ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
şanlıurfa'da onkoloji doktorunun olmaması
-
benim urfalı kardeşlerim doktor dövüp stres atamıyor. nerde bu devlet?
lahmacun ve ayranın 64 lira olması
-
acılıdır.
10 haziran 2015 rte deniz baykal görüşmesi
-
meclis başkanı, seçilen milletvekilleri arasında en yaşlı üye olduğundan dolayı meclisi açacak deniz baykal'la cumhurbaşkanı'nın görüşmesidir. hürriyet'in dediği gibi "sürpriz görüşme" falan değildir.
edit: gelen mesajlar üzerine sürpriz görüşmeymiş.
edit2: gelen mesajlar üzerine süpriz değil sürpriz
edit3: "hükümeti kurma yetkisini istediği milletvekiline verebiliyor malum.. lan yoksa..."
edit4: gelen mesajlar üzerine başka gelen mesajları yazmamalıymışım
skyler white
-
duygu yoğunluğunu ölçen terazi gibi bir şey olsa ve yedi numara + ülker probis + sıdıka + kalecik karası + gazoz + siyah ac/dc yazılı beyaz tişört sevgimin toplamı, bu kadına karşı hissettiğim nefretin karşısında diz çöküp tövbe diler. işte böyle bir lanet, böyle bir aşüftesin sen skyler.
7 ocak 2015 öğretmenlerin yine tatil yapması
bakırköy'de avm otoparkında öldürülen genç kız
-
yağmur eczacılık öğrencisi , öldüren hukuk öğrencisi , öldürenin annesi hakim babası da savcı .
yok kardeşim yok … bunun eğitimle , statü sahibi olmakla alakası yok. hepimiz magandayız.
10 ocak 2012 bilkent üniversitesi math101 finali
-
http://images.cheezburger.com/…081-fd14d36f49d2.jpg
// türkçeyken iğrenç oluyor bu gavur eğlencesi ama dayanamadım
ölen kişiden geriye kalan en hüzün verici nesne
-
13 yaşındaydım. yaz tatili için anneannem ve dedemle köyde kalıyordum. bir sabah dedem erkenden kalkmış, güzelce giyinmiş kokulanmış beni uyandırdı. "ben şehre iniyorum kızım bir şey istiyor musun" diye sordu. ben de sabahın köründe beni uyandırdığı için sinirlenip dünyanın en gereksiz atarını yaptım. aşırı huysuz bir şekilde "falım sakız al, buranın bakkalındaki sakızları beğenmiyorum" deyip kıçımı dönüp geri yattım.
dedem şehre gittiğinde karşıdan karşıya geçerken bir dolmuşun kendisine çarpması yüzünden birkaç gün hastanede yatıp sonra da öldü. şehir merkezinde işleri olduğunda hep elinde taşıdığı içine evraklarını koyduğu küçük kahverengi bir çantası vardı. hastane, cenaze vs süreçleri geçtikten sonra annemle çantasını açtık. içinden 10'a yakın falım sakız çıktı. günlerce o sakızlara bakıp bakıp ağladım. şımarıklığıma, domuzluğuma öfkelendim. o sakızlar bana bazen çok basit olarak görebileceğin bir nezaketsizliğin nasıl ömürlük bir pişmanlığa dönüşeceğini öğretti.
hatırladıkça hala burnumun direği sızlar. hiç geçmeyeceğini bildiğim bir hüzne kapılırım.
magnum'un pahalı olduğu yıllar
-
mc donalds'a bayramlıklarla gidilen yıllara denk gelir.
z kuşağının en büyük sorunu
-
diğer kuşaklar tarafından anlaşılmayacak olmasıdır. tıpkı önceki kuşaklarda yaşandığı gibi.
ne demiş can yücel;
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
yatıştırayım dedim.
“sen karışma moruk” dediler. büyük hır çıktı.
komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
evin de içine ettiler.
bende kabahat.
ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine…
alman hayranlığı
-
hiç anlam veremezdim bu olaya. iş gezisi sonucu yolum düştü bir haftalık eğitim için. bir kısmı işe bisikletle geldi, söz verdikleri saatte başlayıp insanca çalışma saatleri ile tam 17:30'da bir dakika bile geçirmeden eğitimi noktalıyorlardı. yani öyle ayarlı ki adamın son lafı tam 17:30'da bitiyor tüm soruları da cevaplamış olarak.
öğle arası yemeklerinde alkol serbestliği vardı. hani biz kendimize misafirperveriz deriz ama adamlar iş sonrası için en ince detayına kadar aktiviteleri bile sunuyordu.
özetle disiplin, insanca çalışma koşulları, özel hayat, insana verdiği değeri filan görünce ne yalan söyleyeyim bende de oluştu artık.
şu şöyledir bu böyledir
-
şu şöyledir, bu böyledir efendim. o da öyledir. o konuda fikrimi sorarsanız da hemen söyleyivereyim; sormasanız da söylüyorum, o da şöyle böyledir...
bu tarz lambur-i, ahkam kesmeci ifadeleri pek itici bulurdum. şu ara pek bir kararsızım. bunun bir gereklilik olup olmadığı konusunda çekinceliyim aslında. kendini bulamamış ya da bulmaya imkan bulamamış insanların hayatlarındaki bir boşluğu dolduruyor bu insanlar. sonucunda saygı görmesi de kaçınılmaz oluyor bu kişilerin. şu şöyledir, bu böyledir. mutlaka birileri dikkat kesiliyor, ahkamın keskinliğine göre.
birileri ihtiyaç duydukça, bu ahkamcılar varlığını sürdürecek, gerek cemaatlerde gerek okullarda, gerek siyasette. adalet arayışında olanları, adaletin ancak onların kutsal dergahlarında yeşerdiğine inandıracak birileri, ya da maneviyat arayanı ancak ve ancak onların evliyazadelerinden birinin ışığının makbül olduğuna. çünkü şu şöyledir ve bu böyledir arkadaşlar.
yalnız şimdi farkettim, yukarıdaki tanım mansplaining'e ya da expert cinsiyetçi mode on şekli ile açüklamaya bir açıdan bayağı benziyor. ama önemli bir farkı var tabii. mansplaining kavramının kendi de şu şöyledir bu böyledir demekten geri durmuyor. demesin mi, desin tabii. insanların ihtiyacı var ahkamı ahkamlamayana da. doğru ya da yanlışı fark etmez, ahkam olsun yeter.
edit: ahkamdan kasıt, doğruya, kaynağa ulaşmaya çalışmak yerine, başlıktakini benci bir yaklaşımla düstur edinmek.
elimde g3 varken gerilla bana su verdi
-
(bkz: lg g3)