hesabın var mı? giriş yap

  • eğer çocuğun alerjik bir reaksiyonu yoksa, o velinin çocuğu uzun vadede izlenmeli. 20 sene sonra toplum içerisinde nerede olacak çok merak ediyorum.

  • evet atatürk havaalanından 15 temmuz günü sadece 3-5 km mesafe için 300 usd istemeleri de ne kadar ekmek peşinde olduklarının delili zaten

    edit: 28 hazirandaki işid havaalanı saldırısındada aynı işi yapmışlar idi,uyaran arkadaşlara teşekkürler

  • çiftçi tavuklari için hiç yorulmayan bir horoz almak için pazara gider.
    pazarci : istediginiz herseyi bu horoz yapar, diye azgin mi azgin bir horoz satar bizim çiftçiye. adam çiftlige döner ve horozu kümese koyar koymaz tüyler uçusur, gidaklama sesleri, feryat figan, çiftçi çok memnundur. ama horoz cok azgindir, sadece kumesi degil, çiflikteki hayvanlar, atlar, koyunlar, inekler vs. vs. adam memnundur ama bir yandan da endiselenir, horoz iki günde ölecek diye. horozu tutmaya çalisir ama nafile. neyse der eve girer.
    ertesi gün bir bakar ki, horoz ayaklar havada, dili disarda kümesin önünde pestil vaziyette yatiyor ve hatta tepesinde bir akbaba uçusuyor.
    çiftçi kendi kendine : ehh iste sana dedim geberecen diye, seklinde söylenir.
    horoz, bir gözünü hafif açarak çiftçiye kisik sesle homurdanir;
    -hissst! akbabayi kaçirican sus!

  • filmin müthiş bir psikolojik gerilim ile başlayıp sonlarına doğru slasher türünde bir korku filminde yer alacak tuhaflıklarla bitmesinin bir sebebi olmalı öyle değil mi. elimden geldiğince yabancı yorumları da okumaya çalıştım ama birazdan yazacaklarıma benzer bir eleştiriye henüz denk gelmedim. muhtemelen çoğu eleştirmen filmin neyi kastettiğini anladı; ama "doğruları birilerini incitmemek adına (her ne kadar siz inciniyor olsanız da) dile getirememe" çağında yaşadığımızdan ötürü bunu kaleme almaktan çekindiler. tabi bu, filmi beğenmelerine engel olmadı; çünkü karşımızda altı mesajlarla dolu harika bir gerilim filmi var.

    filmin derdine geçmeden önce birkaç mevzudan bahsetmek istiyorum. hatırlarsanız, son zamanlarda sözlükte de gündeme taşınan avrupa'ya göç eden müslümanlarla ilgili videolar vardı. bunlardan biri sanırım isveç'teydi. bir müslüman adam birkaç kadınla evlilik yaptığından ya da yapacağından gururla bahsediyordu. isveçli bir kadın ise bunun çok normal bir şey olduğunu ve farklı kültürlere açık olmamız gerektiğini dile getiriyordu.

    yine başka bir videoda, bu sefer danimarka olması lazım, sanırım arap kökenli genç bir adam karşısındaki danimarkalıları, sizler çocuk yapamıyorsunuz bizler ise dört, beş çocuk yaparak buralarda yakın zamanda söz sahibi olacağız türünden bir şeyler söylüyordu. filmde de şiddete neredeyse gönüllü bir şekilde maruz kalan ailenin danimarkalı olduğunu bir hatırlatayım.

    -spoiler-

    lafı uzatmadan yönetmenin neyi eleştirdiğini belirteyim. bence yönetmen, avrupa ülkelerine gerçekleşen özellikle de müslüman ağırlıklı göçleri ve bunun sonucunda avrupa’da yaşanabilecek kendileri açısından oldukça tehlikeli gördükleri kalıcı değişimleri üstü kapalı bir şekilde anlatmak istemiş. danimarkalı ailenin klasik bir politik doğrucu aile olması da onların kurban olarak seçilmesinin baş sebebi. bu arada ailenin politik doğruculukları da kendi içlerinde tutarsız. danimarkalı kadın vejetaryen olduğunu söylüyor ama balık yemekten de geri durmuyor. hatta biraz zorlanınca et bile yiyor. hollandalı adamın dediği gibi danimarkalı kadın, et endüstrisinin çevreye verdiği zararı düşünüyor ama balık endüstrisinin yaptıkları kadının umurunda bile değil. ayrıca kadın, aslında vejetaryen değil bir pesketaryen olduğunun bile farkında değil. zaten tepkisizlik ve gözlerini kapatma hali filmin en temel noktasını oluşturuyor. danimarkalı aile çevresinde olup biten onca şeyi görmesine rağmen tehlikeye o kadar gözlerini kapatmışlar ki neler olduğunu anlamaları bir türlü mümkün olmuyor. hollandalı adam arabanın üstünde anahtarı bilerek bırakıp gitmesine rağmen danimarkalı baba ailesini korumak adına tek bir hamle dahi yapamıyor. çünkü film boyunca içinde bomboş bir umut besliyor: bu kadar kötü olamaz ve bize zarar veremezler.

    peki filmin sonunda danimarkalı ailenin taşlanarak öldürülmesine ne demeli. ben daha önce izlediğim hiçbir korku filminde böylesi bir ölüm şekline şahit olmadım. yönetmenin bunu sırf daha acımasız olsun diye tercih ettiğini düşünmüyorum. bu doğrudan islamdaki recm cezasına bir göndermeydi bence. yönetmenin asıl anlatmak istediğinin ne olduğunun açıkça dile getirildiği en önemli sahne de burasıydı bana göre. bir de dikkat ettiyseniz danimarkalı aile filmin sonunda bile kaçma girişiminde bulunmuyor. ben daha önce hiçbir filmde bu kadar aptal ve tepkisiz kurbanlara denk gelmemiştim. bunun bilinçli bir tercih olduğu ortada. belli ki yönetmene göre ortada büyük bir aptallık ve aynı zamanda buna karşı da acınası bir sessiz kalma hali var.

    çocukların dillerinin kesilmesinin de bir sebebi var. yönetmen, sizler belki aileleri olarak şahit olduklarınızı konuşabileceğiniz halde konuşmamayı tercih ederken; çocuklarınız yakın bir zamanda hiçbir şeyi konuşamaz hale getirilecekler demek istemiş. dilin kesilmesi sadece bir metafor, önemli olan gördüklerine sesini çıkaramayacak sindirilmiş bir neslin yönetmene göre geliyor oluşu.

    filmin en can alıcı noktası ise danimarkalı babanın bunları neden yapıyorsunuz sorusuna hollandalı adamın "çünkü yapmamıza izin veriyorsunuz" diye cevap vermesi. danimarkalı aile ziyaretleri boyunca tehlikeyi açıkça görüyor olmasına rağmen içine düştükleri durumdan kurtulmak için doğru düzgün bir tepki göstermeyi bir türlü beceremediler. bizler de çoğu zaman karşımızda duran herhangi bir kötülüğe büyük bir aptallıkla seyirci kalmıyor muyuz?

    son olarak, çocuklara bakıcılık yapan adamın ortadoğulu görünüme sahip biri (ismi de muhajid ayrıca) olmasının da boşuna bir tercih olmadığını düşünüyorum.

    -spoiler-

    yukarıda yazdıklarımın hepsi yanlışsa bile film, tek başına harika bir gerilim filmi olarak da izlenmesi gereken bu senenin en iyi işlerinden biri kesinlikle.

  • ben olacakları şimdiden yazayım.

    - biri gelecek, ben beğenmedim diyecek.

    -sonra başka biri gelecek "sen bu logoyu nasıl beğenmezsin? adamlar şu kadar paraya şu şirkete yaptırdı. cahil, bilmiyorsan sus" diyecek.

    -sonra öteki gelecek "bana ne kardeşim ne kadar para harcadılarsa? ben beğenmedim, benim için bitti" diyecek.

    2. ve 3. adımlar kendilerini tekrar ederek başlıkta, sonsuz bir döngüye girecek.

  • mevcut vergi düzeninde otomotivde ötv’nin kaldırılması imkansızdır, ama 2009’daki gibi kısa süreli bir ötv indirimi yapılabilir.

    1) türkiye’de üretilen otomobillerden daha az ötv alınsın. bu maalesef ab ile gerçekleştirilen gümrük birliği anlaşması nedeniyle bizim dünya ticaret örgütü’ne şikayet edilmemizle sonuçlanacak bir işlem olur. öte yandan, ötv düzenlemesinde üstü örtülü biçimde yerli otomobillere ötv teşviki getirecek uygulamaları işleme alınabilir. mesele yerli üretim araçların çoğu hatchback kasaya sahipse, ithallerin çoğu sedan kasa ise, sedanda ötv’yi artırırsın vs. ama bir süre sonra ithalatçı şirketler bu duruma da ayılıp yeniden şikayetçi olabilirler.

    2) türkiye’de üretilen otomobillerde de ithal girdimiz ne yazık ki çok yüksek. araçların motor, şanzıman, süspansiyon, direksiyon gibi mekanik aksamlarının katma değeri, koltuk, radyo, kapı, bagaj kapağı, kaporta, gövde, göstergeler gibi alt sistemlerinin çok çok üzerindedir. bu nedenle türkiye’deki otomotiv fabrikalarının çoğunda, hepsinde demiyorum, avrupa’ya olan yakınlık nedeniyle ağırlıklı olarak montaj ve düşük katma değerli alt sistemlerin tasarım ve üretim süreçleri gerçekleştirilir. dolayısıyla bu teşvik de tabii ki yerli üretim için fayda sağlar ama beklenen etkiyi yaratmaz.

    3) osd’nin 2003-2015 yılları arasındaki dış ticaret raporunagöre ise, türkiye yıllardır otomotiv sektöründe dış ticaret fazlası vermektedir. öte yandan bu durum otomobillere geldiğinde ise dış ticaret açığına dönmektedir. bu durum mantıklıdır. demek ki, ağırlıklı kamyon ve otobüs fabrikalarının üretimlerindeki ağırlık nedeniyle fazla veriyormuşuz. adetlerin otomobile nazaran düşük olduğu bu araçlarda otomasyon demek ki tam gelişmediğinden dolayı, ucuz iş gücü ve navlun avantajımızla fazla veriyoruz.

    4) öte yandan otomobildeki net dış ticaret açığı ise, toplam dış ticaret açığımızın içinde çok düşük kalmaktadır. aynı raporda otomobildeki dış ticaret açığı 2013 ve 2015 yıllarında 2 milyar dolar seviyesine çıkarken, 2002-2015 yılları arasındaki toplam otomobil dış ticaret açığımız ise 400 milyon dolar gibi oldukça düşük bir seviyede kalmış. 2016 yılında getirilen ötv matrah düzenlemesi nedeniyle bu rakamda biz tekrar fazlaya geçmiş bile olabiliriz, ki ağustos ayında önceki yıla göre %53’lük satış düşüşü de bunun göstergesidir. 2002-2015 arası cari açığımızın 350-400 milyar dolar olduğunu düşünürsek 400 milyon doların bir ehemmiyeti kalmıyor.

    5) alınan ötv ise devlet için çok daha ciddi bir gelir kaynağıdır. 2017 yılında motorlu araçlardan 23 milyar lira ötv gelirielde edilmiş ki bu rakama kdv dahi değil. onunla beraber otomobil satışından devletin geçen yıl 30 milyar lira gelir elde ettiği öngörülebilir, ki o sene bütçe açığı 47 milyar lira olarak gerçekleşti.

    6) toplam gelir açısından bütçe gelirleri içinde düşük görülse de, bütçe açığına oran açısından azımsanacak bir gelir kalemi değildir. ayrıca yeni araç yeni mtv demektir ki bu da mtv gelirlerine de bir artış getirecektir.

    7) birinci sınıf iktisat öğrencisi bile bilir ki vergi oranlarını sonsuza kadar yükselterek vergi gelirlerini mütemadiyen artıramazsınız. şu an devletin geçmişteki ötv gelirlerini elde edebilmesi için günümüzde bu oranları düşürmesi gerekir çünkü doların ucuz, kredi faizlerinin dipte olduğu dönemi geride bırakalı çok oluyor.

    8) tabii ki çok ciddi bir düşüş bütçe açığını kapatayım derken, otomobildeki dış ticaret açığını patlatır, ama mevcut makroekonomik dengelere göre ılımlı bir ötv indirimi ekonomi için hayırlı olacaktır. arabasına düşkün olan bu millet öyle durumda piyasayı canlandırır, ağırlıklı ithalat olsa da kısmen iç üretim de bundan nasiplenir ala hepsinden önemlisi bütçe açığını düşürücü etki yapar, ki verilen teşvikler nedeniyle ileride ciddi anlamda sıkılaşmak zorunda kalcak maliye politikası için bu manevra alanı yaratır.

    özet: ötv’nin kalkması mümkün değildir ama otomobilden elde edilen ötv, kdv ve mtv gelirlerinin artması için ötv indirimi yapılması söz konusu olabilir. ben şahsen, otomotivcilerin ağlama katsayısına ve devletin ötv kaybına bağlı olarak değişmekle birlikte 2019’un ilk yarısında bir ötv indirimi gelebileceğini düşünüyorum.

    mevcut durumda yaşanan kriz, 1994 ve 2008 karışımı bir krizdir. faizlerin zorla düşük tutulup mali disiplinin aşınması yönünden 1994’e, düşen tüketim nedeniyle bozulan büyüme hızı ve aynı nedenle gevşeyen mali disiplin nedeniyle de 2008’e benzemektedir. bu nedenle çarpan etkisi olarak 2009’daki kadar güçlü olmasa da geçici bir ötv indirimi sürpriz olmaz.

  • - ülke bölünmedi.
    - apo hapisten çıkmadı.
    - hdp verdiği sözlerden dönmedi.
    - selo onu başkan yaptırmadı.
    - küçük enişte ya koalisyon ya muhalefete mecbur kaldı.
    - rte 2 gündür sarayından çıkamadı.
    - selo emanet oylara teşekkür etti.
    - meclis'te kadın milletvekili oranı ilk kez yüzde 18 oldu

    (bkz: ben tatmin oldum)

  • pitbull besleyenler, topluma kendini kanıtlayamamış korkak tiplerdir.

    pitbull’u olan insanlarla arkadaşlık etmeyiniz.