hesabın var mı? giriş yap

  • trt de staj yaptıgım yıllarda kendisine çekim öncesi mikrofon takmaya calışmıştım. vucuduna dokunmamak için özen gösterirken bocaladım kablolar dolandı vs sonra aldı mikrofonun yakaya takılacak kısmını alttan sokup tshirt ünün içinden geçirip yakasına taktı "aha bukadar iki elinle bişeyi dogrultamadın amk çaylagı" der gibi yüzüme bakmıştı.
    bir de şunu eklemek isterim, kendisiyle o gün 3 ayri mekanda çekim yapmiştik. gün boyunca nereye gitsek minübüsün en arkasında stajerlerle oturmustu. sanki okul arkadasimiz gibi muhabbet etmiştik. gördügüm kadariyla egolarindan arinmis ve çok alcak gönüllü bir insan o yüzden bu alemden elini etegini çekmeye karar vermis olabilir.

  • mafia ii'de, arabayı denize karşı çekip, o manzaraya karşı, radiodaki 1940'lı yılların parçalarıyla ve martı sesleriyle beraber alkol almışlığım vardı evde.

  • fakir işi.

    millet 20 li yaşlardaki çocuklarına ülkenin topraklarını ve halkın milyar dolarlarını veriyor be. ne babalar var.

    100binlik tekne ne lan.

  • bizim oğlanda iki sene önce ilkokula başladığında, okulunun koridorundaki satranç köşesinde akran öğrenmesi vesilesi ile bir satranç sevdası yeşerdi. her akşam eve başka bir arkadaşı ile yaptığı maçların hikayeleri gelmeye başladı. bir akşam biz de bir maç yaptık, ben tabi acımam affetmem bak diye önden göz korkutmak için " ortaokulda turnuvada üçüncü olmuştum*" dedim buna. sonra da maçta tokatladım zibidiyi. adam rocky balboa gibi, günden gün iyice kaptırdı kendini.

    önce youtube'da satranç eğitim videoları izledi. bütün taşları, hamleleri, açılışları, terimleri öğrendi. ekran karşısında adeta kung-fu yüklenen neo gibiydi. bir süre sonra satranç uygulamalarına dadandı. evin içinde "vezir gambiti mi hint savunması mı daha estetik?" diye gezmeye başladı. (bkz: #87953133)

    son seviyede artık kasparov'un, karpov'un, carlsen'in eski maçlarını seyretmeye başladı. "orada fil g5'e mi oynanır yeaa?" diye edepsiz yorumlarda bulunuyordu. iş artık 1851'de oynanan maçların hamlelerini ezberlemeye ulaştı. artık hemen her akşam maç yapıyorduk ve beni yeniyor ya da yenemese bile çok zorluyordu.

    pandemi döneminde çocuklara sokağa çıkma yasağı başlayınca, daha önce yüz yüze satranç dersi aldığı bir satranç kulübünün başka bir eğitmeninden çevrimiçi eğitim almaya başladı. skype'taki derste önce öğretmenle tanıştılar. ardından öğretmen muhabbet açılsın diye sordu:

    - ünlü oyunculardan kimseyi biliyor musun?
    + babam var.
    - aaa kim ki?
    + bir kere turnuvada üçüncü olmuş.

    var ya, işte o an, öğretmenin çaresizliğini falan boş ver, kasparov'un carlsen'in tüyleri nasıl ürpermiştir, anderssen ve kieseritzky aynı anda nasıl ters dönmüştür mezarlarında. lan sen bütün satranç külliyatını hatmet ama gelen ilk temel soruda bilal oğlan gibi "babacım" diye mırıldan. yok yani babacı da değil ibiş:

    - deniz, ara tatilde ikimiz ankara'ya gidelim mi?
    + annem de gelsin ben onsuz yapamam çok özlerim.
    - bak ya! siz ikiniz gidin o zaman bence.
    + ee valizleri kim taşıyacak??

  • efsaneye göre marsyas adındaki bir satiros gün kırlarda dolaşırken athenanın icat ettiği ancak çalarken yüzü çirkinleştiğinden fırlatıp attığı flütü bulmuş. bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü çalmaya başladı..ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduğuna inanmaya başlayarak kendini apollona rakip görmeye başladı. bunun üzerine apollon kazananın kaybedene istediğini yapabilmesi şartıyla marsyas ile bir yarış yapmaya karar verdi.

    apollonun arkadaşları olan musalar ve phrygia kralı midas yarışmada hakem oldular. apollon gitarı ile çok güzel şarkılar çalarak ortalığı inletti. marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel şarkılar çaldı. hakemler tereddüt ediyorlardı. bunun üzerine apollon lirini eline aldı. okadar güzel o kadar hoş şarkılar çaldı ki dağlar taşlar heyecandan titrediler. marsyas apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kaldı. apollon anlaşma gereği marsyası ölümle cezalandırdı. yarışma sırasında marsyasın tarafını tutarak onun daha iyi çaldığını iddia eden midasa da ceza verdi. onun kulaklarının iyi işitmediğini söyleyerek insanlara özgü kulakları ona uygun görmedi ve midasın kulaklarını uzatarak eşek kulaklarına çevirdi. midas kulaklarından öyle utanıyordu ki sürekli başında bir kalpakla dolaşmaya başladı. fakat berberi saçlarını keserken kulaklarını farketmişti. midas hiç kimseye anlatmama şartıyla berberine yaşamını bağışladı. fakat berber bu sırrı içinde saklamakta çok zorlandı. birilerine söylemezse patlayacağını düşünüyordu, diğer yandan söylediği taktirde kralın kendisini öldürmesinden korkuyordu. sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak ıssız bir yerde bir çukur açtı, ve oraya eğilerek yavaşça "haberiniz varmı, kral midas eşek kulaklıdır" diye fısıldadı. bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi oldu ve rahatladı. fakat kazdığı çukurun yanındaki kamışları hesaba katmamıştı. kamışlar rüzgarla sallandıkları zaman "midasın kulakları eşek kulakları, midasın kulakları eşek kulakları" diye sırrı her tarafa yaydılar.

  • -follow uplarımız ne durumda. hala feedback alamıyorsak biraz daha push edelim. deadline yaklaşıyor. schedule'un çok gerisinde kaldık. updateler ile ilgili bi meeting set edip finalize edelim artık.

  • lisedeyken, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, okul hatıralarında her daim adı geçen, kankam diye seslendiğim, öğretmenden bile beraber tokat yediğimiz, sıra arkadaşım, can yoldaşım, dost bildiğim, sinan isminde bir arkadaşım vardı. liseden mezun olduğumuz yıl trafik kazasında kaybettik kendisini. çok acı bir ölüm yaşadık. cenaze evinde annesinin ve babasının bana, kendi oğullarıymışım gibi sarılışını asla unutamam.

    sinan bir ara hırka almıştı kendisine. üst kısmı açık gri, alt kısmı ise koyu gri olan, bu iki gri geçişin arasında ise üç tane beyaz çizgi vardı. çakma adidas hırkalı diye dalga geçerdim hep.

    bugün sinanın babası dükkanın önünden geçti. 20 yıl sonra ilk kez gördüm. tanımadı beni. ağzı hareket halindeydi. sanırım dua ediyordu içinden. ve üzeride sol kolunun bir kısmı delinmiş olan rahmetli sinan’ın hırkası. kahroldum. babasının hala acı çektiğini düşündükçe ve kendi oğlum aklıma geldikçe iyice kahroldum.

    limited edition : debe listesine 50.sıradan girmişiz. ilginiz için teşekkürler.

  • öncelikle bu pedro alonso (berlin) gerçekten de vefalı ve karakterli bir adammış. ülkemize geldiğinde gördüğü sevgi karşısında, on milyonlarca dolar versek dahi yapamayacağımız reklamı, tüm dünyada izlenen popüler bir dizide bizler için doğaçlama olarak yapmıştır. dizinin en sevilen karakterlerinden biri olarak, romantik bir akşam yemeğinde, aşık olduğu kadına "hayatımıza renk katmak için istanbul'a gideriz" demesi gerçekten de paha biçilemez bir selam bizler için. çünkü dizinin orjinal metninde istanbul geçmiyor.

    eğer bu dizi abd veya fransız dizisi olsaydı, istanbul ismi anca bir terör saldırısı haberinde duyulurdu. işte bu yüzden bu adamın yaptığı şey çok değerli.

  • yolda elele yürüyen bir çifte yol sormak için yanaşıp

    - pardon,iyi günler vs demek yerine

    - kolay gelsin ... demek

  • başlık : karıncayı yalancı duruma düşürdüm amk

    1. dün güzel bi hava var neyse yerde bi karınca ufak bi şeker parçasını yüklenmiş gitti fazla değil 6-7 metre ilerde yuvasına girdi tekrar geldi gibimin kurnazı yere küp şeker bıraktım geldi bu lavuk kaldırmaya çalıştı baktı kaldıramıyorum diğer karıncaları çagırmaya gitti yuvaya sonra giderken şekeri aldım ordan kalabalık 15-20 karınca şekerin olduğu yere dogru ilerlerken öndende bizim karınca bi baktı şeker yok lan sevgi kodumun arkaü bizi mi atlatıyon amk sahtekarı la olm harbi burdaydı lan hay amk diye bi tartışma yaşandı aralarında sanırım
    (depeyi ?, 24.02.2012 14:29)