hesabın var mı? giriş yap

  • - bize satış konusunda deneyimli elemanlar lazım.siz kendinizi satış konusunda nerede görüyorsunuz?
    + şöyle söyleyim, bakın şu an saat 15:00 ve arkadaşlarla saat 13:00 de taksimde buluşacaktım.onlar hala beni bekliyor, ben ise burdayım..

  • (bkz: yakıt cimrisi)

    genellikle az yakıyor diye el arabası gibi kullanıldığı için 200.000 kilometreye yaklaşan dizel arabalar için kullanılır. motor emekli olup bir sahil kasabasına taşındıktan sonra yakıta ihtiyaç duymuyor heralde.

    (bkz: değişeni yoktur)

    genellikle "sol ön çamurluk, kaporta, arka tampon, bagaj kapağı ve tavanda lokal boya vardır" şeklinde devam eder.

    meali: araba şarampole yuvarlanıp 3 takla attı, ama sonra yeniden dört tekerlek üzerine düşünce biz ümidi kesmedik. yakıt deposu delindi, motor çatladı, sakız yapıştırdık.

  • biri de çıkmış devleti eleştirmeyin diyor, ya allah aşkına o tayland olayında dünya seferber oldu, bizimkiler ancak baş sağlığı diler neyini eleştirmeyelim biz bu devletin?
    14 yıl önce 30bin liralık sistem trende yok diye babam öldü benim, dava açtık devlete kazandık gelmiş burada laga luga yok devlet değil. iktidarda kim olursa olsun böyle ciddi olaylarda her zaman devletin sorumluluğu vardır.

  • açılın, ben fakirim!

    şimdi olay şöyle oluyor; pahalı ve tadı güzel olan şeyleri yavaş yavaş yiyip içiyorum. karnımı doyurmak için mecburen yediğim şeyleri ise hızlı hızlı, hatta mümkünse hiç çiğnemeden dikine boğazıma sokuyorum.

  • "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey."

    son dönemlerinde cem yılmaz'ın yaptığı işleri daha başarılı bulan ve böyle devam etmesini isteyen birisi olarak bu filmi de çok iyi buldum.

    cem yılmaz'ın son 10 yıldır -komedi dışında kalan- işlerinde tam bi şener şen - kemal sunal son dönemi tadı alıyorum. iki ustanın da son dönem projelerinde genelin aksine daha ciddi, biraz daha alışılmışın dışında ve kaygısı daha bol filmler gördük. elbette her filmlerinde çok farklı unsurlar vardı ama son dönemleri daha bi başkaydı.
    işte cem yılmaz'ın da son dönem filmleri tam olarak böyle: sanatıyla da, tarzıyla da, içeriği ve emeğiyle de bambaşka bi tat ve çaba var. haliyle yeni jenerasyon bunu sevmiyor, eski jenerasyondan da cem yılmaz'ı komediyle kodlayan insanlar sevmiyor. bence cem yılmaz da tüm bu duruma tepki olarak istediği işleri yapıyor ve bence en iyisi de böyle yapması.

    gelelim filme:

    --- do not disturb ---

    oyuncular

    filmin en önemli öğesi çok iyi bi oyuncu ksdrosu olması. bi kere celal kadri kınoğlu gibi bi tiyatorucunun orada olması, en başta benim gibi tatlı hayat fanatiklerini ayrıca mutlu etmiştir. koskoca celal hocayı oraya indirgemiş olmayayım, ekstra mutluluk olarak söyledim.

    bülent şakrak son iki cem yılmaz projesinde de çok iyi ama bu filmde ayrı bi iyiydi bence.

    özge özberk yine çok çok iyiydi.

    ahsen eroğlu'nun karaktere uyumu çok iyiydi, hissi de çok iyi yansıtmış.

    diğer oyuncular da hikayenin içinde çok başarılıydı.

    hikaye

    ayzek'in üzerinde yazılan cehaletin kabusu serisinin devamıydı bu hikaye. esasında iyi olduğu düşündüğümüz ve aslında öyle de olan insanların sevilememek karşısındaki çaresizliğini geçen filmden daha net hissettik.
    mesela çok değersiz görünen bi tipbox detayı var; otel sahibinin "10-20 bi şeyler gelir, ister çal ister oraya koy. artık kavga mı ediyorsunuz, aranızda anlaşıyor musunuz ben bilmem." diye devam ettiği bi durum var. onca kaosun içinde sorum olmayan tek şey paraydı çünkü ortak problemin parayla hiç alakası olmadı.

    seyirciyi geçen filmde de olduğu gibi ayzek'in iyi mi yoksa kötü mu olduğu konusunda ikilemde bırakan anlar yarattmış cem yılmaz. oysa o ikilemlerin tek sebebi ayzek'in çok biz olması. kendini bi yerlerde konumlandırmak, kolayca mutlu olabilmek ve diğer insanlar tarafından önemsenmek için uydurulan onca saçmalık. ayzek'in "sucuk yemenin nesi kötü olabilir, biz 30 sene önce ailece kahvaltıda 1 kilo börek yiyen insanlardık hiç de sorun olmuyordu?" derken bile biraz tereddüt, biraz soru işareti taşıması işte. tüm mevzu insanın o çaresiz arayışındaki 'acaba' noktası. ayzek'in o çaresizliğini yaratan cehalet, en korkunç aksiyonlarını da yaratıyor.

    bu muhteşem tespitleri izlerken komuya dahil olan suhal, davut, saniye ve bahtiyar karakterleri de hikayeyi ve anlatımı güçlendiriyor. aslında tek derdi sevilmek olan onca insanın farklı görünen eksiklikleri ve toplumda ön plana çıkmalarını sağlayan artıları, günün sonunda aynı insana dönüşüyor. yine de cem yılmaz'ı sevdiğim nokta; tüm bu keşmekeşi bi sinema filminde bize anlatırken konuyu karikatürize etmelten kaçınıyor. yani bahtiyar'ın günün sonunda ayzek'i "vay be ayzek, asıl bilge senmişsin :))" diye pohpohladığı bi saçmalıl yerine kafasını bi saniye omzuna koyduğu basit bi gerçeklik izliyoruz. zaten ayzek'in "bi teşekkür yeter işte..." dediği kadının bi sahne sonra onu aşağılaması da bu gerçekliğin tam da karşılığı.

    sinematografi

    elbette kusursuz değil ama ben dekorundan mekan kullanımına kadar çok başarılı buldum. film bize 1 sokak ve uzun bi geceyi yıllarca sürmüş bi hikaye gibi anlatabiliyor. bunu yapmanın en iyi yolu karakterleri doğru yazmak kadar sahneleri de doğru kurgulamaktan geçiyor. örneğin ayzek'in eczanenin orda bıçaklandığı andan otele döndüğü süreye kadar geçen süredeki sinematografi bile mekanın derinliği anlamında çok önemliydi.

    filmdeki renk paletlerini de beğendim. bilhassa çoğunlukla iç mekan ve gece çekimleri olan bi film için çok doğru ve tatmin edici olmuş.

    diyaloglar

    buna ayrı bi başlık açmayacaktım ama düşündükçe aklımda çok fazla şey kaldığını fark ettim.

    en başta bahtiyar'ın sahneleri senaryo açısındam gerçekten edebi değeri olan bölümler içeriyor. hem abartmayan hem de filmi dolduran çok fazla diyalog vardı özellikle bahtiyar'ın sahnelerinde.
    filmde de vurguladığı gibi genel olarak popüler kültür ve giderek artan bu birey olmak saçmalığına çok doğru vurgular gördük. bilginin, öğrenmenin, emeğin değersizleştiği ve 'googlelamak' gibi bi denkliğe layık görüldüğü korkunç bi çağ. günün sonunda ayzek'in bahtiyar'la mücadele etmenin anlamsızlığını anlayıp pes ettiği ve pembe g*t diye son çırpınışını yaptığı an.

    hepsinin ötesinde sevmeye dair konuştukları bölümü çok etkileyici buldum. esasında hepimizin kolayca ikna olduğu ve normalleştirdiği gibi: şiirleri, romanları, film ve şarkıları alıp aşkı ve dahi en kuvvetli nice duyguyu basitçe tanımlamak gafleti. davut'un belki de çoğumuzca desteklenesi o delicesine sevmesinin neyi işaret ettiği, neydi ne oldu noktası. işte hepsinin bağlandığı yer kendimizi fazla önemsediğimiz, gerçekten önemli olanlardan arta kalanlarla ördüğümüz o yıkılası duvar. oysa ayzek'in dakikalarca savaştığı bahtiyar'a "madem ben bu seviyedeyim beni de çek çıkar kendi seviyene!" diyerek ağlaması. nerde kaldı van gogh'un eserleri üzerinden alımtıladığımız aşk; kendi ürettiğimiz tek şey yalın bi kopya, övgüler ve en nihayetinde delicesine olmasıyla tanımlayıp övündüğümüz bi aşk.

    --- do not disturb ---

    valla yazsam daha da yazarım, ben yazdıkça da çıkıp iki üç tipleme "yea şu iğrenç cem yılmaz filmine ne tespit kastın menakyim..." der. durduk yere sinir yapıp ayzek gibi atmiyim kendimi yerlerden yerlere.

    cem hocam; sen artık ustalık yolunda taşları diziyorsun. komedide zaten bayrağı olmaz yere diktin, arada yine yapacağını yaparsın. brnce bundan sonra bu yoldan devam et, yeni karakterler yeni hikayeler derken şaşırt bizi işte ne bileyim.

    bi de elin değmişken ve fırsat varken her şey çok güzel olacak için "belk bi orta metraj..." sözü etmiştin bi yerlerde, onu da en güzelinden yapıver be.

    not: "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey." lafını aşırı tuttum ve bu kesinlikle bi cem yılmaz lafı çünkü tam onun çalışkanlığıyla ilişkili bi laf ama yine de googleliycam bunu sen dur.

  • muhteşem bir max ophüls filmi! hayranlık uyandırıcı ve sarsıcı. aristokrat-burjuva kesimin temellerini oluşturan; para, borç, göreve hep hazır uşaklar, hiç ama hiç unutulmayan şallar, halk içine çıkmadan yapılan uzunca kusursuz hazırlıklar, en ufak bir terslikte olabileceklerin dile getirilmesi gibi şeyler ophüls' ün muazzam kamerasıyla asla gözden kaçmaz. o nasıl bir yönetmenliktir ki, "bu" dünyayı kısacık bir filme bu kadar anlamlı yerleştirebilmiştir. filmin her anı, ama abartmıyorum her anı, sosyolojik bir teşhir niteliğindedir. yazının bundan sonraki kısmı spoiler içerebilir.

    bu sosyal sınıfta tam adlara da yer yoktur. o yüzden louise, sadece "madame de..." olarak anılır. yani ismi yoktur da diyebiliriz. küpelerin farklı karakterlerde farklı olguları temsil etmesi ise, son derece zekice tasarlanmış bir ophüls marifetidir. küperlerin her hareketinin birbirine bağlanması; olay örgüsünün, konunun, karakterlerin de bütün önemli ayrımlarını birbirine bağlayan şey olur. mesela louise için küpeler aşkın sembolüyken, andre için aristokrat gücün sembolüdür.

    andre, masumiyeti yitirilmiş bu evlilikte, evliliğin sınırlarını belirleyici ilişkileri yürütebildiği sürece sakin ve nazik bir adam olarak kalırken; bu durum tehlikeye girdiğinde ise (louise, donati' ye aşık olduğunda) kimlik değiştirerek evliliği korumak için gerekeni yapar.

    filmin sonunda küpeleri gördüğümüz yer ise çok manidardır. burjuva ikiyüzlülüğünün simgesi haline gelen, herşeyin gösterişten ibaret olduğu bu yer, bir kilisedir.

    olayların gelişimi ve filmin ayrıntılarının bütüne yedirilen yapısı çok az filmde görülebilecek bir şeydir. bu kadar çok şeyi, bu kadar fazla düzlemde bir araya getirip, ortaya muazzam bir eser çıkarmak, benim şahsen sinemada az rastladığım bir durumdur. max ophüls özgün kamerasıyla harikalar yaratmış, övgüyü sonuna kadar haketmiştir.

    son olarak film hakkında martin scorsese' nin söylediklerini de aktararak entryi sonlandırıyorum.

    - marty: “bazı belli başlı stiller vardır, hemen içine girmekte zorlanırım. max ophüls’ün bazı filmlerinde olduğu gibi. mesela the earrings of madame de…‘yi anlamak için otuzlu yaşlarımı beklemem gerekti."

  • metroda kulak misafiri olduğum iki yaşlı amcanın arasındaki şu konuşma;
    -benim bir arkadaşım var gazeteyi gözlüksüz okuyor.
    -gözlüksüz müü?
    -eveet.
    -vay bee...

    gülümseyerek dinledim çünkü gerçeklik budur, çok içten geldi bu muhabbet. bizim de böyle diyeceğimiz günler gelecek...

  • dün aksamki bla bla car istanbul - ankara arası yolculuk ilanım için konuştuğum ölücü bir hanfendinin sözleri üzerine sinirlenerek açıyorum bu başlığı. tamam ekonomi kötü, anlıyorum. elimden geldiğince de her konuda anlayışlı olmaya çalışırım insanların davranışlarına. ama bu yapılan saygısızlık üzerine sinirlerim bozuldu biraz.
    uygulamanin verdiği ücretler zaten benzin - mazot fiyatlarının çok altında olmasına rağmen aldığım tepkiler canımı sıktı. kimse kimseye zorla şu parayı ver demiyor. oraya ilan konulmuş, beğenmiyorsan mesaj atma, ister otobüsle git, ister trenle. saygısızlık yapmamaya çalıştım ama arkadaşın yaptığı düpedüz ölücülük oluyor. konuşmanın görselini de koyuyorum.
    görsel

  • mukavemet sinavindan 35 puanlik 3. soruyu yapmadan erkenden cikip aman chelsea macina gec kalmayalim diye kosa kosa dolmabahce'den kabatas vapurunu yakalamak icin nefes nefese kalan bir tribun fanatigi idim 2007'de. deivid'in attigi golden sonraki 15 dakika tamamen hafizamdan silinmis, ama o gol olmustu ya varsin komaya gireyim diye dusunen bir sari lacivert asigi idim.

    bugunse melo haric galatasaray'i kutlarken zerre uzuntu ya da sinir hissetmiyorum.

    galatasaray'i surekli yenerek onlara ogrenilmis caresizlik kavramini yasatmistik ya hani, aziz yildirim da bizim, sari lacivertli camiamizin ogrenilmis caresizligidir.

  • güncelleme editi5: yıl 2024 oldu, çalıştığım kurumunun zam politikası geçen yıllardaki gibi yine aynı devam... yemek kartlarımız 5000 tl oldu, değişen birşey yok: erimeye devam...

    güncelleme editi4: 2023 asgari ücret zamlarını biliyorsunuz. önceki editlerimde de göründüğü üzere asgari ücretin birazcık fazlasını almaya devam. yemek kartı 2750 tl oldu.

    güncelleme editi3: 2022 temmuz'dan itibaren yine asgarî ücretten bir tık fazladır maaşım. 5750 tl maaş + 1430 tl metropol yemek kartı.

    güncelleme editi2: 2022 yılı asgarî ücretinin yine azıcık fazlasıdır; 4788 tl maaş + 1000 metropol yemek kartı

    güncelleme editi: 2020 yılı asgarî ücretinin yine azıcık fazlasıdır; 2401 tl + 500 tl metropol yemek kartı.

    üstte görünmesi gereken edit3: 2019 yılı asgarî ücretten azıcık fazla* + 451 tl metropol yemek kartı.

    güvenlik görevlisi(silahlı)
    1700 + 350 tl metropol yemek kartı.

    edit: ezik diye mesaj atan haysiyet yoksunu kibirli şerefsiz, buraya silahlı diye belirtmemin sebebi; bazı firmalarda silahsız güvenlik görevlileri bile çalıştığım kurumun kat kat üstünde haklara sahip. ekşi sözlük sizin kibir kusma platformunuz mu? burada insanlara belki de meslek seçiminde yardımcı olan entryler var. mecbur olmasam katlanır mıyım bu azaba? kimse keyif aldığı için bu komik rakamlara emeğini satmıyor!

    edit 2: iyi insanlar, seviyorum sizi. keşke çalıştığım ortamlarda da sizin gibi insanlarla karşılaşsam da iş stresi olmasa. iyi ki varsınız :)