• rol esnekliği: hayatta çeşitli rollerimiz var. arkadaş, öğrenci, çocuk, kardeş, çalışan rolleri gibi. bir rolden diğerine geçebilmeye rol esnekliği denir. örneğin ben arkadaşlarımla da terapist rolünden ilişki kurmaya kalksam bir arkadaşım bile kalmaz. rol esnekliği ilişki sürekliliği için şart.

    bazen hayattaki rollerden birisi diğerlerine yer kalmayacak şekilde benliği işgal eder. bu ruhsal açıdan sağlıksız bir durumdur. örneğin bazen annelik rolü başka herhangi bir role yer kalmayacak kadar şişkinleşebilir. kadından geriye anneden başka bir şey kalmamıştır. gelecek planları sadece çocuk üzerine, mutluluk-mutsuzluk-endişe kaynağı sadece çocuk. kadın, sevgili, arkadaş vs gitmiş sadece anne var.

    sadece anne olan anne ciddi biçimde tükenmişlik adayıdır. sadece anne olan anne potansiyel olarak da iyi bir anne değildir üstelik. kadının kimliğinde anneden başka rollere de yer kalmalı. ne yazık ki anneden ibaret kadın kültür tarafından çok olumlanıyor. son derece sağlıksız bir toplumun temelleri bu.

    profil fotoğrafınızda siz yoksunuz ve çocuğunuz mu var? hatta kullanıcı isminiz @x'in_annesi şeklinde mi? yukarıdaki seriyi tekrar düşünün derim. benzer şekilde bazen çalışan rolü (mesleki roller) diğer rollerin hepsini bastırabiliyor. bu da ayrı sağlıksız bir durum.

    bazı mesleki roller daha belirgin olduğundan daha baskın da olabiliyorlar. hekimlik, öğretmenlik, polislik, askerlik rolleri böyledir. mesleki roller çok baskın olduğunda bu kişinin ilişkilerini etkiler ama esas travma emeklilikte olur. emekli albay apartman yöneticisi olur. benzer şekilde annelik rolü çok baskın olduğunda ayrışmanın her aşaması sorunlu olabilir. okula başlama, işe girme (para kazanma), evlenme...

    rolün kıymetli olması ayrı, kişinin benliğinin bütününü işgal etmesi ayrı durumlar.
  • şuan yoksulluk ve iç karışıklık ile dünya gündeminde olan, yaşanabilir şehirler listesinde en kötü skorlara sahip olan venezuelanın, 1950 yılında dünyanın en zengin 4. ekonomisi olduğunu öğrenmek.

    amerika'nın kişi başı milli geliri 9500$ iken venezuelanın kişi başı milli geliri 7.400$.

    nereden nereye?

    kaynak
  • rakı diyoruz biz içtiğimiz o su ile karışınca beyazlaşan alkole. peki bizim mi ?
    onu da kesin bilmiyoruz, fakat dünya tarihininin hemen hemen anlaştığı bir nokta ise osmanlı topraklarında bulunup üretilmeye başladığı.

    diğer yandan ise ırak'taki türkmenler tarafından üretilip ve etrafa yayılmaya başladığı da düşünülmektedir. "ırak'tan gelmiş" anlamında "ıraki" kelimesi ile bağlantısı da var diyenler mevcut.

    içerken ise çeşitli tanımlar, kavramlar ve benzetmeler yapılmış, rakı bardağına koyulan rakı miktarına göre. aşağıdaki linkteki gibi
    görsel

    evet bakıp geldik değil mi hepimiz, şimdi bu konu ile bir hikaye anlatmak istiyorum.

    bu resimdekilerden başka çok ölçü vardır yerel olan ama benim için en önemlisi olan, efsane de olabilir fakat (bkz: munir nurettin selçuk) tarafından da bir konser sırasında anlatılmış bir hikaye, atartürk'ün zekası ile hikayeleri genel de biliniyor fakat bu hikayeyi bilen kişi sayısı gerçekten yok denecek kadar az.

    okurken öneriyorum
    farid farjad

    atatürk'ün rahatsız olduğu, son zamanları artık. doktoru düzenli olarak kontrole geliyor. paşam yorgun, argın ama son gayretiyle bizim için çalışmaya devam ettiği dönemler. bakıyor ki doktoru, paşamız iyice kötüleşiyor ve rakı içmek isterse verilmemesini söylüyor yaverine artık.

    yaveri(bkz: salih bozok) tabiki de bunu hemen kabul ediyor fakat bir soru sormak istiyor doktora ve diyor ki "ya paşamın canı çok isterse ? dayanamam onu hasta görmeye ya da istediğini elde edemeyince yaşadığı üzüntü ile görmeye"

    doktoru ise "tamam o zaman paşamıza sadece bir parmak kadar rakı verebilirsiniz".

    aradan bir kaç gün geçer, atatürk'ün canı rakı ister ve söyler yaverine "hadi gel içeyim bir kaç kadeh bu akşam"

    yaveri önce direnir getirmek istemez ama sonra dayanamaz atatürk'ün ısrarlarına ve getirir bir parmak kadar rakıyı.

    atatürk bakar ve anlar hemen renginden bir farklılık oldugunu, çatar o kaşlarını hiddetle ve der "o neden o renkte ?"

    yaveri cevaplar "paşa'm doktorunuz bir parmak kadar rakı içmenize izin verdi"

    atatürk sakince gösterir elleriyle ve der "salih, o bir parmak böyle yatay bir parmak mı yoksa böyle dik bir şekilde mi ? sordun mu bunu doktora ?"

    yaveri sessizce bakar..

    atatürk hemen söyler "şimdi doldur getir o bardağı.."

    ve o günden sonra rakı kültürümüze atatürk parmağı diye bir ölçü girmiştir. resimde buz payı ile gösterilen yer ile aynıdır.

    edit: link düzeltildi
  • söylendiğinde dilim tutulur, tek cevap veremezdim.. "milli irade" derlerdi, "halk seçti" derlerdi... öyle ya da böyle halk iradesi derdim, sineye çekerdim... evrimleşme, gelişme sürecini tamamlamasını beklerdim... lan oğlum, o halk ki senin gibi eğitim imkanları nı buldu mu ki? o fırsat verildi mi ki doğrusunu seçsin? derdim...bir öğrendim ki... aslında kimsenin mikinde değil miş.. halkın oyuyla gelen, halkın iradesini temsil edenler... sadece bir kişinin ağzından çıkan tek söz ile taca çıkabiliyor imiş "halkın iradesi ile gelen"ler ... lan o zaman biz bu kadar boku, "milli irade ve sandık" ayaklarına niye yedik?
  • çin tarihinin en önemli icatlarından biri olan barutun daoist kimyacılar tarafından yaşam iksiri aranırken tesadüfen icat edilmesi.

    işin ilginç yanı ise bu icattan sonra çin dünyanın efendisi olabilecekken, çinliler barutu çatapat yapımında kullanıyorlar. askeri bir teknoloji ile birleştirmek akıllarına gelmiyor. ancak 15. yüzyılda yani icadından altı yüz yıl kadar sonra afrika-asya savaşında barut önemli bir silah(top) olarak kullanılıyor.
  • ''on saniye kuralı''

    herhangi bir şeyi satın almadan önce: ''istek mi, ihtiyaç mı?'' diye 10 saniye düşünmemiz gerekiyormuş bu kurala göre. çünkü bilinçaltımız bilinçten 6 saniye önce karar veriyormuş. biraz zaman kazanırsak eğer duygularımızla değil de mantığımızla karar verebiliyormuşuz.

    düşünsenize bir bu kural sayesinde anlık bir istekle almak istediklerimizi almayıp ne kadar çok tasarruf edebileceğimizi ve de evde kullanılmayan eşya çöplüğünün önüne geçebileceğimizi.

    peki nedir ve nasıl işler?

    alışveriş ürününü (bu örnekte ayakkabıyı) elinize alıp havaya kaldırın, ona bakın ve içinizden bütün samimiyetinizle başlayın sormaya: hakikatten benimle eve gelmen lazım mı? sana ihtiyacım var mı? yoksa sen bir istek misin? sen akıllı bir satınalım mısın? evde kaç tane daha sana benzer şeyim var? bir tane daha gerekli mi? sana verdiğim paraya değecek mi? yoksa seni iki kere giyip, hevesimi alıp bir kenara mı atacağım? bütçemde sana yer var mı? seni alırsam bu ayki kredi kartımın tamamını kapatabilecek miyim? senin için borçlanmaya değer mi? seni eskittikten sonra bile hala dört mevsim boyunca taksitini ödemeye değer mi? bu soruları içinizden samimiyetle cevapladıktan sonra son kararı size her zaman doğruları fısıldayan iç sesiniz verecektir.

    bırakın: eğer bu tamamen bir "içgüdüsel" davranışsa bu testle ortaya çıkacaktır. 10 saniye kısa bir zaman ama sorular bayağı etkili. yani ihtiyacınız olmayan sadece bir istek ya da bütçenizde yeri olmayan bir satın alma ise, ürünü yerine bırakın ve kendinizle gurur duyun.

    alın: eğer bu satın alma sizin için ihtiyaç ya da gerçek bir istek ise ve bütçede yeri var ise alın ve güle güle kullanın. bundan böyle hiç aklınızda olmayan birşeyi almadan önce bir durun, düşünün. 10 saniye! bu, finansal hayatınızda çok şey değiştirecek. unutmayın eşyalar bir yere kaçmıyor, bugün olmasa da yarın alabilirsiniz ama sizin hayat treniniz (ev, araba, huzurlu bir emeklilik. . .) göz açıp kapayıncaya kadar hızla geçen yıllar da kaçabilir. karar sizin.

    ipucu: bütçenizi hazırlarken giderlerinizi istek ve ihtiyaç diye ikiye ayırın. ihtiyacınız olmayan birşey almak istediğinizde, bunu bir 'isteğinizden' kısıp yapabilirsiniz.

    valla benim ufkum bildiğin yarıldı. eğer uygulayabilirsem almadığım kitap, parfüm, kıyafet, ayakkabı, takı v.s ler neticesinde biriktirdiğim paraya belki seneye ikinci bir ev için peşinat yapabilirim :)

    kaynak: on saniye kuralı
  • bakteriyofaj(bakteri yiyen) bakterileri enfekte eden bir virüstür. bilim insanları ileriki yıllarda oluşacak antibiyotik direncine karşı önlem olarak bunları kullanacak. şu an hali hazırda bir çok bakteri çoğu antibiyotiğe direnç geliştirmiş bulunmakta.
  • kokuların geçmişe götürmesi hakkında:

    koku hafızası beyinde kokuları işleme koyan, nitelendiren hafızadır. bölgenin adı "koku alma soğanıdır."
    geçmişte yaşanan bir olaya dair en son unutulan şey kokudur. bunun nedenini bilim adamları koku alma soğanının, hipokampüs ile yan yana olmasına bağlar.
    hipokampüs korteksten gelen bütün bilgilerin toplandığı yerdir. yani bir nevi anı arşivimizdir.
    bu iki bölgenin birbirine yakın oluşu bir kokunun bizi seneler öncesine götürebilmesini sağlar.
  • insanın kendisinden üçüncü bir şahıs gibi bahsederek konuşmasının stres azaltıcı etkisi olduğunun gösterilmesi.

    adınızın emre olduğunu farz edelim. topluluk önünde büyük bir konuşma yapacaksınız ve epey streslisiniz. bu durumda “çok stres yaptım, topluluk önünde konuşmak beni geriyor" vb. şekilde düşünmek yerine “emre çok stres yaptı, emre topluluk önünde konuşmaktan geriliyor” derseniz stresiniz o anda belirgin düzeyde azalıyormuş.

    university of michigan’da bu hipotezi test etmek için iki tane deney yapmışlar:

    birinci deneyde deneklere normal ya da rahatsız edici (örneğin kendi kafasına silah tutan bir adam) fotoğraflar gösterilmiş ve denekler fotoğraflara tepki verirken birinci şahıs ya da üçüncü şahıs gibi konuşmaları istenmiş. bu sırada eeg ile beyin dalgaları ölçülmüş. denekler rahatsız edici fotoğraflara bakarken kendilerinden üçüncü şahıs gibi bahsettiklerinde stres ile ilişkili beyin aktivitesinin bir saniye içerisinde azaldığı görülmüş.

    ikinci deneyde fmri çalışması yapmışlar. bu görüntüleme tekniği beyinde aktive olan bölgeye kan akışının artması temeline dayanıyor. kan akışının arttığı yerleri (o an için aktive olan bölgeleri) beyin üzerinde gösterebiliyor. deneyde denekler kendi acı verici deneyimlerini birinci şahıs ve üçüncü şahıs olarak anlatmışlar ve o sırada fmrı çekilmiş. sonuçlar eeg deneyi ile aynı çıkmış. acı verici deneyim anlatılırken beynin ön lobunda yer alan medyal prefrontal korteks aktive olmuş (aslında amigdala bölgesinin duygularla ilişkili olduğu bilinse de anılara dayalı duyguların prefrontal korteks ile ilişkili olduğu düşünülüyor). kişiler kendilerinden üçüncü şahıs gibi bahsederken bu bölgede çok daha az aktivasyon görülmüş.

    araştırmacılar bunu şöyle yorumlamış: insan kendisinden üçüncü şahıs gibi bahsederken kendisini başkalarını gördüğü gibi görüyor ve bu da stres yaratan duruma uzaktan bakabilmemizi sağlıyor. meseleye uzaktan bakabildiğimiz zaman da duygularımızı daha başarılı bir şekilde kontrol edebiliyoruz.

    konu üzerinde daha fazla çalışma yapılması gerektiği belirtilse de şu an için bulgular, insanın kendisinden 'ben’ diye bahsetmek yerine isim kullanmasının stresi belirgin ölçüde azalttığını gösteriyor. yöntemin çok basit olması da büyük avantaj.

    bir dahaki sefere topluluk önünde konuşma yapmadan önce, uçağınız hava boşluğuna girdiğinde ya da kanal tedavisi için sıranızı beklerken bunu bir deneyin derim. denemekten zarar gelmez.

    çalışma burada üniversite sayfasında özetlenmiş.

    nature dergisinde yayımlanan makaleyi de pdf formatında buradan inceleyebilirsiniz.
  • kayseri; ceasarea yani sezar şehri denilen bölge, kayser, sezar'ın arapçası olarak günümüze gelmiş, şehir kayseri ismini almıştır. hatta rus çarı da "tsare" unvanını aynı kökten almış. bununla bağlantılı almanların kayzerlerine giden bir bağ bile varmış.
hesabın var mı? giriş yap