hesabın var mı? giriş yap

  • özellikle erdoğan'ı havaalanında karşılayan manken fizikli oğlanları görünce insanı hayrete düşüren tespit.

    duran adama karşı duran adamlar falan vardı mesela, tiplerini görünce kıskançlıkten cinnet getirip sabah ezanına kadar cami önünde durmuştum.

  • 7 yaşındaki kızımla alerji testi için hastanede sıranın bize gelmesi beklenmektedir:
    - ne o kızım? mırıl mırıl ne konuşuyorsun?
    - dua ediyorum baba?
    - ne duası?
    - alerji duası.
    - nasılmış o dua?
    - allaam n'olur brokoliye alerjim olsun, çikolotaya olmasın.

  • mucizevi bir küçük film. bütün bireyleri öte dünyada buluşan ailenin babasının "en iyi aile bizimki" deyişi, benzer bir çok küçük şakayla bezeli filmin en hoş esprilerinden biriydi. filmin dead and lovely ile açılması, film boyunca bol bol gogol bordello çalması, hele hele tom waits'in uzunca ve önemli bir rolü olması, film hakkında hiç bir şey bilmeden sinemaya gitmiş ve biletler tamamen tükenmişken, tamamen şans eseri kendini sinema koltuğunda bulabilmiş birisi için, gecenin mucizelerinin devamıydı sanki; evet, mucizeler hiç beklenmedikleri zaman gerçekleşirmiş, hasretle beklerken değil.

  • tecavüze direndiği için başı taşla ezilen bir çocuğun geldiği haldir. allah ailesine sabır versin.

    bir takım foncu gazetecilerin mahallesine bu tecavüzcüler giremeyeceği için onlar rahattır.

  • bizim erhan odtü’de okuyor o dönem, ailesinin sefaköy’deki kullanılmayan evinde kalıyor istanbul’a geldiğinde. istiklal caddesi o tarih kitaplarında anlatılan levantenlerin, fötr şapkalı beylerin, şık hanımefendilerin olduğu kadar olmasa bile yine de güzel. her mevsim, her hava koşulunda cıvıl cıvıl. inanmayacaksınız belki, cadde-i kebir’ de sağlı sollu ağaçlar bile var !
    istanbul’daki evde telefon olmadığından, biraz da sürtük olduğundan (sürtük burada çok gezen anlamında kullanılmıştır.) sömestr tatili başlamadan bir hafta önce arıyor erhan. önümüzdeki hafta neler yapacağımızı, nerede, hangi saatte buluşacağımız kararlaştırıp kapatıyoruz telefonu. cumartesi sabahı mavi eksprese binip öğlenden sonra haydarpaşa’da olacak oradan da karşıya geçip sefaköydeki eve gidecek. cumartesi günü de taksim sahnesinin üzerindeki sanatçılar kahvesinde buluşup yaptığımız planı uygulayacağız.
    şans bu ya ! buluşma sabahı istanbul’da deli bir poyraz fırtınası var, hava tam bir facia. çok soğuk esiyor ve deli bir yağmur. aklı olanın sokağa çıkmaması gereken günlerden biri. sözleştik günler öncesinden diye yola çıkıp saatler öncesinden bostancı - taksim dolmuşuyla geçiyorum taksim’e.
    akm’nin önünden koşarak sıraselviler’in başındaki taksim sahnesini önüne geliyorum, kahveye çıkan dar kapıyı zorluyorum ama kapı tepki vermiyor. kaldırımın ucuna gidip başımı yukarı kaldırıp kahveye bakıyorum, ışıklar yanmıyor. taksim sahnesinin kapısına yöneliyorum, içeri girip görevlinin “-bugün oyun yok, kahve açık olmaz” cevabıyla yıkılıyorum. buluşma planı yaparken hiç bu ihtimali göz önünde bulundurmamışız, b planımız yok. taksim sahnesinin girişinde buluşma saatine kadar beklerim diye düşünürken görevlinin toparlandığını görüp ikinci darbeyi yiyorum.
    aranacak bir telefon, buluşacağımız bir yer yok. şey gibi kalıvermişiz taksimin ortasında. bu arada buluşma saatimiz yaklaşıyor ama erhan’dan bir işaret yok. sıraselviler’de saçak altlarında bir o tarafa, bir bu tarafa dolaşıp 5 dakikada bir kahvenin kapısına geliyorum. buluşma saatini yarım saat geçiyor artık it gibi titriyorum ve eve dönmeye karar veriyorum. taksim meydanına doğru giderken istiklal’in başına doğru yürümek aklıma geliyor. o yöne doğru koşar adım ilerliyorum fransız kültürün etrafına bakınıyorum ama erhan hala görünürde yok.
    üşümenin de etkisiyle geri dönüp akm’ye, dolmuşlara doğru koşturmaya başlıyorum. bir iki ay önce yenilenmiş bayrak direklerinin yanına yaklaştığımda, bir direğin bayrak ipini sabitlemek için kullanılan demir aksam üzerinde marlboro kartonunun arkasına kırmızı rujla yazılmış bir yazı farkediyorum. direğin dibinde durup kartonu elime alıyorum. kartonda, “okan kahve kapalıydı, ceyda’yla dersaadette bekliyoruz.” yazıyor !!!

  • ürkütücüdür. eylem süresince eylemcilere karşı öyle aşırı tepkiler duydum ki kanım dondu. yok kafalarına sıkacakmışsın, yok bilmem ne yapacakmışsın... komşunun oğlu/kızı belki oradaki, senin insanın ya? bu nasıl bir vahşet? allah akıl fikir versin hepinize. zaten baştakilerin çok daha basit şekilde bitirebilecekleri bir eylemi kışkırtmalarla bu noktaya getirmelerinin amacı da buydu. şimdi kim provakatör kim oyuna gelen söyleyin?

    edit: biz göçmeniz, bosna'da akrabalarımız var. yıllarca bosna savaşının vahşet hikayelerini dinledik. orada birlikte gülüp eğlendiği, düğününe derneğine katıldığı komşuları katletti boşnakları. sırf dini farklı diye. işte sizin o sırp kasaplarından hiç farkınız yok, bilesiniz.

  • sıfır çekti manşetleri neden tarih olsun? maç kaybetmeyi değil beraberliği kaldırıyor.

    t: yüksek ihtimal biz katılamayacağımız için bizi ilgilendirmeyen kuraldır.

    edit: ulan bende mi bi yanlıs var yoksa sizde mi anlamadım. herkes kaybeden 1 puan alacak 0 çekmek yok diyor. bakın haberde yazan; berabere kalan maçlarda penaltılara gidilecek kazanan 2 kaybeden 1 puan alacak. penaltılarla kaybeden için diyor bunu. bi takım penaltılara bile gidemeden gelen geçenden 3, 5 yerse puan alamaz. ben mi yanlışım bi deyin hele. paranoyak ettiniz beni.

  • teknik destek elemanı olarak bir bilgisayar firmasında çalışan elemanımız gün boyu çöken windows'ları düzeltmekle uğraştığından kafası ambale olmuş bir biçimde kısa winston almak üzere büfeye gider:
    - kardeş bi kısa windows verebilir misin?
    - tabi abi, 95 mi olsun 98 mi?
    - ha, ney? puhahahaaa!