hesabın var mı? giriş yap

  • + author sen bir roman yazmışsın ismi nedir, okuyayım!?
    - dur içerde vardı bi' tane, imzalayıp vereyim. hediyem olsun. hatta imzalı bi' tane olacaktı, onu getireyim ben en iyisi.
    + eyvallah mirim. elimdeki kitabı da bitirmiştim, akşam başlarım seninkine hemen.
    - fikirlerini söylersin okuduktan sonra.
    + tabi tabi.
    - hemen geliyorum.
    + vaay. çok sağolasın ya. bi' dakka ama... abi sayfaları açılmıyor bunun. yapışmış galiba.
    - eheh imzalı kitap verecem dedim ya, ondandır.
    + lan sen imza derken... oha ya!

    ...

  • sonsuzluk kavraminin sezgilerimizle nasil celistigini gostermek icin david hilbert'in uydurdugu hayali otel. sonsuz tane odasi vardir, odalar 1, 2, 3,... seklinde numaralandirilmistir.

    sonsuz odali otele geldiniz, cok yorgunsunuz ve bir oda istiyorsunuz. resepsiyon gorevlisi uzulerek bildiriyor ki butun odalar dolu! siz de soyle bir sey oneriyorsunuz: musterilerden rica etsek, herkes kendi odasindan cikip bir ust numarali odaya gecse... yani 1 numarali odanin musterisi 2 numaraya gecse, 2 numaranin musterisi 3 numaraya gecse, vs vs... boylece mevcut musterilerden hicbiri acikta kalmiyor, ve 1 numarali oda sizin gecebilmeniz icin bosalmis oluyor! boylece hic bos oda olmayan otelde, kimseyi disari atmadan bir adet bos oda yarattiniz.

    oteli o kadar cok begeniyorsunuz ki ertesi gun sonsuz tane arkadasinizi toplayip ayni otele gidiyorsunuz. maalesef, butun odalar yine dolu! yukaridaki yontemle kendinize bir oda acabilirsiniz ama ya arkadaslariniz? bu sefer de soyle bir cozum oneriyorsunuz: musterilerden rica etsek, herkes kendi odasindan cikip iki kati numarali odaya gecse... yani 1 numaranin musterisi 2 numaraya, 2 numaranin musterisi 4 numaraya, 3 numaranin musterisi 6 numaraya gecse, vs vs... boylece mevcut musteriler cift numarali odalara dagiliyor ve hicbiri acikta kalmiyor, siz de arkadaslarinizla beraber tek numarali odalara yerlesiveriyorsunuz! yine kimseyi disari atmadan sonsuz tane bos oda yarattiniz.

    ornekleri cogaltmak mumkun, ama (bkz: you get the idea)...

  • istanbul sinirilarinda nerdeyse yuz metreyi para istenmeden tamamlamak imkansiz hale geldi .ne zaman bi yerde dursam hemen biri yanasir ve cesitli gerekcelerle para ister.
    dilencilik ,insanlardan dogrudan para isteme , sigara isteme ,karnim ac adi altinda yemek parasi isteme , hayvanlari seviyor musunuz diyerek para isteme , trafikte aynanin kirilmamasi icin para isteme vb . istanbul insani devamli bir para istenmesi ile karsi karisya ve bu inanilmaz rahatsiz edici bir durum. tum bunlar o kadar kaniksanmis ki kimse ya sokakta herkes neden para istiyor demeyi birakmis

  • bir defasında yağmur yağıyordu. canım onu seyretmek istemişti. koltuğu ite kaka pencerenin önüne uzatıp ışıkları kapattım, perdeleri açıp oturdum seyretmeye başladım. sevgilim öbür odada bir şeyler yapıyordu, biraz sonra o da geldi. n'aptın naapıyosun falan demedi hiç. geldi yanıma oturdu. sabaha kadar, belki 4-5 saat tek kelime etmeden orada oturup yağmuru seyrettik. o ilişkiye dair en mutlu olduğum anlardan biri o.

    bir başka günse yine o koltukta oturmuş dışarıyı izliyordum, o da içeride telefonla konuşuyordu. konuşması bitince geldi, o konuşmaya dair bi şeyler söyledi. oradan konu konuyu açtı, çocukluk arkadaşlarından komplo teorilerine, avrupa göçmen politikasından hooke newton kavgasına kadar non stop konuşup durduk belki 7-8 saat. izleyelim diye seçtiğimiz film ilk sahnesinde pause'da kaldı öyle. güneş doğunca kapatıp yattık.

    bir başka gün bi restorandaydık. hararetli hararetli bi şeyden konuşuyorduk. bi onun bi benim telefonum çalıp duruyordu, ikimiz de reddedip reddedip duruyorduk. sonunda yeter ama diyerek telefonları sessize aldık. konuştuğumuz şey bitince de açmadık, susuşup tek kelime etmeden biralarımızı içerek uzun uzun daha oturduk öyle denizi seyrederek.

    bi başka gün tek başımaydım. çok güzel göründüğü için ona göndermek üzere ayın fotoğrafını çekmeye çalışırken ondan bana ayın fotoğrafı gelmişti. beraber bile oturmuyorduk. 3200 km mesafedeydik.

    bir başka gün ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında o konuşuyordu, ben ötelere bakıp susuyordum.

    başka bir gün yine ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında ben konuşuyordum, o ötelere bakıp susuyordu.

    sonra ayrıldık. artık ne konuşuyor ne susuyoruz.

    acıklı gibi tınladı da, değil. doğal döngüsünü tamamlamış eski güzel bi ilişki işte…

    diyeceğim, ister sus ister konuş ister halay çek.. yan yana bile olma hatta. olay ne yaptığında değil çünkü, o an birlikte aynı “an”da olup olmamakta.

  • bu diziyi proje a$amasindayken hbo'ya kabul etmeyen o zamanin yetkilisini asitte eritmi$ler. haberi alan showtime yetkilisi de meksika'ya kacmi$. :(

  • çocukların öldürüldüğü ülkede yazamam demiş. ben de hayırlı bir iş edecek sandım, boks yapacakmış.

    iki sene kafamı dinleyeceğim, hobilerimle ilgileneceğim desene be adam.

    leş gibi popülizm kokan açıklama.

  • * / bilal'e anlatır gibi anlatıyorum versiyonu */

    ay, dünyanın etrafında, ay ve dünya ise güneşin etrafında dönüyor. peki neden dönüyorlar? çünkü kütleleri birbirini çekiyor (bkz: yerçekimi).

    ama neden birbirlerini çekiyorlar?

    albert einstein, görelilik kuramı ile çok basit bir cevap buldu. einstein, üç boyutlu uzayı, yani uzunluğu, genişliği ve yüksekliği zaman ile birlikte dört boyutlu uzayzamanda birleştirdi ve yerçekimini, bu uzayzamanın değişimi olarak tanımladı.

    einstein'a göre uzayzamanı bir düzlem olarak ifade edilebilir. yani devasa boyutta bir trambolin gibi.

    trambolinin üzerine bir kütle konulduğunda bu düzlemi değiştiriyor ve trambolin aşağıya doğru göçüyor. kütle ne kadar büyükse göçük de o kadar derin oluyor.

    karadelikler büyük bir kütleye sahip. karadeliklerin yerçekimi alanına giren yıldız, gezegen ve hatta ışık gibi cisimler bu göçük tarafından yutuluyor ve sonsuza dek yok oluyor.

    şimdi iki karadelik birbirine yaklaşırsa birleşerek daha büyük bir karadelik oluşturuyor. trambolin örneğini göz önünde bulundurursak iki tane normal derinlikte göçük birleşiyor ve daha derin bir göçük meydana geliyor. trambolin sallanmaya başlıyor. bu sallanmanın adına kütleçekim dalgası deniyor.

    bu sallanmalar aşağı / yukarı olmuyor. kütleçekim dalgaları, gerilmeye ve sıkıştırmaya yol açıyor. aşağı / yukarı meydana gelen değişiklikler çok küçük. fizikçiler, ligo yardımıyla bu küçük değişiklikleri saptamayı hedefliyordu ve sonunda başardılar.

    *** ligo'nun çalışma prensibi ***

    bir lazer ışını, yarı geçirgen bir aynada iki ışına ayrılıyor ve dik olarak girişimölçerin iki koluna gidiyor. ışınlar, her iki sonda da yansıtılarak tekrar aynaya geri dönüyor. böylece uzunlukta meydana gelen en ufak değişiklikler (örneğin kütleçekim dalgalarının yol açtığı gibi) fark edilebiliyor.

    farklı noktalara yerleştirilmiş girişimölçerler yardımıyla hatta kütleçekim dalgalarının nereden geldiği belirlenebiliyor.

    astronomlar, uzayı görülebilir ışık alanında veya radyo dalgaları veya gama ışınları yardımıyla araştırıyor.
    kütleçekim dalgalarının ispatı sonrası belki de önümüzdeki yıllarda karanlıkta olan bitenden (mesela iki karadeliğin çarpışması gibi) haberdar olacaklar.

    kim bilir, belki de büyük patlamanın izini sürerler.

    daha iyi anlayabilmek için bu videodaki animasyonları izlemenizi tavsiye ederim.

    * / bilal'e anlatır gibi anlatıyorum versiyonu */