hesabın var mı? giriş yap

  • vampirlerin yakaları kolalı ceket giyip dağın başına yaptırdıkları şatolarda oturduğu, arada efendi gibi inip yakalayabildiklerini emdikleri, aşk meşk işlerine bulaşmaktan imtina ettikleri efsane dönem.

    beyoğlu'na takım elbisesiz girilemeyen döneme rastlar.

  • - ay hatun deme bana necmi!
    - nedenmiş.
    - ne o öyle kırolar gibi...
    - hatun hakanın eşidir. islamiyet öncesinde ülkeyi hatun yönetirmiş. sen de benim dünyamın biricik hakimi olduğun için öyle diyordum sana. bi daha demem.
    - ayy ya tamam onu de ama bayan deme. ne o baydın mı benden?
    - ama bitanem baymak yediğin bişeyin midene dokunmasıdır. bakma argo tanımlara bayan öztürkçe kadına saygıyı belirten bir sözcük işte ne güzel.
    - manita diyosun bana asıl. kırosun işte.
    - manita mana'dan gelir eski dilde tanrıça demektir. ben üzerimde bıraktığın o sihirli etki yüzünden... ya tamam bi daha demem.
    - ay necmi çok tatlısın yaa
    - (mna kodumun karısı)
    - bişi mi dedin necmi?
    - saçların diyorum ışığım, altın sarısı...

  • star tv'deki benzemez kimse sana isimli programda sahnede sarki soylerken birden durup "ay ben olmiycem galiba" diyen insan. uzun suredir bir tv programinda bu kadar gulup eglenmemistim, sen cok yasa seyfi dursunoglu.

  • düşük sayısal zeka göstergesi olabileceği gibi, yüksek sözel zeka göstergesi de olabilir; ancak tek emin olduğum böyle bir başlık açmanın düşük sosyal zeka göstergesi olduğu.

  • olm isteseydiniz icardi'nin golünü paket yapıp size gönderirdik niye bu kadar zahmet ettiniz de şanlıurfa'ya geldiniz adamlar icardi'den gol yedi kaçtı gitti ahaha

  • genel itibariyle parayla edinilecek özelliklerdir.

    para bu konudaki tüm eksikleri giderecek en güzel kusur örtücüdür. parası olan şişmansa sevimli tontiş olur, öküzse doğal ve sempatik olur, sürpriz yapan bir tip değilse içinden geldiği gibi yaşayan olur, yalan söyleyen ve aldatansa "zor erkek" olur.

    yeter ki paradan haber ver sen.

  • dün başıma gelen olay.

    ilk haberini aldığımda normal karşıladım " e abim evlendi tabi çocuğu olacak normal yani" dedim, ama gün geçtikçe bi düşünce sardı dört bi yanımı. sonra o gün geldi çattı, doğdu.

    hastaneye gittim sabahtan, lan bildiğin el kadar, korkuyla karışık tebessüm eden bi hale geldim. bi yandan da "darısı başına, hadi amca oldun hadi" diyenlere "ehe ehe evet dimi amca oldum ben" diye cevap verme faslını çektim. bi türlü idrak edemedim başta, e yaani noluyo ki şimdi diye. taa ki amcam bizi ziyaret edene kadar, şöyle bi baktım, 60 küsür yaşındaki adam benim amcam, haa ben de bunun yeğeni oluyorum dimi lan dedim. ha o zaman düşündüğümden daha yakınım dedim. dedim ki kendime; "lan ne öküz adamsın, şu girdiğin pozlara bak hele, boynunda fular oluşacak bu gidişle, o kadar insan her gün amca teyze oluyo, ne diye mal mal düşüncelere giriyosun, sev işte çocuğu, neyin peşindesin?" ve böylece biraz netleşti kafamda git gide daha çok ısındım ona.

    sonra sevmeye agucuk magucuk demeye başladım ki, bi anda uyarıldım! neden? çocuğa "ne güzelsin sen" diyerek sevmişim. ne diyecek mişim?

    - ne çiykin şeysin şeeen, çiykin mişin şen yaaa

    diyecekmişim. çünkü nazar değermiş, ayrıca çok da öküzmüşüm. e oğlum ben eskiden hep öyle seviyodum ne ara değişti bu olay ya. nazar ne lan ayrıca!?

    1 saat kadar bizim kızı izledikten sonra, karşı odalarda yeni doğan gökalp bebek ve ceylin bebekleri sevdim, evet soyadları bebek'ti, çünkü kapıdaki süste öyle yazıyodu. karşılaştırdım bizimkiyle, bence bizimki daha güzeldi, paydon daha çiykindi. ama gökalp'in teyzesinin de maşallahı vardı şimdi, neyse. sonra ben daha çok ortalığı karıştırmadan, şerbet servis etme elemanı görevime başladım ama annem önce davranıp gökalp'in teyzesine benden önce ikram etti şerbeti, yaktı beni. gerçi şerbetle de olmazdı o iş sanki, merhaba siz de mi partiden sıkıldınız diyemezdim böyle bi durumda. ayıp olurdu. olsun hayırlısı olmuş.

    sonra işsizlik geldi aklıma, lan bi flüt bile alamıyorum ben buna, kaç para lan bi flüt, düşüncelerine daldım. çok şükür çalamıyor da anlamaz fakirliğimi o büyüyene kadar alırım en kralından, süper baba çalarız. olmazsa yutuptan açarız. sevdim seni, umarım ileride, "amca ne garip bi adamsın" demezsin. tamam kız dersen yine severim, ama demezsen daha çok severim ona göre.

    edit: imla.

  • granada valencia maçının başlamasına yaklaşık beş dakika varken;

    "arkadaşlar şuan granadadayım ispanyaya erasmusla geldim .maçı izlemek için sahayı görebilen yüksekçe bi apatmana çıktım sizlere elimden geldiğince dilim döndügünce maçı anlatmaya çalışacagım."

  • çok iyi anladığım mağduriyet.
    direnişçiler benim de bir arkadaşımın kaynının amcasının dayısına osurmuşlar.

  • sinemanın gerçek anlamda öncüsüdür. 1861 yılında dünyaya gelmiştir. 1895 yılına kadar aslında sihirbazlıkla uğraşan melies, sinematografın mucidi lumiere kardeşler'in film gösterimlerinden çok etkilenmiş ve onlardan bir cihaz satın almaya çalışmıştır. ancak lumiere kardeşler cihazın başkaları tarafından taklit edilmesinden çekindikleri için ve ticari kaygılarla teklifi reddetmiştir. bunun üzerine kendi kamerasını ve projektörünü yapmaya çalıştıysa da, sinematograf cihazını başka firmalar da üretmeye başladığından ve icat giderek yayıldığından, 1897 yılında kaliteli bir sinematograf satın alma olanağına kavuşmuştur (sinematograf hem görüntü kaydedebilen, hem de projeksiyon yapabilen bir alettir). ardından, camdan bir film atölyesi inşa etmiş ve 1913 yılına kadar 500'ün üzerinde film çekmiştir. filmlerinde kullandığı özel efektler sayesinde giderek popülarite kazanmış ve zamanında kendisini reddeden lumiere kardeşler bile, onun için "sinema gösterisinin yaratıcısı" diye bahseder olmuştur. özellikle 1902 yılında gösterime giren aya seyahat gibi filmleri sinemanın erken dönemlerine ait birer başyapıt olarak karşımıza çıkmaktadır. jules verne'nin kitaplarındaki evreni ve atmosferi canlı bir gösteriye dönüştüren melies, sinemada özel efekt ve bilim kurgu-fantazi ögelerinin kullanılması konusunda da tam anlamıyla öncü kişi olmuştur.

    1900'lü yılların ortalarında kardeşi gaston, amerika'da bir film şirketi daha kurmak için yolculuğa çıkmış, ancak başarısız olmuş, hatta ondan aldığı 50 000 doları da kaybetmiştir. amerika'da yaşanan hüsranın ardından patlak veren 1. emperyalist paylaşım savaşı sırasında, clemencau öncülüğündeki fransa cumhuriyeti hükümeti melies'in film stüdyosunu hastaneye dönüştürmüş, filmlerini de eriterek asker postalı yapımı için kullanmıştır. böylece savaştan sonra, sinemanın yeniden canlanmaya başladığı 20'li yılların ilk yarısı, melies için unutulma ve çöküş yılları olmuştur. elindeki son parasıyla paris'teki montparnasse tren istasyonunda bir oyuncakçı dükkanı açmış ve bir süre burada yaşamını sürdürmüştür. ancak zaman içinde gazeteciler ve sinemacılar ona yeniden yoğun ilgi göstermeye başlamış ve aralık 1929'da salle pleyel tiyatro salonunda eski filmlerinin gösteriminin yapıldığı bir gala tertiplenmiş ve film endüstrisine dönmesi için pek çok çevreden teklifler gelmeye başlamıştır. eskisi gibi yoğun film çekimi faaliyetlerine dönmese de, pek çok yönetmen ve yapımcı onun deneyimlerinden yararlanmak üzere bilgisine ve danışmanlığına başvurmuş, bunun sonucunda da 1932 yılında paris sinema topluluğu orly'de kendisine bir mekan tahsis etmiş ve burada genç sinemacılara dersler vererek ve bazı filmlerin çekimlerinde de danışmanlık yaparak eski günlerine bir şekilde geri dönmüştür. kendisine bu dönemde fransa'daki en önemli devlet nişanı olan legion d'honneur verilmiştir. 1938 yılında hayata veda etmiş, ancak bir daha asla unutulmamıştır.