• bazı filmler sizinle en baştan anlaşma yaparlar. istedikleri şey basittir: kendini anlatı dünyasında sanmaktan vazgeç, kurgu ama yine de gerçek bir şey istiyorsan ritmini yavaşlat, nabzını düşür, sabırlı ol. film bittiğinde ödülünü alacaksın.

    5 vakit daha 5. dakikada ödüllendiren filmlerden. bazı karelerde parıldayan beyaz, işli yastıklar gibi serin, sert/rahat ve tanıdık... acıyı anlatmadan acıtan gerçek bir film. o kadar iddialı oyuncuyu bile uyuşturabilecek kadar tertemiz bir ninni...

    üstelik hiçbir his garantilemiyor. arsız bir film. kuracağınız ilişki size bağlı. dünyanın dönüşü anlatılırken hayat bilgisi kitabının kokusunu duyabilirsiniz, yürürken ellerinizi sürttüğünüz her duvar ya da demir parmaklık aklınıza gelebilir ya da hiçbir şey yapmayabilirsiniz.

    gecenin bu saati -bir ayin kıvamında- şimdiye kadar izlediğim bir çok filmi bir tarafa 5 vakit'i başka bir tarafa koyuyorum. ve gözlerimi kapatıp sahneleri dinlendiriyorum...
  • uykuları evlere sığmayan çocukların filmi.
  • porno film gibi. sessiz izlense bile anlaşılıyor. şukella.
  • duvarlara dil, ağaçlara karakter, hayvanlara yetenek vermiştir bu filmde reha erdem . köy hayatı deyince akla ilk gelen " insan ve doğanın uyum içinde yaşaması" tanımı reha beyin köyünde es geçilmiş onun yerine " insan ve doğanın etkileşimi " monte edilmiştir. bir ineğin yavrulaması ve ardından gelen bir doğum ve bir akrebin ölümü ve ardından bir vefat .. bunlar o köy insanlarının artık doğayla uyumu aşmış , doğayla bir bütün haline gelmiş dünya içindeki farklı bir dünya vatandaşı oldukları anlamına gelmez mi ..?

    ve mesela duvara bilmem kaç dakkalık boş bakışlar yönelten ve sonrasında bi de utanmadan yakınan arkadaşlar var . (hayır madem bakıcaksın bari boş boş bakma incele bi, duvarda bi tuhaflık var mı acaba? di mi ) ilk duvarı filmde ömerin ardında görüyoruz rutubetten kabarmış bi duvar , ömerin içi kabarmış anlicanız , ikinci duvar yıldız ın duvarı , gayet pürüssüz ve dingin (yıldız gibi tıpkı ) , ve üçüncü duvar yakup un duvarı , parçalanmış bir duvar ince çizgiler tarafından, (yakup un parçalanmışlığı , hocası mı babası mı gibi,) .. şimdi şu üç farklı duvara bakınca ya bu duvar işte başka bi şey değil demek mi akıllıca yoksa "bu duvarlar bi şey mi anlatmak istiyo lan acaba" demek mi ..?

    kadraj diyoruz; bol bol gökyüzü bulut, güneş görüyoruz ve hatta güneş tutulması (pek ala idi) (kurosawa nın ran ından da esintiler mevcut hani) .. ne demek ya bunlar .. ne halt yemeye bu bulutlar geçerken çekmiş adam , sonra filmin beşte birine bunları koymuş , az da değildi bile .. şöyle bi bakınca aslında o müthiş köy havasının bulutsuz olmadığını görüyoruz. yemyeşil güzel insanlarla dolu bir köy, fakat karamsar ve bi sürü hinlik mevcut .. o bulutlar bu anlama geliyor olabilir mi ..ya da filmin sonunda şahane güneş parlaması köydeki tek fesadın ömer in babasından kaynaklandığını ve o öldüğü vakit köyün aydınlandığı müjdesini veriyor olabilir mi o güneş ? veya bu fantastik köy dünyası acaba ömerin hayal dünyasıyla gercek köy yaşamının bir kombosu mu .. ? n olursa olsun filmin cevaplamak istemediği bir çok soru var ve güzel olmasının ardında da bu var sanırım . cevaplamıyor , cevaplarıo önemsemiyor , soru da sormuyor, ama böyle bir köy atmosferinde bu ikisini yapmamak bir başarıdır, bir yetenektir sanırım . sadace fikri yaratmak, tahayyül edip perdeye yansıtmak.. hayallerimiz bile neden sonuç ilişkisine dayalıdır halbuki .. bu filmde "beş vakit " ismiyle tezatlık seziyorum , zamanın gecmesine neden olan bir hareket yok hiç bir yerde .. dedim ya onlarınki başka bir dünya aslında..

    ve kafama takılan en incelikle sorulardan biri de o köy de neden tavuk olmadığı ..küçükbaş besleniyor, süt sağılıyor , et yeniyor , fakat hiç bi kek yapılmıyor orda.. acaba tavuğun olmamasının bir anlamı var mı diye sorduk mu kendi kendimize .. yoksa tavuk artık modern hayata uyum sağlamış bir hayvan olarak dışlanıyor mu ... çok dertli bir film kısacası.. akrebe de üzüldüm ben..
  • yerküre üzerinde -rasathâne olarak azıcık diretsek- rahatlıkla başlangıç noktası kabul edebileceğimiz herhangi bir köyde, yurtlarından bir yere ayrılmayan insanların üstüne güneş değişik açılarıyla düşermiş, onlar da buna gün derlermiş. zaman üzerlerine halkalarını salıverdi mi bir güneşi tutar, bir ayı bulutların arkasına saklar, bir bulutları yağdırır, bir fırtınaları kopartır, mevsimleri gönlünce değiştirirmiş. insanlar da buna hayat derlermiş. uzayan boylarına, kırışan yüzlerine aldanıp mevsim halkalarının birbiri ardına döndüğünü yok sayar; hayatı akan bir şey sanırlarmış.

    sabahtan akşama bir gün sana ne kadar cazip geliyorsa o kadar cazip bir film '5 vakit'. yeni bir gün seni ne kadar heyecanlandırıyorsa o kadar.. ne eksiği ne fazlası.. "ee peki ne oldu şimdi?" ne olacak, dünya kendi ekseni etrafında bir tur dönüşünü tamamladı. sen de kutuplarda yaşamadığın için en azından renklerin değiştiğini görecek kadar şanslıydın. hepsi bu..
  • bu filmin en öne çıkan yanı, tamamıyla bir turnusol işlevi görmesidir. sanat-sepet işleriyle uğraşan "mükemmel" entellerimiz hani her zaman "ah bu kent yaşamı insanı nasıl da yoruyor! keşke doğaya açılsak bıdı bıdı" diye kafa sikerler ya, şimdi bu filmi izleyince rahatsız olmuş paşalarım! neymiş, bir köyde sadece kötü şeyler mi olurmuş? sadece kötü şeyler olduğunu söyleyen kim ki?!

    yumurta-peynir-süt üçgeninde bir köy hayatı düşlersen, gittiğin herhangi bir köyden 3 günde sıkılır ve gaza basıp şehrine geri dönersin. çünkü köylük yerler düşündüğün kadar güzel yerler olmadığı gibi, mutsuzluğun umuda her zaman baskın çıktığı yerlerdir. sen yaşar kemal'i okurken ne düşündün allah aşkına? tarım-toprak işlerini tolstoy'un gözünden mi gördün bir tek? buyrunuz gerçek dünyada bir göz atınız o pek sevdiğiniz kırsal yaşama!

    cihangir'den yorum yaparak anlayabileceğin bir film değil bu. ki bu saatten sonra 30 yıl köy yaşamı geçirsen bile anlayamazsın bu filmi; köyde çocuk olmanın ne demek olduğunu bilemezsin. için içine sığmazken görebileceğin en güzel şeyin yeşillik çiçeklik böceklik olmasını kabullenemezsin. yerde yemek yerken dizlerinin ağrımasından nefret edersin; yazın ortasında buğday biçmekten, sapını çöpünü ayırıp harman dövmekten, kışın akan dama bir çare düşünememekten, her gün aynı insanları görüp her gün aynı şeyleri yapmaktan, emin ol, hiç haz etmezsin. köy hayatı hafta sonları gidip gördüğün mandıralara benzemez; köyde yaşarken "şehirli beyin çocuğu" olmazsın.

    filmin en hareketli sahneleri nerelerdeydi? çocuklar yürürken omuzlarını kadraja almış kameralar neden tıpkı o çocuklar gibi o uzun yolları yürüyordu? o sahnelere geldiğinde içine biraz olsun ferahlık yayıldı mı? yarım dakikada gerim gerim gerildiğin yakın plan duvar çekimlerini değil de, o duvarların içinde despot bir babayla yaşamanın ne demek olduğunu düşünebildin mi?

    bu filmin köy hayatını anlattığına hem katılıyorum, hem karşı çıkıyorum. aslında tipik bir sosyal topluluğun temsilidir bu film. işlediğin bir suçtan ötürü genç bir anneden dayak yiyebilirsin. işlediğin suç seni de üzmüşse ve sen genç anneden hala azar işitiyorsan, dayanılmayacak kadar ağır bu yükü kaldırabildiğine şaşarsın. ufacık yaşta büyümek zorunluluğunun farkında bile olmadan, daha neden nefes aldığının ayırdına varmadan, büyükler gibi düşünebilmeye çalışmak, sana pek matah gelmez. fakat bütün köylük çocuklar, bu başarılarıyla takdiri çoktan hak etmişlerdir.

    babayı öldürme isteğiyse belki sinemada özgün bir fikir, fakat gerçekte hiç de öyle değil. 11-16 yaş arasında, köylük çocukların yarısının aklından binlerce kez geçmiştir bu. ben biliyorum ki, çocukluk arkadaşlarımın neredeyse tamamı ya evden kaçmayı istedi, ya babasının ölmesinin güzel olabileceğini düşündü. aşırı bir fikirmiş gibi gelmesin size, gün gibi gerçektir. büyümeye zorlanmış bir çocuk, büyüdüğünü ispatlama yoluna er geç gidecektir. ve bunun en uç noktası, ebeveyn nefreti ve baskının altından silkiniştir. 9 yaşında büyükçe düşünmesi istenen çocuğun babayı öldürme fikrine varması çok da marjinal değildir yani.

    maksim gorki, franz kafka ve fyodor dostoyevski'yi üst üste koysam, herhalde böyle gerçekçi bir çocukluk tasvirine erişemezdim kendi adıma. bu açıdan bu film, türkiye sinemasının tüm zamanlarının en mükemmel filmlerinden biridir. konuyu ele alışıyla, görüntüleriyle, altmetniyle, tam bir başarı örneğidir. sıkıcı olmasına ya da müziklerin uygunsuz oluşuna dair eleştirilere maalesef katılamıyorum. durağan bir filmdir evet, fakat zaten bir köy yaşantısı en az bu filmde hissettikleriniz kadar durağandır. dediğim gibi, köyde çocuk olmadıysanız, bu filmi anlamayı beklemeyin. "ben de köylüyüm, yazları köyde yaşardım!" demek, köyde yaşamakla da eşdeğer değildir. "bizden biri" olmak, belki sadece köylük yerlerde olumsuzdur, dolayısıyla üç aylık zaman diliminin misafir telaşı asla aynı duyguları yaşatmaz.
    müziklerse, filmin hiçbir yerinde beni rahatsız etmediği gibi, birçok sahnede olması gerekenin en iyisiydi. filmin baştan sona bir bunalım halinde oluşunu fazlasıyla desteklemişlerdi.

    bunların dışında filme dair bir iki kocaman eksiklik var ki;

    - imam efendi ne fatihayı düzgün okuyabiliyor, ne de ezanı... "eşhedü enne muhammeden rasülullah" ne demek be? hayyalel felek kısmına hiç girmiyorum...

    - kızıyla iyi geçinen baba karakteri, bu filmin tek "yalan" karakteridir gözümde. elektra sendromuna mı bağlamak istemiştir, yoksa babanın gerçekten saf ve iyilik timsali oluşundan ötürü mü böyle kurgulanmıştır, bilmiyorum ve lakin köylük bir yerde dağda bayırda tek başına dolaşan kız çocuğuna bu kadar iyi davranan bir baba, bana biraz zorlama göründü. gerçi meseleyi tek bir açıdan ele almamak lazım ama mesela annenin azarlanmasını istediği bir çocuk baba tarafından öyle kolay kolay korunmaz. bilemedim. belki de bizim köy tamamıyla psikopattı*
  • içine fazlaca huzur yedirilmiş bir belgesel gibi duruyor. bir de fransız bir yönetmenin elinden çıkmış gibi. kesinlikle izlenmeli.

    --- spoiler ---

    es geçemeyeceğim, bu filmde reha erdemi ayıpladığım tek konu da şudur.

    akşam ezanını okuyan herif "hayyalel salah" dedi. hadi onu geçtim. "hayyalel felek" dedi. lan olm hayyalel felek ne?! *

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    uyan çocuk uyan artık
    çekeceksin elbet zorluk
    kaç aydır evde kaldın
    sazdan düdük yapıp çaldın
    ağaçların gölgeleri
    yamaçların dereleri
    hem gönlünü eğlendirdin
    hem başını dinlendirdin
    --- spoiler ---

    şiirini duyarız bu güzel filmde sürekli uyuyan çocukların ağzından.
  • "tanrı köyün rutinidir, rutin şehrin tanrısı."**
  • uyuyamayan çocukların filmi. şiddetin içinde büyümüş, aileleriyle sorunlu, huzuru doğada arayan, sadece doğanın içinde uyuyabilen çocuklar... huzursuz anlarında ise taşların üzerinde, rahatsız uyuyan çocuklar... ufak, naif ama tanıdık bir hikaye.

    reha erdem'in filmografisinde farklı bir yerde olduğunu düşünüyorum. önceki filmlerinde şehir insanını ele alırken burada kırsala iniyor. fakat kırsal bir hikaye değil bu, sadece mekan kırsal. bu nedenle babam ve oğlum tarzı filmlerden sonra kafamda oluşan önyargıyı altüst etmeyi başardı.

    zamanı bir anlatım biçimi olarak kullanışı ile bom yeoreum gaeul gyeoul geurigo bom'u, steadicam takip sahneleri ile bela tarr filmlerini hatırlattı. tek bir mekanda geçen sade bir hikayenin müthiş bir anlatım ile verilmesi adına da benzerlikler taşıyor.

    en güzel karesi ise, 2 ağaç arasında baba ve oğlun boyunları bükük durması. baba büyük ağacın tarafında, oğul ise küçük ağacın.

    ağırlıklı olarak arvo part besteleri olmak üzere, klasik müzik kullanımını filmin ayrı bir özelliği olarak görüyorum.

    bu film bana şunu da gösterdi... en azından bu çocukların elinde kaçabilecekleri 'doğa' var, bizde o da yok ne yazık ki.
hesabın var mı? giriş yap