• her dinleyişimde nerede ve ne yapıyor olursam olayım beni istisnasız üzüntüye boğan tek şarkı muhtemelen. ne bileyim ya, şartlanma mı denir buna bilmiyorum ama milli piyangoda büyük ikramiyenin bana çıktığını öğreneyim, ardından önüme bir tencere muzlu puding koysunlar, o sırada sevgilim gelsin arkamdan sarılsın, biri kapıdan çıkıverip içinde pes olan ps3 hediye etsin, o esnada kadir topbaş'ın istifa ettiğini duyayım, yetmezmiş gibi birden sekiz dil konuşabildiğimi farketmiş olayım. sonra da tüm bunların üzerine death is the road to awe çalsınlar. yine üzülürmüşüm oturur hüngür hüngür ağlarmışım gibi geliyor. öyle bir şarkı işte.

    tek tesellimiz show tv ana haber bülteni tarafından halen keşfedilkmemiş olmasıdır.
  • bir şarkı ya da parça denilemeyecek kadar güzel bir şeydir. elbette tam etkisini hissedebilmek için filmi izlemek gerekir ama hakkında şunu söylemek yanlış olmayacaktır, film olmadan dahi "death is the road to awe" harika bir eserken bu eser olmadan film adeta bir hiçtir.
  • soundtrack'i olduğu ve yaratımının sebebi olan the fountain filmiyle karşılaştıralamayacak türden bir etkileyiciliğe sahip kendisi için yeniden bir film çekilmesini ve bizi ters köşeye yatırarak bir soundtrack için çekilen bir film gibi bir şeye sebep olmasını dilediğim, yaratıcılığı her bir metrekaremiz tarafından ayrı takdir edilen clint mansell eseridir. isminden dolayı da bir şekilde ölümü hatırlatması, akla getirmesi olağan gibi dursa da bana kalırsa akla bir şey getirmesine bile fırsat vermeden arı bir dehşeti tetikliyor. ölüm zaten akla gelen bir şey değil, direkt sana gelen bir şey. mansell'e göre de öyle huşu içinde, huzura ve kabullenişe gitmiyor, ölüm dehşete açılıyor. almanların en akıllısı olan immanuel kant bir estetik deneyimi iki şekilde yaşayabileceğimizi söyler: ya güzelle karşılaşırız ya yüceyle. güzel hayal gücümüzü ve anlama kabiliyetimizi birbirine sıkıca ve özgürce bağlanmasını sağlayan bir uyumun farkındalığıdır. ne olup bittiğini tam kavrayamayız ama kavrama peşinde gidişimiz anlamlıdır, kavrayacak gibiyizdir. güzel bizi olduğumuz gibi kabul eder, mutlu eder, umut verir. yüceyse, kavrama gücümüzü fersah fersah aşan ve hayal gücümüzü felç eden bir uyumsuzluğun, farkın, uçurumun, şiddetin, büyüklüğün yaşanmasıdır. yüce, olduğumuz halimizle asla kabul edilmeyeceğimizi söyler; şok eder, korku verir, dehşete düşürür. güzelden hoşlanırız, yüceye hayran oluruz.

    şarkı şu haliyle güzelin değil, yücenin deneyimi. benim içinse ömrümde bir daha tekrarlanacağını sanmadığım bir şeyin deneyimi. bazen bir şey bir kere oluyor, onun oluşuna tekrar oluş dahil olmuyor. arabanın yolcu koltuğunda oturuyorsun. gece. ışıklar sağından solundan kesik kesik akıp geçiyor. arabanın içi sessiz, yalnızca o bilindik arabada gitme sesi, akıyorsun. bir el bir düğmeye dokunuyor, death is the road to awe çalmaya başlıyor. öylece oturuyorsun, bacakların hafif açık, usul usul ayak parmaklarını oynatıyorsun, sakinsin, elinde kağıttan kırmızı bir bardak tutuyorsun, olabilecek en sıradan gece. normal şeyler düşünüyorsun, evde süt var mıydı gibi şeyler. piyano, keman şiddetlenmeye başlıyor, müzik kıyıya çarpan dalga gibi patlıyor; müzik ardı ardına patlayan dalgalar gibi vuruyor, fırtınası içine düşüyor. sonra bir şey oluyor. hani rüyalarımızda gerçekte çok zor olması gereken şeyler dünyanın en kolay şeyiymiş gibi olur da bu nasıl oldu şimdi diye kalırız ya, mesela tutmaya çalıştığımız adam havaya yükselir, ya da çenemize çakılı dişlerimiz birden avucumuza dökülür, işte öyle bir şey. ne olduğuna anlamıyorum. aklım normal, yoğun bir hissizlik, ne korku, ne öfke, ama bedenim dehşet içinde. bir şey bedenimi dehşete sürüklüyor. çok hızlı gidiyoruz, çok çok, ışıklar birbirinden ayrılmadan düz bir çizgi olacak kadar çok, mekan kayıp, zaman hiç olmadı. kalp kendine çarpa çarpa büyüyor, büyüyor, büyüyor, nefes alıp veriyorum, nefes alıp veriyorum, nefes alıyorum, bedenim dehşete kapılmış deprem oluyor, bardak kıpırtısız. gece sıradan. gece çok sıradan. benden habersiz müzik neyi tetikledi, ne olup bitti, o kalp bedenimin her yerinde nasıl attı, nasıl oldu neden oldu, yol neye giden yoldu, neden o kadar hızlandık, bilinmez. şoförümüz farkedip de kenara çektiğinde, o kapılar camlar açıldığında, o bacaklar titremekten bir türlü yere basamadığında şarkı da çoktan bitmişti tabii. bir daha bu şarkıyı ne zaman dinlemeye cesaret ederim bilmiyorum. ama bildiğim bir şey var. eğer bu şarkı için film çekilecekse buraya ait, büyüsüz, dün gece gibi çok sıradan bir film olsun. açılış sahnesi ışıkların akıp gittiği bir arabada yolcu koltuğunda oturan birinin sağ elindeki kağıt bardak olsun. film siyah-beyaz olsun, bardağın kırmızı olduğunu bilmeyelim, tahmin edelim. sonra kamera bakışlarını karşıda bir noktaya sabitlemiş, gelip giden ışıkların aydınlatıp kararttığı mimiksiz, sıradan yüze dönsün. o yüzün nasıl göründüğünü çok merak ediyorum.
  • annemin "insanın moralini bozuyo bu şarkı" diye yorumladığı eser. gerçekten de dibe vurdurur adamı.
  • nerdeyse 10 sene oldu yaa 10 sene.
    10 sene önce çalma listeme girip de bir daha çıkmamış olan parçadır.
    çok sevdiğin parçalar olur neşeli iken geçesin gelir, bazısı ise üzgünken sana hitap etmez çalmaya başlayınca atlarsın ama bu bunca yıldır asla atlaya basmadığım tek şarkı.
    insana ölüm olgusu ile barış yaptıran beste
  • oof of her dinleyişimde böyle duygulu triplere girmeme yol açıyor bu şarkı. oyun oynarken neyin açın tavsiye ederim. ben fm oynarken açıyorum çalıyor arkada. ne sinir ne stres dostlarım.

    canın sağolsun sabrim bi dahaki pasın bulur yerini... oof of.
  • sınırları zorlayan. lux aeterna gibi piç edilmemesi dileğiyle..
  • çok sevdiğiniz birisini kaybettiğinizde ve bu şarkıyı dinlediğinizde içinize huşu ve garip bir kabullenme çöküyor..ölümün gerçeği yüzünüze bir tokat gibi inmişken, sızlayan yanağınızı okşayan bir el gibi geliyor size..
    ölümün de hayatın bir parçası olduğunu hatırlatıyor..
    bu dünyaya gelişimiz gibi buradan göçüşümüzün de ne kadar olağanüstü ve çarpıcı olduğunu anlatıyor.
    gideni çok özlesek, gittiğini kabullenmek istemesek, bir daha sesini duyamayacak, ona sarılamayacak olduğumuzu hatırlamak istemesek de ölüm ağır, acı ve gerçek..

    *nur içinde yat dayı, seni seviyorum..
  • sekiz dakika yirmi beş saniye boyunca insanı etkisine alan, hipnotize eden eser. özellikle sonlarına doğru yükselen temposu ile yolda yürürken dinlenildiğinde dâhi insana ne yaptığını unutturup öylece kalakalmanıza sebebiyet verir.
hesabın var mı? giriş yap