hesabın var mı? giriş yap

  • 1973'te müzik tarihimizin en ikonik kapaklarından biriyle basılan mustafa özkent albümü. bu albüm, halkın bildiği şarkıların o döneme göre uçuk kaçık yorumlarını barındırmaktadır ve müzik tarihimizde özel bir yere sahiptir.

    kapağın görseli burada

    ilgili plağın bana göre en özel parçası olan üsküdar'ın kaydı da şurada: dinleyelim

    albümün yapımcısı ali avaz, mustafa özkent'e der ki: bizim gençler hep yabancı müzikle dans ediyorlar. öyle bir şey yap ki; hem bizden olsun hem de herkes dans etsin... akabinde zamanın çok ötesinde bir sanat anlayışına sahip olan mustafa özkent, orkestrasını toplayıp 1973 yılında bu deneysel sayılacak funk/soul/folk albümü hazırlar.

    bu albüm kapağının hikayesini de şöyle anlatıyor mustafa özkent: "bu resim aslında bir kartpostaldı. ali avaz paris'teyken bu kartpostalı bir mağazada görmüş. bana geldi, "kapağa bunu basalım mı" diye sordu. ben de basalım dedim. ben nasılsa kapaktakinden daha yakışıklıyım, benim için sorun olmaz, dedim."

    bu sayede türk müziğinin en ilginç albümlerinden ve en ilginç plak kapaklarından biri bizimle buluşmuş oldu. tüm bunlara ek olarak bu plak, türkiye'de stereo kayıt yapılan ilk plaklardan biridir. ülkemizde kıymeti neredeyse unutulmuşken 2006'da ingiltere'de cd olarak yeniden basılmasıyla adeta yeniden patladı. mustafa özkent kanada'dan, abd'den ve avrupa ülkelerinden konser teklifleri almasına rağmen birçoğuna gidemedi ve bize şöyle anlattı: "bir defa o eski ekip artık yok, o grup yok, başkaları olsa bile ben çok meşgulüm, artık uğraşamam. mesela belçika'dan gelen teklifi kabul ettim çünkü onlar sadece gitarını alıp geleceksin dediler. geri kalan her şeyi kendileri provalar yapıp hazırlamışlar, beni böyle ikna ettiler."

    mustafa özkent, geç de olsa yeniden keşfedildiği ve gençlere tekrar dokunabildiği için çok mutlu. onu internette rahatça bulabilirsiniz. bir albüm imzalatmak istediğinizde geri çevirmez, vakti varsa sizinle samimiyetle sohbet eder. kıymeti bilinmesi gereken bir müzisyen, kendisine mutlu bir ömür diliyorum.

    son olarak: şurada bolca müzikten bahsediyorum dostlar, ticari bir olayı yok, zaten takip edenler de sırf bizden. bilmeyenler de buyursun derim.

  • moderatörler tarafından başlığın şu şekilde düzeltilmesini rica ediyorum;

    "tokyo'da 2 bisikletçimizin de erkenden elenme nedeni"

    ön edit: bisikletçilerimiz neden elendi? ben de sonradan yayınlanan bu videodan konuyu dinledim ve entry'mi düzeltme kararı aldım. sporcularımıza fazla yüklenmiş olduğumuzu düşünüyorum.

    ==========================================

    sen yıllarca olimpiyat hayaliyle yaşa, her sporcunun rüyasını gördüğü olimpiyatlarda, yarışın henüz başında (12 dk geride kaldığın için) bırakmak zorunda kal. çok üzücü bir durum.

    yol bisikleti yarışında (bkz: onur balkan) ve (bkz: ahmet örken) henüz başlardayken elendiler.

    bu tamamen diğer sporlara futbol kadar önem vermeyişimiz ve bisiklet federasyonunun yeterince vizyoner olmamasından kaynaklanıyor.

    youtube videosunda anlatıldığı gibi; ülkede, birçok spor dalında olduğu gibi, bisiklet dalında da yeterli yatırım yok. sporcular ülkedeki rakipleriyle yarışıp kendilerini geliştirmeye çalışiyorlar. avrupa'daki yarıslara katılamadiklari icin kendilerini onlara göre geliştiremiyorlar. bu nedenle de daha ilk etapta kural gereği 12 dk geriye düstüklerinde eleniyorlar. yani sporcuların suçu yok bu sonuçlarda. onlar ellerinden geleni yaptılar. başlığın da "pes etmesi" değil, "hrmen elenmesi" olarak düzeltilmesi iyi olur.

    asıl suç; spor bakanlığının yeterli yatırımı yapmamasindan. misal diyanete yapılan yatırımlardan sadece taşanları spora yatirsak yine başarı elde ederiz.

    efor gerektiren, çalısma gerektiren bir sal olan bisiklet sporu için olimpiyatlara sporcu gonderemiyoruz. neden? çunkü yeteri kadar müsabakaya katılamadıkları icinpuan toplayamiyorlar ve gidemiyorlar. bu iki sporcumuz da türkiye'nin en iyisi ama olimpiyatlarda malesef rakipleri çok güçlü. öndeki ekip hergün çalıstıkları ve sürekli yarıs yaptıkları için tozu dumana katıyorlar.

    link de ekliim

    link 2

    (bkz: #126093599) güzel yazmış, ilk entry'de olmalı bu.
    (bkz: #126078484)
    (bkz: #126082275)
    (bkz: #126072165)

    edit: yaz-sil, yaz-sil, yaz-sil...

  • üç gün önce sabah saatinde motora yetişmeye çalışıyorum. geç kaldığım için büyük panik içerisindeyim. motor kalkmak üzere. koşuyorum. yetiştim yetişicem. görevli acele etmemizi söylüyor. "evet! yetiştim! başardım! yetiştim!" derken... dodidotdodidot!!! akbilim boş... içimden burada yazamayacağım cümlecikler geçiyor. henüz turnikeden geri adım atmamışken biri akbilini basıyor. "geç abla." diyor arkamdan. arkamı dönüp bakıyorum. omzuma bile gelmeyen küçük bir çocuk. o an durumu algılayamıyorum. "geç abla!" diyor tekrar. geçiyorum. çocuğun içine miroğlu kaçmış. yağız bir delikanlı edasıyla cool cool akbilini basıp motora ilerliyor. elimi çantama atıyorum "dur bekle, sana parasını veriyim.". elini talk to the hand edasıyla kaldırıyor ve "gerek yokk." diyor. "teşekkür ederim canım." diyip açık alana geçiyorum.
    aklıma geldikçe hala gülüyorum. centilmenliğiyle saniye bile düşünmeden bana yardım edip, gururundan ağzıma sçarak benden para almayan çocuk... utançla sevinci bana bir arada yaşatan çocuk... yolun açık olsun! üsküdar-beşiktaş hattı seninle gurur duyuyor!

  • football manager'de sezonun ilk yarısı takımımdan kovulunca bir daha başka takıma gitmedim. gururuma yediremedim yani, alt sıralardan gelen tüm teklifleri redettim. bildiğin oyunda rıdvan dilmen gibi takıldım iki yıl. "space" tuşuna basa basa zamanı geçiyordum. güzel bulduğum bazı maç sonraları ise yorum yapıyordum. çok eğlenmiştim açıkçası. kültablasına da güntekin diyordum.

    simcity'de kurduğum tüm şehirlerin altında yatan temel motivasyonum "ulan ne güzel yakarım şimdi şimdi bu şehri" düşüncesi idi. muhteşem şehirler yaptıktan sonra tornado gönderiyor, volkan patlatıyor, 8.4 şiddetinde zelzeleler yaratıp göktaşları yağdırıyordum. bi müddet sonra oyunun verdiği hisle allah'a sirk koştuğumu fark ettim. ben de o vakit oyunu bıraktım. şüphesiz ki ben en doğrusunu yaptım.

    süper mario'da amacı dışına çıkmayı bırak tamamen amaçsızlık üzerine oyunuyordum bazen. mario tam kalenin önünde bayrak direğini indermek için zıplarken bazen direği aşıyordum. sonra ise sonsuz bir yol ve sonsuzluğa koşan bir mario. kimbilir belki de her seferinde yanlış kaleye denk gelmekten bıkmış olan mario'nun hayata karşı naif bir isyanı idi bu...............mantar kafalar yok, boru yok, boşluk yok, çekiç atan o.ç kaplumbağalar yok, kale yok ve prenses..zaten hiç olmadı. adamsın mario.

    benim içim en efsanesi ise bir oyunda medieval total war 2'de kutsal roma germen imparatorluğu ile hızımı alamayıp 1962 yılına kadar gelmiştim. bütün dünyayı fethetmiştim yine de bir tek ortadoğu'da suriye ve ırak'ta isyanlar çıkıyordu. "naptı lan bu devlet size!" deyip tuton şövalyelerimle beraber mancınık yolluyordum ben de. aslında o zamana gelmemin bir amacı da acaba oyunu yapanlar piçlik olsun diye nükleer bomba falan çıkarıyor mudur diye idi. çıkmıyor beyler. çok düzgün kral bir oyun total war, amacının dışına çıkarak oynadığım son oyun.

  • hep mülayim insanlara denk geleceğini sanan motorcunun hazin sonu isimli çalışma.

    edit: insanın olduğu yerde hata da hep olacaktır. trafikte de hata yapılabilir. kendi adıma "oh olsun" demiyorum ama şu motorcular, ayna kırıp kaçma huylarından bir vazgeçsinler artık.

    edit: imla, teşekkürler @xir ker.

  • benim de bazen kaldigim bir ikilem bu; pazarda fermuari acik kadini uyarip "sanane hava aliyor belki!" cevabini alan annemden sonra.
    yazik kadincagiz dumur olmus asgshdgs

    edit: #51624833 anne sozluk yazarligi almisin hayirli olsun ama kullanici adini niye amdan abla diye aldin, hic olmus mu :/

  • bunlar 1920'de hindistanda bir ormanda bulunan kurt çocuklardır. bunlar ingiltere'ye getirilmiş ve eğitilmeye çalışılmışlardır. bunlardan genç olanı amala hemen ölmüştür fakat kamala daha fazla yaşamıştır. kendi çapında bir kelime haznesine de sahip olmuştur. ayağa kalıp giyinmeyi bile öğrenmiştir. sonra 17 yaşına geldiğinde o da ölmüştür.

  • bazı durumlarda riskli olabilecek seslenme şekilleridir.

    - köprüyü geçince inebilir miyiz dayı.

    (evet günün birinde dayak yiyeceğimi biliyorum)

  • d: defne, a: anneannesi, olay saniyeler önce gerçekleşti:

    a: defnecim elma yemek ister misin?
    d: istemem.
    a: haydi bak soyuyorum ama!
    d: istemiyorum.
    a: tabağa mı koyayım elinde mi yersin?
    d: ye-miy-cem.
    a: ama haydi son kez soruyorum istiyor musun istemiyor musun?
    d: is-te-mi-yo-rum!
    a: sen bilirsin. bak ama ne güzel elm..
    d: istemiyoruuum!
    a: yani yemeyecek misin?
    d: yemiyceeeeeem!
    a: ama bak elma yersen ne sağlıklı...
    d: *ciyaaaaaaak*

    hemen ardından koşarak yanıma geldi, yüz kıpkırmızı, kaşlar alabildiğine çatık:

    - baba! elma yemek istemiyorum!
    - öyleyse yeme.

    böyle deyince bir an için dondu kaldı, ardından küçücük kollarıyla öyle bir sarıldı ki boynum kırılacak sandım.