hesabın var mı? giriş yap

  • bir yumurtalık olsun, sebzelik olsun en beklenmedik yerlerde insanların karşısına çıkan anti-kahraman.

    yarısı günler önce muhtemelen salataya sıkılmışken acısını içine gömer, buzdolabının kapağını açtığınızda "pişşt.. beni ne yapıcan ulan? daha ne kadar beklicem burda!" der gibi ters ters bakar. yalnız çabuk kararır bu.

  • edit.2: debeye girmiş entry :) zaman ayırıp okuyan ve mesaj atan herkese teşekkürler!

    ön edit: farkında olmadan konserin 1. yıldönümünde girmişim entryi :) burdan tekrardan karaborsacıların anasının a**** ******

    bugün size tranquility albümlerinin ilk şarkısı olan "star treatment" hakkında iki çift laf etmek isterim. bu albüm en sevdiğim albümleridir ve aynı zamanda en çok eleştiri alan albümleri o yüzden savunmaya devam ehehe.

    ***** öncelikle şarkı sözlerinden başladım ama altta baştaki yıldızlardan çizdiğim çizgiden itibaren müzik kısmıyla ilgilenen videolar koydum oraya atlamak isterseniz bilgilendirmesi.

    albüm alex turner'ın iç dünyasını yansıttığı en açık albüm ve bu şarkıda da bunu görmek mümkün. şarkının asıl teması aslında şarkıcı olarak alex'in yaşadığı yolculukla alakalı.

    şarkının sözleri "ı just wanted to be one of the strokes" diye başlıyor. monkeys bu yolculuklarına başlarkenki en büyük ilham kaynaklarından biri the strokes grubu ve alex devamında "now look at the mess you made me make" diyor. ilham aldıkları gruptan işe başlayarak bak nerelere geldik, aslında bu değildi amacımız diyor.

    "hitchhiking with a monogrammed suitcase
    miles away from any half-useful imaginary highway"

    monogram bir bavulla yarım yamalak hayali bir anayoldan çok uzakta otostop çekiyor

    monogram, bir semboldür, evden bu kadar uzaktayken materyalizm ve paranın ne kadar anlamsız olduğuna dair bir yorumu olabilir. şarkıcı olarak taşıdığı "bavul"un yani bir müzisyenin yükünün kendi kafasında kurduğu izlemek istedikleri müzik yolundan ne kadar uzak olduğundan bahsediyor olabilir. çünkü alex bu albüm çıktığında am albümünden sonra özellikle gitar riffleri açısından yaşadığı "writer's block" yani ilham alamama, bizim deyişimizle tıkanıp kaldığından bahsetmişti.

    "ı'm a big name in deep space, ask your mates
    but golden boy's in bad shape"

    "golden boy", leonard cohen'in 1971 tarihli "dress prohearsal rag" adlı şarkısına bir göndermedir:

    "kendi kendime 'neredesin altın çocuk' dedim.
    ünlü altın dokunuşun nerede?'"

    tekrar açıkça alex'in writer's block ile yaşadığı büyük problemi görebiliriz. am albümlerinde dünyaya yayılan ve "that rock n roll, eh??" havalarına giren alex'in sönen havasını yansıtıyor. "ben büyük bir adamım ama altın çocuk kötü durumda"

    "ı found out the hard way that
    here ain't no place for dolls like you and me"

    burda senin ve benim gibi "doll" yani oyuncak bebeklere yer olmadığını zor yoldan öğrendim diyor. burda doll'dan kastını tam emin değilim birine doll demek barbie/ken gibi oyuncak bebek gibisin anlamında iltifat da olabilir veya oyuncak bebeklerin bir süre sonra hevesi alınca kaldırılıp atıldığından bahsediyor olabilir.

    "everybody's on a barge
    floating down the endless stream of great tv"

    burda barge kelimesi; kaba ve kuvvetli bir şekilde bir yere veya bir yerden geçmek için acele etmek anlamında mı yoksa duba anlamında mı kullanılmış emin değilim. aslında alt alta okuyunca "herkes bir duba üzerinde, durmadan tv izlerken yavaş yavaş dibe süzülüyor" şeklinde kullanılmış olabileceğini de düşündürdü. alex'in şarkı yazarlığının en sevdiğim yanı bu çünkü anadili ingilizce olanları bile "ne diyor lan bu??" diye düşündürten adamın ben türkçeye çevirip yorumlamaya çalışırken hissettirdiklerini düşünün :)

    "1984, 2019"

    burda 1984 yine alex'in alıntılarından biri. o meşhur kitap hakkında ve 2019 da blade runner filminden alıntı. albümün temasında teknolojinin bu kadar hayatımızı işgal etmesinden yer yer yakınan alex, burda toplumun geleceğinin potansiyel olarak distopik doğası hakkında yorum yapmış. turner'a göre 1984'e yapılan atıf ironik ve insanların hayatlarını kontrol eden güçlerle ilgili bir nokta:

    “haberlerde herkes 1984 hakkında çılgına dönüyordu. şimdi gerçekten 1984 yılı gibi görünüyor! o kadar komikti ki, şarkıya koymak zorunda kaldım. herkes bunun 1984 olduğunu söylüyor.”

    ancak bu plaktaki şarkı sözlerinin çoğu, okuduğum neil postman'ın amusing ourselves to death adlı kitabından ilham alıyor. ilk ne zaman duyduğumu hatırlayamıyorum ama bu başlığı okuduğumda hemen şöyle düşündüm: modern çağda okumanız gereken şey bu. yine de, pratik olarak televizyonun hayatımızdaki en baskın faktör olduğu zamanlarda yazılmıştır. postman, o zamanın - ama bence bizimkinin de - 1948'den çok aldous huxley tarafından yazılan cesur yeni dünya'ya çok daha fazla benzediğini savunuyor. dışarıdan, 1984'teki gibi. vurgulamak istediğim nokta buydu."

    "maybe ı was a little too wild in the '70s"
    alex'in 86 doğumlu olduğunu göz önüne alırsak, 70'lerde çok vahşiydim dostum gibi bi şarkı sözünün yine metefor olduğunu anlayabiliriz. burada büyük olasılıkla kariyeri 70'lerde zirveye ulaşan ve şimdi aydaki fütürist tranquility base hotel and casino'da yerleşik şarkıcı olarak geçinmek zorunda kalan yaşlanan bir rock yıldızı rolünü oynuyor.

    "rocket-ship grease down the cracks of my knuckles"
    burda saça sürülen joleden bahsetmiş ki 2013 yılında am tarzındaki joleli saçlarından bahsediyor olsa gerek.

    devamında gene çok fazla ordan burdan kitap vb alıntıları olduğu için biraz atlıyorum.

    "so who you gonna call?
    the martini police"

    bu ne biçim ve nerden alıntı olduğunu anlamak çok güç. o yüzden yazarın kendisinin ifadelerini aktarıp yorumu size bırakıyorum.

    "illa las vegas'ta değil, hayal gücümde bir yerlerde olan bir yeraltı dünyası fikrini seviyorum ve bu fikir, plağa şarkı sözlerini yazmamda yardımcı oldu. bu şarkıda “martini polisi” hakkında da şarkı söylüyorum ve o melodide beni eğlendiren bir şey vardı; şarkıda gece kulübünde ikamet eden grup için doğru ismin bu olup olmadığını merak etmeye başladım. ve o parçanın melodisi bana toto'yu hatırlatıyor - ama bunu neden sizinle paylaştığımdan emin değilim."
    alex ayrıca radiox parça parça yorumu sırasında bunu genişletti ve bir tür "anlatıcıyı" barın sonunda sarhoş bir adamı daha fazla içkiden kesildikten sonra barmenle tartışırken izlerken tasavvur ettiğini söyledi. “sen kimsin ki benim sözümü kesiyorsun? martini polisi mi?”

    "baby, that isn't how they look tonight, oh no
    ıt took the light forever to get to your eyes"

    'ışığın gözlerine ulaşması çok zaman aldı' alex küçükken babasının ona yıldızların aslında ne kadar uzakta olduğunu ve ışığın bize ulaşmasının ne kadar uzun zaman aldığından bahsettiğini ve bu alex'e çok etkileyici geldiği için sürekli sürekli babasına aynı şeyi anlattırdığını söylemiş. burdaki referans o olmalı.

    "ı just wanted to be one of those ghosts
    you thought that you could forget
    and then ı haunt you via the rear view mirror
    on a long drive from the back seat
    but it's alright, 'cause you love me
    and you recognise that it ain't how it should be
    your eyes are heavy and the weather's getting ugly
    so pull over, ı know the place"

    'sadece o unutabileceğin hayaletlerden biri olup sonra seni arka cam aynasından uzun yolda kendimi göstermek istedim. ama sorun değil çünkü sen beni seviyorsun .ve bunun böyle olmayacağını fark ediyorsun.'
    alex burdan sonra zaman kipini değişterek şimdiki zamana geçiyor
    'gözlerin ağırlaşıyor ve hava kötüleşiyor o yüzden kenara çek, bi yer biliyorum'

    "don't you know an apparition is a cheap date?"

    bir hayaletin ucuz bi date olduğunu bilmiyor musun? apparition "kendini gösterme" anlamı da olsa da burada hayalet anlamında kullanılmış. “ghostbusters' temasına bir gönderme. apparition, bir hayalet veya fantazmın ortaya çıktığı zamandır ve genellikle görülmeler ya çok nadirdir ya da sadece kısa bir süre içindir. birini sadece kısa bir süre için görmenin,bir kişiye musallat olan bir hayaletin görüntüsü gibi olduğunu ima etmek, kalıcı olmadığı için "ucuz"dur.

    "what do you mean you've never seen blade runner?"

    blade runner, sıklıkla alaycı tavırlar sergileyen bir "kara film" olarak kategorize edilir. bu nedenle alex, kendi yıldızlığıyla hayal kırıklığına uğramış, alaycı bir tavır aldı; partnerinin açıkça izlemediği blade runner gibi karanlık ve ciddi bir filmde bile özlemle dans edebiliyor.

    "back down to earth with a lounge singer shimmer"

    alex burda am albümündeki rockstar kariyerinden sonra dünyaya salon şarkıcısı olarak döndüğünü yani aslında gelecek eleştrileri albümü yaparken öngördüğünü gösteriyor olabilir.

    "elevator down to my make-believe residency
    from the honeymoon suite
    two shows a day, four nights a week
    easy money"

    asansör sanal ikametgahından balayı suitine doğru iniyor, günde 2 haftada 4 show, kolay para!
    rock yıldızı, gerçek bir konaklama yeri olmayan bir balayı süitinde yaşıyor - sadece bir yolculuk sırasında kalacak ve sonra bir daha asla ziyaret etmeyecek bir yer. balayı, evlilikte uzun vadeli bir gelecek inşa etmeye geçmeden önce, şimdiki anın tadını çıkarmakla ilgilidir. rock yıldızının geleceği yok, bu yüzden geçmişi tekrar ziyaret ediyor (hepimizin yıldızlara baktığımızda yaptığımız gibi), aslında asla evliliğe yol açmayan eski aşkların anıları arasında süzülüyor. bu, alex turner'ın albüm boyunca tükenmiş eski bir rock yıldızı karakterini oynamasına zemin hazırlamaya yardımcı olur.

    "and as we gaze skyward, ain't it dark early?
    ıt's the star treatment
    yeah, and as we gaze skyward, ain't it dark early?
    ıt's the star treatment"

    ünlü-sanatçı ikiliği ebedidir, "yıldız muamelesi" geçicidir, yok olur ve ondan sonra her yer karanlıktır, gökyüzünde hiç yıldız yoktur. alex "kolay para", "haftada dört gece, günde iki gösteri" kazanıyor, ama hepsi onun "sanal/hayali ikametgahı". bu kişiliğin, bu sanrılı benliğin arkasında, strokes gibi bir grupta olmak isteyen kayıp bir çocuk var.

    ***********************************************************************************

    şarkı sözleri burada bitiyor ama ben şarkının müzik kısmına değinmeden kapatamayacağım konuyu.

    arctic monkeys'in the strokes grubundan ilham aldığından bahsetmiştim ancak sadece onlar değil tabii, monkeys aynı zamanda oasis grubundan da ilham almış ve bu şarkıda bunu görüyoruz. bu youtube kanalında alex'in müzik teorisinde oasis etkisini işlemiş. buraya
    link bırakıyorum.

    yine burada monkeys'in müzik kısmında neler döndüğünü ve ne güzel işler yaptığını işlemiş.

    kusura bakmayın uzun yazıyorum ama böyle detaylıca düşünüp incelemesi hoşuma gidiyor umarım okurken sıkmıyorumdur size :)

  • keko rap düzgün, kaliteli, eğitimli, ilgili bir ailede büyüyen z kuşağını esir alamaz. alsa alsa keko ailelerde büyüyenleri esir alır.

    geçen biri twitter'da “mozart'a teşekkür ediyorum. çocuğum kötü bir şey yaptı, odaya kapatıp mozart dinlettim, sabah artık yapmam diye ayağıma kapandı” diye bir şey yazmıştı. ceza olarak mozart dinletirsen çocuk tabi ki sevmez diyen birkaç kişi dışında herkes beğenmişti bu tweet'i.

    işte böyle dangalak anne babalara sahip çocuklar dinliyor o keko müzikleri. çocuklar masum, sorun ailelerde.

    edit: bunların anne babası da arabesk, pop müzik falan dinliyor en fazla. masterchef'i, sikimsonik türk dizilerini falan izliyor. bak ekşi'de bile masterchef türkiye gündemde birinci sırada şu an. “keko rap dinleyen z kuşağı”nın aileleri bunlar hep.

    (bkz: acun'un y kuşağını esir alması) ile benzer olgular.

  • bugün benim için özel bir gün.

    üniversite yıllarından tanıdığım biri ile çok uzaklardan görüşme fırsatım oldu. çocuk 20'li yaşlarının başlarında.

    "cf" oldum, "cf'yim" tarzı bir şey dedi. dikkat bile etmedim. sonra baktım google'dan, cystic fiberosis(sp) diye bir şeymiş.

    "akciğer nakli yaptılar bana" dedi. "geçen sene tam bugün saat 15:xx'te".

    bir an şaşırdım, fotoğraflarını gördüm. çocuğun göğsünün altından boydan boya kesmişler. ameliyattan ~bir hafta sonra hastanede her tarafına borular bağlı iken çekilmiş fotoğrafları vardı. gülüyordu.

    sormadım bile neden "bir yılı kutluyorsun" diye. dinledim sadece. ve sonra baktım google'a...

    akciğer nakillerinden sonra 1 sene yaşama oranı %80, 5 sene yaşama oranı ise %25'lerde imiş.

    çocuk nasıl derseniz, içi içine sığmıyor. nasıl tutunuyor hayata, nasıl değer veriyor her geçen saniyesine. ilk işini de kapmış, nasıl mutlu....allah değil 30'unu, 90'ını, 100'ünü göstersin diye dua ettim...

    ve düşündüm, ulan iki gün öncesine kadar ufak ufak sorunlar yüzünden kendimi dünyalar şanssızı ilan eden ben değil miydim?

    şehir fırsatını kaçırdı diye bütün gün ağlayan iş arkadaşım değil miydi?

    şu an sol frame'de dikkat çeken başlıklardan biri sevgiliden ayrıldıktan sonraki ilk gece değil mi?

    bazı şeyler beynimin içimde dolanıp durdu. hayatı sorguladım, hepimizin elinde olan ve dönüp bakmaya bile tenezzül etmediğimiz rutin "şanslar", "fırsatlar" o çocukta olsaydı neler yapardı diye sordum kendime.

    utandım.

    siz siz olun, kıymetini bilin sahip olduklarınızın. aşk acısıymış, şuymuş buymuş...değmez. insan böyle anlarda anlıyor işte.

    ders dolu bir gün geçirdim.

  • beyaz ışık yani gün ışığı bir prizmadan yansıtıldığında ışık tayfı sırasıyla mor, mavi, yeşil, sarı, turuncu ve kırmızı renk dalga boylarına bölünür. bunlar da sırasıyla 50*, 40*, 70*, 30*,45* ve 65* nanometrelik dalga boyu aralıklarına sahiptir. görüldüğü üzere yeşil en geniş aralığa sahip renktir* ve olay gün ışığından en fazla yararlanmak üzerine kurulu yapılarıyla bitkiler söz konusu olduğunda bitkiler için en iyi seçim evrimsel olarak yeşildir.

  • tomris tamer (henüz tomris uyar değilken yani) ülkü tamer'le evliyken aşık oluyor cemal süreya'ya. ikisi de evli aslında. sonra ikisi de ayrılıyor eşlerinden ve birlikte oluyorlar. yaklaşık üç yıl sürüyor bu aşk. o dönemin edebiyat çevrelerine göre de, aşk ki ne aşk hani.
    tomris uyar çok sağlam bir kadın. sizin aklınıza kadın gibi kadın dendiğinde kim gelir bilmem ama benim aklıma gelen üç isimden biridir kendisi. özgür, zeki, cesur, sosyal, komik, dilinin kemiği olmayan, okuyan, yazan, eleştiren bir kadın. hakkında en sevmediğim tanım ikinci yeni'nin gelinidir. (zaten türkçe'deki en çirkin kelimelerden biri de "gelin" bence. ne saçma sapan bir kelime)
    aşık olunacak kadınmış ki, ülkemizin sayılı edebiyatçı ve yazarları (ülkü tamer, cemal süreya, turgut uyar, edip cansever) kendisine aşık olmuş. ve muhakkak hepinizin hayatına dokunmuş en az bir tane şiirin/şarkının öznesi olmuş.

    cemal bey pek seviyor tomris hanımı. her akşam koşa koşa eve geliyor. tomris uyar o günleri şöyle anlatıyor;
    "evine bağlı, evinde olmayı seven bir adam -akşamları eve biraz geç gel yahu, bir erkek hiç dolaşmaz mı- dedim. ertesi gün altıyı çeyrek geçe geldi, sonraki gün altı buçuk. normalde altıda gelirdi. bir gün toz aldım, bezi silkelemek için pencereden eğildim ki kapının önünde oturmuş saatin dolmasını bekliyor" (şu tatlışlığa bakar mısınız?)
    tabi bu hikayeden tomris hanımın biraz otoriter olduğu anlamını da çıkarabiliriz. haliyle biraz fırtınalı bir ilişki yaşanıyor. bir ayrılıklarından sonra cemal süreya şu satırları yazıyor "daha nen olayım isterdin, onursuzunum senin!" (bana biri bunu yazsa, allahhhh allahhh nidalarıyla zafer turuna çıkardım.)

    ama gelin görün ki bu ilişkiyi bitiren de cemal süreya oluyor. bu konuyla ilgili tomris uyar şöyle diyor:
    "beni bıraktı ama rahat edemedi. ona göre bana sahip olunamazdı. senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak, dedi ve doğrusu hiç yazmadı."

    şimdi gelelim asıl konuya. cemal süreya'nın söylediği gibi, tomris uyar için bir daha hiç yazmaması aşk acısını atlattığından mı, yoksa ölene kadar atlatamadığından mı?*

  • gorunuse gore eksicilerin bir hayali gercek oluyor! belçika hükümeti, düşük bedelli sosyal konutlarda yasayan vatandaslarinin yurtdisinda kendi adlarına kayıtlı mal varligi olup olmadıgıni takip etme kararı aldi. mal varligi olması durumunda bu tahsis edilmiş ucuz kirali sosyal konutlardan cikartma ve 35,000 euroya kadar para cezası vermeyi kararlastirdi.
    hadi taze taze citir link
    al abi bu daha sicak link
    bu su demek ki o evlerde oturan gurbetçiler turkiye'de adlarına mal edinemeyecek!