hesabın var mı? giriş yap

  • antalya- frankfurt seferi yas 11
    en onde tek basina uncompanied minor pozisyonu. hostesin gelip "sizi pilot bey kabine cagiriyor" demesi. gidince pilotun "sen x in kizi misin bakayim" diyerek babamla anilarini anlatmaya baslamasi.
    ardindan "yapmak istedigin bisey var mi bakalim" diye sorup "sarki soylemek isterim" cevabini almasi. yolcularin kafa ustundeki ses zimbirtilarini acarak almanca ingilizce turkce beni anons etmesiyle- mikrofonu kapmam. ilk once egil salkim sogut egil, sonra sevdigine sozu olan bir kilim dokur, ardindan beni hor gorme gardasim icra edilmesi. ucuncuden sonra pilotun "sen istersen yerine gec artik" diyerek beni kibarca yallahlamasi.

    gelen mesajlara yonelik edit: babam unlu munlu degil. pilot beyle ayni kahveye takiliyorlarmis.

  • bence herkesin en sinir olduğu şey kapatılsın, sonra hep beraber ülkenin göbeğinde toplanıp ıssızlıkta birbirimize şarkılar söyleyelim.

  • 128 milyar dolar ile ne kadar alışveriş yapabileceğinizi gösteren bir internet sitesi.

    şurdan buyrun

    edit: ürünler arasına pudra şekerinin de eklenmesi gerektiğini söyleyenler olmuş. sonuna kadar katılıyorum.

    edit2: yeni ürünler gelmiştir...

  • hani diyorlar ya akp gitsin şu kadar senede normale döneriz filan..
    akp ülkenin içine öyle bir sıçtı ki bundan sonra normale nahh döneriz.

  • bu zavallının maruz kaldığı şey insanlık dışıdır, ahlaksızlıktır.

    buna vahşet diyemeyeceğim, zira vahşilik doğaldır; karnını doyurmak için bir ceylanı parçalayan aslan ile bu yengece eziyet eden caniyi kıyaslamak doğru değil. ilkinde hayatta kalabilme kaygısı, burada ise sapkın bir "zevk" vardır. bir canlıyı, beslendiği sırada yavaş yavaş kızartmayı, beslenme ihtiyacı ile bağdaştıramazsınız.

    ayrıca, yengecin suya atıldığında mı veya böyle yavaş yavaş pişirildiğinde mi acı çektiğini tartışmayı abes buluyorum, çünkü insan olmanın en büyük erdemlerinden birinin, doğaya ve beslendiği kaynaklara saygı duyması olduğuna inanıyorum.

    "ilkel" diye tabir ettiğimiz birçok topluluk bu erdemin bilincindedir. avladığı hayvanın ruhuna tören edasıyla saygılarını sunar ve açıklamada bulunurlar: geride bıraktığı bedeninin boşa harcanmayacağını, çocuklarının yaşamını sürdürmesini sağlayacağını ifade ederek af dilerler.

    eti için hayvanları öldürmediğimiz günler de gelecek, buna inanıyorum. hücrede gerçekleşen protein sentezi, bugün laboratuvar koşullarında sağlandı, ancak yüksek maliyet nedeniyle buna bel bağlamak için maalesef henüz erken. o zamana kadar, eti için ürettiğimiz canlılara iyi bakmak ve en önemlisi, acısız bir ölüm sunmak çağdaş insanın ödevidir. sayıları az da olsa, buna özen gösteren üreticilerin olduğunu bilmek bir ölçüde teselli veriyor.

    çin'de 4 seneden uzun bir süre yaşadım. maalesef, yukarıdaki kaygıları orada gözleyemedim:

    pekin'de sanlitun pazarı ve hongqiao pearl market gibi yerlerde canlı balık ve deniz ürünleri satılırdı. görevli, akvaryumdan seçtiğiniz balığı çıkarır ve önce çelik fırça ile pullarını temizler, ardından karnını yararak organlarını ayıklar, balığı yıkar ve poşet içinde teslim ederdi. bu süreç boyunca canlı olan hayvan, elinizdeki poşette bir süre kıvranmaya devam ederdi.

    alışveriş yaptığım esnafa, balığı eziyet etmeden öldürmeyi ben öğrettim. bıçağı elinden kapıp, sapıyla balığın başına vurduğumda, hayvanın hareketsiz kaldığını gören esnaf bu yeni teknikten epey memnun kalmıştı, ancak benimkinden farklı bir gerekçeyle: "kıpraşınca ayıklamak zor oluyor!"

    çinli balıkçıya, avına eziyet etmemeyi öğretmenin, karaya vurmuş bir yıldızı denize atmak kadar çaresizce olduğunu biliyorum, zira;

    sazan gibi büyük balıkları daha fazla taze tutabilmek için kuyruktan başlayarak parça parça sattıklarını gördüm. gözleri benimkiler kadar olan bir sazanı bir anda ortadan ikiye bölünmesine tanık oldum. balık pazarındaki tezgahların çoğunda, organları dışarı yayıldığı halde ağzını açıp kapayan balıklar yatıyordu.

    yılan balığının gözlerini tezgahtaki çiviye saplayıp, derisini yüzdükten sonra çıkardıkları "fileto" yılankavi şekilde kıvranmaya devam ediyordu.

    su kaplumbağalarını yere bastırıp, kavkısını karpuz gibi kesiyor, can çekişen hayvanın ciğerini, yumurtalıklarını birer birer söküyorlardı.

    bir gün sanlitun pazarının önünde, içi hınca hınç kümes hayvanıyla dolu kafesi gördüm. tavuklar, ördekler ve beyaz bir güvercin.

    hepsinin durumu içler acısıydı fakat parmaklığın arasındaki bakışından mı bilemedim, en fazla güvercin dokundu kanıma. parasını verip avuçlarıma aldım, sonra bıraktım gökyüzüne. geniş bir daire çizip yine kondu kafesine. tekrar uçurdum, ürküttüm, kaçsın istedim. her seferinde gelip, “yuva” olarak bildiği tek yere, celladının hapishanesine döndü. “hayat”ın, yani evrende en az bulunan şeyin o güvercinin kanadı kadar hafif ve pamuk ipliği kadar ince olduğunu anladım.

    tüketmek için üretilmiş dahi olsa, bir canlıyı yetiştirmenin, koruyarak büyütmenin yalnızca ticari değil, aynı zamanda vicdani bir sorumluluk olduğunu anlatmaya çalışıyorum. eliyle beslediği kuzuyu öldürürken, canı yanmalı insanın. avı önünde saygıyla eğilen “ilkel” kabile üyeleri gibi, vicdanını, insanlığını sorgulamalı.

    doymak için öldürmenin ne kadar zor olduğunu anlatmak için insanlığı temize çekmeye çalıştığım kara kaplı defterde, karnını doyuran yengeci canlı canlı pişiren bir sapkın, müsvedde dahi olamaz. hayvan ki, hiç olamaz çünkü avın, yırtıcının can damarı olduğunu her hayvan bilir.

  • bir fil ile at kıyası olduğunda atın,
    iki fil ile iki atın kıyasında ise iki filin daha değerli olduğu ile açıklanabilecek sorunsal...

    debe edit: böyle yoğun ve üzücü bir gündemde böyle bir entry'nin debe'ye girmesi aslında beni şaşırtmadı.
    efsaneye göre vaktiyle eşit güçte görünen ordular birbirlerine çok zarar vermesin, insanlar yaralanıp ölmesin diye, düşman güçlerin komutanları kendi aralarında satranç oynar, oyunu kazanan taraf savaşı da kazandı sayılırmış ve kimsenin burnu kanamadan savaş son bulurmuş. her gün acıların katlanarak çoğaldığı bir günde satrançla ilgili basit bir bilgi içeren entry'nin debe olması da, bizlerin efsanedeki insanların genlerini taşıdığımızı gösteriyor belki. umarım kan ve göz yaşından dersler alır, sorunları savaşlar yerine aynı satrançtaki gibi felsefe, zeka, bilgi, teknik, matematik, sanat ve mutlulukla çözeriz; kimsenin kılına zarar gelmeden.

  • -selahattin demirtaş'ı yardımcınız olarak düşünüyor musunuz?
    -karşımda rakip olan bir adaya benim yardımcım ol demek siyaseten nezaketsizlik olur.

    adam size daha ne etsin be!

    edityus: uzun nicklerden nefret ederim uyardı sağ olsun. terbiyesizlik değil nezaketsizlik olur demişti. düzeltme yapıldı.