. arkadaş ne olursa olsun, yalnız bir adama o kadar kişi dalınmaz, bu en başta adamlık değil. emre görüntülere bakılırsa karşılık vermiş ve hatta hırpalamış biraz da saldıranları ve sonuna kadar da haklı.

    şunu herkes bilmeli, tek başına bir insana saldırmak kahpeliktir, şerefsizliktir. linç iğrenç bir kültürdür, nereden gelirse gelsin!

  • (bkz: fener ol) kampanyasının gerçek adıdır. böyle olsa daha samimi olurdu en azından.

    milyon dolarlık futbolcuların depolarını fullemek için hazır mısınız?

  • ben bu yazın izlerini hala topuklarımın üzerinde taşıyorum.

    lise sondayım. üniversite sınavına gireceğiz ama umrumda bile değil. diyorum ki kendi kendime, bu sene lise bitsin seneye dershaneye giderim, rahat rahat da kazanırım...
    bir erkek arkadaşım var o dönem. dört yıla yakın birlikteydik. neyse o da üniversitede okuyor o ara. ama gitmiyor. öyle kaydı var sadece. onu da kafaladım yılın başında, benim gittiğim dershaneye yazıldı bu. o sene öyle ısınma turu olacak, sonraki yıl ciddi ciddi sınava çalışıp, birlikte aynı şehire gideceğiz falan. plana gel. sonra o beni kafaladı. biz tüm yıl gezdik tozduk. yalandan okula gidiyorum, son sene diye kasmıyorlar zaten. dershaneye desen gitmiyoruz. işimiz gücümüz serserilik.
    annem iş kurmuş, onu oturtmaya çalışıyor, haftanın en az üç günü eve gelmiyor. eşinden boşanmış zaten psikolojisi dağınık. bin tane derdi var. benim de üzerime çok gelmiyor. liselidir, ergendir, ya sabır ya sabır...
    öğlen bizim oğlanla yemek yiyoruz. şaka maka çocuk üç sene özel aşçım gibi her öğlen yemek yaptı bana. öyle baştan savma da değil, özene özene yapıyordu. hey gidi... neyse efendim benim okul bitiyor, soluğu deniz kenarında alıyoruz. akşam oluyor, annem o gün eve gelmeyecekse sahaya gidiyoruz basketbol oynuyoruz. araba bulursak cümbür cemaat geziyoruz. cemaatimiz de nerde it kopuk, nerde lise terk, nerde hayatı yatış üzerine kurulu, baba parası yiyen tip var onlar... ama hayat çok güzel lan. tatil gibi böyle. gülüyoruz sürekli.

    derken... bir gün annem eve geldi kapıyı kırar gibi çarparak. annem değil sanki çizgi film karakteri. alevler çıkıyor gözlerinden. nasıl sinirli... sen dur dur, te mart ayı gelsin, git dershaneye, bizim kızın durumu nasıl diye sor. onlar da desinler mi senin kız aylardır piyasada yok... sıçtığımın resmi.
    bana saatlerce bağırdı. saatlerce. yani yerden göğe kadar haklı, yaptığım şey düpedüz hayvanlıktı o ayrı. ama işte... konuşmasını ''sınava giriyorsun, sonraki gün işe sokuyorum seni. üniversiteyi kazandın, kazandın... kazanamadın işten çıkmak yok. bu sene çalışırsın, dershane paranı, harçlığını biriktirirsin. sonraki sene de işten çıkar, kendi paranla dershaneye yazılırsın. bundan sonra benden sana tek kuruş yok.'' diyerek bitirmese iyiydi.

    ben bir tutuştum... sınava kalmış bir ay. ben nazarlık birkaç yaprak test çözmüşüm, kitaplar falan tertemiz. hesaplıyorum... yaş 16. o yaz 17'ye giriyorum. annemin planına göre, kazanırsam 19'da gidebiliyorum üniversiteye ancak. ohooo çok geç. 16'dan bakınca 19 çok büyük. ya da bana öyle geliyordu.

    ne diller döktüm dostlar... dedim anne bi orta sonda dershane parası ödedin, lise 1 ve 2'de zaten sınav kazandım bedava gittim. bi de lise sonda dershane parası verdin, etti iki. millet yıllarca dershaneler, özel hocalar, neler neler yapıyor çocukları için :( sömürüye bak... dedi ki, valla güzelim milletin anası var, babası var. senin tüm masraflarını ben yıllardır tek başıma karşılıyorum. ha git babanı bulursan, ondan iste. verirse git dershaneye seneye. ben bu kadarını yapabiliyorum. kusura bakma.
    diyorum, anne lise mezunu mu kalmamı istiyorsun :( salak madem umursuyorsun, oturup çalışsaydın değil mi... annem diyor ki, hayat senin hayatın. ister lise mezunu kal, ister üniversiteye git. sen bana bunu yaptın ya, artık umrumda bile değilsin.
    araya adam sokuyorum (teyzeler, dede, anneanne, annemin arkadaşları...) yok, evde sürekli yalvarıyorum yok... kızgın, kırgın. çok da haklı. naparsın naparsın... ben bir kapandım odama. uyumuyorum, yemiyorum içmiyorum, ders çalışıyorum. manyak gibi ders çalışıyorum. delirircesine çalışıyorum. arabada sınava giderken bile formülleri ezberlemeye uğraşıyordum.

    neyse sınava girdik, çıktık. ertesi gün sabahın köründe kaldırdı annem. haydi, dedi. işe gidiyorsun.
    beş yıldızlı dev gibi bir otel. yüzlerce müşterisi var. beni de koymuş mu ana restorana komi olarak... housekeepinge koyacakmış aslında da doluymuş. sabah 7'de ordayız, akşam 10'a, 10 buçuğa kadar. annemin isteğiyle her gün mesaideyim. ilk günün sonuna doğru tak diye düşüp bayıldım yorgunluktan, düşün. ben ki gencim, çeviğim, yıllarca basketbol antremanlarında it gibi koşturmuşum ama iş o kadar yorucu ki bünye kaldırmadı. annem bizim şefi tanıyor. ona da tembih etmiş, süründür şunu, diye... adam göz açtırmıyor. günde zaten öğle ve akşam yemeği için toplam 45 dakika falan molamız var. onda da koştur koştur yemekhaneye gidiyorsun, koştur koştur ana restorana dönüyorsun. orada iş bitince şef havuz barına yolluyor, orada bitince çocuk restoranına, orada bitince lobiye... üniversitede de çok işte çalıştım ama o tempoyu bir daha görmedim.

    yemek saatinden önce kumaş peçeteleri katlıyoruz, yüzlerce... masaları yerleştiriyoruz, baharatları dolduruyoruz, tabak, çatal, kaşık, bıçak, bardak düzenlemelerini yapıyoruz, şarap kovalarına buz dolduruyoruz, sandalyelere sapık gibi giysi giydiriyoruz, onlar bitiyor arka tarafa gidiyoruz çatal, bıçak, kaşık, bardak siliyoruz sıcak sudan çıkartıp. müşteriler geliyor, onlara hizmet ediyoruz. votka getir votka getir votka getir... otel ruslara hitap ediyordu da... yazın bağrında, karınca mıyız insan mıyız belli değil. bak ben o günlerden yadigar, topuklu ayakkabıdan tiksiniyorum. görünce tüylerim diken diken oluyor. zorunluydu çünkü. elli derece antalya sıcağında kat kat personel kıyafetini giydirdikleri yetmiyormuş gibi, bir de topuklu ayakkabı giydiriyorlardı. onlar da bir vuruyor bir vuruyor... normalde o tempoya can zor dayanıyor, bir de ayakların acıyor, yara olmuş arkaları, cırt diye kesiveriyor ayakkabı, derin kalkıyor, kanıyor falan... iki hafta sonra artık dayanamadım, arka tarafta yere oturdum ağladım, benim ayaklarım acıyoooo diye. şef dayanamadı da sen babet giyebilirsin dedi, öyle kurtuldum.

    gün geldi çattı. sınav puanları açıklandı. puana bakıyorum tamam, sıralamaya bakıyorum tutuyor. uçuyorum mutluluktan. en yüksek ankara veteriner, onun üzerindeyim. istanbul veteriner zaten tutuyor. ooh diyorum ya tamam bu iş. bu kadar işte. başardım. oldu. normalde olsa bursa'yı da yazıp bırakırdım ama ne olur ne olmaz diye van'a kadar tüm veteriner fakültelerini yazıyorum tercihlere.

    dedim, anne artık gitmeyeyim işe yeaa kazandım ben istanbul'u. hadi bakalım, dedi. umarım öyledir.
    o iş öyle olmadı tabii... yerleştirme sonuçlarına ekrandan baktığım an hala ne dünü, bugün gibi aklımda. van yüzüncü yıl üniversitesi veteriner fakültesi... ulan sınavı kazandık mı, kaybettik mi belli değil... yani ben yine mutluyum bi yerde. otel yok, işten kurtuldum, e istediğim bölüm zaten ne olmuş yani... ama annem oturdu ağladı ya onu unutamıyorum. tebrik de etmedi. ben olsam camdan atardım. onca yıl emek ver, besle büyüt, sınav yılı serserilik yapsın, kaç bin kilometre uzaktaki okulu kazansın... van'a gittik, kaydımı yaptık, yurt açılmamış daha. tadilat mı bitmemiş ne olmuş. annem beni öğretmen evine bıraktı, ertesi gün döndü gitti. van'ı bilmem, insan tanımam... okulun açılmasına bir hafta var. çıktım dışarı. her yer birbirine benziyor. etrafı göreyim diye gezmeye başladım. huylu huyundan vazgeçmez. dışarı çıkış o çıkış... ilk iki yıl doğru düzgün eve girmedim. van merkezin her sokağında anlatmaya değer en az üç anım var. neyse...

    liseden üniversiteye geçilen yazın üzerinden altı yaz geçti. o topuklu ayakkabıların yaptığı yaraların izleri geçmedi. kırmızı kırmızı duruyor hala. basit yara izleri olarak değil, hayatımın dersinin izleri olarak duruyor. bu yüzden, estetik durmasalar da seviyorum galiba. yaz günü de olsa van'da geceler biraz serin. çorap giyerken takıldılar gözüme... bir yerlerde, vaktiyle benim gibi eşek olan bir ergenin anne-babası, abisi, ablası ''ne yapıcaz bu salakla?'' diyorsa, fikir olsun. ben o yaz bir yeri kazanamasaydım bile, burnum kısacık zamanda o kadar sürtmüştü ki bir dahakine boğaziçi tıp falan değil, harvard kesindi. hem de burslu...

  • kendi tarihini, kendi benliğini bir kenara bırakan ve başka bir milletin dini değerlerini ve hayat tarzını yücelten bir milletin evlatlarının, özendikleri milletin fertleri tarafından aşağılanması durumudur.

  • eksi sozlugu game of thrones dunyasi olarak goruyorum. hatta kafamda kralliklari, grallari ve sloganlarini bile buldum.

    owencanland
    lider: owencan
    nufus: 31.000.000
    slogan: your mum is coming

    cicisland
    lider:ssg
    nufus: 26.000
    slogan: our eyes are so anlamli

    entelia
    lider: otisabi
    nufus: n/a
    slogan: fular is ours

    atayizland
    lider: immanuel tolstoyevski
    nufus: 15.000- 25.000(with gizli atayizts)
    motto: we do not belive

    kanzukland
    lider: kanzuk
    nufus: 12.000
    motto: i see dead entries

    gurinho
    lider:guru
    nufus: 15
    slogan: facebook is ours, zynga- zuckerberg- facebook, facebook is coming, ccc facebook ccc, did i say facebook?

  • arkadaşlar durun benim de bir anım var.

    kaç senesiydi hatırlamıyorum. abim liseye gidiyor ben de 5. sınıf falanım herhalde. tavuk dönerin ilk çıktığı yıllar ve 1,5 lira veya 2 liradan satılıyor, bilmiyorum. o zamanlar için taşaklı bir yiyecek tavuk döner. abim liseye gidiyor ya, adam benim gözümde dünyaya açılmış. anlatıyor işte, tavuk döner diye bir şey var çok güzel bazen yiyoruz diyor, okuldan çıkınca counter strike oynamaya gidiyoruz diyor. oha hayata bak. iki öte mahalleye gitsem evimden çok uzaklaştım diye heyecandan çişimin geldiği yıllar. bir gün abim diyor, sana alıp getireyim tavuk döner. oo nasıl mutlu oluyorum. sözünü verdiği gibi tutuyor abim. eve geliyor, elinde poşet. içinde bir şeyler var! yoksa tavuk döner mi!!! lanet olsun ki abimin eve geldiği sırada misafirler var, annem kısır yapmış börek yapmış her bi' bok var ama benim aklım tavuk dönerde. hemen abimin elinden poşeti alıp yatak odasına koşuyorum ve onu orada yiyorum. o tavuk dönerin tadını hiçbir zaman unutamam. tavuklar poşetin içine düşüyor, onları elimle ağzıma atıyorum. tavuk dönerin tavuk döner olduğu yıllar işte. benim için hikayesi var şerefsizler.

  • gerçekten anlamıyorum. coğrafi olarak mükemmel seviyede turistik ve bereketli toprakları olmasına rağmen ;
    - ekonomide başarısızız.
    - turizmde başarısızız.
    - futbolda başarısızız.
    - eğitimde başarısızız.
    - sanatta başarısızız.

    söyleyeceklerim bu kadar.

  • 10-12 yaşlarımda ahmet cömert spor salonu'na abimin de benim de ilk gidişimiz olacaktı. salonu bulamama ihtimalimiz, akşam saatlerinde 5-8 numara gözleri bozuk abimin kararsız davranışlarıyla pekişiyordu. abim bu arayış telaşında bana bir araba gösterip "bu arabanın plakasını unutma. dönerken buna göre döneriz, yolumuzu kaybetmeyiz." demesi üzerine o günden bugüne asla unutmadığım bir saçmalık ortaya çıktı.

    34 tc 6097.