hesabın var mı? giriş yap

  • ikili ilişkilerin her türlüsünde, yaşanmış ilişki sayısı arttıkça kişi doygunluğa ulaşır. zamanla çocuksu duygular gider, yerine konuya daha profesyonel yaklaşan biri gelir. ve dolayısıyla bahsi geçen kişinin naifliğinden eser kalmaz geriye.

    başlıktaki "fazla" kısmı her bünyeye özel bir şekilde başka bir rakama veyahut sayıya evrilebilir ancak önünde sonunda herkes için bir limit vardır kanımca. buradan yola çıkarak, bir süre sonra kişinin saf duygularının kaybolacağını, daha kolay vazgeçeceğini ve daha hedefe yönelik oynayacağını düşünüyorum. tabii bu durum saf kötü veyahut saf iyi şeklinde nitelendirilemez. zira zamanla kaşarlanan insan kalbi ve zihni, eskiye nazaran daha dirayetli olur, ne istediğini bilir ve ona yönelik davranarak eskisi kadar kırılmaz. ama diğer taraftan da ilişki mevzularının henüz başında yaşadığı duyguların naifliğini, saflığını asla bulamaz insan. hissettiği heyecanı bir daha kolay kolay yakalayamaz; bu kimilerine göre bir kayıptır, kimilerine göre ise bir sürecin başlangıcıdır.

    bir insanın karşılıksız bir şekilde onu seveceğini düşünen bir kişi, ilişkilerden ilişkilere koştukça bunun asla olmayacağını, olsa bile yalnızca ailesinden bu sevgiyi göreceğini anlar. bunu görünce ister istemez naifliğini kaybeder. o güzel, narin duygular yerini sertleşmiş bir tabakaya bırakır; ilişki yaşadıkça, yani yeni insan tanıdıkça bu tabaka sertleşir de sertleşir. her geçen yeni bir çizik atar, üstünü kapatmak için daha sert bir katman yaratır insan zihni.

    bu durum iyi midir kötü müdür bilemem; sanırım bazen iyidir, bazen kötüdür, kişinin bu duruma nasıl baktığıyla, hangi karakterde olduğuyla alakalıdır. geçmişe özlem sürekli akıllarda dönen bir şeydir. ve diğer taraftan, insan eski hâline hasret duyabileceği gibi, "oha ben ne salakmışım!" da diyebilir.

    zamanla sertleşen insan, eski zamanları hatırladıkça genç dimağında kurduğu ve saf sevgiyle dolu olan ütopyanın gerçek olmadığını görünce hayal kırıklığına uğrar. ama çok geçmeden bunların çocukça düşünceler olduğunu aklından geçirir ve dünyaya adapte olmak için güçlü durmak gerekir, der. aksi takdirde doğal seçilimvari bir rüzgarla elenip gitmesi işten bile değildir. insanlar genellikle elenip gitmek istemezler. o yüzden insanların çoğu adapte olmak için müthiş bir çaba sarf eder; bazısı ayak uydurmayı başarır, bazısı da başaramaz işte. arafta bir yerde naifçe gezinirler ayak uyduramayanlar.

  • tam bir troll başlığı olsa da yazmazsak içimiz rahat etmez, o yüzden yazıp pazar eğlencesine biz de dahil olalım *

    the lord of the rings - 1937 yılında yazılan ve o zamanlar "9 yaş ve üstü çocuklar okuyabilir" tavsiyesiyle basılıp satılan bir çocuk kitabının *, yazarının kafasındaki devasa kurgunun ilk parçası olması ve yayınevi'nin iyi giden satışlar üzerine devamını sipariş vermesi üzerine 17 yıllık bir süre içinde tamamlanıp 1954 yılında piyasaya sürülmüş, o zamanlar "skandal" olarak nitelendirilip yaklaşık 20 yıl sonra değeri anlaşılmış, fantastik kurguya "bilmeden" öncülük ve babalık etmiş kitaptır. yazarı tarafından "fantastik kurgu kitabı olsun da bu edebiyat türüne öncülük edeyim" derdiyle bile yazılmamıştır. ama kader ağlarını örmüştür. günümüzde tolkien'i birebir taklit etmeyen ya da göndermeler yapmayan fantazi yazarı yok gibidir. üçlemenin filmleri başyapıttır.

    harry potter - 1997 yılında ilk kitabıyla küçük bir çocuğun öyküsü gibi başlayıp "çocuklar okuyabilir" tavsiyesiyle basılıp satılan bir çocuk hikayesinin, yazarının kafasındaki çok büyük bir kurgunun ilk parçası olması ve çok iyi satış rakamları elde etmesi üzerine 17 yıllık (dikkatinizi çekerim) bir süre içinde planlandığı gibi her yeni kitabıyla karakterlerin yaşları, olayların karmaşıklığı, karanlığın dozu, anlatımın dili olgunlaştırıla olgunlaştırıla tamamlanıp "herkes okuyabilir" bir şekilde sona ermiş kitaptır. the lord of the rings'e tapar hale gelip tolkien'in aynısı olabilmek için çırpınan yazarların duvara bodoslama daldıkları ve türü de peşlerinde karanlıklara sürükleyip saydığı yerde saydırıp durdukları bir dönemde tolkien taklidi olmaya çalışmaktan ziyade ona sayısız göndermelerle göz kırpan, çok orijinal fikirler ve "dünya içinde dünya" konseptiyle türü kurtarmıştır. sayesinde bir değil, iki-üç nesil fantastik kurgu türünü tanımış, okumaya başlamıştır. orta dünya gibi kendinden sonra gelecek olan yazarlara belki öncülük etmeyecektir ama daha şimdiden "her seferinde daha karanlık olsun ki ciddiye alınsın" akımını benzeri bütün kitaplara ve filmlere bir ekol olarak kazandırmıştır bile. bu formülü uygulamaya çalışan her çalışma harry potter'a öykünmekle itham edilmeye başlanmıştır bile. başlıbaşına bir ekol yaratmıştır harry potter. serinin filmleri aralarda çok başarılıları olmasına rağmen genelde kitapların uzağından bile geçemeyen yüzeyselliktedir.

    ikisi de kendi dönemlerinde ait oldukları türe öncülük etmiş, bu nedenle diğer bütün örneklerinin arasından haklı olarak sıyrılmış, janrın en bilinen, en sevilen ve saygı duyulan yapıtları arasına girmiştir. fantastik kurgu okuyucuları metal müzik dinleyicileri gibi türe at gözlükleriyle bakıp zerrece değişime tahammül edemedikleri için harry potter'a da tahammül edemezler, bambaşka bir dünyada geçmediği, ırklara ve dillere boğulmadığı, kılıçlarla savaş yapılan yiğitlik-mertlik savaşlarına sahne olmadığı için. yarın öbür gün kendi çocukları olduğunda baba evde the lord of the rings diye tuttururken oğlu harry potter sayıklayacaktır. iki muazzam eserin aralarındaki tek büyük fark da işte bu kuşak farkıdır. öyle olmalarını istemeyiz, inşallah öyle de yapmazlar ama, bugün orta dünya putperestlerinin harry potter'a yaptığı küçümsemeyi, belki harry'ciler de o zamanlarda üretilecek yeni efsanelere yapacak, beğenmeyecekler, harry potter'larına gül konduramayacaklardır. harry potter'ın tek eksiği 50 yıllık bir mazisi ve üzerine yapıştırılıp o önyargıyla daha baştan önünde secde edilerek okunmaya başlamasına sebep olacak bir "klasik" etiketi taşımamasıdır. bugün onun geçtiği yollardan 1950'lerde orta dünya geçiyordu. hiçbir şey öğrenmemiş olacaklar ki eskinin hor görülenleri şimdi aynısını sıkılmadan kardeşlerine yapıyorlar. yine de işe bakın ki kafalarını elf'ten, elfçe'den kaldırıp 7 tane kitabı okumaya çoğunlukla zahmet edememişler ama burun kıvıra kıvıra 8 tane filmi izlemeyi yine de becermişler, o da bir şeydir. allah'ın sopası yok *

  • atatürk havalimanının yıkılması üzerine siz kime sordunuz temalı tweet’lerdir. kaynak

    --- spoiler ---

    1912’de kurulan, osmanlı’dan miras alınan, dünyanın ilk 10 havaalanından birini yıkıyorsunuz. insan babasının malını bile yıkacak olsa kardeşine, akrabasına, eşine, dostuna danışır. siz bu milletin servetini yıkarken kime danıştınız? seçilmiş belediye başkanına sormadınız+++

    siyasetçilerine sormadınız, akademisyenine sormadınız, sivil toplumuna sormadınız. 16 milyona sormadınız. kime sordunuz? ortak akla başvurmadan, millete sormadan bunca büyük bir milli serveti tahrip eden akıl istanbul’un kutsallarını da yıkar. +++

    mehmet akif’in dediği gibi “hadi gel yıkalım şu süleymaniye’yi desen, iki kazma iki kürek, iki de ırgat gerek. ancak hadi gel yapalım şunu geri desen, bir sinan, bir de süleyman gerek”. covid’i bahane edip pistin üstüne hastane yaptınız, içi bomboş.+++

    atatürk havalimanı’na özel yapılmış metro yatırımını, marmaray’ı boşa çıkardınız. şimdi havalimanını park yapacağım diyorsunuz ama şehrin kuzeyinde tam 136 katı büyüklüğünde bir alanda doğayı, tarımı, ormanı katledip, imara açıyorsunuz. +++

    niyetinizi iyi biliyoruz. iki dozer bir ekskavatörle hayat pahalılığını, işsizliği, geçim derdini unutturmak, milleti tahrik etmek ve kaos yaratmak istiyorsunuz. ama nafile! ne kadar çabalarsanız çabalayın millet bu tahriklere gelmeyecek, hiçbirimiz bu tuzağa düşmeyeceğiz! +++

    hala bir parça vatan, bir parça millet sevginiz, bir parça istanbul aşkınız kaldıysa, durun! kararı aziz millete bırakın.

    --- spoiler ---

    edit: spoiler

  • italya'dan daha çok ülkemizde ünlü olan maç. italyanlar duysa manyak mı lan bunlar derler.
    düşünsene avusturya'da konyaspor-kayserispor maçının bilinir beklenir olduğunu.

  • oyuncak tavşanının boncuk gözlerini ısırıp kopartmış, yutup yutmadığını anlamaya çalışıyorum:

    - ılgın nerede bu tavşancığın gözleri?
    - ben onları ısırıp koparttım!
    - ama yutmadın, di mi?
    - (eyvah yakalandık bakışı) yere attım.
    - eğer yuttuysan altını değiştirirken kakanda görürüm biliyorsun değil mi?

    bu yeni bilgiyle ufku iki katına çıkan kızım birkaç dakika sonra yanıma geliyor ve:

    - baba ben artık kakamı tuvalette kendi başıma yapmak istiyorum. sen gelme. ben yaparım.

  • efe 2 yaşında konuşmayı yeni yeni öğreniyor. balkona çıkartılıp hilal şeklindeki ay gösterilir.

    +efe bak ay.
    - (ağlamaklı bir şekilde) kırılmış :(

  • en rahat izlediğim uzak doğu dizisiydi..

    yarışmacıların numaraları vardı, şirketin çalışanları ise hep maskeliydi.

    kimseyi ayırt etmek gibi zorluğa düşmedim.

  • *ilişkilerimde acaip istikrarlıyım. nasıl başlarsa başlasın her seferinde terk edilmeyi başarabiliyorum.
    *kimseden vazgeçemedim, her terk eden adamı özlüyorum.
    *tek sevdiğim adamı, eski gerçek sevgilimi unutmaktan çok korkuyorum, onu beklemek hayat amacım gibi çünkü. unutunca kimsesiz ve yalnız hissetmekten korkuyorum. çok hastalıklı bir düşünceymiş bu.
    *ilk kez yirmi üç yaşında öpüştüm, gerçekten aşık olduğum adamdı, o adamla evleneceğimi sanmıştım, (aptallık) terk edince döner sandım, şimdi nişanlanmış istisnasız her gün açıp nişanlısıyla fotoğraflarına bakıyorum, dönse istemem, ama içim acıyor yine de. iki yıl oldu. kız da aynı motora benziyor.
    *her ilişkimden sonra pişman oluyorum, hiç iyiki demedim.
    *aşık olduğum üç adamın da ismi aynı (hep istikrar)
    *neredeyse hergün ağlıyorum. zorlanıyorum yaşamakta. ama öyle mutlu görünüyorum ki, korkuyorum kendimden.
    *yeni doğan bebekleri görünce hep ağlıyorum, nasıl bir hayatı olacak kimbilir diye, çekeceği acıları düşünüp...
    *çok sevgilim olmadı ama hiçbiriyle bir tek fotoğrafım bile yok. çünkü hiçbirisi fotoğraf çektirmeyi sevmezdi, hep öyle söylerlerdi. ama başkalarıyla kare kare fotoğraflarını görüyorum zaman sonra. bunu hak etmek için sadece her seferinde seviyorum.
    *etrafımdaki anneler, ya da teyzeler beğenip birileriyle tanıştırmaya kalktıklarında kendimi çok beceriksizmiş gibi hissediyorum, özellikle bu yüzden bu tarz ilişkilere gelemiyorum.
    *yazdıklarımı okuyunca kendime acıdım.

  • alzheimer'dan sonra en yaygın ikinci demans türüdür. normal hücre iletişimini önleyen ve nöral rejenerasyonu bozan beyindeki anormal bir protein birikiminin sonucudur. adını da burdan alır. lewy cisimcikli demans (lewy vücut demansı, lbd), alzheimer ve parkinson hastalığı semptomlarının çoğunu paylaşır, bu nedenle kesin bir tanı koymak zordur. alzheimer'ın davranışsal ve bilişsel semptomları ve parkinson'un kas sertliği, hareket yavaşlığı ve titremesi vardır. bununla birlikte, lbd'li insanlar da çok canlı halüsinasyonlara sahip olma eğilimindedir.

    lewy vücut demansı belirtileri:

    lewy vücut demansı, beyni aşamalı olarak etkiler. başlangıçta, olağan semptomlar parkinson hastalığına benzer, ancak ilerledikçe diğer semptomlar ortaya çıkar. birkaç çalışma, en yaygın lbd semptomlarının:

    -canlı görsel halüsinasyonlar: genel olarak bu halüsinasyonlar tekrarlanır. hayvanlar veya orada olmayan insanlar da dahil olmak üzere herhangi bir şekle bürünebilir. hastaların diğer duyu organlarına hitap eden halüsinasyonlar gördüğü de bilinmektedir.

    -motor değişiklikleri:
    hareket yavaşlığı, kas sertliği, titreme ve düzgün yürüyememe gibi parkinson hastalığındaki motor değişikliklere çok benzer.

    -davranışsal ve bilişsel bozukluklar:
    karışıklık, zaman ve mekan algılama problemleri, mantık yürütme ve karar verme güçlüğü gibi. tüm bu semptomlar alzheimer hastalığına çok benzer, ancak genellikle daha az şiddetlidir.

    -davranışsal ve bilişsel bozukluk dalgalanmaları:
    demanstan ve lbd'den muzdarip insanlar ardışık günlerde bile bir iyi bir kötü olabilir. örneğin, hasta bir gün herhangi bir şey konuşup hatırlayabilir ve ertesi gün hiç konuşamayabilir.

    -vücut fonksiyon düzenlemesinde bozukluklar:
    genel olarak lbd; otonom sinir sisteminin özellikle kan basıncını, terlemeyi ve sindirimi düzenlemekle görevli bir bölümünü etkiler. böylece hasta baş dönmesi hissedebilir veya sindirim sistemi sorunları yaşayabilir.

    yukarıda belirttiğimiz gibi, lewy vücut demansı zamanla ilerler, bu nedenle semptomlar hastanın yaşamının son yıllarında kötüleşir. hasta depresyona girebilir, agresif olabilir ve daha fazla motor değişikliğinden(kısıtlılık) muzdarip olabilir.

    lewy vücut demans teşhisi:

    lewy vücut demansının teşhis edilmesi zordur, çünkü esas olarak alzheimer ve parkinson hastalığı gibi diğer demans türlerine benzemektedir. ayrıca, teşhis etmek için özel bir test yoktur. aslında, hasta diğer olası hastalıkları ekarte etmek için çeşitli testlere tabi tutulur.

    semptomların ne kadar hızlı gelişmeye başladığı, lbd'nin en güvenilir göstergelerinden biridir. bir yıl içinde zihinsel belirtiler ortaya çıkarsa, hasta büyük olasılıkla lbd'den muzdariptir. daha sonra; ayırıcı tanıyı takiben, kan testleri semptomların bir b12 vitamin eksikliğinin, tiroid sorunlarının veya sifiliz ve aids gibi hastalıkların sonucu olup olmadığına bakılabilir.

    beyin mr'ı veya tomografisi ile araştırılarak; felç, hidrosefali veya tümör gibi diğer durumlar devre dışı bırakılabilir. bu görüntüler lbd tanısı koymak için de yararlı olabilir, çünkü hastaların beyinleri özellikle substantia nigra'da serebral atrofi ve orta beyin nöronları ölümü gibi çok belirgin değişikliklere maruz kalır.

    ayrıca, lbd hastalarının beyninde, nöronal işlevselliği etkileyen lewy nöritleri adı verilen lezyonlar olabilir. en çok etkilenen nöronlar, hipokampusun nöronlarıdır.

    nedenleri ve risk faktörleri:

    lewy vücut demansının, kesin olarak nedeni henüz bilinememektedir. ayrıca çalışmalar, lbd'ye yakalanma riskini artıran bazı faktörler ortaya koymuştur. örneğin, 60 yaşın üzerindeki erkeklerde daha yaygındır. bunun yanında bir akrabanın alzheimer, lbd veya parkinson hastalığından muzdarip olması durumunda kişinin de riski artar.

  • sonuç için şu entrye bakın: (bkz: #142399918)

    son durum için şu entrye bakın: (bkz: #142078837)
    ——
    önedit: sonuna kadar arayacağım hakkımı. bugün ikinci geceyi geçiriyorum gümrükte. ne türkiye’ye geri dönebiliyorum ne de sınırdan geçebiliyorum.

    yarın arabanın her yerine protesto kağıtları yapıştıracağım. (düzeltme: bunu yarın duruma göre yapacağım)
    ——
    özet geç piç:

    üç hafta önce ben ve eşim, fransa’dan türkiye’ye arabayla geldik. eşim acil bir durum sözkonusu olduğu için, birinci haftanın sonunda uçakla dönmek zorunda kaldı. ben arabayla kapıkule kapısından çıkmak istediğimde, eşim arabada olmadığı için 38 bin türk lirası ceza kesildi. cezanın nedeni giriş kaydının eşimin adına yapılması. arabayı ben kullanıyorum, ben ehliyetimi veriyorum fakat yan koltuktaki eşim kaydediliyor şoför olarak.

    araba ikimizin üzerine kayıtlı.
    arabanın ruhsatında ikimizin de ismi mevcut.
    (detaylar aşağıda)

    gümrükte iki müdür yardımcısı olayın rezaletini anladı, fakat hiçbir şey yapamadı.

    her türlü desteğinize ve görüşünüze açığım.

    ***

    1- türkiye’ye girerken gümrük görevlisi eşimin adını kaydediyor sadece. benim ismim, ruhsatta mevcut olmasına rağmen, kayda geçmiyor.

    “sistem böyle, tek isim kaydedebiliyoruz zaten”
    (bkz: sistem böyle)

    2- böylece türkiye’de arabayı sadece eşim kullanabiliyor, yasaya göre. eşimin uçakla döneceğini önceden bildirmek gerekiyormuş.

    “bence de mantıksız, ama kural öyle diyor”

    3- ne geri dönebiliyorum, ne de sınırı geçebiliyorum. şunu öneriyorlar:

    birinci çözüm: şimdi cezayı öde, ve git.

    ikinci çözüm: saat üçte geldim kapıkuleye. sabah saat 9’da 38 bin tl’lik ceza üzerinden pazarlık yapılmasını teklif ettiler.

    üçüncü çözüm: dava açmak. bu meblağı ödedikten sonra dava açabiliyormuşuz, ama…

    “… ama genelde mahkeme reddeder”

    4- eşimin acil dönmesinin nedeni babasının hastalanması. (kime neyse bundan)

    5- benim gibi onlarca kişi var ama bir tek ben kaldım itiraz eden. hepsi uzlaşmaya gitti. aralarında en saçma olanı benim durumum.

    6- buraya kadar okuduysanız, allah sizden razı olsun. allah çocuklarınıza güzel, adil bir ülke nasip etsin.

    adam öldürmedim, hayatımda kimseyi yaralamadım, ulan radara yakalanıp trafik cezası bile yemedim. işimi hakkıyla yapmaya çalıştım, hak yemedim, hırsızlık yapmadım.

    insanın zorunda gidiyor ya.

    edit-1: eşimin buraya gelmesi bir şeyi çözmüyor. aracın sürücüsü arabayı bırakıp gitmiş diyorlar. şaka gibi değil mi?

    edit-2: yeni yeni şeyler öğreniyorum.

    • ailecek arabayla gelip, arabanın arkasını doldurmak için aile fertlerini uçakla yollayanlar varmış. (sanırım bunu yazan arkadaş eşimin bu yüzden uçakla döndüğünü söylüyor. ya sabır)
    • fakirlere hava atmak için arabayla geliyormuş insanlar. valla o kadar çevrem yok türkiye’de. olsa da hava atsak.

    edit-3: bu entry şişmesin diye şurada (bkz: #142078837) son durumu paylaşıyorum. böylece başkalarına da örnek olabilir bu hadise.

    edit-4: tüm mesajlara bakıyorum, arada unuttuğum varsa kusura bakmayın lütfen. henüz bir sonuç alamadık. tüm süreci anlatacağım sonuç gelince.