hesabın var mı? giriş yap

  • sizlerden ricam, yolda gordugumuz her turbanli hanimefendiyi kafalarda yer eden "gerici, haramzadelerin safinda" onyargilarla nitelendirmeyelim. ben bu videoda konusan 2 hanimefendiyle gurur duydum.

  • okuması gerçekten çok keyifli bir steven pinker kitabı, bu bir artı. ancak genelde kitaplardan böyle bir beklentim yok.

    benim kitaplardan beklentim, okuyup öğrendiklerimin ve dolaylı yoldan tecrübe ettiklerimin hayatı mümkün olduğunca anlamlandırabilmeme, olaylardaki neden sonuç ilişkilerini doğru kurmama yardımcı olmaları.

    bu kitap da hayatımızda karşımıza çıkan veya dünyada olup bittiğini duyduğumuz olayları anlamlandırabilmemize çok destek oluyor, çünkü bizzat insanı, insanın ve insanlığın gelişimini, toplumun farklı coğrafyalardaki evrelerini (ve burası çok önemli) başka kaynaklarla karşılaştırarak anlatıyor:
    “x böyle demiş; şu kısmına bu yüzden katılıyorum diğer kısmına şu yüzden katılmıyorum, aha bunlar da veriler” gibi anlatımlar var. yani kafada pek soru işareti bırakmıyor. verilerle yorumu siz de yapabilirsiniz, yani yazara bağlı kalmak zorunda değilsiniz.

    elbette correlation does not imply causation diyerek tedbiri elden bırakmamak lazım. yine de yorumlardan ziyade içinde barındırdığı veriler ve tarihten alıntılar bile oldukça bilgilendirici.

    dünyayı ve tarihi anlamak için doğru (daha çok verilere dayanan ve veriyi yorumlamayı okura bırakan), ön yargısız kaynaklar şart. bunların da çapraz okuma ile kontrol edilmeleri gerekiyor (ki bu nedenle bir şey öğrenirim diye aşırı uç yayınlara/yazarlara göz atmayı dahi seviyorum).

    işte bu kitap üstte belirttiğim gibi kendi içinde bu çapraz okumamın bir kısmını barındırıyor, bu açıdan harika.

    yeni nesillerin geniş bir dünya görüşüne ve farkındalığa sahip olmasını istediğim için, milli eğitim bakanı olsaydım liselerde okutulmasını zorunlu kılacağım kitaplardan biri olurdu.

    en azından siz çocuğunuza okutun derim :)

  • ishal için doktora giderseniz salgın var der. bu benim bildiğim kadarıyla 30 yıldır böyle. hep ishal salgını var ama sıça sıça bitiremedik şunu bir türlü.

  • kapalı havuzunun haftaiçi sabah ve bazı akşam seansları kadın erkek şeklinde ayrıldıktan sonra tamamen cam olan bir duvarı buzlu camla kapatılarak kasvetli bir yere dönüştürülmüş okulum.
    üstelik ısınma sorunu var ve haftada 3’er kez dışardan görünmeden yüzecekler diye tüm hafta havuzu kullananları karanlığa mahkum etmişler.
    yüzerken güneş, ağaç, ışık görenler şimdi tabut gibi bir hapishanede yüzüyorlar.
    kadın erkek seansları için geçici paravan/ perde olsa yine anlaşılır ama camları tamamen ve sürekli kapatmak nasıl bir bencilliktir?
    üstelik kadınlara ayrılan sabah saatlerinde daha önce karma gelenler dışında hiç kimseyi görmedim bile.
    siyasal islam nedir? tam olarak budur. kendi inancı için herkesi karanlığa mahkum etmek.
    önce herkesin kullandığı saatleri almak, sonra herkesin gördüğü güneşi ve manzarayı kesmek.
    bıktık.

  • tam olarak; rusya'nın türkiye'den tarım ürünleri, sebze ve meyve ithalatını yasaklaması.

    30 kasım 2015 tarihinde rusya başbakan yardımcısının açıkladığı yasaklamadır. tıkla.

    dönen tavuk etlerinin, yolu kesilen tırların, alınmayan meyve sebzenin acısını ilerleyen günlerde daha da derinden hissedeceğiz. biz mandalina yetiştiricisiyiz, ürünümüzü uçak olayından 3 gün önce sattık, çeklerimizi aldık. uçak düşünce yüreğimiz ağzımıza geldi çünkü tüccar bu malı rusya'ya satıyor. telefonla görüştük, bir şekilde romanya'ya satabileceklerini ama bundan sonra mal almayı durdurduklarını söylediler.

    aynı tüccarla bu hafta pazarlığa oturacak çiftçilerin görüşmeleri iptal oldu, mal ellerinde. romanya'ya satabiliriz diye 95 kuruşluk mala 60 kuruş fiyat veren tüccarlar dolanmaya başladı. hemen hepsinin narenciye satılınca ödemek üzere vadesi ayarlanmış banka kredileri var.

    güney komşularımızla ilişkilerimiz bitince o yöne ihracat büyük darbe almıştı zaten. ırak`a olan turunçgil ihracatımız 2013 yılında %22,3 oranında azalmış ve 236 milyon dolardan 183 milyon dolara gerilemişti.
    ziraat odası'nın raporuna göre 2013 yılı itibarıyla %4`lük bir artış kaydederek 933 milyon dolara ulaşan turunçgil ihracatımız içerisinde rusya federasyonu 297 milyon dolar ile ilk sırada yer almakta ve sektörün vazgeçilmez pazarı olma niteliğini sürdürmekte idi.

    sadece antalya değil, adana, mersin, ve hatay'ın kaliteli malı rusya'ya gidiyordu.

    ortadoğu pazarı kapandı, büyük alıcı rusya kapandı, bu kadar malı 2016'da çiftçi satamayacak, kredisini, borcunu ödeyemeyecek.

    neden?

    edıt:

    takip eden entrilerde bir kaç nokta tekrar tekrar vurgulanmış. bakalım;

    1. bu sene meyveyi ucuza yeriz, güzelini yeriz.

    hayır yiyemezsiniz.

    bu sene malını satıp, borcunu ödeyemeyen üretici bankadan da önce veresiye mal aldığı ziraii ilaç bayi ve gübrecinin parasını ödemez. ilaçcı, gübreci de kendi borcunu ödeyemez bankaya. veresiyeyi azaltır, birikmiş alacağını almak üzere diğer üreticilerin üstüne yürür. domnio taşı gibi hepsi devrilir. kriz dediğin budur zaten. bunlar hep gelecek üretimleri etkiler.

    daha da önemlisi, üretici malını kaçtan verirse versin, sizin ödeyeceğiniz parayı kabzımal, tüccar belirler. aradaki fark kabzımalın, halcinin lehine artar. sen yine aynı paraya yersin.

    bu arada, o ince kabuklu, sulu, lezzetli malı yine sana yedirmeyecek tüccarlar, doğu avrupa bağlantılarını kuracaklar yavaş yavaş, üzerine ekleyip rusya’ya satacaklar. sen yine kalın kabuklu, susuz, lifli mandalinayı yiyeceksin.

    2. yıllarca yerli tüketiciye geçirdiniz.

    hayır geçirmedik. sizin 3-4-5 liraya yediğiniz mandalinanın bahçeden satış fiyatı 55-65 kuruştur. sizin yazın 7-8 tl’ye yediğiniz limonun bahçe satış fiyatı 50-70 kuruştur. aradaki fark kabzımal mafyası, dağıtıcı ve marketlere gider.

    3. akp’ye oy verdiniz, daha beter olun.

    en haklı olduğunuz konu bu ama bildiğim kadarıyla medeniyetin beşiği iç anadolu’da mandalina yetişmiyor, mandalina üreticisi illerimiz adana, antalya, mersin ve hatay. şu son seçime kadar akp’nin alamadığı, akp’ye en zor teslim olan kırmızı boyalı iller buralar değil mi?

    edit 2: bu da seracı gözünden. #56617615

    debe editi: türk üreticisinin derdiyle dertlendiğiniz için teşekkür ederim. bu başlık sayesinde ülkemizdeki en adi, en şerefsiz, en haysiyetsiz 3. grubun, doktorlar ve öğretmenlerden sonra, mandalina üreticileri olduğunu da anlamış olduk.

  • zihnin çalışma mekanizmalarına ışık tutan, okurken sizi gündelik hayatın koşuşturmacasından alabilecek potansiyele sahip, fakat günlük koşuşturmaca sırasında küçük aralıklarla okunmasının mümkün olmayacağı, zihnin gün içinde maruz kaldığı dikkat dağıtıcı uyartılar varken okunması oldukça zor olan, müzik, matematik, fizik, nörobilim, moleküler biyoloji, bilgisayar bilimleri ve daha birçok alanda yetkin olan veya araştırma isteğiyle yanıp tutuşan zihinlerin anlayacağı, daha doğrusu anladığını sanacağı, tek bir okunuşta anlatılan her şeyin sindirilemeyeceğini düşündüğüm, kitaptaki her ara başlıkta anlatılanlarla insanı derin düşüncelere daldıran, insanın düşünce sistemini baştan sona değiştiren, evrenin anlamını bulmasını sağlayan, şu ana kadar okuduğunuz bilinç, nörobilim ve yapay zeka okumalarına anlam katan, bütün her şeyin sırrını çözmüşsünüz gibi hissetmenizi sağlayan formalite gereği kitap dediğimiz, aslında kendisi başlı başına başka bir şey olan, geb'dir. hayır! kitap değil, geb.

    diğer herkesin yazmış olduğu gibi tuğla olan bir geb'dir. geb, sekiz yüz küsur sayfadan oluşan, oku oku bitmeyen ama oku oku bitirmek de istemediğiniz ve çevrenizde "2 aydır aynı kitabı okuyorsun, bir bitiremedin şunu" söylemlerine bir tarafınızla gülmenize sebep olup tekrar doğruca geb'e geri dalmanıza sebep olan bir geb'dir.

    geb'de her ara başlıkta anlatılan şeyler üzerine saatlerce düşünülebilir. geb düşünce sisteminizi değiştirebilecek türden bir geb'dir. bende yarattığı etki de böyle oldu. geb'de anlatılan şeylerin ne kadar doğru olduğunu gördüm. çocukluğumdan beridir farkettiğim fakat anlamlandıramadığım paradoksları anlamlandırdı. sık sık karşımıza çıkan garip döngüleri, kendi kendine referanslılık durumunu ve bu durum içindeki anlamsızlıktan aslında nasıl bir anlam ortaya çıktığı anlatılıyor. bütün bu teknik kısımları okurken aslında teknik kısmın sahip olduğu izomorfizmi görüyorsunuz. daha kolay açıklayabilmek adına: öğrendiklerinizi gerçek hayatta karşınıza çıkan en basit şeylere dahi uyarlayabilmenizi sağlıyor. örneğin: müzik, sistematik düşünme, sistematik öğrenme ve görsel sanatlar. buna ek olarak geb'de zeka, yaratıcılık gibi olguların da nasıl ortaya çıktığı da irdeleniyor ve bu sayede kendinizi daha kolay anlıyorsunuz.

    yazar geb'de anlatmak istediği şeyleri olabildiği kadar basit bir dille anlatmaya çalışmamış. popüler bilim kitaplarındaki gibi daha önceden bahsedilen fikirlerden tekrar tekrar bahsedilmiyor. bu sebeple okuduğunuz zaman o an anladınız anladınız anlamadıysanız okuduklarınız havada kalacaktır. bu sebeple zor kısımlarında elime kalem alıp, çalışma masamın başında matematik çalışıyormuşum gibi okumam gerekti. geb'i okumak benim için zaman zaman sıkıcı olmuş olsa da büyük bir kısmında oldukça eğlendim. diyaloglar aracılığıyla yazarın bir sonraki bölümde nelerden bahsedileceğine dair bir önbilgi vermesi, dolayısıyla da sizin "aneeeey neler okuyacağım ben bir sonraki bölümde" diye heyecanlanmanızı sağladığı için geb'i okuma isteğiniz daha da körükleniyor. yazar bunu yaparak anlamı da çok güzel bir şekilde pekiştirmiş. bütün bunlara rağmen okurken sakin ve dingin bir kafayla okumanız ve geb'e iyi odaklanmanız gerekecek. doğru ortamı sağlarsanız geb'de bahsedilen olguların ve bilincin fiziksel dünya ile olan bu sıkı bağlarının farkında olduğunuz zaman paradigma kaymaları, aydınlanmaların ardı arkası kesilmiyor.

    geb'i okuduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. geb'den öğrendiklerim bakış açımı değiştirdi. geb'i baştan sona mutlaka bir kere daha okuyacağımı düşünüyorum. ayrıca kitabı birçok şeye referans olarak kullanabileceğimi düşünüyorum.

    geb'den birkaç alıntı yapmak istiyorum. bunlar kitabın genel olarak bütünlüğünü bozmayan yani "spoiler" olmayan alıntılardır. geb'le ilgili bir fikir vermesi amacıyla paylaşıyorum. ben geb'in ingilizce versiyonunu okudum. türkçe çevirisini de yetersiz bulduğum için alıntılarım ingilizce olacaktır:

    "this brings up a question which is a slight digression from al, but actually not a
    huge one. ıt is this: when you see the word "ı" or "me" in a text, what do you take it to be referring to? for instance, think of the phrase "wash me" which appears occasionally on the back of dirty trucks. who is this "me"? ıs this an outcry of some forlorn child who, in desperation to have a bath, scribbled the words on the nearest surface? or is the truck requesting a wash? or, perhaps, does the sentence itself wish to be given a shower? or, is it that the filthy english language is asking to be cleansed? one could go on and on in this game. ın this case, the phrase is a joke, and one is supposed to pretend, on some level, that the truck itself wrote the phrase and is requesting a wash. on another level, one clearly recognizes the writing as that of a child, and enjoys the humor of the misdirection. here, in fact, is a game based on reading the "me" at the wrong level."

    ------

    "one of the most severe of all problems of evidence interpretation is that of trying to
    interpret all the confusing signals from the outside as to who one is. ın this case, the
    potential for intralevel and interlevel conflict is tremendous. the psychic mechanisms
    have to deal simultaneously with the individual's internal need for self-esteem and the constant flow of evidence from the outside affecting the self-image. the result is that information flows in a complex swirl between different levels of the personality; as it goes round and round, parts of it get magnified, reduced, negated, or otherwise distorted,and then those parts in turn get further subjected to the same sort of swirl, over and over again-all of this in an attempt to reconcile what is, with what we wish were.

    the upshot is that the total picture of "who ı am" is integrated in some
    enormously complex way inside the entire mental structure, and contains in each one of us a large number of unresolved, possibly unresolvable, inconsistencies. these
    undoubtedly provide much of the dynamic tension which is so much a part of being
    human. out of this tension between the inside and outside notions of who we are come the drives towards various goals that make each of us unique. thus, ironically, something which we all have in common-the fact of being self-reflecting conscious beings-leads to the rich diversity in the ways we have of internalizing evidence about all sorts of things, and in the end winds up being one of the major forces in creating distinct individuals."

    -------

    "there is no reason to expect that "ı", or "the self"', should not be represented by a
    symbol. ın fact, the symbol for the self is probably the most complex of all the symbols
    in the brain. for this reason, ı choose to put it on a new level of the hierarchy and call it a subsystem, rather than a symbol. to be precise, by "subsystem", ı mean a constellation of symbols, each of which can be separately activated under the control of the subsystem itself. the image ı wish to convey of a subsystem is that it functions almost as an independent "subbrain", equipped with its own repertoire of symbols which can trigger each other internally. of course, there is also much communication between the subsystem and the "outside" world-that is, the rest of the brain. "subsystem" is just another name for an overgrown symbol, one which has gotten so complicated that it has many subsymbols which interact among themselves. thus, there is no strict level distinction between symbols and subsystems.
    because of the extensive links between a subsystem and the rest of the brain
    (some of which will be described shortly), it would be very difficult to draw a sharp
    boundary between the subsystem and the outside; but even if the border is fuzzy, the
    subsystem is quite a real thing. the interesting thing about a subsystem is that, once
    activated and left to its own devices, it can work on its own. thus, two or more
    subsystems of the brain of an individual may operate simultaneously. ı have noticed this
    happening on occasion in my own brain: sometimes ı become aware that two different
    melodies are running through my mind, competing for "my" attention. somehow, each
    melody is being manufactured, or "played", in a separate compartment of my brain. each of the systems responsible for drawing a melody out of my brain is presumably activating a number of symbols, one after another, completely oblivious to the other system doing the same thing. then they both attempt to communicate with a third subsystem of my brain-mv self'-symbol- and it is at that point that the "1" inside my brain gets wind of what's going on: in other words, it starts picking up a chunked description of the activities of those two subsystems."

    -----

    "
    a very important side effect of the self-subsystem is that it can play the role of "soul", in the following sense: in communicating constantly with the rest of the subsystems and symbols in the brain, it keeps track of what symbols are active, and in what way. this means that it has to have symbols for mental activity-in other words, symbols for symbols, and symbols for the actions of symbols.

    of course, this does not elevate consciousness or awareness to any "magical",
    nonphysical level. awareness here is a direct effect of the complex hardware and software we have described. still, despite its earthly origin, this way of describing awareness-as the monitoring of brain activity by a subsystem of the brain itself-seems to resemble the nearly indescribable sensation which we all know and call "consciousness".

    certainly one can see that the complexity here is enough that many unexpected effects could be created. for instance, it is quite plausible that a computer program with this kind of structure would make statements about itself which would have a great deal of resemblance to statements which people commonly make about themselves. this includes insisting that it has free will, that it is not explicable as a "sum of its parts", and so on. (on this subject, see the article "matter, mind, and models" by m. minsky in his book semantic ınformation processing.) what kind of guarantee is there that a subsystem, such as ı have here postulated, which represents the self, actually exists in our brains? could a whole complex network of symbols such as has been described above evolve without a self-symbol evolving, how could these symbols and their activities play out "isomorphic" mental events to real events in the surrounding universe, if there were no symbol for the host organism, all the stimuli coming into the system are centered on one small mass in space. ıt would be quite a glaring hole in a brain's symbolic structure not to have a symbol for the physical object in which it is housed, and which plays a larger role in the events it mirrors than any other object. ın fact, upon reflection, it seems that the only way one could make sense of the world surrounding a localized animate object is to understand the role of that object in relation to the other objects around it. this necessitates the existence of a selfsymbol; and the step from symbol to subsystem is merely a reflection of the importance of the selfsymbol', and is not a qualitative change."

  • son yıllarda türk futbolunun yetiştirdiği en modern sağ bek. geçen sezondaki istatikleri parmak ısırtıyor. 0 gol 0 asist ile sezonu tamamlamış, ondan önceki sezon ise 0 gol 1 asist. umarım es es'deki performasını gs'de de sürdürür.