hesabın var mı? giriş yap

  • zenci cuku...

    saka bir yana, burada bir suru cesitli markalar sayilmis. 1980'lerin basinda boyle bir liste yapmaya kalksak yuzlerce, belki binlerce markalik bir listemiz olurdu, 1990'larda daha kucuk bir listemiz olurdu ve bugun daha da kucuk bir listemiz var. aslinda burada mesele markalar degil. markalar gelir gider. bu is adamlarin turkiye pazarina acilmasina bakar. amerika'da gercekten bulunup turkiye'de bulunmayan bir seyden bahsetmek gerekirse "buyuk sehirde yasamadan kariyer yapma luksu" derim. bunun ne anlama geldigini entry'nin geri kalaninda aciklamaya calisacagim.

    simdi sozluk bunyesinde "bütün kariyeri bir kenara bırakıp köye yerleşmek" diye bir baslik var cunku turkiye'de gercekten kariyer yapmak isteyen bir insan icin istanbul ve ankara (biraz da izmir) disinda pek bir secenek yok. simdi ulkenin en ohanemli kaynaklari birkac buyuk sehirde toplandiysa kariyer yapmak isteyen insanlar da o birkac sehirde toplaniyor ve o sehirler kalabaliktan yasanmaz bir hal aliyor.

    sabah 8'den aksam 5'e kadar suren bir is icin sabah 5'te kalkip hazirlaniliyor, sabah ise giderken ve aksam eve donerken ortalama 2-3 saat yolda geciyor, insanlar buyuk sehirlerin pahaliligindan adam gibi ev bulamiyor ve sehirler beton yigini haline geldigi icin cocuklarin oynayabilecegi bos alan bile yok ve cocuklar butun gun evde tikilip kaliyor. kisaca buyuk sehirler cogu insan icin yasanmaz hale gelmis durumda ve kariyerler olmasa cogu insan istanbul basta olmak uzere buyuk sehirleri coktan terk etmisti. zaten buyuk sehirde yasamanin stresi insanin tum enerjisini emip bitiriyor ve zaten haftasonundan haftasonuna yasayan insanlar ne yapacaklarini sasiriyor ve yuzune fener tutulmus tavsana donuyor.

    abd bu konuda biraz daha sansli cunku ekonomi belli basli birkac sehre bagimli degil. her ne kadar kariyer yapmak isteyenler genelde new york, los angeles, san francisco, chicago gibi sehirlere gitse de insanlar kariyer yapmak ve yukselmek icin buralara gitmek zorunda degiller (avrupa'dan bir ornek vereyim, finlandiya'da nokia'nin bir cok arastirma & gelistirme fasilitesi bulunmaktadir ve bunlarin bazilari ufak kasabalarda, bazilari koylerdedir. boylece buyuk sehirde yasamak istemeyen ama nokia'da calisarak kariyer yapmak isteyenlere de sans taninmistir).

    simdi abd'nin en buyuk sirketlerinden ornekler vereyim. yillik 500 milyar dolara yaklasan cirosuyla dunya'nin en buyuk sirketlerinden biri olan wal-mart'in ana binasi (headquarters) arkansas eyaletindeki bentonville kasabasinda. bu kasabanin nufusu 40 bin ve wal-mart'in binlerce beyaz yakali calisani burada calisiyor. bu calisanlarin ortalama yillik maasi 100 bin dolar civarinda ve cogu kisi kazandigi parayla krallar gibi yasiyor. zaten wal-mart'in plazasinin park yerine bakinca bolca alman arabasi gormeniz de bunu gosteriyor. kasaba soyle bir sey. western filmi ceksen cekilir yani. insan bara gidip "dostum bana sarap, yatacak bir oda ve bir kadin ayarla" deyip bir demir para vermek ister boyle yerlerde (tabi ki bir western efsanesi olan ahsap ficida banyo yapma olayini da ekleyelim).

    devam ediyoruz, costco ulkedeki bir baska buyuk magaza zinciri ve sirketin yillik cirosu 120 milyar dolar civari. sirketin ana ofisi washington eyaletinin issaquah kasabasinda. insan kasabanin ismini yazarken yanlis yazmamak icin 2-3 kere kontrol ediyor. kasabada 30 bin kisi yasiyor (kasaba halki toplanip maca gitse stadi dolduramaz) ve etrafi ormanlarla ve dogal parklarla dolu olan kasaba twilight filmlerinin cekildigi yere cok yakin. herkesin huzur icinde yasadigi ve suc oranlarinin da trafigin de yok denecek kadar az oldugu sehrin halki zaman zaman seattle'a giderek (tum kasaba bir 500t'ye sigar zaten) buyuk sehir ozlemini giderebiliyor.

    dow chemical dunya'nin ikinci en buyuk kimyasal urun firmasi. sirketin urun yelpazesinde petrol urunlerinden cesitli boyalara kadar her turlu urun mevcut ve sirketin ana ussu michigan eyaletinin midland kasabasinda. zamaninda bu sirkete bazi projelerde danismanlik yapmistim ve sirketin bulundugu yer etrafi gol ve ormanlarla kapli olan oldukca hos bir bolge. sirketin ortalama muhendis maaslari yillik 120-130 bin dolar civariyken nufusu 40 bin civari olan kasabada 200 bin dolarin altina arka bahcesinde at kosturabileceginiz ciftlik evleri bile almak mumkun (ki bunu yapan birini taniyorum; eski hocalarimdan biri).

    sari dozer veya sari kepce (ve sari cizme) deyince dunya'da akla ilk gelen sirket olan ve 130 bin calisani ile yillik 50 milyar dolar ciroya sahip olan caterpillar * da ana ussu buyuk sehirlerde bulunmayan sirketlerden biri. sirketin ana ussu illinois eyaletindeki peoria sehri. sehirde insanlar hala "150 yil once buradan abraham lincoln gecip bir konusma yapmisti" diye ovunuyor, dusun yani (aslinda 1800'lerde bu sehir chicago'ya rakip olarak gorulmus ama chicago geride kalan 200 yilda deli gibi gelisirken peoria yerinde saymis, 1800'lerin sonunda burasi abd'de en fazla alkol urunu uretilen sehirlerden biriymis ama 1900'lerde alkol yasagi gelince sehir topluca iflas etmis). aslinda buraya "kasaba" yerine "kucuk sehir" demek daha dogru cunku nufusu 100-150 bin civarinda ama sirketin calisanlari genelde sehrin 10-15 km disindaki east peoria, morton, dunlap ve washington gibi ufak kasaba ve koylerde yasiyor. peoria chicago'ya araba ve trenle 2 saat mesafede oldugu icin burada yasayanlar haftasonlari alisveris ve gezmek icin chicago'ya gidiyor ama hafta boyunca ufak bir sehirde yasayip sakin ve huzurlu bir yasanti suruyor. bu sehirde hala mark twain zamanlarindan kalma pirpirli gemiler kullaniliyor.

    caterpillar'in eski dusmani ve rakibi olan ve yesil traktorlerle bilinen john deere'in ana binasi da peoria'ya 2 saat mesafedeki ve yine illinois eyaletindeki moline kasabasinda yer aliyor ("eski dusmani" dememin sebebi eskiden tarim alaninda da makinalari ve epeyce pazar payi olan caterpillar'in 2002'den beri tarim makinalari uretmemesi ve john deere'i bu pazarda yalniz birakmasidir). ilginctir ki illinois eyaletini kesen 2 buyuk nehir olan illinois ve mississippi nehirlerinden birinin hemen dibinde cat digerinin hemen dibinde deere var. yani sirketlerin rekabeti ayni zamanda iki nehrin rekabetine benziyor. john deere sirketinde calisanlarin bazilari her ne kadar beyaz yakali olsa da ciftlik yasantisi suruyor ve haftasonlari ata binmek, tarlaya misir ekmek gibi aktivitelerle ilgileniyor. boylece koy yasantisi yasamak icin kariyeri bir kenara birakmanin gerekmedigi de ortaya cikiyor.

    nike sirketinin ana binasi oregon'un beaverton kasabasinda. 93 bin nufusa sahip olan kasaba eyaletin en buyuk sehri olan portland'in disarisinda kaliyor ve etrafinda doga sporlariyla ilgilenenler icin bir daglarla, nehirlerle ve ormanlarla kapli bir alan sunuyor. bu kasabanin biraz yakininda, portland ile pasifik okyanusunun arasinda yer alan hillsboro kasabasinda da intel sirketinin 3 adet kampusu bulunuyor ve burada kendi alaninda dunya'nin en iyisi olan cok sayida muhendis ve bilim adami calisiyor. burada calisip yillik 200+ bin dolar alan muhendisler biliyorum (ek bilgi: sirketin hillsboro'daki kampuslerinin arka bahcesinde calisanlarin sebze meyve ekmesi icin ayrilmis bolumler mevcut. insan kaynaklarina gidip bir form dolduruyorsunuz ve kendi alaniniza kavusuyorsunuz. sirketin arka bahcelerinde organik tarim yapan adamlar var).

    abd'nin en buyuk havayolu sirketi american airlines'in ana binasi dallas'a bir saat mesafedeki fort worth kasabasinda. her ne kadar burasi 700 binlik nufusuyla "kucuk kasaba" sayilamasa da cogu buyuk sehrin gurultu ve sorunlarinda uzak bir yer olarak dikkat cekiyor. 1988'de baris manco reyiz bu sehri ziyaret etmisti ve sehrin bugunku hali de o zamankinden pek farkli degil. izlemek isteyenler suraya tiklasin.

    bunun disinda ford, boeing, microsoft, general motors gibi bir cok sirket her ne kadar ana binalari buyuk sehirlerde olsa da bir cok kucuk sehir ve kasabada arastirma gelistirme tesisi isletiyor ve buyuk sehirde calismak istemeyen calisanlarina buralarda calisma imkani sagliyor. bunlar sirf benim bildiklerim (birkac sene once bu konuyu bizzat arastirdigim ve burada bahsettigim bazi sirketlerle bazi projelerde calistigim icin biliyorum). bilmedigim de onlarca, hatta yuzlerce ornek oldugundan eminim.

    bu tur kasabalara hayat bir south park, bir simpsons edasinda geciyor. herkes birbirini taniyor ve kasabada olup bitenlerden herkes haberdar oluyor.

    simdi de kendi koylu yasantimdan ornek vereyim. abd'nin en buyuk teknoloji sirketlerinden birinde calismama ragmen portland'a 45 dakika, okyanusa da 45 dakika mesafede ormanlik bir koyde yasiyorum. yasadigim yerin nufusu 2 bin civari. burasi eskiden kizilderililer'in avcilikla gecindigi ondan sonra da uzun yillar boyunca amerikali koylulerin odunculukla gecindigi bir yermis. daha sonra oregon dogayi korumak icin bir suru kanun gecirip odunculuga sinir koyunca isler degismis. simdi koyde yasayanlarin cogu intel veya nike sirketlerinde calisiyor veya bu iki sirketten birinden emekli olmus durumda.

    pazartesiden cumaya sabah 8'den aksam 4'e kadar calisiyorum. ogle tatilleri haric haftada 35-36 saat civari calismis oluyorum. sabah 8'de baslayan ise gitmek icin 7:20 gibi kalkiyorum, 10-15 dakikada hizlica bir dus ve hazirlanma evresinden geciyorum ve cabucak atistirdiktan sonra 7:45'te evden cikiyorum. (gerci bazi gunler toplanti filan yoksa oglene kadar evden calisiyorum) sonra su araba reklamlarindaki yollara benzeyen agaclarla kapli yoldan sifir trafikle geciyorum (istanbul'da yasayanlar resimlere bakmasin: resim 1, resim 2, resim 3), arada karsima cikan tek trafik ordek, tavsan, sincap, kugu gibi hayvanlardan olusan ceteler ama onlari sollamak zor olmuyor. aksam 4'te isten cikinca yine ayni guzargahi takip ederek 15 dakika icinde evde oluyorum. sonra kiz arkadasim o gun evdeyse onu evden aliyorum ve husky kopeklerimizle beraber aksam gunes batana kadar evimizin dibindeki ormanda takiliyoruz. bazen kosu yapiyoruz, bazen evden getirdigimiz yiyeceklerle piknik yapiyoruz. biraz otemizde bir irmak var ve sesi gece gunduz bize kadar geliyor. ilk tasindigimizda bu irmagin eve cok yakin oldugunu saniyordum ama yuzlerce metre mesafede oldugunu ogrenince sasirmistim. aldiginiz her nefesten zevk aliyorsunuz. etraf surekli taze kokuyor. hatta yagmur sonralarinda asla eve donmek istemiyorsunuz. haftasonlari da gunubirlik gezilerle okyanus kenarinda takiliyoruz.

    bu arada bir not ekleyeyim, yukarda resmini verdigim yollara dikkat edin, adamlar ormanin icinden gecen yol yapmislar ama sadece yolun gececegi kadar kesim yapilmis, yolun genisligi 5 metreyse sadece 5 metrelik yer acilmis. yani istanbul'daki yol insaatlarinda olan gibi bir agac katliami mevcut degil.

    "kariyer de yaparim koyluluk de yaparim" diyenlerdenim. kucuk yerde yasamanin bir suru avantaji var. ornegin havaalanlarinda hic sira beklemiyorsunuz. buyuk sehirlerde ucustan 2 saat once havaalaninda olmaniz gerekirken kucuk yerlerde ucak kalkmadan yarim saat once gelseniz yetiyor (park yeri de bedava). hayat sartlari da oldukca ucuz ve kazandigin paranin cogu cebinde kaliyor. canim buyuk sehir cekerse de yasadigim yere bir araba mesafesinde haftasonundan haftasonuna gidebilecegim buyuk sehirler mevcut. bazen nba maclari veya onemli konserler oldugunda otobus kalktigi bile oluyor. zaten acikcasi canim pek buyuk sehir cekmiyor. ormanlarin, agaclarin, tarlalarin arasinda bisiklet/araba surmek daha eglenceli geliyor.

    dusunsene, dunya'nin obur ucunda millet isid'la, rte'yle, pkk'yla ugrasirken senin en buyuk derdin "gecen gunku gibi yagmur yagsa da tarlalar bereketlense" seklinde. bir de yolda giderken insanin icini kemiren "karsima ceylan veya baska bir hayvan cikarsa aniden frene basmaya hazir olmaliyim" derdi var. bunlardan baska aklima hic dert gelmiyor. fener'in bu sene avrupa'dan erken elenmesini bile takmadim, otesi var mi? ben artik adeta bir selcuk sahin'im, bir ugur boral'im. sulalem raad panpa. boyle yerde yasayinca rahatlik insanin icine islemis. multi-milyar dolarlik sirkette mudur "bugun disarda hava cok guzel ya, isten erken paydos yapalim" deyip milleti eve saliyor ve kimse yadirgamiyor. koc sirketini topluca trakya'ya tasi anca o kadar olur.

    bisiklet dedim de aklima bir ani geldi. gecen arabayla bir yolu bastan basa katediyorduk ve onumuzde bir araba daha vardi. onun onunde de baldiri ciplak bir sekilde bisiklet suren bir genc vardi. normalde hiz siniri 40 mil yani 60 km ama bisikletli eleman 20 km'yle gittigi icin trafigi yavaslatiyor. birazdan onumuzdeki araba dayanamayip durdu ve kenara cekti. sonra da kornayi hafifce calip gence dogru bakti. ben de "oha dayak geliyor, kavga cikarsa ayirayim" diye kanada polisi gibi vaziyet almaya basladim. eleman gence dogru bagirarak "gunesin altinda baldiri ciplak bisiklet surmek zararli. al su gunes kremini sur" deyip gunes kremi uzatti. sonra da bisikleti gecip yola devam etti. ben de mal mal baktim. koylu adam samimi oluyor.

    hani bir klise vardir "amerika'ya gittim bir tane amerikali gormedim, her taraf cinli ve hindistanliyla doluydu" derler. iste kucuk kasaba ve koylerde yasayinca etrafiniz amerikalilarla dolu oluyor ve amerikalilarin nasil yasadigi hakkinda daha iyi fikir sahibi oluyorsunuz (bize 2 saat mesafede amish bile var ama onlari daha ziyaret etmedik. gelecek sene 14 subatta sevgilimi surpriz olarak amish koyune goturmeyi planliyorum, hatundan kafama odun filan yersem bu entry'i editlerim). ayrica kucuk sehirlerde insanlar cok daha sicakkanlilar ve cok daha icten davraniyorlar. bir gun supermarkette sepetiniz tikabasa yiyecekle doluyken yaninizdan gecen rastgele bir adam "ooo aksama ziyafet var galiba, keske beni de davet etseniz" diye laf atarak takilabiliyor. yine komsunuz kisin sabahin 7'sinde hava eksi 30 dereceyken sizin evinizin onundeki karlari temizleyip "kendi evimin onunu temizliyordum hazir kalkmisken seninkini de temizleyeyim dedim" diyebiliyor.

    bir de arada sirada evinizin onune hayvanlar dadaniyor ama onlari isterseniz besleyebilirsiniz. eger onlari beslerseniz evinizin onunden ayrilmiyorlar ve size korumalik yapabiliyorlar. mesela su anki koruma ordum bir adet tavsan, 2 adet kara ordegi ve cok sayida su ordeginden olusuyor.

    aslinda kasaba/koy hayatinin en sevdigim yanlarindan biri gece karanlik coktugunde gokyuzune baktiginizda binlerce yildiz gorebilmeniz. buyuk sehirlerde yasarken yildizlarin varligini bile unutmus haldeydim ve geceleri gokyuzu sonsuz bir karanliktan baska bir sey ifade etmiyordu. isik kirliliginin az oldugu kucuk sehir, kasaba ve koylerde gokyuzundeki yildizlar cok daha net bir sekilde gorulebiliyor ve her gece yildiz kaymasi yakalama sansiniz oldukca yuksek.

    devam ediyoruz...baslikta abd'de olup turkiye'de olmayan seyler diyor. bunlardan biri de kucuk kasabalarda ve koylerde bile alisveris magazalari olmasi. 15 bin kisinin yasadigi ufak bir kasabada bile en azindan gunde 24 saat acik bir wal-mart, 18 saat acik bir kroger ve en az 2-3 farkli magaza oluyor. yasadiginiz yer ne kadar kucuk olursa olsun arabayla yarim saat mesafenizde en az 6-7 magaza oluyor (bunun tek istisnasi wyoming, alaska gibi kuc ucmaz, kervan gecmez yerler). gerci bazen markete gidecekken 1-2 km otedeki markete degil de ozellikle 15-20 km uzaktakine gidiyoruz. boylece daha cok gezmis oluyoruz ve daha cok agac gormus oluyoruz.

    yani kisaca yukardaki entry'lerde sayilan yuzlerce marka bugun yok yarin var olan markalar. adamlar yarin turkiye marketine acilirlar ve 1980'lerden beri oldugu gibi abd'de olup turkiye'de olmayan marka bir anda turkiye'nin her yerinde satilmaya baslar. uzun vadede abd'de olup turkiye'de olmayan seyler arasinda en fazla dikkatimi ceken sey kucuk sehir, kasaba ve koylerde yasayip sanki buyuk sehirde yasiyormuscasina kariyer yapabilme sansiydi, ben de bu entry'i bu konuda yazdim. aslinda bu abd'ye ozgu bir sey degil cunku yukarda verdigim finlandiya orneginden anlayacaginiz gibi bir cok avrupa ulkesinde de bu imkan mevcut.

    turkiye'de de dogasi cok guzel olan, yesillik ve ormanlarla kapli yerler, kucuk sehir, kasaba ve koyler de var ama sorun buralarda kariyer yapma imkani olmamasi. bu da insanlari "kariyer" veya "huzur" arasinda secim yapma zorunda birakiyor. karadenizde ve akdenizde ormanlarin icinde ufak bir koyde kariyer yapma imkani olsa kim "hayir" der ki?

    bunun disinda aklima gelen baska ornekler kopek oteli ve kopek parki ama kopek parki turkiye'de son birkac yilda yayginlasmaya baslamis. ha bir de "ucuza araba kiralayip ucuz benzinle binlerce km yol alma" geyigi var ama eminim onceki entrylerde bunun bahsi gecmistir cunku bu zaten herkesin bahsettigi bir geyik. markalar deyince aklima ilk gelen marka monster enerji icecegi.

    ne diyordum? hah zenci cuku...

    o degil de biri bu entry'nin ilk kelimelerini okuyup gerisini okumadan gecse entry'nin uzunluguna bakip "adam zenci cuku hakkinda yazmis da yazmis, bu ne sevdaymis arkadas" diye dusunecek.

    edit: son bir sey daha ekleyeyim: su yukarda bahsettigim koy ve ufak kasabalar, resmini paylastigim agaclik yerler ve tarlalar filan var ya, istisnasiz tamaminda internet hizi 4g. test edildi, onaylandi.

    edit 2: ozelden bir suru mesaj geldi ve ekleme yapma ihtiyaci duydum. bu bahsettigim sey sadece ozel sektorde yapilan kariyerler icin gecerli degil, aynisi akademik kariyerler icin de gecerli. ulkenin onde gelen bir cok universitesi bu tur koy ve kasabalarda yer aliyor.

    edit 3: "yukarda saydigin yerler icinde sen hangisinde yasiyorsun?" diye sorulmus. gecen haftaya kadar illinois'teydim, yani caterpillar'in oldugu peoria bolgesindeydim ama su anda yine yazida anlatilan yerlerden biri olan oregon'dayim. yani artik yukarda anlattigim koyde yasamiyorum ama simdi yasadigim yerin de cok buyuk oldugu soylenemez. yukarda bahsettigim hayat stilinin cok degistigi de soylenemez.

    oregon demisken: (bkz: #57436242)

  • --- 6x09 battle of the bastards spoiler ---

    9. bölüm için ne hissetsem bilemedim açıkçası. televizyonculuk açısından başarılı da olsa, game of thrones'u diğer dizilerden ve kitaplardan farklı yapan herşey tamamen yok olmuş durumda. öngörülemezlik, gerçekçilik, karakter gelişimi.. dizi bunların hepsini artık terk etmiş durumda.

    meereen
    geçen hafta meereen kuşatmasının kısa süreceğinden bahsetmiştim ama yapımcıların ironborn'u da bu olaya dahil etmesini umuyordum açıkçası. hazır deniz savaşı varken ve ironborn da meereen'e doğru gelirken, şöyle bir deniz savaşı görmek güzel olurdu. hatta, yunkai donanması ejderhalardan kaçarken, ironborn'un kollarına düşseydi filan, en azından theon-yara ikilisine dany'e kendinlerini kanıtlama şansı verirdi. ama sanıyorum burda hep bütçe engeline takılıyoruz. ejderhalı deniz savaşı çekmek için lotr bütçesi filan gerekir sanırım. o yüzden ejderhaları da sadece tek bir gemiyi yakarken gördük zaten.

    bana garip gelen ilk şey, yunkai - astapor - volantis heyetinin, dany'nin ejderhaları olduğunu tamamen unutmuş gibi artislik yapmasıydı. bunu daenerys'in drogon'un kontrolünü sağladığını bilmemelerine veriyorum. ama bu adamların, harpy örgütünün arkasında olduğunu söylendiydi bize. yani şehirde ne olup ne bittiğini bilmeleri gerek. hadi hiç bir şey bilmiyordunuz, koskoca ejderhayı şehre geri dönerken de mi görmediniz be adam. hocam ejderha geri döndü ama vururuz onu katapultla diye mi düşündünüz ne yaptınız bilemedim.

    ejderhaların nihayet tam kapasite çalışmalarını ve rhaegal ve viserion'un zincirlerini kırıp ortama akmalarını görmek güzel oldu. ancak, burada da diğer iki ejderhayı kimin kontrol ettiği sorununun görmezden gelindiğini gördük. dizi, bütün 2 sezondur bize dany'nin drogon ile olan mücadelesini anlattı durdu ve bu ejderhanın kontrolünü sağlamak da daenerys'in aylarını aldı. peki rhaegar ve viserion'un da benzer iradeleri yok mu? onlar drogon ne derse yapan yancı elemanlar mı? kitapta, ejderhaların kontrolü en kritik meselelerden birisini oluşturuyor ama dizi bu konuyu da es geçerse şaşırmam tabi.

    meereen kuşatmasının 3 ejderha tarafından dağıtılmasını izlerken, bu hayvanların westeros'ta yaşatması muhtemel dehşet de gözümün önünde canlandı. winterfell'deki savaşa drogon'un indiğini de düşünsenize, sanırım tek başına bolton, stark, karstark, umber bırakmadan hepsini yakardı eleman. dany'de bir de bunlardan 3 tane var. bu konuyla ilgili uzun bir entry yazmayı düşündüğüm için şimdilik olası senaryolardan uzak duruyorum.

    meereen ile ilgili en zayıf nokta, dothraki'nin kullanımı oldu sanırım. burda yine bütçe problemleri seziyorum. yunkai tarafında hiç bir kara ordusu olmamasının bütçe limitasyonundan başka açıklaması olamaz. düşmanın kara ordusu olmayınca da, 50bin dothraki atlısını, 5 tane harpy'i öldürürken gördük. o harpyler şehrin dışında ne yapıyordu, dothraki neden 5 tane adama tam kadro saldırmayı tercih etti bilmiyorum ama savaşın bu bölümü oldukça saçmaydı.

    savaşın sonundaki ironborn ittifakı, dany'e istediği gemileri vermiş oldu ama dizinin euron greyjoy için ne planladığını tam olarak bilmiyorum. dizinin ana kötü adamı ilk 3 sezon tywin lannister idi; sonra onun yerini ramsey bolton aldı ve son 2 sezonda da euron greyjoy bu görevi üstlenebilir. en azından kitapta öyle gözüküyor. dizi, "white walkerlar yeter kötü adam rolü için" diye düşünebilir.

    tyrion'un karakter olarak tamamen yedek kulübesinde olması ve dany'nin şamaroğlanına dönmesi benim gerçekten canımı sıkan bir konu. kitaptaki özenle yazılmış tyrion diyalogları bittiğinden beri bu karakterin can çekiştiğini söylemem gerek. eskiden, peter dinklage'in göründüğü sahneleri iple çeken bendeniz, artık aynı adamı bitse de gitsek diye izliyorum.

    sonuç olarak, bir çok kişinin pek de sevmedeği meereen hikayesinin sonuna geldik. bir sonraki bölüm, dany, westeros'a doğru yola çıkıyor olacak ve onun başına gelecek potansiyel olayları yakında daha uzun bir enrty ile inceleyeceğim.

    winterfell
    kuzeydeki stark destekçileri kim? umberlar, ramsey'e ihanet eder mi? o gerçek rickon mu? o gerçek shaggy mi? o mektubu kim yolladı? sansa mektubu kime yolladı? howland reed ortaya çıkar mı? blackfish kuzeye gelir mi? haftalardır insanlar bu konularla ilgili teori üretiyor, dikkat ederseniz ben 3 ya da 4. bölümden sonra tamamen bıraktım bu işleri. dizi entrikayı, politikayı, gizemi, süprizi bir kenara koydu ve senaryoyu öldüresiye basit yazıyor. bilmemkaç bin yıllık stark ailesi, kuzeyde sadece 1 (bir) ailenin desteğini aldı. (savaşta whent bayrağı da gördüm galiba. hadi 2 olsun.) ailelerinin kaderini belirleyen savaşta da rohirrim tarafından kurtarıldılar. süper senaryo gençler. böyle devam edin ki, kitabın spoilerı olmamış olsun.

    bu sansa-jon hikayesindeki en rahatsız edici nokta, sansa'nın inatla littlefinger ihtimalini gizli tutması. hadi ilk baştaki görüşmeyi gizli tuttun onu bir şekilde anladık. ama jon 2000 adamla 5000 kişiye saldıracağını açıkladığında neden bu planı ona da açmazsın? belki eleman beklerdi baelish'ten cevap gelene kadar. binlerce stark destekçisi, vale gelene kadar telef oldu savaş alanında. sansa, vale ordusu ile gandalf girişi yaptığında pek bir gururlu gözüküyordu ama az önce kaç kişinin ölümüne neden olduğundan haberi var mıydı acaba? dizinin senaristleri, sırf littefinger'a deux ex machina yaptırabilmek için böylesine bir saçmalığa imza attılar ve benim kitabın çok büyük bir hayranı olarak bunu affetmem mümkün değil. kuzeyde o kadar çok potansiyel vardı ki, bunların hiç birinin kullanılmayıp, günü baelish'e kurtartmak bana kabul edilebilir gelmiyor. aynı, 30-40 tane kuzey ailesinden sadece 2 tanesinin starkların yardımına gelmesinin kabul edilebilir olmaması gibi.

    herkes savaşın ne kadar etkileyici olduğundan bahsediyor ama ben yapılan saçma sapan seçimleri bir türlü görmezden gelemiyorum. yalnızca sansa'nın yaptığı sürpriz de değil beni rahatsız eden. rickon'un ramsey'nin oklarından dümdüz koşarak kaçması nasıl bir saçmalıktır mesela? ulan geri geri koşsan zaten atılan okları görürsün. onu yapmadın bari zigzag çiz, seni 100 küsür metreden havaya doğru attığı oklarla vurmasına imkan yok. şov açısından etkileyici bir sahne olabilir bu ama mantık açısından açıklanabilmesi mümkün değil. ramsey, rickon'u çarmığa gerip derisini yüzseydi belki vahşi bir ölüm görürdük ama en azından bolton geleneğiyle tutarlı olurdu. jon'un atlılara tek başına saldırmaya kalkması da aynı şekilde. gökten yüzlerce ok yağdı, cenabı r'hllor jon'u korudu hepsinden. evet, güzel gözüktü televizyonda ama o kadar işte. sonra savaş sırasında oluşan ceset tepeleri nedir abi? o tepeler nasıl oluştu öyle? ölülerin üzerinde savaşan adam mı vardı ki tepe oluştu? gereksiz kalkan sahnesini yapabilmek için gökten tepe indirdiler ortama. kalkan-mızrak kuşatması bana return of the king'in sonunda gondor ordusunun kuşatıldığı sahneyi hatırlattı. zaten vale'in gelişi de direk gandalf ve penceresi camcama rohirrim. bu arada wun-wun iyi güzel de o elemanın eline niye bir mızrak vermediniz? neden eli boş gelmiş savaşa? bir tane budaklı odun bile yok muydu vereydiniz eline?

    "hiç bir siki de beğenmiyon bilader sen" dediğinizi duyar gibi oluyorum ama bunun sebebi bu bölümün veya dizinin kötü olması filan değil. benim bu hikayeden beklentilerim kaf dağının da üzerine çıkmış durumda. dolayısıyla, dizi herşeyi bu kadar basite indirgeyince bir türlü benim tatmin edemiyor. winterfell'e stark bayrağı asılması hepinizi tatmin etmiş olabilir ama ben hala petyr'in bu işten çıkarı nedir diye düşünüyorum. sanırım sansa'yı kendine isteyecek eleman ödül olarak. dizide bu taraf işlenmedi ama kitapta littlefinger, sansa'ya catelyn'in gençliğine benzeterek hafiften abayı yakıyor.

    bu noktada, ramsey'nin son sahnesinin iyi kotarıldığını söylemem gerek. bence o ziyafete ghost da dahil olsaydı, daha güzel olurdu ama cgi bütçesi bitti sanırım bu bölümde. jon'un savaşa girip ghost'u getirmemesini başka türlü açıklamak zor. onun dışında davos'un, mel'i kendi elleriyle öldürmesini bekliyordum ama son bölümün trailerı, bu kararı jon'a bırakacağını işaret ediyor.

    bu arada aynı boltonlar gibi starkların da soyadının yok olma tehlikesi olduğunu söylemem gerek. rickon stark soyadını taşıyan son oğlandı. jon'un bir targaryen, bran'ın felçli ve benjen'in de yarı undead olduğunu düşünürseniz, stark isminin devamı için sansa'nın çocuklarına kendi ismini vermesi filan gerekiyor. böyle bir şey daha duymadık ama aksi takdire binlerce yıllık stark isminin sonuna geliyoruz.

    bu arada bölüm sırasında ismi geçen iki detay beni savaşın kendisinden daha fazla heyecanlandırdı diyebilirim. bunların birincisi, jon'un rickon'u winterfell'i altındaki mezara gömelim demesi. o mezarda, lyanna'nın da yattığını ve jon'un gerçek kimliğiyle ilgili bir ipucunun da orada olma ihtimali olduğunu belirteyim. böyle bir ihtimal beni haddiden fazla heyecanlandırıyor.

    ikinci detay da, tyrion'un yine king's landing'in altındaki wildfire depolarından bahsetmesiydi. son bölümde bu depoların cersei tarafından havaya uçurulma ihtimali de ağzımı sulandırıyor.

    ha bir de trailerda, jaime'nin walder frey ile yemek yediğini gördük. o ortamı arya basarsa tadından yenmez.
    --- spoiler ---

  • genoa beraberliğinden sonra basın toplantısında soru geliyor "acaba takım yorgun muydu?" diye. jose mourinho'nun cevabı ders niteliğinde:

    -yorgun? günde 15 saat çalışıp ayda bir kaç yüz euro kazanıp evine dönen baba yorgun olur. biz değil...

  • bugün daha bir hüzünlü oldu.
    hiç görmediğimiz, duymadığımız, dinleyemediğimiz bir insan için ağlıyoruz. sevgi bu olsa gerek. istemsiz hıçkırıyoruz. rantsız, çıkarsız sevgi bu olsa gerek.
    özlüyoruz seni atam. öyle ki, ''manzara-i umumiye yi tarih penceresinden ibretle seyrederken'' özlüyoruz.
    şeyhlerin, meczupların talan ettiği bir memleketin arkasından sana ağlıyoruz. ama sen ki, yedi düvele haddini bildirmişsin, senin yolunda yürüyen bu gençler elbet zamanı gelince, üç-beş sarıklıya da haddini bildirecektir.

    rahat uyu atam. ruh'un şad olsun.

    tanım; atatürk'e yürekten bağlı olan insanların gerçekleştireceği eylem.

  • yemiyor diyen yiğidi bulup alnından öpmek lazım. öteki zaten öpülmek için daha sert taşa kendini vurur bir gün.

  • normalde sosyal sorumluluk gerektirdiğini düşündüğüm konularda kendim destek veririm, ancak başkalarını buna yönlendirmem. ancak bu sefer durum benim için farklı, yeteneklerine ve direksiyon becerisine sonsuz güvenim olan bir arkadaşım için bir kampanya başlatıldı.

    berk, scirocco alabilmek için ehliyet kursuna başvurdu ve kursa katılmayı başardı. üstüne üstlük ehliyet sınavına girerek sürücü belgesi almayı da başardı. ancak hayalindeki scirocco'ya ulaşmak için yeterli parası yok. türkiye’de kredi için başvurduğu her bankadan red aldı. berk'e 1 dolar bile olsa bir katkıda bulunmanızı; fakat bu mümkün değilse bile paylaşımda bulunarak daha fazla kişiye ulaşabilmesi için yardımcı olmanızı isteyeceğim.

    konu berk'in ağzından aşağıda yazdığım gibi ve bizim yardımlarımızın önemini anlatıyor. biz yardımsever insanlar olarak ne kadar çabalamamız gerektiğini gözler önüne seren bir durumdayız: ''ne yazık ki türkiye'de araba sahibi olmak çok zor, destek bulmak gerçekten çok büyük bir problem. kime sorduysam bana scirocco alma çok yakar sadece haftasonları binebilirsin dedi. bunun bir önyargı olduğunu düşünüp uzanabildiğim her kuruma, bankaya, vakıfa ve şirkete gidip durumumu anlattım. bu süreçten öğrendiğim şey karşılıksız kredilerin olduğu ancak bana vermeyecekleri oldu. eğer aldığım scirocco ile ışıklarda gaz vermek ya da caddede yanlamak yerine profesyonel yarışlara katılacak olsaydım bana kredi vereceklerdi. oysa ben sadece kafe önüne park etmek için istiyorum.''

    arkadaşlar berk'in neredeyse her renk adidas eşofmanı ve aynalı güneş gözlüğü var. en sevdiği nargile elma nanedir. kendisinin hali hazırda kirli sakalı da mevcut. doğuştan esmer zaten. ve arabayı sizin sayenizde aldığında koltuğu sonuna kadar yatıracağına da söz veriyor.

    bunların hepsi berk'i değil beni bağlar. bu kampanyayı da asla silmeyeceğim. berk'e sormadan başlatıyorum bu kampanyayı çünkü kendisi çok üzülür. kimse sizden cebinizdeki iki lirayı zorla istemiyor. bütün gün sözlük başından twitter'dan birbirine sallayan tiplere de muhtaç değiliz.

    kampanya linki : buradan buyurun

    (bkz: buket'i amerika'ya yolluyoruz)

    (bkz: tuğçe yurtsever için burs yardımı)

    (bkz: oyku'nun macbook'unu yenilemesine yardim ediyoruz)

    (bkz: berk'in scirocco'su)

  • - ağzımdan iğrenmezsen seni öpmek istiyorum nuray
    - yani ismet, öyle bişey söylüyosun ki bitiriyosun romantizmi
    - değişik şeyler diyorum di mi?
    - ay evet yani
    - oturup uzun uzun bu konuda konusmak isterdim ama oturamıyorum basurum var
    - bak yine...

    yiğit özgür

  • merhaba ben mirkelam,

    ekşi sözlük’le karşılıklı ilgi ve sempatimize bu etkinlikle beraber güzel bir anı katmış olacağımıza inanıyorum.

    soracağınız sorulara, elimden geldiğince yanıt vereceğim. sorularınızı bekliyorum.

    kanıt

    edit: sizlerle birlikte olmak çok güzeldi. ekşi sözlük hakikaten ekşiymiş. :) her şey için teşekkürler.

  • hala bazilarinin " büyük milletler hic alfabe degistirmemistir taam mı" seklinde yorum yaptigi hadise. peki japonlar türkler gibi yüzlerce yildir turkce ile uzaktan yakından alakasi olmayan bir lisanin alfabesini mi kullanmaktalar. o japonya kendi dilinin alfabesini kullanmaktadır. slavlarin krill alfabesi aziz krill tarafından slav halkları için geliştirilmiş bir alfabedir bin kusur yıl önce. senin bu tabanda yapabileceğin tek eleştiri "neden göktürk alfabesi değil de latin alfabesi kullanmayı seçtik?" olabilir en fazla. ayriyeten türkler kendisi dişinda uluslarla en fazla ilişkide bulunmuş ırklardan biridir dünyada. karsilasmadigi milletler pek azdir tarihte. bunun beraberinde getirdiği kültürel etkileşim ile türkler pek çok değişim yasamis, pek çok defa alfabe değiştirmiştir. çinliler, japonlar gibi izole yasamamislaridir uzun yillar boyu. uzun lafin kısasi bok atacak başka bir şey bulun sevgili arap milliyetçileri.