hesabın var mı? giriş yap

  • simdi bu yabanci kurali bugun aciklandi ya bu konu hakkinda konusmalar soyle olacaktir:

    ertem: tff'nin yeni kuralina gore 14+14 kisi olacaktir. boyle bir kuralin cikmasina yardimci olan cumhurbaskanimiza, basbakanimiza, spor bakanimiza saygilarimizi gonderiyoruz.

    rok: aynen. eski turkiye yoooookkkkkkk artik. bu kohnemis kurallar eski turkiye'de kaldi.

    sinan engin: simdi erto bu yabanci kurali ne oldu tam olarak simdi?

    ertem: 28 kisilik kadroda 14 yabanci olabilecek 11 yabanci ayni anda sahada olacak.

    sinan engin: simdi bu kural. neyse ben ondan bahsetmiyorum bahsettigim baska bir sey benim. turk milli takiminda oynatabiliyor musum bu yabancilari? onemli olan o.

    abdulkerim: 11 yabanci ayni anda oynayabiliyormuymus? ben anlamadim simdi ahmet hocam'a katiliyorum. gerci konusmadi hala ama katiliyorum.

    ahmet cakar: beyler bitti mi?

  • aralarındaki tek ortak özellik ikisinin de erkeklerden hoşlanmasıdır, bunun dışında taban tabana zıttırlar, mesela nur içinde yatsın zeki müren ünlü ünsüz herkese aynı saygıyı gösterirdi, bülent ersoy ise ünlü ünsüz herkese aynı saygısızlığı gösteriyor.

  • (bkz: #58071398)'den devam.

    nukleer serpintiyi siginakta karsiladiniz ve anlatilmaz yasanir bir zorlukta iki hafta civarinda bir sure iceride kaldiniz. bundan sonra ne olacak? nereye gideceksiniz? nasil gideceksiniz, nasil gitmeyeceksiniz, yolda basiniza neler gelebilir bir bakalim.

    * oncelikle artik hayatiniz degisti. cocuklarin mutlu bir sekilde kostugu sokaklar artik dunku dunyaya ait olan seyler ve malesef ani olarak kalacak. yeni hayata ne kadar kisa surede adapte olursaniz o kadar az sikinti yasarsiniz. herkes uzgun herkes saskin, ama hayatiniz halen size ait. yapabildiklerinizle kendinizle beraber ailenizi de buyuk ihtimalle kurtardiniz en muhimi de bu. evdir yanar, arabadir patlar. gidenlerin pesinden uzulup isinizi daha cok zorlastirmayin.

    * su asamadan sonra olabilecek milyonlarca senaryo var ama basit olarak gecmek gerekiyor. cok bilindik iki ana branstan gidelim. turkiyede nukleer silahlarla bastan sonra dumduz etmeleri nukleer bir savas sirasinda bile beklenmeyen bir durumdur. ancak hepimiz turkiye'de yasamiyoruz daha ciddi dusmanlari olan ulkelerde cok ciddi nukleer senaryolar aciga cikabilir. cikar.

    * eger isid gibi olmeye oldurmeye merakli bir gucun elinde boyle bir silah varsa bunu sinirlandirilmis saldiri / limited-exchange kategorisinde degerlendiriyoruz. tek veya birkac bombanin en yogun insan hayatinin yasadigi yerlerde yerde patlamasi gibi bir durum aciga cikiyor. pakistan kuzey kore gibi ulkelerin bu derece uluslararasi aktorlere nukleer baslik verip proxy bir sekilde dusmanlarina indirekt zarar vermesi cok ihtimal haricinde olan bir sey degildir.

    * limited exchange nukleer senaryolarda bir devlet mevhumu saldiri sonrasinda hala vardir. altyapi tam anlamiyla bozulmamistir. atiyorum ankara'ya bir bomba dusmustur ve sehir mahvolmustur ama ankara'da pek cok devlet gorevlisinin olumuyle turkiye cumhuriyetinin komple teslim olmasi beklenmemektedir. yonetimi ele alacak ama sivil ama askeri bir hukumet hemen ardindan karar mekanizmasini isletmeye baslayacaktir. yan idareler, karayollari, demiryollari, ulusal basin agi vs limitli bir nukleer saldirida isleyisini surdurecektir. hayat bildiginiz gibi olmasa da bildiginize yakin bir sekilde islemeye bu senaryoda devam eder. kotunun iyisi budur.

    * all out exchange ise beterin beteri bir senaryo kategorisi oluyor. burada amerika gibi bir ulkeniz varsa rusya veya cin gibi potansiyel dusmanlariniz elinde ne var ne yok size atmis ve siz de o fuzeler dusmeden siz de kendi fuzelerinizi onlarin hedeflerine gondermissiniz, dunyada bir anda 26 bin nukleer basligin patlamis olmasi gibi kutsal kitaplarda okunanlardan beter bir felaket ortaya cikmis olmasi durumudur. meteorolojik kisma gelmeden idari babta incelersek bu senaryoda siginaginizdan ciktiginizda tam anlamiyla baska bir hayata cikmis oluyorsunuz. o andan sonra hersey tam anlamiyla bir hatira oluyor. devlet idaresi kalmiyor, herkes basinin caresine baksin gibi bir durum ortaya cikiyor. hukuk kanun bu asamadan sonra hak getire oluyor. fallout evreni ile max max arasinda bir durumdan bahsetmis oluyoruz. anarsiye hos geldiniz, icinde cop torbasina sctiginiz siginak o anda gozunuze disaridan daha guzel gelmeli. insanligin son demleri artik onlar.

    * ana senaryo olan sinirlandirilmis nukleer saldiriya donelim. siginaginizdan ciktiniz ve ortalik tam anlamiyla bir ana baba gunu olacaktir. sehrin siluetinde buyuk degisiklikler soz konusudur. patlama noktasina baktiginizda yogun ve siyah bir duman sehrin merkezinden goge yukseliyor olacak. radyasyon tolere edilebilir seviyeye indigi icin nereye baksaniz hala suren yanginlar cayir cayir siren sesleri sokaklari arsinlayip sehirden cikmaya calisan insanlar goreceksiniz.

    * bu asamada sehre girisler yasaklanacaktir cunku tarkovsky filmlerindeki gibi bir bolge / zone kavramina dahil olmus bulunacaksiniz. bu da tek saldiri senaryosunda mumkun olan bir sey. bu asamada aklinizdan cikarmamalisiniz ki sizin kentinizde bir atom bombasi patladi ve serpinti azalsa da halen suruyor. sehre yeni girisler hemen durdurulmak zorunda ki iceri girenler de ayni saglik sorunlarina maruz kalmasinlar. sari beyaz musamba nbc kiyafetli gaz maskeli tipler goreceksiniz. bu sevindirici bir gelisme cunku devlet fonksiyonunun varligina bir isaret. eviniz bu zone icinde kaldiysa yapabileceginiz cok fazla bir sey yok, hayatin sizin icin baska yerde baska planlari olabilir. bu noktada ya yiyecek ve suyunuz bitecek ve bunlari aramak icin artik siginaginizi kendiniz terkedeceksiniz ya da devlet gorevlileri kapi kapi arastirmalarina baslayarak olen ve kurtulanlari tasniflemeye baslayacaktir. radyasyonun durumuna gore evinizden tek bir parca esya almadan oradan zorla tahliye edilebilirsiniz.

    * siginak ve radyasyon konusunda sizin kadar akilli davranmayan ve evde normale yakin yasamlarini surduren komsulariniz bu asamada henuz olmedilerse oluyor olacaklar. radyasyon zehirlenmesi bir hastalik degildir. bulasici hic degildir. ancak bu raddede onlara yardim icin yapabilecek bir seyiniz de bulunmuyor. yuksek doz radyasyon zehirlenmelerine bagli olarak tanidiginiz insanlari boyle gormek kabuslariniza girer. mideniz kaldirmiyorsa ortalarda mal mal dolasmayin. kendilerine igretiyle falan bakmayin.

    * siginaktan kendi imkanlarinizla ayrilacaksiniz insan hayatinin zayif radyoaktif ortamda 3lu kuralini hatirlayin. 3 dakika havasiz, 3 saat siginaksiz, 3 gun susuz ve 3 hafta yiyeceksiz hayatta kalamazsiniz. siginaginizi terketmek sizi serpinti parcalariyla dogrudan bir araya getirdigi icin disarida siginakta oldugunuzdan cok daha fazla radyasyona maruz kaliyor olacaksiniz. gamma isimasi bu noktada zayifladigi ancak alpha decay bitmedigi icin soludugunuz ve yuttugunuz tozlardaki alfa ve beta parcaciklari sizi bir anda radyasyon zehirlenmesiyle bir arada birakabilirler. en unlu* alfa kaynaklarindan olan polonyum 210 siyanurden ikiyuz elli bin kat daha zehirlidir. gramin milyonda biri bir zerresi insani uc gunde oldurur. kendisini susturma amaciyla cayina bir kasik po 210 katilan eski kgb ajaninin hikayesi icin (bkz: aleksander litvinenko) ozetle : havadaki tozlar buyuk bir tehlike tasiyor. ne yediginize ne soludugunuza dikkat etmek zorundasiniz. bu en az 140 gun boyle.

    * yine kendi imkanlarinizla cikarken iki sebepten bunu yapiyor olun. 1- siginaginizdan daha guvenli bir yer oldugunu biliyorsunuz ve oraya varmak icin bir planiniz var, 2- baska bir careniz yok, yiyecek ve su bitiyor veya bilinmeyen hesaplanmayan baska bir tehlike bas gosterdi ve/veya bombanin tek bomba olmadigini bir sekilde ogrendiniz devletten yardim gelemeyecek. o durumda da baska careniz yoktur.

    * kendi imkanlarinizla siginaktan cikarken su ihtiyaciniz minimal seviyelerde karsilanamaz. 10 gun uc litre degil artik cok daha fazlasina ihtiyaciniz olabilir (eger yuruyorsaniz daha da cok). bu durumlarda evde termosifon gibi bir seyiniz varsa icindeki suyu kullanabilirsiniz. yiyecek icinse cok daha fazla dikkatli olmalisiniz. agzi patlamadan once paketlenmemis, acilmis sonra tekrar kapanmis hicbir seye guvenemezsiniz. snickerslar bountyler tadelleler sizin yine post apokaliptik dunyada yardiminiza kosuyor. komsulariniz olmuslerse yiyecekleri konserveleri vs sizden sonraki yagmacilari beklemesin girip alin.

    * istanbul gibi bir sehir merkezindeyseniz yeralti tunelleri ve metrolarini guvenlige erismek icin kullanabilirsiniz.

    * disari cikarken ne giyeceksiniz? radyoaktif toz halen havada ucusuyor dedik. bu durumda en iyi olasiliginiz musamba ve naylon kapsonlu yagmurluk. eldiven, cizmeler, yuzunuze gaz olmadi toz maskesi. o da olmazsa bir havlu, tshirt veya esarp. tozun saclariniza girmemesi icin kapson surekli kafanizda olacak. o anda size zarar vereceginden degil daha sonra bu tozu guvenli ortama girdiginizde etrafa sacmamak icin kapatacaksiniz. kisaca anlatmak gerekirse butun vucudunuzu kapatacaksiniz. acik gorunen kisimlari bantlamayi bile dusunebilirsiniz. mutlaka ve mutlaka goz koruyucu takmaniz lazim. gozleriniz nemli oldugundan toz cekecek ve beta emitter bir parca gozunuzu hemen yakmaya tahris etmeye baslayacaktir. sabunlu suyla gozlerinizi o ortamda yikamak bir dert, sabun ve goz gibi iki oksimoronun bir araya gelmesi bir dert. takin o yaz denize gitmek icin aldiginiz deniz gozlugunu bitsin. tatil falan kalmadi artik.

    * silah. bireysel silahlanmanin gerekliligi ile ilgili tartismak isteyenler dumani tuten sehirden arta kalanlara tekrar bakabilirler. eskiden yollar tehlikeli idiyse simdi cok daha beteriyle karsilasacaksiniz. medeniyet ac insanin olmadigi yerde vardir derler. bir nukleer saldiri sonrasi marketler yagmalanir, benzinciler yagmalanir, evlere girilip yagmalanir cunku ciddi coklu bir saldirida altyapi coker. marketlere yiyecek gelmez olur. halk ac kalir. ac kalan ve kendi basinin caresine bakmak zorunda kalan halkin oldugu yerde de medeniyet inise gecer. bu durum ortaya cikarsa besin piramidinin ortalarinda kalan siz olabilirsiniz. daha iyi argumanlari (silahlari) olan insanlar kendi baslarinin caresine bakmak icin sizin yiyecek ve suyunuzu almaktan imtina etmezler. silaha en ihtiyaciniz olan zamanlardan birinde yasiyorsunuz. eger varsa geride birakmayin.

    * mumkun oldugu kadar asfalttan, kaldirimlardan, tas zeminden hedefe yuruyun. tarlalardan geceyim topraga basayim derken serpintiye maruz kalmis bomba bulutundan cikmis tozlarla daha fazla muhatap oluyorsunuz.

    * siginabilecek ve geceyi gecirebilecek bir yer bulunca elbiselerinizi cok dikkatle cikarmak zorundasiniz. disi toz kapli oldugundan sadece icine temas ederek mumkunse gozunuzde gozluk ve agzinizda maskeyle bu islemi gerceklestirin. elbiseleri degistirmek daha az beta parcacikli bir hayata giden yolun ilk adimidir. bu da yeni hayatinizda kansersiz fazladan bir 10 yil demek olabilir.

    * cocuklarinizi yurutmeyin, omuzlarinizda donusumlu olarak tasiyin. onlar radyasyona sizden cok daha dayaniksizdir. toz topragi da bilmeden vucutlarina daha kolay alirlar. yerden yuksekte tozdan uzakta tutmak ise yarar. daha da onemlisi neye dokunuyorlar neyle oynuyorlar biliyor olursunuz.

    * ilk gun gidebildiginiz kadar uzaklasmak ve ancak yorgunluktan bayilacakken durmak sizi beklediginizden cok daha uzaga goturur. ertesi gunler bu ilk yolculuk gunu kadar kolay olmayacaktir. ilk gun ne yol katederseniz sizin yarariniza olur. yiyecekleriniz ve kiyafetlerinizi de guvenli bir yerde mumkun oldugu kadar uzun bir sure tutmus olursunuz.

    * tum dunyanin nukleer fuzelerle birbirine girdigi bir senaryoda ise hayatta kalmaniz planiniza bagli. buyuk bir ihtimalle de o planiniz tek atimlik bir barut. eger gerceklestiremezseniz, hedefinize varamazsaniz, varip umdugunuz sonucu yakalayamazsaniz; atiyorum istanbul'dan sag cikmayi basardiniz ve ulkenin iclerine yolculuk ediyorsunuz. bursa eskisehir ankara'nin da yolda nukleer fuzelerle dumduz oldugu haberini alirsaniz ruzgarda savrulan bir yaprak gibi dimdizlak kalacaksiniz. boyle bir senaryoda zaman cok onemli bir faktordur, cunku dunya genelinde binlerce nukleer fuzeden bahsediyoruz. tum dunyadan kalkan radyoaktif toz atmosferin daha once gitmemis yuksekliklerine gidecek. stratosferde radyoaktif toz birikmesi olacak ve en son krakatoa patlamasinda yasanmis doga olaylarini goreceksiniz. ornegin toz yuzunden gun batimlari en az 6-7 yil boyunca inanilmaz bir guzellikte kirmizi olacak. bunun beraberinde toz dunyaya gelen gunes isigini da oldukca kritik bir sekilde soguracagi icin siginaginizdan ciktiginiz andan sonra sizi bekleyen en guc kosullari goreceksiniz. yani nukleer kis

    * nukleer kis, dunyada en az 100 sehrin ayni anda tamamen yanmasiyla ortaya cikan atmosferdeki toz duman ve partikullerin gunes isigini cok uzun yillar bloke etmesiyle yasanacak olan (kesin degil ama cok olasi) bir hipotetik ekstrem mevsim. bu senaryoda tam bir winter is coming hadisesi oluyor. kis sicakliklarinda deniz kiyilarinda -20 dereceler cok olasi, kara iklimin hukum surdugu yerlerde ise benzeri gorulmemis -60li sicakliklar gorulebilecek. yaban hayatindan tutun ormanlara kadar hersey bu ani iklim degisikliginden cok etkilenecek. insanlik yeni bir buzul cagi yasamasa da altyapinin tarimin olmadigi bu sartlarda cok buyuk bir insan populasyonunu hayata nasil tutunacagi bir muamma. zira tarihte belli donemler oldugunu biliyoruz ki bazi yillar yaz mevsimi hic gelmemis. nukleer kis senaryosu bunun birkac yila uzanmis bir versiyonu. atmosferdeki radyasyon da tum dunyaya yayilacagi icin dunyada bitki ortusunun tamamen yok olmasi gibi korkunc durumlarla karsilasilacagini iddia edenler de vardir. ancak cernobil ve pripyat bugun bir wasteland olmamissa umut vardir diyebiliriz. yine de ben olsam madenleri denerdim.

    * anti radyasyon ilaclari olup olmadigini soruyorsunuz, potasyum iyodur / potassium ionide alip radyasyondan korunamaz miyiz? o konu sikintili ki soyle. evet potasyum iyodur bir nukleer saldirinin size zarari olacak pek cok ozelliginden bir tanesinde cok yardimci oluyor. nedir o? iyot 131 notralizasyonu konusu. bir atom bombasi patladiginda cikan radyoaktif partikullerin %3 kadari iyot 131 denen bildigimiz iyotun radyoaktif hali olarak cevreye saciliyor. iyot 131 bir beta parcacigi emiteri, yani gamma isinindan cok beta parcalari saciyor. bu da sadece yutar, uzun sure deriye temas ettirir veya solursaniz size ciddi hasar verecek bir sey. ancak isin kotu yani vucut normal iyot ile iyot 131 arasindaki farki bilemiyor. radyoaktif iyotu da normal iyotmus gibi tiroid bezinizde depolamayi surduruyor. tiroid kanseri hastalarinin da radyoaktif iyot aldigini dusunursek eger ilerlememis bir tiroid kanseriniz varsa gote bala atom bombasi patlamasiyla kendiliginizden tedavi bile olabilirsiniz. ama eger yoksa bir sure sonra tiroid kanseriniz olabilir. cernobil santrali patladigi zaman tiroid vakalarinin yuzlerce kat artis gostermesi hep bu iyot 131 yuzundendir. potasyum iyodur iyi ve doyurucu bir iyot kaynagidir tiroid bezinize yerleserek daha fazla iyot alamayacak hale getirir. dolayisiyla radyoaktif iyot tiroidinize yerlesemez. nukleer saldiri sonrasi kanserlerin en hizli kendini gosterenine karsi kendinizi boyle belese korumus olursunuz. ancak kolay erisilebilen bir ilac da degildir. fukushima patlamasi sonrasinda karaborsaya dustugu bile olmustu.

  • hala padişah resmi kullanan, anma ile kutlama farkını bile bilemeyecek zekada bir zavallının da bunu anlamasını beklemiyoruz !!!

  • az once gelen email. nijerya'da cekilen bir piyangodan kazanmisim. hemen arzu ettikleri gibi tum kisisel bilgilerimi, banka hesap ve kredi karti numaralarimi gonderdim. umarim parayi yatirmalari fazla uzun surmez. cok mutluyum.

  • 18 ve 19uncu yüzyıllarda osmanlı devletinde kullanılan gümüş para. “zlota” veya “zolota” da denilir. değeri “kuruş” un biraz altındadır. başlangıçta yaklaşık 20 gram basılan zoltaların ağırlıkları zamanla 3 grama kadar düşmüştür. aynı şekilde başlangıçta 39 mm olan çapları da küçülerek, son zoltayı bastıran 2. mahmut döneminde 28 mm olmuştur.
    devletin bastırdığı “kuruş” lardan biraz daha hafif olan lehistan baskısı “zlota” ların ülke içinde kullanımını önlemek amacıyla bastırılmaya başlamıştır. aynı dönemlerde basılmakta olan “taler” ve “zlota” lar örnek alınarak her iki yüzü de yazı ile doldurulmuştur. bu yazıların içerikleri paraların tedavülde oldukları sürece pek az değişikliğe uğramıştır. zoltalarda tuğra yoktur. örnek olarak 1. abdülhamid’in bastırdığı zoltanın üzerinde yazanlar şöyledir:
    ön yüz: sultan ül barreyni vel bahreyni hadim ül haremeyn iş şerif [iki karanın ve iki denizin sultanı, şerefli iki haremin** hizmetkârı]. arka yüz: essultan abdülhamid bin ahmed han dame mülkühü durube fi konstantiniye 1187 [ahmet oğlu sultan abdülhamid han, mülkü daim olsun, 1187 tarihinde istanbul’da basılmıştır (darb edilmiştir)].
    ayrıca ön yüzde paranın cülusun kaçıncı yılında basılmış olduğunu gösteren bir rakam bulunur. arka yüzde basım tarihi olarak belirtilen 1187 aslında padişahın tahta geçiş tarihidir. paranın gerçekten basıldığı tarihi bulmak için bu tarihe ön yüzde bulunan rakamı eklemek gerekir. bu yöntem hemen hemen bütün osmanlı paralarında geçerlidir.
    zoltanın büyüğü "çifte zolta", küçüğü de "yarım zolta"dır. özellikle çifte zolta, hem isminin azameti hem de cisminin cesameti (40 gr gümüş) ile güven ve saygı uyandıran bir paradır.

  • acemi veya değil çoğu sürücüyü tırstıran, hatta evinin yolunu değiştirmeye mecbur bırakan sürücü aktivitesi.

    ancak bazen bu aktivite için vites, debriyaj, fren ve hatta el freni dahi yeterli olmamaktadır. çözüm adeta bir herkül gibi arabayı yokuşta kas gücü ile kaldırmaktan geçmektedir.

    true story

    fulya'nın ünlü yokuşlarının birinde kafa kafaya gelinen bir aracın öküz sahibi ile kavga etmekten kaçınan ben, adamla levye savaşına girmektense aracımı kenara doğru çekerek elemana yol verdim. yoluna gitmesini beklediğim kekan yanımdan geçerken saçma sapan sözler söyleyince bastırmaya çalıştığım kroluk damarım kabardı ve ani hareketler ile yokuş aşağı kendimi hafifçe bırakıp ilk sola dönüp ani bir hareket ile tekrar yokuşa verdim burnumu. araç otomatik vites olunca bu tür durumlarda daha rahat oluyor insan. neyse; gaza basmama rağmen aracın kıpırdamaması bir süre sonra dikkatimi çekti. bu bir süre dediğim çok da uzun bir süre değil tabi. el frenini çekip tekrar denedim, sonuç aynı. arkadan gelen beyaz duman ve aracın gazı yedikçe çıkardığı ilginç sesler eşliğinde sağ arka sabit olmak şartıyla sola doğru yönlenmesi durumun anlaşılmasına sebep olmuştu.

    evet, arabanın sağ arka çamurluğu anlık kro reflekslerimin farkına varmamı engellemesinden ötürü kaldırıma takılmıştı ve sağ arka teker hafiften boşa dönmekteydi. yokuşun ortasında çük gibi kalmanın ötesinde yavaş yavaş trafik oluşmakta ve "bu mal bu arabayı nasıl bu hale getirmiş lan?" diye fısıldaşmalar da duyulmaktaydı.

    neyse ki sevgili yokuş trafiği sakinleri çeşitli önerilerini sunmaya başlamışlardı ki benim gözüm yokuşu yavaşça çıkan, duruşuna kurban olduğum, bıyıklı bir amcaya takıldı. asıl fikir kesinlikle ondan gelicekti. olayı çöze çöze çıkıyordu yokuşu. belli ki matematiksel denklemleri ve gerekli kas gücünü hesaplıyordu. tekerin altına taş sokma fikrinin çeşitli sebeplerden ötürü elenmesinin ardından artık yokuşu çıkan amca ile aynı şeyi düşünüyorduk. amcanın da yanıma gelmesi ile gerekli psikolojik desteği yakaladım. hiç konuşmadık. sadece birbirimize baktık. arabaya bindim. kontağı kapattım, vitesi park'a aldım ve el frenini son kez çektim. sonuçta naim süleymanoğlu benim belime geliyordu ve kilolarca ağırlığı "hıpppps" diyip kaldırabiliyordu. bakışlar üzerimde yoğunlaşmıştı ve "yooo yooo saçmalama" dediklerini hissediyordum. sağ arkaya geçtim. amca tatktik vermeye bile gerek duymadan sadece "bismillah" dedi. yaradana sığınıp kaldırdım aracın arkasını. beklediğimden çok daha kolay olmuştu. bunun da gazıyla hepten yüklendim arabanın arkasını ve aracı kaldırımdan kurtarmakla kalmayıp, düzledim de. işte o anda bugün hala fulya'da hatırlanan, ingiliz taraftarların direkte patlayan şut sonrası verdikleri uuuuuuvvvvvvvvv tepkisine benzer bir tepki yükseldi.

    balkonlardan gelen alkışlar eşliğinde bindim arabama ve yokuşu yavaş yavaş tırmanmaya başladım. ancak biliyorum ki o amca olmasaydı, o bana güvenmeseydi bunu başaramazdım.

  • genel sekreteri david miles'ın "fenerbahçeyi asla küçümsemeyeceğiz" şeklinde konuşarak fenerbahçeyi küçümsediği kulüp.

    edit: genel sekreteri david miles'ın "beşiktaş'ı asla küçümsemeyeceğiz" şeklinde konuşarak beşiktaş'ı küçümsediği kulüp.

    edit2: genel sekreteri david miles'ın "galatasaray bizi hafife almasın" şeklinde konuşarak galatasaray'ı abarttığı kulüp.

    ulan hep bizimkilere mi denk geliyor bu?

  • ben de burada atıp tutanlar gibi düşünüyordum. gerekirse işi gücü bırakır annemle ilgilenirim diyordum. önce teyzem destek oldu, 4 ay evinde ilgilendi ama annem orada çok mutsuz oldu. sürekli evine gitmek istedi. evi farklı bir şehirde. yanına bir yardımcı buldum, evine yerleştirdim, her haftasonu uzun yol yapmayı da, tek maaşla iki ev geçindirmeyi de göze aldım ama annem yine mutsuz.

    kendi hayatının kontrolünü elinde tutmaya alışkın, hep özgür yaşamış, asla tahakküm altına girmeyecek eski bir bankacı ve ticaret kadını. ilk ay kızı kovdu, azarladı, sürekli bağırıp çağırdı, ağlattı… yalnız kalamayacağını idrak edince bu kez kötü davranmayı bıraktı ama sürekli şikayet etmeye başladı. 3 gündür yemek yemiyor mesela, protesto ediyor kendince ki beslenme onun için ilaçtan bile daha mühim şu an.

    2 hafta önce bir epilepsi nöbeti geçirdi, tekrar etme ihtimali yüksek. sol gözünün üzeri morarmış, konuşamadığı için ne olduğunu söyleyemiyor, sadece düşmediğini veya bir yere vurmadığını, canının da acımadığını söylüyor. yani sorunca 'yok yok' diyor sadece.

    nezle oldu, sürekli uyuyor dedi kız, doktora gitmesi lazım ama asla ikna edilemiyor. gerek yok diyor. hayır istemiyorum diyor.

    kişisel hijyenini yeteri kadar sağlayamıyor ve benden başka kimsenin de yardımcı olmasına izin vermiyor.

    istanbul'da yaşıyorum ben. iyi ve huzurlu olduğum bir işim, kendimle mutlu olduğum bir hayatım, ilgilendiğim hayvanlarım var. her şeyi bırakıp yanına gitsem yine mutlu olmayacak artık bunu biliyorum. onun istediği eski düzen ve özgürlüğü ama bu mümkün değil artık. bunu idrak edemiyor, etse de kabul edemiyor. kaldı ki sadece onun maaşıyla geçinmemiz gerekecek. bu da mümkün değil, sadece aç kalmamamıza yeter, o da belki.

    yanıma alsam, gündüz işteyim yine eve biri lazım. istanbul'da bakıcılar 600 dolardan kapı açıyor. bütün hayatımı ona endekslemem, kendimden tamamen vazgeçmem gerekiyor benim ki ona rağmen her şeye yetebilmem mümkün değil. hijyenini nasıl takip edeceğim? her gün çeşit çeşit yemeğini nasıl hazırlayacağım? evde düşse, bir nöbet geçirse nasıl hastaneye yetiştireceğim?

    işi bıraksam, annem 72 yaşında, kardeşim falan yok. 20 sene her şeyi bırakıp kendimi ona adasam o gittiğinde ben 57 yaşında olacağım. emekli olamamış, bir geliri olmayan, ödemesi gereken bir ev kirası, faturaları olan yalnız bir insan olarak ben ne yapacağım o gün geldiğinde? hayırsızlık denen bu rasyonel düşünme şekliyse kendimle yüzleşip hayırsızlığımı kabul etmem lazım demek ki.

    basit şekilde, acaba düştü mü, yemeğini yedi mi, bir yeri ağrıyor/acıyor mu, pedini değiştirebildi mi… 6 aydır bunları düşünmeden geçen tek bir günüm, uykusuz ve bitkin şekilde uzun yol yapmadığım tek bir hafta sonum olmadı. şimdi onun güvende olacağı ve ihtiyaçlarının karşılandığından emin olacağım bir hayatı onun için yaratmak mı hayırsızlık yoksa şu an yapmaya çalıştığım mı?

    hayırlı evlatların fikirlerini, çözüm önerilerini duymayı samimi olarak çok isterim.

    debe editi: ben bunu yazdıktan 2 saat sonra yardımcımız valizini topladı gitti. :) hafta içi 4 gün 08:00-19:00 annemle ilgilenecek ve evin işlerini halledecek, büyük ırk köpeğimden de korkmayacak birini arıyorum. böyle bir çevresi/tanıdığı olan varsa benimle iletişime geçebilir mi? lokasyon istanbul. teşekkürler.