hesabın var mı? giriş yap

  • son zamanlarda mısralarını dizelerini istemsizce dilime şarkı yaptığım şair

    --bir gün seni unutmak zorunda kalırsam aşkımın küçüklüğüne değil çaresizliğimin büyüklüğüne inan--

    ne zaman okudum ne zaman ezberledim bilmiyorum ama yüzeye çıkıp dolanıyor dilime şiirleri.

    --nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının,
    ışık içinde yüzüyor.
    neresinden baksan gözlerin kamaşır.

    oysa ben;
    akşam olmuşum
    yapraklarım dökülüyor usul usul
    adım sonbahar

  • shangri-la oteline satılmış. otel'in özel kullanımına açık olup, bu sahil kısmı halka elbette kapalı olacakmış. binalar yetmedi, artık denizleri de göremeyeceğiz. işte bunlar hep akp!

  • bilip bilmeden bol keseden atanları görüyorum.

    bu kadar tükenmiş insan olduğunu görmek şaşırtıcı bir durum değil, aynısı eminim şuan pek çok avrupa ülkesinde var, isviçre’de de durum bu. biraz isviçreli gençlerden bahsetmiştim şurada (bkz: #107961912)

    covid’in ilk dönemleri yöneticim sürekli arayıp hal hatır soruyordu. acayip irite edici. şirket genelinde de sürekli seminerler, call’lar filan vardı, üstüne tuz biber ekiyordu... çıldırırsın... bbg evi gibi bir denetim hissi... yazın bir ara ofisleri açtılar. benim yöneticim de bana haftada 1 gün ofise gidebileceğimi söyledi. ofise gitmek hiç istemediğim halde tamam dedim. zaten sadece 1 ay sonra 2 aylık uzaktan çalışacaktım türkiye’de. 2 defa gittim ofise. 10 gibi gidip 4’ te çıkıyordum. bu esnada gönüllü olarak tam gün, tüm hafta gitmek isteyen birkaç kişi vardı benim hiç anlamadığım. evde bunalıyorlarmış. şaşırdım.

    2 hafta 1’er gün ofise gittikten sonra tekrar konuştuk. yöneticim gittiğim gün sayısını arttırabileceğimi söyledi. bi an sinirlendim. sonra birden ampül yandı. tüm olanları birleştirdim zihnimde o an ve dedim ki “ben evde çok rahatım, hiç sıkılmıyorum, görüşüyorum da insanlarla iş sonrası. ofise gitmeme gerek yok. iyiyim merak etme.” bu sözümle beraber adamın yaşadığı rahatlamayı nerdeyse ekrandan komple hissettim. meğer adam acayip tedirgin yaşıyormuş burn out olacağım diye. “ihtiyaç duymuyorsan hiç gitme! çok iyi” dedi. olaydan sonra da birkaç toplantıda “mause henüz ülkeye geleli birkaç sene oldu ama çok iyi başa çıkıyor covid ile! oldukça iyi gidiyor. süper vs vs” gibi şeyler söyledi. bu defteri böyle kapadık resmen. sürekli arayıp iyi misin, işler nasıl diye soran adam yok oldu. “iyi ya takıl sen” diyen bir adam geldi.

    ben bunu ülkeyi komple kapatmamış bir yerde yaşadım. bütün ilk bahar dağlarda gezdik, yazın her yer açıktı ve insanlar kısıtlı da olsa sosyalleşti. ve bu esnada etrafımda gelir ve iş kaybı olan kimse olmadı.

    bütün bunlara rağmen, sonbaharın gelmesi ile 5 arkadaşım burn out oldu. birkaçı zar zor devam ediyor. bazılarında kayış koptu. rapor aldılar, uzun zaman raporluydular. sonra da part time’a geçenler oldu. birinden hiç haber alamıyoruz. mesaj atıyoruz, iyi olduğunu söylüyor. biri sürekli buluşmak istiyor, sürekli sakinleştirilmesi lazım, sürekli iniş çıkış halinde. biri cidden dehşet zayıfladı. hayalet gibi bir insana döndü.

    uzaktan bu insanları yargılarsanız hepsi iyi gelir sahibi, zengin ve refah bir ülkede hayatlarını yaşıyor. ancak derine indiğinizde korkunç bir yalnızlık yüzünüze çarpıyor. bireyselleşmiş bir hayat var burada, türkiye’deki gibi bir kolektif bir “yaşam savaşı” ruhu yok. eğer kendi çekirdek ailenizle bağlarınız iyiyse * ne ala, yoksa tamamen yalnızsınız. alkol ve ot tek dostunuz olabilir kolayca.

    burn out olan arkadaşlarımdan biri “annenle her hafta görüşüyor musun” demişti bir ara. hergün, bazen günde 2-3 kez konuştuğumu duyunca şaşırmıştı. kendisi 2 haftada bir görüştüğünü söylemişti. şimdi aklıma geldi de bir arkadaşım da 2 ayda bir filan annesi ile konuşuyordu. covid etkiledi mi bilmem.

    ben covid zamanı 4 ay kadar ailemin yanına gidip oradan çalıştım. ailesine 2 saat mesafede yaşayan arkadaşım 2 hafta anca kaldı ailesiyle. bir tanesi ameliyat olduğu için annesi gelip 1 hafta filan kaldı. kendisi gitmedi. ki ailesi ile arası da iyidir oldukça. bizim ekipte ailesinin yanından çalışan insanlar oldu bayağı, bir gün yöneticiden üstü kapalı şöyle bir yorum geldi "ailenizle zaman geçirmek istemeniz çok iyi!" **

    geçen hafta kayakta tanıştığımız bir italyan kızla konuşuyorduk. bak kayaktan gelmişiz, keyfimiz gıcır, resmen sefa pezevengi modundayız. uzun uzun şikayetleştik. * * benim tersime çok sosyal bir hatun, korona öncesi tam bir party girl olarak yaşıyormuş. ancak korona ile dehşet bir yalnızlığa düşmüş o da. ki birkaç hafta önce kenya’ya safariye gitmiş. * * daha yeni tatilden gelmiş, sonra da kayak yapmaya dağa çıkmış. dışarıdan mükemmel bir hayat ama mutsuz. çünkü yalnızlaşmış, yalnızlaşıyor. hatunun bizim ülkemizdeki yaşıtları ev, çocuk, kaynana, ana-baba üçgeninde 2dk yalnız kalacak, burn out olacak zihin berraklığı imkanı yok. bizimki ise yazın gittiği barda barmenle atışmış müşteriyi hiç sıcak karşılamıyorlar diye. italyan ruhu işte :)

    bu arada italyan kızın dediğini çok iyi anladığım bir tecrübem olmuştu. geçen sene şubat gibi italya'ya gittik. henüz virüs güneye inmemiş. uzun soğuklu günlerin ardından italya çok iyi gelmişti. döneceğimiz gün bi bardan bir şeyler alalım dedik. içeri girdim, bar ana baba günü, sipariş verdim. o esnada telefonumla uğraşıyorum. bardaki çocuk gülümseyerek bana baktı ve dedi ki "fotoğraf mı çekiyorsun?" . yok aslında çekmiyorum ama çekebilirim dedim. hatta bir adım ileri gidip "seni de çekebilir miyim?" diye sordum. tabii dedi. gülümseyerek poz verdi. içimin nasıl eridiğini anlatamam. biraz daha italyancam olsa eminim sohbet ederdik pek çok insanla. ben çok sevsem de isviçre'de böyle bir şeyi neredeyse hiç yaşayamacağımı çok iyi biliyorum. olsa olsa barmen "fotoğraf çekmek yasak" gibi bir şey der. bu araya hikaye oldu.

    bir de bazı avrupa kültürlerinde hayatın çok beklendik/planlı olması gerekiyor. misal tatil planı. uuu çok önemlidir. benim çalıştığım ekipte benim tatil planlarım hep en son belli olur. diğer arkadaşlar* 1 sene önceden tatillerini sisteme giriyorlar: xmas, paskalya, yaz tatili, kayak tatili vs. hepsinin tarihini ben bile tahmin edip onlar adına sisteme girebilirim. bi kayak tatili çok net değil. diğerleri ay gibi berrak :) onlar tabii net net yaşarken, benim planımın netleşmesini bekliyorlar. dahası sürekli soruyorlar, “net değil daha" diyorum. buna da bazen çok sinir oluyorum. son dakikaya kadar bekleme lüksüm elimden alınıyor, üzerime "plan yap" baskısı ekleniyor gibi. karşılıklı birbirimizi anlamıyoruz. ben türküm, spontanım, son dakikacıyım. karşımdakiler alman, swiss... onları ise önceden belli olmayan planlar huzursuz ediyor. her şey planlı olmalı. her şey önden netleşmeli. ama böyle alışmışlar. şimdi 1 sene sonraki xmas tatilini bu sene aralık’ta planlayan , rezervasyonunu filan yapan ve “kafam rahat” diyen adamı düşünün, bu adam yazın tatil yapabilecek mi bilmiyor. büyük sıkıntı. gencinden yaşlısına, oldukça tedirgin edici bir şey.

    dağıttım konuyu biraz ama avrupa’da yalnız başına yaşayan, hayatını çok fazla aktivite odaklı sosyalleşmeye dayandıran aksi halde çok sınırlı sosyal ilişkisi olan insan sayısı oldukça fazla.

    bir de insanların sandığınızdan daha komplike aile ilişkileri de var. burn out olan tanıdıklarım birisi ev hanımı. onu saymadım. arkadaşlarımdan birisinin annesi. bir güney amerika ülkesinden buraya gelmiş 30 sene önce. ancak yaşı 60 a gelince birden bire burn out oldu ve ülkesine geri dönmeye karar verdi kadın. 2 tane 20'li yaşlardaki çocuğunu, kocasını filan komple bırakıp gitmek istiyor. ailede büyük bir yıkım oldu. bunun gibi komplike çok fazla aile hikayesi var. bir arkadaşımı hayatında sadece 1-2 kez görmüş babasını. üvey babası ve kardeşleri var. üvey babası ile görüşüyor ama annesi ile görüşmüyor aynı ülkede olmasına rağmen. çok fazla göçmen hikayesi olan ülkelerde bir de bu gömülmüş ama her an yüzeye çıkabilecek acılar/üzüntüler var. insanların klanlar halinde göçmesi, kendi gettolarında yaşaması bu burn outları engelliyor biraz sanırım.

    bize uzak ama biraz anlamak lazım. rahat batıyor demek biraz kolaycılık. dışı bizi, içi onları yakar.

    edit: türkiye'de niye yok bu dersek

    - hayat çok fazla "yaşam savaşı" modunda
    - ülkede çok büyük bir kimlik ve sosyal sınıf çatışması var. insanlar savaşta burn out olamazlar. burn out olacak rahata ulaşmak lazım önce. ayrıca bu savaş ortamı bayağı bi adrenalin salgılatıyor bize.
    - aile bağları. ne dersek diyelim bizi çoğu zaman burn out'tan koruyan bir şey.
    - spiritüel inançlar. din ya da iyilik ya da mesnevicilik ya da adına ne derseniz. bunlar bizi hala bir miktar ayakta tutuyor. ama önümüzdeki kuşak için bunların eksikliği ekstra bir burn out sebebi olabilir.
    - mental hastalıkların önemsenmeyip kaydının tutulmaması. eminim milyonlarca insan burn out olmuştur kaç kez ama bunu önemseyip bir rapor bile alamamıştır. ne kadar çok kayıt o kadar çok case.
    - yazarlardan biri çekirdek çitlemek demiş. çok güldüm buna ama katıldım da. geçen sene buluştuğum arkadaşlardan biri "yahu peki hiç mi özlediğin bir şey yok. bana onu söyle. ne yok orada!" demişti. o sırada caddebostan sahilinde çay-çekirdek yapıyorduk büyük bir grup halinde. * * * * * *. şöyle bi etrafıma baktım ve dedim ki "aha bu ortam yok. arkadaşlarla buluşmuşsun, hafif kargaşık bi ortam, herkes relax, elde çekirdek. tüm akşam çitliyorsun. bi yandan da çay içip tamamen aynı dili konuşup, hunharca şakalaşıyorsun.

  • sizde sorun yaratıyorsa dingil olduğunuzu gösterir.

    neden?

    diş macununu ortadan sıkma geyiğinin tarihine bakmak gerekir.

    diş macunları ilk çıktığında alüminyum tüplerde satılırdı. dolayısıyla ortadan sıktığında dibindeki macun bir daha dışarı çıkmaz, uğraş sonucu tüpün patlamasına kadar giden sonuçlara neden olur, diş macunu murdar olurdu.

    günümüzde plastik tüpler kullanılıyor. başını da sıksan, dibini de sıksan farkı yok. tüp şeklini koruyabiliyor. tüpün içindeki macunun büyük bir kısmını kullanabiliyorsun.

    80'lerin, 90'ların geyiği ile 2015 yılında olmayan sorun üretmek sizin yaptığınız.

    dingiller...

  • yalnız yaşayacaksam, mahzenden tüm odalara evin her köşesini tek tuşla tamamen aydınlatacak şekilde ışık sistemi kurdurmak.
    elin hayaleti, iki dünya arasında sıkışmışı, aksak zombisi, vampiri, ip atlayan ölü kızıyla filan uğraşamam.

  • fazla abartmadan bu işi neden yapıyorum:
    - böyle tshirt gömlek üzerime şıp diye oturuyor. estetik.
    - duruşum, nefes alışım farkediyor. estetik + sağlık.
    - bişeyleri daha kolay kaldırabiliyorum. çok az işe yarama durumu da söz konusu.
    - spor yaptığım için yemek yerken vicdan azabı çekmiyorum. bam güm yiyorum. yanıyor zaten.
    - erkek çevresi saygı duyuyor, bu konularda size birşeyler soruyor. güzel bir şey.

    e niye yapmayım lan ben bunu. yapmayan da yapmasın çok da sikimde.

    debe editi: en güzel spor imkanınınız varsa yüzmedir canlar, hatta imkanınız varsa su topudur. en doğalından şaşmayın siz. vücut geliştirmenin sadece yoklukta gideri vardır.

    bi de kapınıza kedilere falan su koyun. adettendir.

  • prof. dr. nuray ekşi'nin habertürk yayınında yaptığı açıklama

    yaz aylarında afganistan'ı terk etmesi beklenen 20 milyon insandan söz ediliyor, izleyecekleri rotayı ve nihai hedeflerini tahmin etmek zor değil. eğer durdurulmazsa türkiye için 15 mayıs 1919 tarihi kadar vahim bir olay olur.

    not: themarbler uyardı, geçen yıldan şöyle bir haber var. konuyla ilgilenenler bunun neden yapıldığını az çok tahmin edebilir belki.

  • az bile yapmış. cenazede bari saygınız olsun . ölmüş lan adam yakınını kaybetmiş hala fotoğraf derdinde. ben olsam o telefonu alır bir tarafına monte ederdim.

  • gercekten para verebilecek durumda olmayanlari anlarim da, her boka para harcayip bunun gibi seylere aylik uyelik ucreti odemekten cekinen insanlarin psikolojisi su sekilde sanirim;

    asgari ucretten biraz fazla paraya calisan bir kuzenim var, aileden zengin falan da degil.

    kendisi yeni iphone cikinca 24 ay vadeye girip napar eder alir.
    2 kez araba degistirdi 26 yasina kadar.
    her hafta sonu bilmemnerde pazar kahvaltisi qeyfi turk kahvesi qeyfi bilmemne.
    kuafore gidip 450 liraya sacini sariya boyatir.
    olmayan parayi harcayan, orta sinif olmayi kabullenememis bir stereotype kisacasi.

    gecende geldi yine "ya ben bu itunes'tan nasil aticam bu sarkilari bilgisayarimdakileri sildim falan filan". dedim spotify diye bisey var gosterdim begendi baya. ama tabi ayda 10 lira gibi astronomik (!) bir ucret oldugunu duyunca vazgecti. 2 saat itunes'la cebellestik.

    bir onceki iphone'u bozuldugunda yuzlerce fotografi da telefonla birlikte tarihe gomulmustu. bilgisayarda yer olmadigi icin bilgisayara da atmamis. la dedim cloud kullansana hangi devirdeyiz. 50 gb ayda 3 lira gibi yine astronomik (!) bir rakam oldugu icin hic sicak bakmadi.

    sanirim bu insanlarin tek para harcama amaci cevresindeki insanlara hava atabilmek. onun disindaki hic bir seye para harcamayi sevmiyorlar, ne kadar cuzi bir miktar olursa olsun. o anda fakirlikleri aklina geliyor ama statu yukseltmeyle ilgili her seye sinirsiz para harcanabiliyor.

  • tıkalı trafikte gitgide müşteri-taksici arasında kankavari bir durum ortaya çıkmasını normal karşılamakla beraber, kimi zaman bu muhabbetler uzuuun bir sessizlikten sonra aradaki evreleri atlayıp bodoslama bir "bacım kaaarrrdeşim dert ortağım" tribine geçiyor ki, tamamen insanı bunalıma sürükleyen istanbul trafiğine veriyorum durumu.

    4. levent saat 18:05
    cfg: iyi akşamlar hedeye gidebilir miyiz?
    tks: tabi abla

    18:25 levent - trafikte kıpırdamıyoruz. arabesk bi müzik eşliğinde sessizliğe bürünmüşüz.

    18:30 zincirlikuyu - susuyoruz.

    18:40 hala zincirlikuyu. hayatımızın böyle geçeceğini düşünmeye başlamışkeeen:
    tks: abla ben boşanıcam
    cfg: aaa yapma ayol!