hesabın var mı? giriş yap

  • sinir yatıştırıcı program.

    ahmet çakar : kennedy'nin karısının adı ne ? bilir misin sinan?

    sinan engin : evet hocam biliyoruz, bilmem ne kennedy işte.

  • kendi ve bedeni küçük,
    ruhu kocaman bir çocuk ..

    2006'da, amerika'da, hakkında yapılan bir video da mevcuttur. bu video'da amerikalı öğrenciler ikbal ile tanıştıklarında ondan nasıl etkilendiklerini (ikbal onların kahramanıdır) ve bütün çocukların tüm dünyada sadece "kalem" tutması gerektiğini anlatırlar,
    ikbal gibi...

  • ''stajını bende görüp, başkalarıyla kariyer yapmak isteyenler…unutmayin ki: gün gelir sorarlar referansın kim diye…''

    bunun büyük küçük harflerle yazıldığını düşünün işte.

  • hangi akla hizmet yapılan, hangi akla hizmet belediyelerce izin verilen ya da inşa edilen kaldırımlar olduğunu anlamadığım lanet olası kaldırımlardır.

    hiç mi bir mühendislik hesabınız yok? hiç ki aklınız kesmiyor yaparken? kurak ülkelerde filan yaşıyorsunuz da yağışla pek işiniz mi olmuyor?

    sabah maslak'taki bir binanın önünde jilet gibi kaygan bir malzemeyle inşa edilmiş ve karın da âdeta bir buz pateni haline çevirmiş olduğu kaldırımda bir kadın düştü ve muhtemelen kalça kemiği kırıldı ya da zedelendi, kalkamadı yerinden uzun süre. ben de elimi uzatıp kalkmasına yardım ederken kendim de jet gibi kaydım. kadıncağız topallaya topallaya işine gitti.

    illa birilerinin kolu bacağı mı kırılmalı bu boktan kaldırımları yapma fikrinden vazgeçmeniz için? başka türlü bir mühendislik hesabıyla kestiremiyor musunuz önceden? belediyeler neye göre nasıl onay veriyor? estetik mi insan sağlığı mı önemli?

    her 5 yılda bir yeniliyorsunuz, öngörüleriniz sadece 5 yıla yetiyor ama bari insan sağlığını düşünün!

    edit: şuraya hırsla gelip ciddi bir konuya parmak basmışım alay etmişsiniz teessüf ediyorum yani. tamam zemin değil yüzey ama bu entry girmekle yaşadığım olay arasında 5 dk. vardı düşünün yani.

    edit: imdat! tamam ekvator'da da yağış olur. ben şu yağmur su almayan afrika ülkeleri, arabistan gibi kurak iklimlerin yaşandığı yeri kastettim. hani çok yağmaz filan. keserim kendimi gelmeyin üstüme.

  • benim babam bana kızar ve bir şeyi beceremediğimde bana "çöçe" derdi.
    ağzını çok şapırdatırdı. ama bizden ufacık bir ses duysa çok sert tepki verirdi.
    çok sertti babam çok sert.

    salak bir devlet hastanesinde, salak bir asistan bizi başından kovmak için hastanenin kantinine gönderdi. sonra orada beklerken bir kaç kız ile geldi. hemen yanına gittim. babamın filmleri ne oldu diye. canı sıkıldı kızların yanında ona yaklaşmama. birazdan yanıma gel diye bana emir verdi.

    tostunu çayını bitirip kızlarla muhabbetini bitirmesini bekledim ve iki adım arkasından merdivenle yukarı çıkıyoruz. annemle babam orada kantinde sırada oturuyorlar.

    yukarı çıkarken salak doktorun, salak asistanı, babamın beyninde kocaman bir ur olduğunu 3 ay bile yaşamayacağını, maç skoru söyler gibi söyledi. biraz biliyordum durumu ama böyle de söylenmezdi ki.

    neyse filmleri aldım. annemle babamın yanına gittim. hiç çaktırmadım onlara.

    babam durumu anladı ve

    "size ben doyamadım ki" dedi sadece.

    ameliyatlar kötü günler ve ben "çöçe" ellerimle ona biraz da olsa yemek yedirebildiğimde "şapırdatmasından hoşlanırdım". sadece biraz yemek yedi diye. sadece 3 ay sürebildi zaten.

    yani dediği tüm kötü sözleri kızmaları değil de "bize doyamadığını" söylemesini unutmamam.

    budur.

    ----

    edit: doktorlar kızmasın ama salak olan kişi salaktır. salak olmayan salak değildir. doktorluk teferruattır.

  • ahmet davutoğlu'nun iğrenç bir şekilde çıkar sağlamaya çalıştığı olay.

    "davutoğlu, "işte dava adamı budur. nasıl kızı, ailesi hastanedeyken buraya mitinge gelmişse, bu nöbeti terk etmemişse bu batmanlı kahramandan örnek alacaksınız, sandıklara gidip terk etmeyeceksiniz" ifadesini kullanmıştı."

  • + dikkatli birisi misiniz?
    - dikatten kasıt?
    + meselaaa.. atıyorummm... bekleme odasında yerde kaç karo taş vardı?
    -tutuyorummmm..... otistik miyim lan ben?

  • kesinlikle desteklediğim başvurudur.
    40 yaşında emekli olmak nedir allah aşkına.
    seçim olmasa böyle bir kazanımları olabilir miydi.
    umarım aym kararı iptal edebilir.

  • nikolay vasilyeviç gogol, ulusal rus yazını içinde değerli yapıtlarıyla tanınmış, büyük bir yazar olmakla birlikte, aynı zamanda, daha sonraki rus yazarları üzerinde yaptığı etkilerle ve rus yazınına soktuğu yeni konularla da ün bulmuştur.

    ukrayna'da doğmuş ve her konuda ilk eğitimini burada almıştır. daha çok küçük yaştayken ukrayna'nın özelliklerini, ulusal ruhunu tanımış ve bütün yaşamı boyunca onun etkisi altında kalmıştır. birçok yapıtında, bu sevgi yoğun bir biçimde görülür; sık sık yerel özelliklere raslanır. bu bakımdan gogol'un yapıtlarının, akıcı ve hoş bir deyişle yazılmış olmasına karşın, dilimize çevrilmesi güçtür. bilindiği gibi ukrayna, rusların ve polonyalılar'ın elinde bulunmuştur. böylece bu bölgede ortodoks ve katolik olmak üzere dinleri ve töreleri farklı olan iki ulusun etkileri görülür. burada bulunan rus halkının bir bölümü zaman zaman töre ve dinlerini değiştirmişlerdir. gogol'un ailesi de bir zamanlar polonya dilinden olan "yanovakiy" soyadını almış ve katolik dinini kabul etmiştir. fakat sonraları rus etkisi artınca bu aile "gogol" soyadını almış ve yeniden ortodoksluğa dönmüştür.

    gogol, 19 mart 1809 yılında poltava eyaletinin mirgorod kazasında doğmuştur; annesinin en son ve yaşamda kalan oğludur. ailesi içinde on yaşına kadar onu yalnızca nikolay adının küçültülmüş biçimi olan nikoşa sözcüğüyle çağırdılar. babası, vasiliy afanasyeviç, çiftlik yönetimiyle uğraşırdı; çiftlikte yaşardı. bununla birlikte, yazına karşı da yeteneği vardı. hatta iki kısa güldürü bile yazmıştır. özetle, gogol'un nükteciliğini babasından aldığı söylenebilir. annesi, mariya ivanovna çok dindar bir kadındı. annesinin bu özelliği gogol'u çok etkilemiştir. küçük yaşlarında ondan dinsel eğitim almış ve bu eğitim gogol'ün bütün yaşamında ve yapıtlarında büyük rol oynamıştır. gogol'un ailesi o kadar zengin değildi; fakat hali vakti yerindeydi. o çevrelerde çok zengin vardı. bu zenginlerden, etkili biri, eski bir bakan olan troşenko, gogol'ün anne tarafından akrabasıydı. bunun çiftlik konağında çevredeki diğer zenginler, öbür gelip geçenler, konuklar toplanırlar, haftalarca kalırlardı. burada, şarkılar söylenir, oyunlar ve tiyatro yapıtları oynanırdı. gogol de buraya sık sık giderdi. o, içinde bulunduğu köy yaşamını, incelediği insanları, doğayı, soyluların, köylülerin ve uşakların yaşayışlarını burada daha yakından gördü. on yaşlarında, poltava ortaokulu'na girmek istedi. ama bu sırada hastalandı ve adı geçen okula giremedi. 1821 yılında nejin lisesi'ne girdi. burada sekiz yıl okudu. okul yaşamında, derbeder ve tembeldi. annesine yazdığı mektuplardan, sınavlara altı ay kala derslerine çalışmaya başlamış ve okulu bitirmiş olduğunu anlıyoruz.

    küçük sınıflarda sahneye karşı merakı vardı. okulda, arkadaşlarıyla birlikte oynadıkları fonvizin'in anasının kuzusu adlı yapıtında kız rolünü oynamıştır. çok akıcı konuşurdu. babası, 1823 yılında, gogol nejin'de öğrenciyken öldü. bu ölüm onu çok etkiledi. ancak bundan sonra ciddi bir insan oldu; gelecekle ilgili tasarılar yaptı. bu dönemde, puşkin, jukovski, belinski gibi değerli kimseler, bütün meslek seçenler, sanatçılar, yazarlar, şairler hep petersburg'da (sonra leningrad, şimdi yine petersburg) toplanmışlardı. yazına ve sahneye meraklı olan başka birçok insan gibi gogol de yazın devinimlerinin merkezi olan bu kente gitmeyi tasarladı. gogol'un daha nejin lisesi'ni bitirmeden önce buraya gitmeyi aklına yerleştirdiğini 1827-1828 yıllarında annesine yazdığı mektuplardan anlıyoruz. gogol, nejin'de öğrenciyken petersburg'daki birçok arkadaşıyla da mektuplaşıyordu. gogol, bu kentte tiyatrolara gideceğini, ünlü şair ve yazarlarla tanışacağını, büyük caddelerden birinde örneğin nevskiy caddesi'nde yaşayacağını düşlüyordu.

    gogol, kendi üzerinde büyük bir etki bırakan, eski arkadaşlarından danilevskiy ile birlikte petersburg'a hareket etti. bu nejin-petersburg yolculukları sırasında eski izlenimlerini yitirmemek için moskova'ya uğramadılar. petersburg'a yaklaştıkça coşkuları bir kat daha artıyor ve ayakta durarak kenti gözlüyorlardı. 1828 yılı ağustosu'nda, petersburg'a vardılar. uzun zamandan beri özlemini çektikleri bu kente geldikleri zaman iki dost kucaklaşarak birbirlerini kutladılar. ama bu kuzey kenti düşledikleri gibi çıkmamıştı. burası çok pahalıydı. nevskiy caddesi'nde yaşayacaklarını sanırlarken, kentin uzağında bir yerde, rutubetli, karanlık, pis ve küçük bir ev bulabildiler. zaten duyarlı ve sinirli bir insan olan gogol'e, petersburg'un havası hiç yaramamıştı. böylece petersburg'dan soğumaya başladı. sinir hastalığı bu kentte arttı. bir süre sonra amerika'ya gitmek için tasarılar yaptı. hatta vapura bindi, lübik kentine kadar da gitti. fakat, buralarda gördüğü yabancı insanlar, görenekler hoşuna gitmedi ve yeniden petersburg'a döndü.

    petersburg'a bu ikinci gelişinde, ilk olarak sahneye çıkmayı denedi. güzel okuma becerisine güvenerek bir tiyatro yöneticisine çıktı. ama bu yöneticinin "güzel okuma" anlayışı ve zevki başka türlü olduğu için gogol beğenilmedi. böylece sahneye çıkma düşlemi de gerçekleşmedi. petersburg'da bulunduğu sıralarda, annesinden ukrayna'nın özellikleriyle ilgili notlar göndermesini istedi. bunun üzerine, petersburg'un sisli havasında ukrayna anılarıyla küçük öyküler yazdı. bu öykülerini topladığı "`dikanka yakınlarında bir çiftlikte akşam toplantıları`" adlı yapıtını 1833 yılında yayımladı. özellikle ukrayna göreneklerine göre her yıl, yaz mevsimi için kurban edilen bir kız çocuğunun öyküsü olan "ivan kupal arife gecesi" adlı öyküsünde gogol, bu kurban etme göreneğini hafif, güzel bir deyişle canlandırarak dikkatleri üzerine çekmiştir. gogol, bundan önce yazdığı bir öyküsünü 1828 yılında yayımlamıştı. ama "hans küshelgarten" adlı bu yapıtı hiç kimse tarafından alınıp okunmadığı için çok duyarlı ve sinirli bir insan olan gogol, bütün kitaplıklardan bu kitabını toplattırmış ve karalamalarıyla birlikte yakmıştır. bugün bu yapıtın yalnızca adı bilinmektedir. 1833 yılında basılan yapıtından sonra "kasaba panayırı" adlı öyküsü çıkmıştır. bu yapıtlarıyla, köy yaşamını, köylülerin giyinişlerini, inançlarını ve konuşmalarını betimler. gogol, artık yavaş yavaş umut ve düşlemlerine kavuşmaya başlamıştır. tanışmak istediği birçok büyük kişilikle dost olmuştur. özellikle o zamanın tanınmış rus yazarlarından jukovskiy, onunla fazla ilgilenmiştir. gogol, jukovskiy'in yardımıyla "patriyotik enstitü"ye öğretmen olarak atanmıştır. bundan başka, jukovskiy, gogol'e maddi yardımlarda da bulunmuştur.

    artık gogol, petersburg yaşamına alışmış ve ciddi olarak yazın çalışmalarına başlamıştır. bir süre memurluk yapmış, fakat çok sinirli olduğu için bu yaşama dayanamamıştır. o, bir aralık kiev'de açılacak olan üniversiteye tarih profesörü olmayı istemiş ve 1831 yılından sonra tarihle ilgilenmeye başlamıştır. özellikle, ukrayna tarihi üzerinde incelemeler yapmıştır. sonra kiev üniversitesi'ne atanamamışsa da, puşkin ve jukovskiy'in yardımlarıyla petersburg üniversitesi'ne tarih profesörü olmuştur. bu üniversitede bir yıl tarih dersi vermiştir. bu yolda çok başarılı olmuştur. bunlardan biri ilk dersi olan "açış dersi", ikincisi de puşkin ve jukovskiy'in de hazır bulunarak dinledikleri "el memun" dersidir. bu tarih incelemeleri sonucunda gogol'ün tarihi yapıtlar yazmaya başladığını görüyoruz. ukrayna kazaklarının bir destanı sayılan "taras bulba" adlı yapıtı bunlardan biridir. bu yapıtta xvi. yüzyılda ukraynalıların yaşayışları canlandırılmıştır. özellikle kazakların yaşamı olduğu gibi incelenmiş ve anlatılmıştır. taras bulba, gogol'ün en yüksek değerli yapıtlarından biri sayılmaktadır.

    tanınmış rus araştırmacısı belinskiy, bu yapıtı şu biçimde över: "taras bulba, bir ulusun yaşamından alınmış büyük bir kahramanlık olayının bir parçasıdır. eğer zamanımızda bir kahramanlık destanına olanak varsa, işte size onun en yüksek örneği, ideali ve ilkörneği. eğer ilyada bütün grek yaşamı ve kahramanlığını yansıtıyorsa, aynı şeyi, xvi. yüzyılın ukraynası hakkında taras bulba için de söyleyebiliriz. ve gerçekten garip kültürüyle, coşkunluklarıyla, hovardalıklarıyla, düşüncesizlikleriyle tembellikleriyle, yorulmak bilmeyen çalışmalarıyla, coşkun eğlenceye olan düşkünlükleri ve kanlı baskınlarıyla bütün kazaklar bu yapıtta gösterilmemiş mi?" "`eski dini inanışlarına sadık kalan çiftlik sahipleri`" adlı yapıtında, bir çiftlik sahibi ve karısından başka kişilik yoktur. eski rus çiftlik sahiplerinin ne kadar basit, amaçsız ve anlamsız kimseler olduklarını canlandırır. bu yapıtta, hiçbir işi olmayan ve ancak yiyip içmekle uğraşan çiftlik sahipleriyle alay eder. kadın, kocasına iyi yemekler hazırlamakla uğraşmaktadır; kocası hastalandığı zamanlar çok üzülür. kocasıysa kıtlık olduğu zamanlar ne yapacağını şaşırır. bunlar, iki boş ruhlu insan tipidir; ancak birbirlerini düşünürler ve boş inançları vardır. kadın, kaçak kedisinin geri geldiğini görünce, inançlarına göre kendisinin yakında öleceği kanısına varıyor ve gerçekten de ölüyor. artık kocası için yaşamda hiçbir tat kalmıyor; karısının adı geçtikçe ağlamaya başlıyor. gogol, bu öyküsüyle ukrayna'daki o zamanki toprak sahiplerinin yaşamlarını çok ince bir biçimde göstermiştir.

    gogol, artık bu tiplerle "ölü canlar" adlı yapıtına doğru yükselmektedir. gogol'ü küçüklüğünden beri etkisi altında bulunduran dinsel eğitimi de bazı yapıtlarında göze çarpar. o, hasta denebilecek kadar dindar bir insandır. kendisinde, herkese karşı insan gözüyle bakıp iyilik yapma isteği vardır. bu, "palto" adlı yapıtında açıkça görülür. bu öyküsünde, yaşamda hiç kimseyle ilgisi olmayan ve yalnızca harfleri seven bir memur tipi vardır. bu memur, kendisine bir palto yaptırmak için para biriktiriyor. bu nedenle, en çok zevk duyduğu alışkanlıklarından vazgeçiyor, örneğin çay içmiyor; ayrıca, geceleri mum yakmıyor, ayakkabıları eskimesin diye yollarda parmaklarının ucuna basarak yürüyor. yaşamında bir tek amacı vardır; yeni bir palto yaptırmak. sonunda paltoyu yaptırıyor. artık bu düzgün giyimiyle kendisini toplantılara çağırıyorlar. ilk gün, bir çağrıdan evine dönerken, kendisini yolda soyuyorlar ve bin bir güçlükle yaptırdığı paltosunu sırtından alıyorlar. paltosunun bulunması için zavallı memur, polis müdürüne başvuruyor. ama o sırada, yanında bir arkadaşı bulunan polis müdürü gösteriş yapmak için onu odasından kovuyor. sonunda o gece çok fazla soğuk alan memur ölüyor. gogol, bu öyküsüyle basit insanların yaşamlarını rus yazınına sokmuştur. daha sonra, bu konuları dostoyevski ve gorki de işlemiştir.

    gogol'ün yine kendine özgü özellikleri bulunan "portre" adlı yapıtı, bize onun duygularını daha yakından duyumsatır. bu yapıttaki birçok olay gogol'ün yaşamında da olmuştur. bu yapıtta, başarılı bir ressam vardır. bu ressam, sanatıyla, fazla para kazanma sevdasına düşüyor; sanatını yalnızca bu yolda kullanıyor. gogol, bununla bir sanatçı, ancak sanatını sevmelidir demek istiyor. bu ressam, faizle para işleten insan tiplerinden birinin resmini yapıyor. fakat bu resmin gözleri yerine, iblis'in gözlerini koyuyor. bu resme bakan herkesin içi şeytani duygularla doluyor. ressamın da artık rahatı kaçıyor ve türlü türlü duygular içinde kalıyor. bundan sonra ressam, ne zaman bir portre yapsa gözleri hep iblis'in gözlerine benziyor. sonunda ressam yaptıklarından pişman oluyor; rahip olup kudüs'e gidiyor ve günahlarını bağışlatıyor. gogol'de de bu pişmanlığı ve günahlarını bağışlatmak için kudüs'e gitmeyi daha sonra göreceğiz. gogol'de, bu yapıtında olduğu gibi, şeytanlardan pek fazla söz ettiğinden, içinde bir rahatsızlık vardır ve herkesin huzurunu kaçırdığını sanmaktadır.

    1835 yılında, toplumun düzensiz ve kötü yönlerini göstermek amacıyla "müfettiş" adlı güldürüsünü yazıyor. gogol bu yapıtını, yalnızca gülmek için alay amacıyla değil; fakat, acımak için güldürmek amacıyla yazmıştır. ruslar bu gibi güldürülere "gözyaşlarıyla gülmek" derler. ufacık bir kasabada, güzel giysileri bulunan bir adam beliriyor. bu adam, otel gibi yerlerde kimseye para vermiyor. herkeste biraz dalaverecilik olduğu için bütün kasaba bundan çekinmeye başlıyor. bu kişi, tüccarları kendine bağlıyor, belediyenin kazancını istediği gibi harcamaya başlıyor. yapıttaki kişiliklerden belediye başkanı orta yaşlı, şişman, "dünyada günahsız insan yoktur" diyen bir tiptir. belediye başkanının karısı, dedikoducu bir kadın tipidir. bunların kızı, basit bir insandır. posta müdürü, postaneye verilen bütün mektupları açıp okuyan ve güzellerini kendine ayıran bir kişidir. sahte müfettiş, hıristakof, bütün amacı güzel giyinmek olan boş bir adamdır. bununla birlikte o, bu sahte müfettişliğe isteyerek başlamamıştır. çevresindekiler ona bu önemi vermiş ve kendisi de bundan olabildiğince yararlanmıştır. yapıtın sonlarına doğru, hıristakof'un zeki bir tip olan uşağı, artık buradan uzaklaşmaları gerektiğini söyler ve kasabadan ayrılırlar. fakat, bu sırada kasabada gerçek müfettişin geldiği haberi duyulur. bu yapıtın oynanması için, çar nikola'dan izin alınıyor ve yapıt sahneye konuyor. fakat, yapıtın gerçeğe uymadığı ileri sürülerek bütün memur sınıfı, gogol'e karşı tavır alıyor.

    1836 yılından sonra, gogol'ün yaşamında ikinci bir bölüm başlar. gogol, bütün rus yazar ve ressamlarının görmek istedikleri italya'ya gitmek için yola çıkıyor. bu gezisi sırasında, bir süre isviçre'de kalıyor ve 1837 yılında roma'ya geliyor. "ölü canlar" adlı yapıtını bu geziye çıkmadan önce yazmaya başlamıştır. roma'da kaldığı sürece de bu yapıt üzerindeki çalışmalarını sürdürmüştür. 1839 yılında, moskova'ya dönmüş ve yapıtını bastırmak için uğraşmıştır. dostları, bunun için devlet hazinelerinden kendisine, o zaman için önemli denebilecek bir para yardımı yapmışlardır. bu yapıtta, zengin olmak isteyen bir memur tipi vardır. bu memur, ölen köylüleri, ucuz fiyatla satın alıp devlete teslim etmek ve karşılığında çiftliklere sahip olmak istiyor. (o zamanki rusya'da köylüler, soyluların ölmez malı durumundaydı. bunların ölülerine karşılık devletten toprak almak mümkündü.) bu memur, bu amaçla ölü toplamak için geziye çıkıyor. gogol'ün bu yapıtta ele aldığı tipler olumsuz tavırlı kimselerdir. bu yapıtta rus soylularının ne kadar anlamsız oldukları gösterilmiştir. köylülerin toplumsal durumu belirtilmiş ve ukrayna'nın güzel betimlemeleri yapılmıştır. bu yapıtı, bazı noktalarından goethe'nin faust'una benzetirler. birinci bölümde, maddi yaşam ve dünya zevki tanımlanır; ikinci kısım yükselme yollarını gösterir. yapıtın ikinci bölümü, rusya'yı yükseltecek tipler aramaktadır. bu bölümü, gogol bir kez roma'da tamamlamış ve bir sinir bunalımı sırasında yakmıştır; aynı bölümü bir kere daha moskova'da yazmış ve ölümünden 15 gün önce, öleceğini duyumsayarak, bir gece yatağından kalkmış ve "ben rusya'ya kötülük yapıyorum" diyerek yakmıştır. elimizde bu ikinci bölümün ancak bazı karalamaları kalmıştır. gogol'ün bu yapıtı da birçok kimse tarafından beğenilmemiş ve eleştirilmiştir. fakat değerini bilenler de vardır. özellikle, o zamanın tanınmış rus eleştirmeni belinski, bu yapıt üzerine şunları söylemiştir: "gogol, ölü canlar adlı yapıtının, 258'inci sayfasında: tanrı'nın buyruğuyla, bu garip kahramanlarımla, sürüklenip giden şu koca yaşamı, herkesin görebileceği alayla ve kimsenin göremeyeceği gözyaşıyla daha ne kadar seyredeceğim diyor. bu tümce bütün ölü canlar'ın önemini ve ona niçin "poem" dendiğini gösterir. ilyada'da yaşam yükseltilmiştir. ölü canlar'da ise yaşam alçaltılıyor ve yadsınıyor. ilyada'da tanrısal ve parlak yaşamın gidişinden doğan bir coşku vardır. ölü canlar'daysa insanların sezebileceği alay ve görünmeyen gözyaşlarıyla irdelenen bir görüş vardır".

    gogol, roma'da bulunduğu sırada, bir aralık yapıtlarını yadsıyacak kadar koyu bir gizemciliğe dalmıştır. bu sırada, yayımladığı "yazınadamının itirafı" adlı yazısında kısaca: "ben, çarlığı ve onun yönetim sistemini eleştirmedim, yapıtlarım yanlış anlaşılmasın; çarlıktan ve yetenekten yanayım" demiştir. hatta, 1848 yılında kudüs'e giderek, isa'nın mezarında uykusuz bir gece geçirmiş ve günahlarının bağışlanmasını istemiştir. sonra, istanbul yoluyla moskova'ya dönmüş ve 1850-1851 yıllarını burada lev tolsoy'un kardeşi kont tolstoy'un evinde geçirmiştir.

    gogol 21 şubat 1852 yılında ölmüş ve çok dindar olduğu için bir manastır yanına gömülmüştür.

  • iş arama süreçlerinin zorlu geçtiği hepimizin bildiği bir gerçek. peki bilmediklerimiz neler? bilmediklerimiz iş görüşmesinden sonra başlıyor. görüştüğünüz şirket hakkınızda ne düşünüyor? olumlu bir intiba bırakabildiniz mi? başka adaylar var mı? ikinci görüşmeye çağrılacak mıyım? tüm bu sorularla sınırlı kalmıyor maalesef, uzayıp giden bir liste var. siz bu listenin neresindesiniz? ben söyleyeyim, listenin en sonundasınız.

    "ben neden en sonunda olacakmışım? o olsun." dediğinizi duyar gibiyim. o kadar iyi bir üniversitede lisans eğitimi aldınız, üstüne markalı bir üniversitede yüksek lisans yaptınız. daha sonra ajanslarda çalıştınız, türkiye'nin hatrı sayılır kurumsal şirketlerinde kariyerinize devam ettiniz. öyle hızlı yükseldiniz ki cv'nize dönüp baktığınızda kısa zamanda büyük işler başardığınızı, bu cv ile her iş başvurunuzun değerlendirileceğini ve hatta o işi alacağınızı düşündünüz. çünkü, bu kadar eğitim ve tecrübenin yanında kendinize güveniniz de haklı olarak yüksek seviyede. bunun yeterli olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. görüşmeye çağrılmanız bir şey ifade etmediği gibi, görüşmenizin çok iyi geçmesi de bir şey ifade etmiyor. önemli olan nokta görüşmenizin nasıl sonuçlanacağı. çünkü, tam da bu noktada bilmediğiniz bir şeyler devreye giriyor ve size olumsuz bir geri dönüş yapılıyor, hatta çoğu zaman geri dönüş dahi yapılmıyor. peki neden? şansınız varsa, ikinci görüşmeye çağrılırsınız. ikinci görüşmeye çağrıldıktan sonra işi büyük ihtimal alacağınızı düşünmeniz normal. normali budur çünkü. ancak, türkiye'de bu süreçlerin normal işlemediğini unutmamanız gerekiyor. her şey olumlu geçse dahi bu istediğiniz pozisyonu sizin kadar hak etmeyen ve sizin kadar istemeyen, sizinle aynı yetkinliklerde dahi olmayan birisi gelip o pozisyonu elinizden alıyor. işte tam da burada kişisel bağlantılar, networking ve iş hayatınızda hiçbir zaman faydası dokunmayan "torpil" devreye giriyor. eş-dost ricası, üst düzey yönetici emri ya da görüştüğünüz ik'cının bir yakını gelip bu işi alıyor. işte profesyonellik, işte türkiye'de kariyer gelişiminizin önündeki en büyük engel!

    bu işin bir kısmıydı, bir diğer kısmı ise profesyonel bir sürece objektif yaklaşamamak ve şirketin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmadan, aranan pozisyonun şirkete ne gibi katma değer sağlayabileceğini hesaplamadan, "herkeste var, bizde neden olmasın?" mantığıyla az paraya çalışacak eleman aramak üzerine kurulu. bir örnek vereyim; türkiye'nin önde gelen ayakkabı perakende grubunun e-ticaret yöneticisi çalıştığım en son pozisyonla ilgili olarak "üniversitede neyi pazarlıyorsunuz?" sorusunu sorabildi. cevap olarak da "çalıştığım üniversite, özel bir üniversite. sizce neyi pazarlıyoruz?" cevabını alınca yanında bulunan ik'cıya manidar bir bakış attı. bu konuşmadan sonra ik'cı yazmış olduğum maaş aralığı ilgili pozisyon ve iş tecrübeme göre uygun bir maaş olmasına rağmen "maaşta esneme payı var mı?" diye sordu. iki taraf için de görüşmenin bundan sonrası bir formaliteye dönüştü. iş ilanı verdiği pozisyonun görevlerini bile bilmeyen bir yöneticiyle karşılaştığınızda o işi alma şansınız olsa bile yürütebilme şansınız yoktur. bu örneği sadece burada değil, daha önce görüştüğüm birçok şirkette yaşadım. işin içine kişisel yaklaşımlar girince iş görüşmesi objektifliğini yitiriyor ve sizin için sadece bir zaman kaybı oluyor.

    bir diğer ve en önemli konu ise görüşülen adaya saygı ve ilgili pozisyon için yazılan gereksinimlerin yapacağınız işte ne kadar gerekli olduğu konusu. ne yazık ki bu konuda da çoğu şirket sınıfta kalıyor. ilgili pozisyon için bir şirketle görüştükten sonra yarısı süreç olumsuz ilerlerse geri dönüş dahi yapmıyor. elbette başvurduğunuz her pozisyona kabul edileceksiniz diye bir şey yok ancak gidilen bir görüşmede bile ciddi bir zaman ve emek söz konusu. tüm bunlardan sonra karşı tarafın hiçbir şey olmamış gibi sessizliğe bürünmesini tek gecelik ilişki ertesine benzetiyorum. bu da görüşülen adaya karşı yapılan büyük bir saygısızlık. bir de ilgili pozisyon için açılan ilana çalışacağınız pozisyonda bir kere bile kullanmayacağınız ya da işinizin bir parçası olmayan kriterlerin aday eleme aracı olarak kullanılması var. örneğin, bu yazıyı okuyan herkes az çok ingilizce biliyordur. ingilizce bilmek elbette ki iş arama süreçlerinde çok büyük bir artı ama başvurduğunuz pozisyonda ne faydası var? bu soruyu önce kendinize sormanız, sonra da insan kaynakları'na hatırlatmanız gerekiyor. ingilizce bir metni çok iyi anlayıp, anladığınızı düzgün bir şekilde yazıyla karşı tarafa iletebilecek yetkinlikteyseniz, işinizde en fazla birkaç kere kullanacağınız ingilizce konuşma yetinizin önemli bir kriter olarak adayın karşısına getirilmemesi gerekiyor ama getiriliyor. şüphesiz bunun saçma olduğunu düşünen tek ben değilim. bu az da olsa iyi hissettiriyor.

    bu arada, az daha unutuyordum! bugün ne oldu biliyor musunuz? türkiye'nin sayılı üniversitelerinden biriyle iş görüşmesine gidip, ilk görüşmenin ardından ikinci görüşmeye çağrılmıştım. buraya kadar her şey güzel. ikinci görüşmeye gittim, ikinci görüşmeye çağrılan tek aday olduğumu öğrendim, birimin yöneticisiyle maaşı konuşup anlaştım, başvurduğum pozisyonda görevine devam eden ve yakında ayrılacak olan çalışandan kısa bir oryantasyon aldım. birkaç gün içinde aranacağım ve işin resmiyete kavuşacağı söylendi. gönül rahatlığıyla beklerken şöyle bir mail aldım: "değerlendirmeler yapılmış olup yeni sorumlumuz bugün belirlenmiştir." ne yapalım? yazıyı burada bitirelim mi? bitirdikten sonra ikinci paragrafın son cümlesini tekrar okumanızı rica ederim.

    hepinize bol şans! buna ihtiyacınız olacak.