• aslında şehir planlaması diye bir şey olmadığı için, geriye kalan düpedüz zevksizliktir. insanların yaşamaktan zevk almadığının, sadece hayatta kalmaya çalıştığının bir göstergesidir. mümkün olan en az emek ve parayla, en kalitesiz tasarımlarla konut üretilir. süper lüks diye çok pahalıya satılan konutlar bile böyledir. başımızı sokacak evimiz olsun düsturu, orta üst sınıfın bile genlerine yazılmıştır. evin çevresi ise türkiyeli insanın kültüründe fazla önemsenmez. pek çok şehirde yeni yerleşimler önce gecekondu bölgesi olarak kurulur. toki gibi kurumlar işi gücü bırakıp stadyum veya saray inşa etmekle uğraşır çünkü. belediyeler de çok katlı kaçak yapı sahiplerinin keyfine uyum sağlar. eciş bücüş, güneşsiz, ağaçsız, çiçeksiz sokaklar labirenti şehre kanser gibi yayılır. dere yatağı caddeleri yağmurda sel götürür. park, konser veya sergi salonu gibi yerler için alan kalmaz. sadece iğrenç konut yığınları ve dükkanlar. son yıllarda buna bir de adım başı yapılan avmler eklenmiştir. ileride arkeologlar bir kazı yapsa türkiye şehirlerindeki insanların yaşama biçimi hakkında varacağı sonuç bellidir: yer içer, çalışır, çiftleşir, alışveriş yapar ve uyur. bu yaşam tarzının hayvandan tek farklı yönü alışveriş yapmaktır.
  • (bkz: köylülerin estetik kaygıdan yoksun olması). istanbul'un göç alan mahallelerine bir göz gezdirin.
  • şehrin kendisine özgün ruhunu ve hikayesini yok etmektedir. ama, en kötüsü şu: şehirleri insansızlaştırmakta, insanlar için nefes alanacak, sosyalleşecek ve şehirli kültürün yeniden üretileceği mekanları yok etmektedir.

    uzun zamandır maslak’tayım. oradaki plazaları bilirsiniz. uzaktan korkutucu ve ihtişamlı gözüküyorlar. yakınına gidin. çöl gibi. onca çelik ve cam yığınının arasında insanca nefes alabileceğiniz bir park, gezebileceğiniz veya yürüyebileceğiniz yollar yok.

    benim danışmanlık yaptığım plaza, etrafını çeviren dört plazanın arasında. dışarıya çıkıyorsun; daracık bir boş alan var. o alanda ne bir ağaç, ne de yeşillik var. yukarıya doğru çıktığında, levent metrosu’na doğru giden bir yol var. o yol da daracık. daracık olduğu ile kalmamış; kaldırım üzerine park edilmiş araçlar tarafından işgal edilmiş. bir de ters yönden yardıra yardıra gelen ve kaldırımı kullanmayı kendine verilmiş bir hak olarak dayatan motorcular var (hepsinin plakasının fotoğrafını çekip, anında emniyete şikayet ediyom).

    maslak, beni mutsuz ediyor. sadece orası mı? istanbul’un hemen hemen hiçbir yerinde mutlu olamıyom. nefes alamıyom. şehrin kendisi üstüme üstüme geliyor sanki. onca modern zırvalığın içinde insana ait ve insanca bir yer yok. daha doğrusu, bu beton ve rant cehenneminde insana yer yok.

    geçenlerde 202’ye bindim. uzatmalı misafir kaldığım eve doğru gidiyorum. kazasker’in orada bir yerde indim. caminin hemen yanında bir kokoreçci var. girdim. merhaba, dedim ocak başındaki dayıya. güzel bir akşamdı. gülümsedi bana. sıcacık çorbamı getirdi. ardından da demli çayımı... kendime geldim. bir yanda, parktaki çocuk cıvıltıları, diğer yanda muhabbet eden insanlar... insana muhtaç kalmışız...
  • olmayan planlamanın zevksizliği mi olur? herşeyi bilen yöneticilerimiz işinin ehli olanlara ne kadar fırsat veriyor da insan yaşamına uygun şehirler planlansın?
  • planlama olsa muhtemelen var olacak zeksizlik.
  • şehir planlaması yok ki zevk olsun . estetikten bahsedilmiş . estetikten önce azıcık konfor da mı olmaz. geçenlerde bir arkadaşımın evine gittim. ana yola sıfır bir bina. sıfır derken kaldırım var tabi. gülmeyin o da olmayabilirdi burası türkiye. neyse trafik gürültüsünden durulmuyor. bir tane bina eksik olsun ama ev yola en azından 4-5 metre uzakta olsun. yok .. en ufak boşluğa bina dikilecek hayvan gibi yaşanacak. şu anda bi restorantta yemek yiyorum evet keşke gelmeseydim. burası da yola sıfır. kamyon traktör egzozu patlak motor bilimum eski model , çıkardığı ses kendinden büyük araç sesleri beynimi sikti resmen. ondan sonra niye cinnet geçiriyoruz. insan türü kendine bu kadar yabancılaşabilir mi. tamam kuş cıvıltıları olmasın ama en azından sessiz sakin huzurlu mekanlar yaratalım bari. ne lanet ülke yaa
  • estetik yoksunu, kocaman reklam tabelaları ile güçlendirilen durum.
  • aslında belki bir uruk-hai, goblin veya orc için en boktan şehrimiz bile bir paris, bir londra ya da berlin olabilir...

    edit: içimden "kime göre, neye göre ???" demek geçse de gönlüm buna razı değildir; cidden boka benziyü...

    (bkz: bok sıçramış gibi gözüküyo)
  • batı mimarisi bir örnek ve kişiliksiz olduğundan öyle görünüyor. siz, bizim şehirlerimizdeki neo-postmodern mimariden anlamıyorsanız ne yapalım yani...
hesabın var mı? giriş yap